27 Mart

Devlet Tiyatroları Nasıl Kuruldu? 

Niyazi Ahmet Banoğlu'nun yazdığı Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk adlı kitap Atatürk ile birlikte mesai yapmış bir çok insanın anısını barındırıyor. 

İçlerinden birini, Münir Hayri Egeli'nin şahit olduğu bir anıyı paylaşmak istiyorum.

"Atatürk, tarihe merak sardığı zaman, Faruk Nafiz’e “Akıncılar-Kahraman” üçlemesini yazdırmış ve bu yapıtlar Türkocağı binasında İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencilerine, Münir Hayri yönetimimde ve İbrahim Necmi ile Halil Vedat(Fıratlı) dan oluşan bir heyetin gözetiminde oynattırılmıştı. Atatürk bundan çok memnun kalmış, arkasından Behçet Kemal ile Münir Hayri’nin birlikte hazırladığı , ”Çoban” piyesi oynandığı zaman Atatürk:

- Tiyatro, bir ülkenin kültür düzeyinin aynasıdır. Bu çalışmalara devam edelim! Emrini verdi… O zaman Münir Hayri:

- Efendim bu işleri başka amaç için kurulmuş okulların öğrencilerine yaptırmak zordur. Emir buyrulursa, bu iş için özel bir okul kurulmasıdır, dedi.
Atatürk:
- Uygun, hemen bir rapor hazırlayın! Emrini verdi, ertesi gün Necip Ali:

- İşin büyüğüne gitme, orta halli bir şey düşün de gerçekleşsin, dedi.

Münir Hayri de bir rapor yazdı. Milli Eğitimin, Ankara Belediyesinin, Halk Partisinin destekleriyle kurulacak böyle bir okulun planını hazırladı. Atatürk’e sundu.

O, raporun arkasına şunları yazdı:

“Bu kadar önemli bir iş böyle yarım düzenlemelerle başarılamaz. Bir yasa ile Milli Temsil Akademisi’nin kurulması sağlanmalı ve Münir Hayri, yabancı ülkelerde incelemelerde bulunarak, bize gerekli olan uzmanları getirmelidir.”

Bir hafta içinde Büyük millet Meclisinde, “Milli Temsil Akademisi” yasası kabul edildi. Ve Münir Hayri bu kuruluşun müdürü olarak, araştırma yapmak için Avrupaya gönderildi."

Tiyatro, bir ülkenin kültür düzeyinin aynasıdır.

Bugün "Dünya Tiyatro Günü" 1961 den bu yana tüm dünyada kutlanıyor.  Bu vatanın, bu toprakların  sanatçıları dünya sahnelerinde gördüğü ilgiyi, saygıyı umarım  kendi vatanlarında da görebilirler. 

Umarım ki sanata ve sanatçıya verilen önem, bir gün, elbet bir gün  değer kazanır ve onların emeklerini boşa çıkarmaz. İlk başladığı günkü heyacanı, coşkuyu bir gün tekrar yaşamak dileğiyle...


0 yorum :

İstanbul semalarında, ilk ezan sesi...

Herkesin gözü üstünde, güzel Konstantiniyye...

Karaköy sokaklarında yükselen ezan sesi bugün bizler için ne kadar normal, kanıksanmış bir davranış olsa da, 717'de çan seslerinin arasında yükselen ezan sesi o kadar garipti.

15 Ağustos 717’de İstanbul’un Fethi için gelmiş olan Müslüman Arap kumandanlarından Mesleme Bin Abdülmelik; Karadan bir ordu, denizden kuvvetli bir donanma ile Bizans’ı kuşatmış, Muhasara bir yıl kadar devam etmiş ancak Konstantiniyye alınamamıştı. Ama Galata zaptedilmiş ve fethedilmişti. 


