Dile Kolay 200…

Zaman su gibi akıp gidiyor...

Bazen duygularımıza kapılıp keyifle geçince o anın hiç bitmesini istemiyoruz. Tadı damağımızda kalıyor. 

Biz de her salı Yasemin Sungur’la böyle keyifli sohbetler ediyoruz, Kitap İle Sohbet…
Oyuncak Müzesin’de Yasemin Sungur ile bu keyifli sohbetlerden 7. Sezon 200. Buluşma gerçekleşti. 5 yazar konuğumuz vardı.

Bugün daha bir özel, daha bir güzel oldu. Kahramanlarıyla tanıştığımız kitapların asıl kahramanları, onların yaratıcıları olan yazarlarıyla tanıştık.

Sohbetimiz sıcak samimi bir o kadar içtendi. Şiirlerle açtık sohbeti. Yazıya başlama yolculuklarını anlattılar bize, yeni projelerinden bahsettiler. Onları en çok etkileyen, en sevdikleri kendi kahramanlarını anlattılar. Yazma yolculuklarında yaşadıkları acı, tatlı anılarını paylaştılar bizlerle.

Onların kitaplarını konuşurken kah hüzünlendik kah güldük eğlendik. Duygularımız sel oldu aktı. Ara vermeyi unuttuk, kunuştuk konuştuk, paylaştık…

Yeni Projeler

Kitaplarını bizim için imzaladılar  ve en son yazarlarımız bize yeni projelerinden bahsettiler,

Ayşe Erbulak’ın bir gün önce açılışını yaptığı Oyunculuk ve Yazarlık Evi’n de birbirinden değerli santçıların eğitim vereceğinin müjdesini verdi.

Mehmet Zaman Saçlıoğlu kitabı General Uçtu’nun senoryosunu yazdığını ve yakında çekimlere başlanacağını bize haber verdi.

Orhan Bahtiyar yazmaya başladığı yeni kitabı Osmanlı dönemindeki İtalyan bir ressamın gözünden İstanbul’u anlatacağını duyurdu bizlere

Aslı Perker önce seneryosunu yazdığı yakında çekimlere başlanacak olan çalışmasını kitap olarak da yazacağını bizlerle paylaştı.

Emre Caner son kitabının Aralıktan önce okuyucularla buluşacağının müjdesini verdi.

Yeni projelerde de yanlış anlaşılmalar olacakmıydı acaba?

Bir cinayet romanı olan "Çok Şekerli Ölüm"ü diyet kitaplarının arasında; 
Hayatı sorgulayan 3 ayrı ülkede, üç ayrı kahramının romanı "Sufle"yi yemek kitapları arasında gördükten sonra yeni süprizlere açığız...

Her geçen gün, yeni katılımlarla çoğalarak büyüyen Yasemin Sungur’la Kitap ile Sohbet’te her salı Oyuncak Müzesin’de Kitaplardan konuşulmaya devam ediliyor.

Keyifli sohbetler…

0 yorum :

Yaşam dediğin şey bir pamuk ipliğine bağlı...

Onlar, olayların yaşandığı an hafızamızda varlar, ya sonra…

Yaşam dediğin şey bir pamuk ipliğine bağlı. Hayat bize süprizler yapmaya devam ediyor ve bizlerde bu süprizlere rağmen yaşama sımsıkı sarılıyoruz. Bazılarımız da yaşama bağlanmayı bırakıyor.

Bu hafta sonu hem gururlandığım hemde çok hüzünlendiğim hatta bazen isyan edip kızdığım anlar oldu. Yıllardır süre gelen bir gerçek…

Tesadüf diye bir şey yok bu hayatta. Bizler hayatımızı idame ederken aynı anda bir başka yerde Şırnak’ta, Şemdinli’de, Hakkari’de yurdun en ücra köşelerinde, sınır noktalarında oğullarımız, kardeşlerimiz, babamız, dayımız, amcamız sırf bizler rahat edelim diye… Bu vatan için, bizler için, Türkiye Cumhuriyeti için, çatışmaya giriyorlar.

Kimi kolunu, kimi bacağını, kimi gözünü kaybetmiş, Gazilerimiz bu vatan uğruna canları pahasına mücadele vermişler. Bu cesur insanlarımızın sağlıklı yaşamlara kavuşmaları için hizmet veren TSK’nın Ankara Bilkent’te Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi bulunuyor.

