Tatil mi?



Tatil deyince benim ilk aklıma gelen, gideceğim noktaya yakın çevrede nereleri gezebilirim? Nereleri görebilirim?

Hal böyle olunca tatil rotası mesafe hesaplanarak çizildi bile. Hedef Akdeniz, Merkez Antalya’nın doğusu ve çocuklarla gidilecek eğlenceli yerler ve sulu şakalar. Daha önce Antalya’nın Batısına küçük bir gezi yapmıştık ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz.

Tersimiz döndü


İstanbul’dan sabah yola çıktık, çocuklar büyüdükçe araba yolculuğu giderek daha eğlenceli olmaya başladı. Akşam üstü Antalya’ya girer girmez, sıcağın etkisiyle bir tersimiz döndü. Lara yolu üzerinde Aktif Atraksiyon Parkı’nı ararken, gördüğümüz manzara karşısında düşündüğümüz şey “Burada Ters Giden Birşeyler Var…“

Evet, ev ters çatısı yerde, tabanı yukarıda, evin kapısı ters, içeri girdiğimizde ise her şey tavanda monte edilmiş duruyor. Masa, sandalye, koltuklar, mutfak tezgahı, dolap, yatak, banyoda küvet her şey ama herşey tavana monte edilmiş. Veee asıl eğlenceli kısım, öyle bir poz veriyorsunuz ki çektiğiniz fotoğrafı ters çevirdiğinizde ortaya çıkan manzara doğa üstü.

Havada uçan, Herkül gibi koltuğun üstünde, masanın ucunda amuda kalkan. Duvarda yürüyen, yer çekimine meydan okuyan… Daha neler neler.
Tatile tersden başlamış olduk. Ters Ev Türkiye

Sulu şakalar sevilmez mi?

Yaz tatilinin olmazsa olmazı su. Ister havuz, ister deniz , dere veya göl olsun insan o sıcakta kendini atacağı bir su arıyor. Eh birazda macera eklenirse keyif süper olur tabi.

Bu gün Belek de çok büyük bir Aqua Parkdayız. The Land Of Lagends Tema Park

Önce bileklerimize dijital bileklikler taktık, ve içeri daldık. Etrafı öğrenene kadar zaman kaybetmemek için bir harita şart. Susadım, acıktım, dondurma istiyorum, atraksiyon sonunda fotoğraf alacağım falan bu gibi durumlarda dijital bileklik devreye giriyor. Bir nevi kredi kartı kıvamında.

Gün boyu rahat rahat o kaydırak benim bu kaydırak senin gezebilmek adına eşyalarımızı güvenle dolaplara kitlemek için yine dijital
bileklik iş başında.

Tabi dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Kaydırağın iniş güzargahanı bilmeden, kalabalığın etkisiyle sıraya girip birde sıra size gelince dönüş yapamamak var.

“Sea Voyager”a dikkat. Mavi botlarla kaymakta bir sorun yok, ama macera istiyorum derseniz sarı botu alıp yukarı çıkın derim. En çok sıra orda var aynı zamanda hat safhada adranalin de var.

Bitmediiii bu parka heyecan için geldik tabi birde keşif için, sıradaki “Space Rocet” i görmediğim için adranalini sarı botlarda sanıyorum. Çok dik kaydırak lafı hafif kalır. Yukarıdan bu kadar hızla aşağıya inen birinin duramayacağını düşünüyordum. Durdu valla, ama inenler dağılmış biçimde sallanarak iniyorlardı. Tabi birde o hızla kayınca aşağıya geldiğinizde ayağa kalkmadan önce mayonuzu kontrol etmeniz gerekiyor. Bu kaydırakların hemen karşısında iki şemsiye ve bir çok minder var. Seyretmesi çok zevkli, kayması cesaret işi.


Bir sonraki keşfim “Secret Lagoon” Space Rocet kadar dik olmasa da yine de mayonuzu geride bırakma riski taşıyacak kadar dik ve hızlı. Birde onun hemen yan tarafında süprizli bir kaydırak daha var Botlarla kayılıyor, bu sefer tek renk sadece sarı bot var. Süpriz ne mi? Söylemiyeyim süprizi kaçmasın.

Benim bu parkta en sevdiğim “Typoon Coaster” yani hızlıdan da öte hız treni. Sonu sulu bitiyor. Sulu şakalar sevilmez mi? biz çok sevdik.

Tüm gün ıslak gezdikten sonra gün batımını Aqua Parkın dışında mağazaların ve restaurantların olduğu bölümde karşılıyoruz. Önce kanalda tekne ile kısa bir gezinti yaparak yemek yiyeceğimiz yeri seçtik sonra da gece boyunca fıskıyeli havuzların su ve ışık ile dansını seyretme fırsatını yakaladık.