Mesleme ve İmparator Leon arasında varılan bir anlaşma sonucu Arap mescidi inşaa edilmiş ve ibadete açılmıştır. 7 yıl kadar İstanbul’da kalmış olan Arap Müslüman Ordusu ibadetini burada yapmıştır. Daha sonra Şamda çıkan bir isyan üzerine Arap ordusunun Şam’a gitmesini fırsat bilen Dominiken Papaz ve Rahipleri burasını kilise haline sokmuşlar.  Şimdi minare olarak kullanılan çan kulesini bu esnada de ilave etmişlerdir. 1453 İstanbul’un fethinden sonra kilise camiye çevrilerek öndeki mihrap ve minber ilave edilmiş ve Osmanlı kayıtlarında yine Arap Mescidi ismini almıştır.

1475’te Fatih, kiliseyi camiye çevirerek vakfına katmıştır. Yirmi yıl sonra da, İspanya'dan çıkartılan Endülüs Arapları'nın bir kısmının, çevredeki mahallelere yerleştirilmesiyle cami, "Arap Camii" olarak tanınır. Caminin Araplara mal edilmesinin bir nedeni de, minareye çevrilen eski çan kulesinin 714'te Şam'da yaptırılan ünlü Emeviye Camii'nin özgün minaresini çağrıştırmasıdır.



0 yorum :

Bizans Sultanı

Bizans soyundan gelen Sultan yaşıyor mu? 

Bizans resmi tarihine göre yaşlı imparator XI. Konstantinos, başkent surlarında Osmanlı kuvvetlerine kılıç sallarken öldü. Bazı tarihçilere göre o, Türklerin elinden son anada kurtulan bir Ceneviz gemisiyle kaçmıştı. Konstantinopolis (İstanbul) düştükten sonra imparatorun cesedi bulunamadı.

Selçuk Altun'un kaleminden "Bizans Sultanı" gerçeklerden yola çıkılarak kurgulanmış, okuyucuyu bir gizem ve gezi hipodromuna davet ediyor.  Soluk soluğa okuyacağınız bu gizemli macera zaman zaman hoş süprizlerede kapılarını açıyor.

"İstanbul'un fethinden 555 yıl sonra, üç gizemli adam Galata'da yaşayan bir akademisyene ulaştı. Onlar 1475'te İtalya'da ölen, son Bizans İmparatorunun vasiyetini yerine getirmek için kurulan gizli örgüte mensuptular. Bir satranç ustası olan genç adama, XI. Konstantinos soyundan geldiğini kanıtladılar. O artık sürgündeki Bizans İmparatoru XV. Konstantinos'tu. Örgütün başına geçmek ve servetine hükmetmek için ata vasiyetinin son maddesini yerine getirmesi; vasiyetin ne olduğunu öğrenmesi içinse altı duraktan oluşan sınavdan geçmesi gerekiyordu."

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler


0 yorum :

Güneşi bile tamir eden adam

Behiç Ak'ın, çocukları tüketim çılgınlığı üzerine düşündürdüğü kitabı "Güneşi bile tamir eden adam" ...
Ülkemizin uluslararası üne sahip çocuk kitabı yazarı, karikatürist, mimar, yazar ve çizer Behiç Ak'ın kitabı "Güneşi bile tamir eden adam" Günışığı Kitaplığı aracılığıyla okuyucularıyla buluştu.

Günümüzün bazen çılgınlığa varan bazen de sahip olduklarımızın değerini tümüyle unutturan aşırı tüketim eğilimlerini kendine özgü mizahi üslubuyla anlatan Behiç Ak, öyküsünü karikatür tadında renkli resimlerle destekliyor. Japonya'da on binlerce çocuk tarafından okunan, oyunları Avrupa'da sergilenen, kitaplarıyla pek çok ülkede tanınan Behiç Ak'ın öyküsü, geçmişe saygı duyarak yenilenmenin ve değişebilmenin ipuçlarıyla dolu.

"Adanın ciğercisi Muammer Bey çok iddiacı ve alıngan biridir. Öyle ki, kardeşi çalışkan tamirci Kadir Bey'e de küsmüştür. Oysa her tür eşyayı, hatta kırık kalpleri bile onaran tamircinin bundan haberi yoktur. O, adalıların bozulan ne kadar eşyası varsa onarmakla uğraşır, eskileri değerlendirir, eşyaların geçmişini anlatır durur. Ancak, beyaz eşya satıcısı ve nalbur kazançlarına engel olan tamirciden hiç hoşlanmazlar. Adalılar da eski eşyadan bıkmış, yeni şeylere sahip olmak istemektedirler. Sonunda tamirciyi adadan uzaklaştırmaya karar verirler. Ama nasıl?.."

Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.




0 yorum :

Diriliş Çanakkale 1915


Erkek-kadın, genç-yaşlı, çoluk-çocuk bir kurtuluşun hikayesi... 

Bir çok kitapta anlatılan bu destansı gerçek hikaye Turgut Özakman'ın "Diriliş Çanakkale 1915" romanında tüm detaylarıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

"İngiliz-Fransız donanmasını yenip geri döndüren Kilitbahir ve Çanakkale'deki tabyalarımızı gezerseniz, buralardaki toplardan ancak bir-ikisinden kalma birkaç parça görürsünüz.

Peki o tabyaları dolduran o büyük, gazi 137 top nerede? Buralardaki uzun, kalın namlulu, büyük gövdeli, asansörlü, raylı dev makineler ne oldular?

Acaba bunları işgal eden İngiliz ve Fransızlar, bizim için tarihi değeri çok yüksek olan bu topları götürmüş olabilirler mi?

Hayır. Onları biz yok ettik. 1954 yılında Maliye Bakanlığı bu gazi topları, yani tarihimizi, hurda demir fiyatına bir hurdacıya sattı. Hurdacı da bütün topları kesti, biçti, söktü, parçaladı ve götürdü.

Nusrat mayın gemisini de sattık.
Peki, Yavuz?
Peki, Hamidiye?
Peki, Muavenet?
Peki, Bandırma?
Bunları da sattık. Sökülüp parçalandılar.
Peki, Savarona?
Bunu da kiraladık.
Birini bile müze-gemiyapmayı, korumayı düşünmedik. Bu bilinçsizlik, nankörlük, ruhsuzluk, bu yakın geçmişimizi yağmaya verme, önemsizleştirme bu kadarla kaldı mı?
Hayır.
Gittikçe artıyor, genişliyor, büyüyor, hızlanıyor.
Biz diri, canlı, hayat dolu, duyarlı, dikkatli, bilinçli, bağımsızlığa aşık, gururuna düşkün bir millettik.

Ne oldu bize?

Yoksa son yüzyıl içinde Çanakkale dirilişini, Milli Mücadele'yi, o kutsal çılgınlığı, zaferi, ilkellikten ve bağnazlıktan kurtuluşu, uyanışı, aydınlanmayı, çadaşlaşmayı, kadın özgürlüğünü, cumhuriyeti, dünyanın Türk mucizesi diye andığı bu büyük macerayı yaşayan biz değilmiydik ? Yoksa bunlar milletçe birlikte gördüğümüz bir rüya mıydı? Şehitler, gaziler, kahramanlar, o öldürücü acılar, o emsalsiz sevinçler, inanılmaz başarılar hayal miydi?
Hayır!
Hepsi gerçek.
Ama içerden, dışarıdan söylenen ninlilerle, süslü kutular ve göz alıcı şişeler içinde sunulan uyku ilaçlarıyla bizi yeniden uyutmaya çalışıyorlar.
Tarih son kez uyarıyor:

UYUMA EY TÜRK!

Dirliğin, birliğin, dilin, benliğin, tarihin, yurdun, adın bir kez daha giderse, bir daha hiçbiri geri dönmez."

Turgut Özakman'ın "Diriliş Çanakkale 1915" adlı romanından sonsöz





0 yorum :

18 Mart

Sözün bittiği, mucizelerin gerçek olduğu yer Çanakkale


Erkek-kadın, genç-yaşlı, çoluk-çocuk bir kurtuluşun hikayesi... Bir çok kitapta anlatılan bu destansı gerçek hikaye Turgut Özakman'ın "Diriliş Çanakkale 1915" romanında tüm detaylarıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

"Emrindeki orduyu yönetmekten aciz, karar almakta korkak davranan bir Alman Generalin kaybedecek hiç bir şeyi yoktu. Ama bizler vatanımızı kaybedebilirdik."