Milyonlarca insan için, onlar sadece anlık TV haberinden ibaret. Olayların yaşandığı an varlar, ya sonra…
Yaşanan gerçekleri daha çok paylaşarak, onları anlamaya çalışarak kalplere dokunabilmek için sene de bir günde olsa ‘yetmez ama bu bir başlangıç’ Gaziler günü anma etkinlikleri yapılıyor.

19 Eylül 1921 TBMM’in Mustafa Kemal Paşa'ya, Mareşal rütbesiyle Gazi unvanı verdiği gün. Bu anlamlı günü Gazilerimizle paylaşmak için 2002 den bu yana çeşitli etkinliklerle ve törenlerle 19 Eylül günü, Gaziler Günü olarak anılıyor.

Gazi Sürüşü

Bu sene 6.sı düzenlenen H.O.G. (Harley Owners Group) Ankara üyelerinin yaptığı organizasyona ben ilk defa katıldım. Türkiye’nin çeşitli illerinden  katılan üyeler Motorların arkasına Gazileri alarak Ankara’da şehir turu atıyorlar. Sırf bu güne özel İzmir'den, İstanbul'dan, Antalya'dan, Eskişehir'den geliyor H.O.G üyeleri. Gaziler de bu anlamlı günde onlarla buluşmak için Ankara'ya geliyorlar.

Motorun arkasına binemeyecek durumda olan
Gazilerimiz ve bu etkinliğe aileleriyle, çocukları ile katılmış olan Gazilerimizle birlikte biz otobüse bindik.

İlk gün Ankara T.S.K. ait Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’nden konvoy halinde Motorlarla beraber 2 otobüs Ankara da şehir turu attık.

Yolculuk boyunca elimizde Türk bayrakları sallayarak marşlar söyleyerek yol aldık. Otobüste çalınan marşlardan biri benim için yeniydi bir o kadar da içimde çoşku ve hüzün duygularını aynı anda yaşatan beni büyüleyen bir marştı. Nakarat kısmı takıldı dilime, içimde hüzün kaldı…

“Ölmekten korkmadan
  Dönmeyi düşünmeden
  
  Bu vatan uğrunda
  Ölmeyi şeref bildin”


İkinci günü sabah Rehabilitasyon Merkezinde toplanıp tekrar motorlar ve otobüsler ile Anıtkabir’i ziyaret ettik. Sonrasında Gazi Uyum Evi' nde tanışma ve kaynaşma organizasyonu ve Seğmen Gösterisi vardı. Gazilerimizi ve ailelerini daha yakından tanıma fırsatı bulduk.

Aslında tarihler çok uzak değil daha yeni 2012 de Şırnak’ta çatışmada dizinden yaralanarak gazi olmuş kardeşimiz Özer, sohbetiyle bize eşlik etti. “motorlarla şehir turu yapmak, moral oldu bize” diyordu. En çok da yol kenarında bekleyen halkın alkışlaması hepimizi duygulandırdı. Hatırlanmak güzel şey…

Gazi Marşı

Bu anlamlı günde bazı gazilerimize plaketler verildi. Gaziler için yazılan marş’ın yaratıcıları Söz ve Müzik Zeynep Karalar ve düzenleme Kaan Oter‘e de plaketleri verildi. Bir gün önce şehir turu sırasında otobüste çalan marştı bu beni derinden etkileyen. Bu anlamlı Marşın yaratıcıları ile de tanışmak çok gurur vericiydi. 

Yaşamda fark yaratan insanlar onlar, Gazilerimizin ve bizlerin kalplerimize dokundular, gören gözlerimiz oldular…

Yaşam sırf ‘BEN’ ’den ibaret değil amaç yaşamımızın her anında ‘BİZ’ olabilmeyi başarmak.

Gazilerimize minnettarız...
Eylül 2014




0 yorum :

Yeşilin rengi Rize

Doğayla bir bütün olmak diye buna derim...

Dik ve taşlı bir yolda, bir yanımız uçurum diğer yanımız dağ, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkıyoruz. Bu güzel manzaraya kavuşmak bu kadar zor olmasaydı diye aklımdan geçiriyorum.

