NİAGARA





Su dalgalandıkça sallanan bir teknede çığlık atan insanların sesini kanıksadım artık, yüzüme vuran su damlalarını keyifle karşılıyorum, hatta giderek ıslanıyor olmaktanda şikayetçi değilim. Zira Kuzey Amerika’nın en büyük şelalesi’ne bakıyorum, yaklaşabildiğim en yakın mesafeden…

Her saniye Niagara’dan 3160 ton su dökülüyormuş. Şelalenin yüksekliğine, akış hızına bakıp, sadece doğa harikası muhteşem bir manzara diye seyreden biz ziyaretçilerden daha farklı düşüncelerle bakan biri- birileri matematiksel hesapla bu doğa harikasını fırsata çevirmiş bile.

1890 yılında Nikola Tesla Niagara Şelalesinden elektrik elde edebilmek için hidroelektrik santrali kurmuş ve halen Amerika ve Kanada bu bölgede şelaleden üretilen elektiriği kullanıyorlarmış.




Bir gün önce Washington’dan yola çıkıp 12 saatlik bir yolculuk sonucu gece karanlıkta geldiğimiz Niagara Şelaleri Parkı bu sabah mavi yağmurluklarımızla bindiğimiz bot turuyla keyifli bir hal aldı. 

Bizim bindiğimiz bot şelaleye yaklaşabildiği en uygun yerde karşı kıyıdan Kanada tarafından kalkan kırmızı yağmurluklularla dolu botu selamlıyor ve turunu tamamlıyor. 




Bot turunun hemen ardından çıktığımız muhteşem manzaralı seyir terasından iki ülke arasındaki geçişi sağlayan Gökkuşağı Köprüsünü (Rainbow Bridge) seyretme şansımız oldu. Uzaktan seçebildiğim kadarı ile kayalara tırmanan sarı yağmurluklu bir gurup insan kayalıklardaki mini mağralara gire çıka şelaleye karadan yaklaşmaya çalışıyorlardı. Seyrederken ben yoruldum. Bu da hafızama performansı yüksek bir etkinlik olarak kaydedildi.


Bizim bir sonraki hedefimiz büyük bir yeşillik alana sahip Keçi Adası (Goat Island) ve Üç Kız
Kardeş Adasına (Three Sisters Island) gitmek. 

Niagara Falls State Park ‘ın içinden yürüyerek geçtiğimiz mini köprülerle birbirine bağlı adalar muhteşem manzaralarıyla adeta görsel bir şölen oluşturuyorlar, her birinde yeşilin binbir tonu var. İsteyen mini bir trenle de burayı gezebiliyor ama biz yürümeyi tercih ettik. İyi ki de yürümüşüz parkın her bir köşesinden şelalenin görünümü farklı, bir o kadar da seyretmesi keyifli. 


Bu kadar büyük bir park alanı olur da içerisinde yemek yeme yerleri olmaz mı? Yemek molası için durduğumuz alanda sandiviçilerimizi yemek için bulduğumuz bir masaya oturmuş gayri ihtiyari ellerinde yemekleri ile gelenleri izliyorum. 


Dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerin akınına uğrayan bu parkın doğal ziyaretçileri olan martılar da paylarını almak için hedefe kitlenmiş yukarıdan izliyorlarmış meğer.

Yiyeceğini alıp binadan çıkıp park alanına doğru gelen insanların tepelerinden aniden pike yapıp onları korkutarak ellerindekini yere düşürmelerini sağlamak asıl görevleriymiş, gerisi kolay yere düşen sosisliyi kap!

Heyecan ve eğlence dolu sahneler yaşandı oturduğumuz süre boyunca. Martılar daha sonra insanların onlara attığı ekmekleri, pizza dilimlerini aldılar. Anladım ki dünyanın her yerinde Martıların yeme alışkanlıklarını biz insanlar değiştiriyoruz. İstanbul Martıları simit yiyor diye üzülüyordum…

Gün boyu parkın içinde dolaşmak ve farklı bakış açılarıyla şelaleyi seyretmek hem huzurlu hem de keyifliydi. Akşam yemeğinden sonra Şelalenin Parkın içindeki seyir terasından havai fişek gösterisini izleme şansını yakaladık. Her bir fişeğin patlamasıyla ortaya çıkan ışık hüzmesi sayesinde aydınlanan şelalenin görüntüsü hafızamın unutulmayacak manzaralar ve bu gezi ileride çocuklarla tekrar tekrar anılacak hikayeler  bölümüne kaydedildi bile…



Keyifli bir gün daha bitti yarın yolculuk New York’a doğru, yol üstünde Binghamton’da konaklayıp devam edeceğiz.












Haziran 2018






















0 yorum :