General Liman Von Sanders'in bu savaşa kayıtsız kalmasına dayanamayan kolordu komutanlarından  Esat Paşa yetki için izin ister. Ancak saldırı başladıktan 2 saat sonra izin veren general hala savaşa ve onun sonuçlarına kayıtsızlığını korumaktadır.

Acaba Esat Paşa, Alman geralin iki gün önce stratejik konumda yerleşmiş askerlerin yerlerini değiştirerek bozduğu planın büyük Türk halkının sonunu getirebileceğini biliyor muydu?

Bu iki saat içinde çok şey değişmişti, çok hayat baharındayken sönmüştü. İlk önce telefon irtabatı kesilir. Bölükler birbirlerinden uzaktır yoğun saldırı sırasında hepsi kendi yerinde çaresiz kalmışken, Yarbay M.Kemal'in insiyatifi ele alması, kimseden izin istemeden emrindeki tüm askerleri stratejik konumu olan bölgelere ivedilikle sevk etmesi, belli buluşma noktalarında diğer tümen komutanlarına kendi hareket planını anlatıp destek istemesi sonucu bu savaş kazanılmıştır.

Ortada bir tarihi başarı var ve bu başarı lider ruhlu, cesur komutanlarla beraber onların emrinde disiplinli, korkusuz, vatan için canını feda edebilecek erlerin, çavuşların, teğmenlerin başarısıdır.

Yokluğun, sefilliğin, eğitimsizliğin içinde yoktan varoluşun, Diriliş'in başarısıdır.


0 yorum :

Geyikli Park

Anlatılanların dışında, anlatılan "Çanakkale Zaferi"

Öğrendiklerini, her fırsatta okuyucuyla paylaşan, olaylara farklı bakış açılarından bakmamızı sağlayan Türkiye’nin en sevilen yazarlarından biridir Sunay Akın.

Çanakkale’nin kıyılarını dolaşarak Çanakkale’de yaşananların izini sürerek, dinlediği farklı öyküleri, hikayeleri Geyikli Park isimli kitabında toplamış ve tüm bunları bizlere Çanakkale Zaferini analtılanların dışında anlatabilmek için yapmıştır.

Yazar, hayatta gizli kalmış kahramanların varlığından haberdar ediyor bizi. Birazda bakış açımızı sorgulatıyor, araştırmaya teşvik ediyor. Alışılanın aksine görünmeyeni gösteriyor bizlere.

Her hikayede farklı bir tat bulabileceğiniz, her biri birbirinden özel 46 hikaye var Geyikli Park’ta. Bu hikayelerden sadece birini, hatta birinin özetini paylaşacağım sizlerle. Kitabın tamamını zaman zaman keyifle, zaman zaman çok şaşırarak okuyacağınıza eminim.

Korkusuz

Çağın en modern silahları ve makineleriyle donatılmış Fransız ve İngiliz savaş gemilerindeki askerler, güverteden saydıkları, üstlerine dönük 2.000 civarında top namlusunun yarısından fazlasının Türkler tarafından korkutmak amacıyla konulan soba borusu olduğunu bilmeseler de, alınan tüm önlemlerin Çanakkale Boğazı’nı geçmelerine engel olamayacağına yürekten inanmaktadırlar! Ne de olsa, işgal donanmasındaki çağın en güçlü savaş gemileri olan “Drednot”un Türkçesi “Korkusuz”dur.

Fransız Amiral Guépratte, yüzbaşının imzaladığı, sudaki mayınların temizlendiğini belirten rapora güvenerek, 18 Mart günü, işgal güçleri donanmasının en öndeki gemisi Suffren’in Çanakkale Boğazı’na girmesi emrini verir! Zavallı amiral, küçümsediği Türklerin düşmüş bir uçağı Kaz Dağı’nın eteğinden getirip onardıklarını ve o uçağın yaptığı keşif uçuşu sayesinde mayınların temizlendiğinin anlaşılması, bunun üzerine Nusrat’ın suya yeniden mayın bıraktığını nereden bilecekti!...