Kaçkarların eteklerine sağ sağlimen çıkmayı başardığımızda bulutların arasından yeşilin her tonunu, aralara serpiştirilmiş gibi duran Rize’nin yayla evlerini seyretmenin keyfini çıkarıyoruz.

Rize’yi tanımak demek yaylalarında dolaşmak, yazın yakıp kavuran sıcakların yerini serinliğe bırakttığı doğa ile iç içe olmak demek …

Her yıl Mayıs ayında Çay hasadı, Haziran ayında Ayder şenlikleri, Fırtına deresinde Rafting, derken yılın her mevsimi Ayder Kaplıcalarında şifa bulmak için Rize’ye gelmek yeter…


Rize denince akla ilk gelen çay olsa da benim aklıma derelerin üzerine kondurulmuş irili ufaklı taş kemer köprüler geliyor. 

Bunlardan en eskisi Fırtına deresi üzerinde bulunan Timisvat Osmanlı Taşkemer Köprüsü. Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor ancak ulaşılabilen ortak kaynaklar sonucu 450 yıl önce yapıldığı sanılıyor.

Ayder yolu üzerinde yemek molası verdiğimiz Osmanlı Alabalık tesisileri aynı zamanda eğlenceli etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.

Fırtına deresinde rafting yapanlar. Derenin üzerinde yukarıdan aşağıya doğru havada süzülerek iplerle kayanlar. Derenin karşı kıyısında çay bahçesinde, çay bitkisinin özelliklerini ve nasıl toplanacağını öğrenenler…


Her etkinliği sırasıyla deneyimleyip yola çıktıktan 100m sonra yolun kenarında bir tabela dikkatimizi çekiyor “Osmanlı Alabalık 100 m geride” eee doğru söze ne denir?

Ayder yaylasına çıkarken kavurucu sıcaklar yerini yavaş yavaş serinliğe bırakıyor. Yukarıdan aşağıya süzüle süzüle inen Gelin Tülü şelalesini keyifle seyrediyoruz.

Daracık yollardan gelen minibüs ve otobüslere inat yolda yavaş yavaş yürüyerek aşağıya inerken korumacı yanımız ağır basıyor çocukları yola inmemeleri, kenarda durmaları konusunda uyarıyoruz, sesimizi duyan esnaf bize cevap veriyor “Rahat ol yeğenim, burası Ayder, burada birşey olmaz”…

Ayder festival alanına doğru yol aldıkça bir çok pansiyon, kaplıca için tabelalar ve küçük küçük dükkanlar göze çarpıyor.

Gelişen pansiyonculuk ve turistler için hediyelik eşya dükkanları ve her yıl yapılan Ayder Festivali ile yayla artık yayla olma özelliğini yitirmiş gibi gözüküyor. Doğa kendini korumaya alır mı? Ne zaman alır ?

Ayder kaplıcası

Osmanlı döneminden beri şifalı suyu ile ilgi odağı olmuş Ayder. Bir çok hastalığa şifa verdiği iddia edilen kaplıcanın suyu 260 metre derinlikten geliyormuş.

50 derece sıcaklığındaki bu kaplıcalardan faydalanabilmek için 1987 den buyana turistik tesisler inşa edilmiş. Kaplıca sularından fayda görmek için havuza girmek, özel banyo almak ya da içmek de mümkün.

Zil kale

Ayderden ayrıldığımızda, Fırtına deresinden 100 m, denizden 750 m yükseklikte konumlandırılmış Kartal yuvasını andıran Zil Kale’ye vardık.
Kayalığın üzerinde bulunan bu eski kalenin içinde insana şaşkınlık veren kemerli binalar ve büyük bir kule vardı.

Bu gün bile kendine hayran bırakan bu kalıntılar hakkında daha fazla şeyler öğrendikçe şaşırıyoruz.

Kalenin alt ucu, tepelerin üzerinde başka kalelere ve eski bir kilise kalıntıları bulunan Fırtına Deresi’ne kadar uzanıyormuş…

Kalenin yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Trabzon İmparatorluğu döneminde ya bizzat Komnenoslar ya da İmparatorluğa bağlı yerli Lordlar tarafından yapıldıkları tahmin edilmekteymiş.