Bir uçak enkazından doğan tarihin acı faturasını Amiral Guépratte o gün, donanmasının enkaza dönüşmesiyle öğrenecektir, ama 7 Mart gününün gecesinde Nusrat’ı hatırlayan bir millet, aynı günün sabahındaki Ertuğrul adlı uçağının kahramanlığını unutacaktır!

Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.


0 yorum :

İnsan uyurken mi hayattadır, hayattayken mi rüyada?


Rüyalar, Tanrı’nın insanlarla konuşma yolu olabilir mi? Peki ya Evren, Tanrı’nın rüyasından ibaretse?


Bir lanetle, kaderle, gölgelerle ve rüyalarla boğuşan Nina’nın sürükleyici macerasına sahne olan Uykusuzlar, fantastik dünyaların felsefeyle yoğrulduğu bir aşk hikâyesi diye başlayıp aşkla beraber macerayıda peşi sıra getiriyor. 

Kitaplar bizi başka dünyalara götürür, kimi zaman içinde kendimizi buluruz, kimi zaman içinde olmayı hayel ederiz. Yaşamı, hayatın amacını sorgularken, anı yaşamayı öğreniriz.

Aslında, okuduğumuz her kitap, hayatımıza küçük küçük hatta bazen büyük dokunuşlarla yön verir. Yaşamın kendini sorgulatır. 

Gülşah Elikbank'ın yazdığı "Uykusuzlar" romanı sizi, "İnsan uyurken mi hayattadır, hayattayken mi rüyada?" sorusu ile baş başa bırakıyor. 

Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.


0 yorum :

Artık sadece ses vardı, hisler onu takip etti...

Eskiden renkleri seçebilirdim, şimdi sadece hayatımda siyah var...

Dünya üzerinde 130 kentte 7 milyondan fazla insana “dokunmuş” Karanlıkta Diyalog deneyimi, HE Projects ve S360 işbirliğiyle şimdi ve ilk kez Türkiye’de ve İstanbul’da…
Karanlıkta Diyalog, 1988’de Almanya’da Prof. Dr. Andreas Heinecke tarafından oluşturulup, hayata geçirilmiş.

Sanılanın aksine bu sergide konuşmak ve herşeye dokunmak serbest.

Gerçek hayattan bir farkı bu sefer sizin rehberleriniz görme engelli. Sizin dokunarak, koklayarak, tadarak ve duyarak "yeni, hemde çok yeni ve farklı" bir biçimde görmenizi sağlayarak, duyularınızı uyandırarak ve farkındalığınızı derinleştirerek… sizi unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyorlar.

“Oraya girmeden o insanların ne hissettiğini asla bilemezsiniz “

Sergiye ilk girerken 8 kişiydik,  kimse birbirini tanımıyordu. Ben 14 yaşındaki oğlumla katıldım.
Labirentte, loş karanlıktan zifir karanlığa geçerken aklımda düşünceler dönüp dolaşmaya başladı “Ben tamam da, oğlumu neden getirdim? Dur bakalım neler olacak”

İçeride rehberimiz ile tanıştık, 1.5 saat boyunca, neler olacak darken o bizlerin hayatını kolaylaştırdı. Hepimizle ayrı ayrı empati kurdu, ama bir bütün içinde uyumu bozmadan, hepimize kendi hayatından kesitler yaşattı. Pazarda sebzeleri tanımaya çalıştık, vapura binerken suya düşmemeye, tranvaya binerken basamaklarda tökezlenmemeye özen gösterdik, bizi evine konuk ettiğinde onunla Televizyonda film “dinledik”. En son Diyalog Cafe’de oturup sohbet ettik. Ve ayrılış noktasına geldiğimizde aslında herbirimiz bambaşka bir insan olarak dışarı çıkıyorduk. Aynı ama farkında…

Sergi sonrası oğlumla konuşurken onu buraya getirmekle çok doğru bir karar verdiğimi anladım. Bana “Oraya girmeden o insanların ne hissettiğini asla bilemezsin “ dedi.

Dışarı çıktığımızda çevremize bir başka gözle bakıyorduk; yüksek kaldırımlar, orantısız basamaklar, Metro ve Metrobüs arası geçişlerdeki merdivenler, köprüler, kaldırımlara park etmiş arabalar, sanki hepsini yeni fark ediyorduk. İçeride rehberimiz bizim hayatımızı kolaylaştırırken bizler dışarıda onların hayatlarını zorlaştırıyorduk.

"Eskiden renkleri seçebilirdim, şimdi sadece hayatımda siyah var." 

Bu sergi müthiş bir deneyimdi. İnsanların hayatlarında bir fark yaratmış, farkındalığı arttırmıştı.
Teşekkürler Recep, 1,5 saat boyunca rehberliğinle bizim hayatımızı kolaylaştırdın.
Teşekkürler Murat, espirilerinle, konukseverliğinle bizi Dialog Cafe'de ağırladın.
Bu müthiş deneyim için sonsuz teşekkürler

Unutmadan, meraklısı için biletler Biletix'de

Gelin sesinizle karanlığı aydınlatın…

Dünya Göz Vakfı ve GETEM (Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Merkezi) işbirliğiyle gerçekleştirilen “Konuşan Kitaplar” projesinde siz de sesinizle kitaplara hayat verin ve seslendirdiğiniz kitaplar GETEM kütüphanesinde görme engelli dostlarla buluşsun.

Başvuru için info@dunyagozvakfi.org   www.dunyagozvakfi.org














0 yorum :

Yaşamlarında fark yaratan kadınlar

Farklı ve farkında kadınlar... Dünya üzerindeki yanlış giden sistemin bir parçası olduklarının farkında, her biri yaşamlarında fark yaratan kadınlar.

Yüzyıllardır süre gelen ezilmiş, hor görülmüş, dışlanmış dişil enerjinin farkında, ezilmeye, dışlanmaya, cinsel bir tema olarak görülmeye baş kaldıran, boyun eğmeyen kadınlar...

Yirmi birinci yüzyılda farklı kadınlar; Bankacı, eğitmen, ressam, gurme, sef, modalist, yazar, çevreci, organizatör, gönül elçisi, yardımsever, karşısındakiyle empati kuran, doğayı koruyan, dost canlısı,  milletine ve vatanına bağlı
farklı ve farkında kadınlar...

Bugün çok özelmiş gibi etkinlikler yapıp, paneller, konserler, ödül törenleri düzenleyip, gülüp, konuşup eğlenebiliriz. Çalıştığımız şirketlerden hediyeler alabiliriz. Alış veriş yaptığımız mağazalardan özel indirimler alabiliriz. Ya ertesi günü, kaldığımız yerden devam edeceğiz hayatımıza.

Bu bir günün coşkusunu, gücünü 365 gün yaşayalım. Gelin hep birlikte, bu bir günde yaşananları her güne taşıyalım. Birilerinin hayatlarına sevgiyle dokunalım, fark yaratalım, farkındalığı arttıralım. Ama önce kendimizden başlayalım, küçük, narin bir kelebeğin kanat çırpışları gibi güçlü ve cesur yüreğimizi sevgiyle dolduralım. Dolduralım ki çocuk gelinlere, çocuk işçilere engel olabilelim, şiddete hayır diyebilelim, gelin-kaynana, gelin–görümce, anne–kız sürtüşmesini bitirebilelim. Hırs, intikam, kin, kıskançlık duygularımızı bir kenara bırakıp bu dünyaya sevgiyle bakalım.

Bugün bir başlangıç olsun hepimiz için. Gelin her günü bu farkındalıkla yaşayalım.

Her yeni gün bir öncekinden daha güzel, daha farkındalık dolu olsun. Yüzünüzden tebessüm, yüreğinizden sevgi eksik olmasın.

8 Mart 2014




0 yorum :

Bank-ı Osmanî-i Şahane ve onun Mimarı Alexandre Vallauri

Hiç merak edeniniz oldu mu? Eski yıllarda neler olduğunu. Tarih kitaplarında yazmayan ama sizin gezip görerek deneyimleyebileceğiniz neler olabileceğini… hiç düşündünüz mü?