0 yorum :

BAŞARIYA GÖTÜREN AİLE

“Çocuğumun yaşamında ‘iyi ki’ler çok olsun, üreterek kazansın, özgüveni ve özsaygısı yüksek, kendi yaşamının oyuncusu olsun” diyorsanız o halde bu kitap sizin için...

Anababalar, sınava hazırlanan çocukların başarısı için onlara çok önemli katkılarda bulunabilir. Bir çok anababa, çocuğunun başarısına destek olmak niyetiyle bazı şeyler yapar, bazı şeyler söyler ve ne yazık ki destek yerine çocuğun başarısına köstek olur. 

Kitap, anababanın çocuğunun başarısına destek olmasını nasıl sağlayacak?

Gerçeklerin bilincine varmasını  sağlayarak. Anababa yeni kazandığı bilinçle davranmaya başladığı zaman, çocuğunun başarısına destek olacaktır.

Kitaptan bir bölüm sizlerle paylaşmak istiyorum. 

"Her anababa çocuğunun başarılı olmasını ister. Şimdi takma adıyla Kemal Bey dediğim baba da 17 yaşındaki kızının başarılı olması için dersine çok çalışarak üniversite giriş sınavlarında başarılı olmasını istiyordu. "Biz memur adamız; varımızı yoğumuzu senin için dershaneye veriyoruz; aklını başına al çalış. Üniversiteye giremezsen gözüme gözükme," dedi.

Baba bu sözleri Nisan 2004'te söylemişti. Mayıs 2004'te kızın gittiği dershaneye bir konuşmacı geldi ve "Öyle bir sistem içindesiniz ki, daha baştan, sınava giren her 10 öğrenciden 8'i başarısız olmaya mahkum edilmiştir. Elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmeniz gerekir," dedi.

2004 Mayıs'ının o günü kız intihar etti.

Bu baba uzun süre herkesi, okulu, dershaneyi, konuşmacıyı, eğitim sistemini suçladı, ama kendine düşen sorumluluğu göremedi.

Kemal Bey'in durumunda çok anababa var toplumumuzda. Ve bu anababaların bu zor sınav döneminde çocuklarına daha bilinçli anababalık yapmaları gerekir."

Sorumluluk duygusu insanda bilgi arayışına götürür. "Başarıya Götüren Aile: Sınav Döneminde Anababalık" kitabı, böyle bir sorumluluk duyan anababalar için yazıldı.

Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz


0 yorum :

Çok Şekerli Ölüm

Kendine özgü tutarlı, sürükleyici, kıvrak dili, inandırıcı ve ayrıntılara önem veren, yer yer edebiyat tadı alacağınız bir yapıtla ortaya çıkıyor Ayşe Erbulak.

Romanda yaratılan karakterker, her yerde rastlanabilecek bizlerle yaşayan gerçek karakterler. İnandırıcılık gücü buradan geliyor, merak ve ilgiyle okunacak gerçek bir polisiye…

Çok Şekerli Ölüm, Ayşe Erbulak’ın ilk polisiye romanı, kitabın okuyucuyla buluşması, beğenilmesi seriye yenilerinin eklenmesini sağladı.

Limoni Ölüm, Ödüllü Ölüm ve Dokuz Oda Cinayetleri ise son kitabı.

Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz

Ayşe Erbulak'ın yazmaya başlama hikayesini Yasemin Sungurla Kitap İle Sohbet söyleşilerini buradan izleyebilirsiniz.





0 yorum :

Gölgeler ve Hayaller Şehrinde

Herşey Sahaflarda bulunan eski bir defterle başlar...

Bulunan defter Yarı Fransız bir gazeteciye ait. Gazeteci Fransa'da ki bir arkadaşına yazdığı mektupları defterine geçirmiş ve sonra defter günlüğe dönüşmüş. Tabi hikaye bu kadarla kalmıyor. Bu günlük İstanbul da Ağustos 1908’den başlayıp 1909 sonlarına kadar devam ettiği için tanıdık bir çok isimle karşılaşmak mümkün.