Oysa ben, tarihin akışında kaybolup gitmiş bir günü, yeniden deneyimlemek isterdim. Zaman zaman Eski İstanbul’a uğrar oradaki tarihi binaları gezerim. Her bina ayrı ayrı yaşanmışlık, hissi verir bana. Acılar, umutlar, neşe, keder … sanki ağzı var dili yok duvarların, eşyaların. Müzelerin yeri başka benim hayatımda...
 Bugün Osmanlı Bankası’nı görmeye gittim. Karaköy Galata mevkiinde, Bankalar Caddesinde eski adıyla Voyvoda Caddesinde, kendi gibi tarihi binaların arasına sıkışıp kalmış olmasına rağmen, tüm heybetiyle orada dimdik durmaya devam ediyordu.

1856 yılında İngiliz sermaye ile kurulan Bank-ı Osmanî-i Şahane, şimdilerde Merkez Bankasının İstanbul Şube binası olarak kullanılıyor.

Osmanlı Bankası’ndan kalan, bu güne ulaşmış bir çok evrak binanın -2 katında sergileniyor.

Bu müze’de ; Personel fotoğrafları ve dosyaları,
müşteri kartları ve dosyaları Sultan Abdülaziz’in büyük oğlu ve Sultan Reşad’ın veliahtı Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’in cari hesap ekstresi bile var. (1916);
Kesik banknot köşeleri (deste deste) Senetler, fotoğraflar, anılar var. Oda büyüklüğünde kasalar var.  Kasalarda artık sadece kitaplar var. Binanın giriş katında kütüphane olarak kullanılan bir bölüm var. 
Her bir köşesine sinmiş yaşanmışlık var. Ama yinede içinden çok, binanın dışını sevdim ben.

Bu bina Mimar Alexandre Vallauri’nin imzasını taşıyor. Doğu ve Batı arasında yer alan bir kuruluşun merkezi olarak inşaa edilmiş olan Osmanlı Bankası’nın; 

Beyoğlu’na bakan cephesinde neoklasik, Haliç ve İstanbul’a bakan cephesinde ise neo-oryantalist bir uslup kullanmış Mimar Vallauri. Bina dışında yaptığı bu şaşırtmalara içeride de devam etmiş. Bankanın giriş holünde asılı iki levhaya yazdığı yazılarla bankaya adeta “çifte kimlik” vermiş.

İlk tabelada Latince olarak “Dostlardan aldığın her şey kaderin dışında kalır. Ancak vermiş oldukların her zaman için servetin olacaktır.” yazar.

Arapça olan diğer levhadaysa, “Para kazanan, Allah’ın sevgili kuludur.” diye yazar.

Binayı incelerken Mimar Vallauri’yi düşündüm. Bunun gibi daha nice eserler bırakmış olabilir İstanbul’a. Yaptığı eserlerinde yarattığı akıl oyunlarının neler olabileceğini merak ettim doğrusu.


Küçük bir araştırma sonucu Mimar Alexandre Vallauri’nin Eserlerinde öne çıkanlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istedim; İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdin’den esinlenerek yapmış olduğu İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binası,


Haydarpaşa’daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası (günümüzde Marmara Üniversitesi Tıp ve Hukuk Fakültesi olarak kullanılıyor.),

Beyoğlu Pera Palas Oteli,

Cağaloğlu’nda Düyun-u Umumiye Binası (günümüzde İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılıyor),

Club des Chasseurs ( ilk olarak Avcılar kulübü olarak açılan daha sonra sırasıyla Nouveau Cirque (Yeni Sirk), Skating Palace (Tekerlekli Paten Pisti), Yeni Tiyatro, Melek Sineması, 1924 de Emek Sineması olarak kullanılan ve şuanda tamamen yıkılan bina)


Artık Kadıköy den vapura bindiğimde Haydarpaşa önlerinden geçerken tepede gördüğüm ve seyrine doyamadığım muhteşem binanın kimin tarafından yapıldığını biliyorum. 
Vapur ilerledikçe gözümü kırpmadan ama hayranlıkla seyrettiğim üç bina Haydarpaşa Tren Garı, Selimiye Kışlası ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane...
Daha nice tarihi binalar yeterince onurlandırılmayarak yok olup gidecekler, bizlerde eskiyi özlemle anacağız...








2 yorum :