Süprizlerle dolu bu kitabı elinizden bırakamayacaksınız…

“Burası Dersaadet, yani Osmanlı Devleti'nin, imparatorluğun başşehri ama sadece öyle mi? Bir yanda Avrupa devletleri, öte yanda Rusya ve diğer komşular, hepsinin menfaatlerinin sürekli olarak çatıştığı bir kumar masası gibi. Her yeni doğan günle birlikte yeni bir el dağıtılıyor, yeni oyunlar tezgahlanıyor...”

Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz

0 yorum :

HAZİRAN

Gezi ve şehrin en güzel yazı...

Mimarların büyük eserlerini gelecek kuşaklar tamamlar. Bu gelecek belki çok uzak, belki sonsuza kadar sürecek bir mücadele. İnsanın kendi doğasıyla verdiği kavga…

Şimdi tam olarak anlayamadığımız…

Hürriyet’in Yan Yayınlar Yönetmeni Çınar Oskay’ın kaleminden Gezi olayları, dünya basınında Gezi ve Gezi olayları sonrası yaşanan cenazeler, adaletsizlikler üzerine araştırma, söylesi ve röportajlardan oluşan bu kitap saklı kalan düşünceleri, gerçekleri okuyucu ile paylaşıyor.

Kitapta Çınar Oskay’ın birebir yaşadıkları dışında, Lütfü Savaş, Roger Waters, Ferzan Özpetek, Anish Kapoor, Orhan Pamuk, Bülent Somay, Tanıl Bora, Dücane Cündioğlu, Küçük İskender gibi daha bir çok kişiyle yapılan söyleşiler de yer alıyor.

Çınar Oskay şu sözler ile noktalıyor kitabını.

“Gezi dünyanın, dünya Gezi’nin aynası…

Doğaya, başka canlılara duyarlı, modernizmin hızından, tüketim hırsından haz duymayan, hiyerarşiyi reddeden, yeni bir küresel kültür gözümüzün önünde doğmakta. Ardından türümüz uygarlığında yeni bir döneme girilecek. Teknolojideki hızlı dönüşümler gibi, içinde yaşadığımız tarih de eskisine göre hızlı değişiyor. Yeter ki, düzenin kalıcılığına koşullanmamızdan silkelenebilelim.”


Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz

0 yorum :

9 EYLÜL

Türk Süvari Birlikleri 3 yıl 3 ay 25 gün yas çaken İzmir halkının sevinç göz yaşları arasında 9 Eylül sabahı İzmir’e girdi. 
Türk birlikleri, İzmir'e doğru hızla ilerledi. Yunan birlikleri ve Rum siviller Anadolu’dan çekildiler. 

9 Eylül 1922 sabahı Ahmet Zeki Bey komutasındaki 2. Süvari Fırkası, ardından Mürsel Paşa komutasındaki 1. Süvari Fırkası birlikleri İzmir şehrine girdi.

Ardından 5. Süvari Kolordusu Komutanı Mirliva Fahrettin Paşa, komutasındaki birliklerle saat 10.00'da İzmir'e girdi. Türk Bayrağı Hükûmet Konağı ve Kadifekale'ye çekildi.

Tarihi detaylar ise İlker Başbuğ’un “20.Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal" adlı kitaptan;

Türk Birliklerinin sergilediği düzgün davranış basında yer aldı

Mustafa Kemal Paşa, 13 Eylül Chicago Tribune Gazatesi muhabiri John Clayton’a bir demeç verdi. Yazının önemli bölümleri şöyleydi:

Mustafa Kemal Paşa; “Muzafferriyetimiz bizim taleplerimizi değiştirmemiştir. Evvelce istediğimiz şeylerden ne daha ziyade, ne daha az şey talep ediyoruz. Misak-ı Millimizde sebat ediyoruz.

Biz İngiltere ile harp etmek istemiyoruz, fakat onlar İstanbul’u Türkiye’ye teslim etmelidir. İstanbul Türkiye’nin payitahtıdır. Mümkün mertebe barış yoluyla istiyoruz. Eğer olmazsa onun için harp edeceğiz. Gördüğünüz gibi, İzmir’de hiçbir katliam veya herhangi bir teşebbüs vaki olmamıştır.”

Kemal Paşa burada hakikatı ifade ediyor. Türklerin girdiğinden beri gündüz ve gece her saatte bu şehrin sokaklarında geziyorum. Hiçbir katliam vakası olmadığına şahitlik ederim. Dört gün içinde genel intizamın yeniden kurulmasıyla, sokaklar yeniden temizlenmiş ve dükkanlar açılmıştır. İzmir’de alışılmış hayat tekrar dönmüştür.

Mustafa Kemal Paşa’nın Not defterinden

Mustafa Kemal Paşa’nın sevinç ve gurur duyması doğaldı. Nitekim İzmir’e girdikten sonra kısa ve kesik tümcelerle tuttuğu not defterine şunları yazmıştı;

“15 Mayıs 1919 İzmir’I işgal. 3 sene 4 ay. Ben aynı gün İstanbul’u terk… O kara günde Karadeniz’de, bu gün Akdeniz’deyim.”






0 yorum :

Yaz Bitmeden Santorini


Kutu kutu sıralanmış beyaz badanalı evlerin arasından gülümseyen masmavi kubbeler…

Eşsiz renk ahengi ile gün batımı…

Eşek sırtında tepeyi tırmanmaya çalışan turistler…

Yanardağ külleri arasından yeniden doğan ada, Yunanca adı ile Thira…

Arkeoloji, doğa, macera, gezi, yemek, tatil, eğlence, aşk ve romantizim…


Sebebi ne olursa olsun Santorini adasını ziyaret için sadece size en uygun zamanı seçmeniz yeterli. 

Kuşadası kalkışlı Yunan adaları turlarını düzenleyen gemilerin günübirlik uğradığı adayı gezmek için saatler yetebilir. Ancak her gün batımı ayrı güzel, adaya bir uğrayan bir daha oradan ayrılmak istemiyor.

Bizim gemimiz Küçük liman Skala Fira’ya yanaştı, bizi bekleyen bir otobüs ile adanın tepesinde harika manzaraya sahip Fira bölgesine çıktık.

Aslında Limandan Fira bölgesine tepeye 580 basamak ile çıkılabiliyor, gözünüz korkmasın seçenek çok, katır sırtında yada teleferik ile iniş çıkış mümkün. Biz dönüşte teleferik ile indik.

Santorini adasında limandan kalkan botlarla kraterin ortasında bulunan adalara giden turlar bulunuyor. Bu adalarda şifalı olarak bilinen sular bulunmaktaymış.

Santorini Tarihi

MÖ 1650-1450 yılları arasında püskürmeye başlayan volkanın, kısa sürede çökerek adanın 73 kilometrekarelik bir alanının deniz altında kalmasına yol açmış. volkanik patlama sonucu oluşan krater adanın turizmde en çok tercih edilen yer olmasına sebep olmuş.

Adanın merkezi olan Fira, 1956 depreminden sonra yeniden kurulmuş. 

Aynı zamanda mitolojik bir tarihe sahip olan Santorini Adası'nda gezilecek müzeler;

Akrotiri şehrine ait kalıntıların bulunduğu, Tarih öncesi Thira Müzesi,

Resim sergileri, konserler ve müzik resitalleri, tiyatro performansı, fotoğraf sergileri, geleneksel dansların ve film gösterimlerinin düzenlendiği Megaro Gyzi Müzesi,

M.Ö. Yazıtları, etkileyici fresklerin, Helenistik dönem heykel, sanat ve Bizans eserlerinin sergilendiği Santorini Arkeoloji Müzesi

Ve Olağan üstü bir doğal mağarada yer alan, dört nesildir sure gelen Santorini Şarap Müzesi gezilecek yerler arasında sayılabilir.

Santorini'ye nasıl gidilir?

İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Aegean Airlines ile yapılan uçuşlar var. Ekim ayındaki uçuşlar daha uygun fiyatlı.

Marmaris’ten Rodos’a (1 saatlik feribot), Rodos’tan Santorini’ye de kalkan uçaklar var. Ya da aktarmalı bir şekilde Atina-Santorini yapabilir.

Yunanistan, hava ve deniz taşımacılığında oldukça gelişmiş. Hemen hemen her adada bir havaalanı var. Her adadan da gün içinde -özellikle yazın- farklı adalara taşımacılık yapılıyor. Gemi ile düzenlenen turlar var. Adaya günü birlik geziler düzenliyorlar.
Yaz bitmeden Santorini...






































0 yorum :