Müzede bir gece

Gündüzler çuvala mı girdi? Tabiki hayır, sadece sıcaktan eridi. Girişi Lara plajı tarafında olan bir müze arıyoruz. Bu müze hakkında çok şeyler okudum. O devasal kumdan heykelleri görmek için sabırsızlanıyorum.

Sıcak gündüze göre daha az hissedilse de alev gibi esen rüzgar güneşin yakıcılığını hiç aratmıyor. Gece ile gündüz birbirine karışmış vaziyette. Lara plajını gece hiç böyle görmemiştim. Sahil boyunca yürürken, denize girenler, piknik yapanlar sanki günün herhangi bir saatiymiş gibi eğlenenlerle doluydu.

200 metrelik bir yürüş ile nihayet müzeye ulaştık. Sandland. 10.000 metrekare alanda, 10.000 ton kum kullanarak 9 ülkeden 22 heykeltraşın yaptığı 100 den fazla heykel var burda. Bu müzeyi özel kılan da bu bence.



Ailecek girdiğimiz müzede bir anda herkes ilgisini çeken heykelin yanına gidiyor. Saatleri ayarlayıp çıkışta buluşmak üzere kumdan heykellerin arasına dalıp, tek tek incelemeye koyuluyoruz.

Sfenks, Troya atı, Medusa, Ganesha, Pramit, Tac Mahal, Chchen Itza, Halikarnas Mozolesi , Eyfel kulesi ilk aklıma gelenler arasında. Metrelerce yükseklikteki bu muhteşem heykellerin sadece su ve kumdan oluştuğunu bilmek beni şaşkına çeviriyor.

Öğrendiğime göre Kum Heykel sanatı “Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı ve herşeyin bir gün yok olacağı felsefesini taşıyor” muş. Bu yüzden bu eserler yapıldıkdan ve sergilendikten bir dönem sonra yıkılarak tamamen ortadan kaldırılıyormuş. Gece sıcak falan ama geldiğimize deydi doğrusu. Müzede bir gece geçirdik, keyifle…

Hiç bilmediğim düşmanlarım

Havanın sıcaklığı 42, deniz suyun sıcaklığı 30 derece olunca haliyle bizimde daha yüksek ve serin yerlere gitmemiz gerekti. Beşkonaklar Rafting bölgesi bu sıcaklarda bulunmaz nimet. Küçük araştırmalarım sonucu öğrendim ki sadece Rafting değil, macera parkuru, jeep safari, paintbaal, dağcılık gibi aktivitelerinde yapıldığı gece konaklamalı mekanlar da varmış.

Bu arada kaptanımızdan öğreniyoruz ki bundan 20 yıl önce rafting yaptığımız parkur üzerinde oynama yapılmış. Kayalarla bazı yerleri doldurarak suyun şiddetli aktığı yerleri hafifletmişler. Bende diyorum bu rafting maceramız benim aklımda niye korkutucu kalmış. Eğlenceli kısmını unutmuşum.

Bu seferki benim için daha heyecan vericiydi çocuklarımızla yapacaktık. Unuttuğumuz şey ise iki bot çıkıp birbirini batırmacasına mücadele edildiğiydi. İnsan gençken daha mı cesur oluyor yoksa?

Suya indiğimiz andan itibaren karşı bottakiler bizim ezeli rakibimiz, hiç bilmediğimiz düşmanlarımızdı. Kurallar basit, birbirini geç, geçerken ıslat, kürekle botu dürt, hatta devrilmelerini sağla sonra yanlarından hızla geç ve bir daha ki geçişe kadar yanına yanaştırma ama arayı da açma.

Her ne kadar düşmanmış gibi davransak da suyun üstünde iki bot birbirinden sorumlu.

Derece 42 yi göstersede hissedilen daha fazla yada benim sıcaktan devrelerim yanmış. Tek tesellim botla üzerinde durduğumuz suyun 10 derece kadar soğuk olması. Üzerime su gelince bildiğin cosss sesi çıkıyor.

Suyun üzerinde 2 saat 45 dakikalık verdiğimiz mücadeleden sonra, yarı ıslak vaziyette yarım saatte jeeplerle kamp alanına geri döndük. Bir oh çekelim oturalım dinlenelim derken çocuklardan birini macera parkındaki zipline’nın tepesinde, diğerini tırmanma duvarında gördüm.

Bize dinlenmek yoooook. Ama yine de gezmeye devam

Nar

Side Liman yolu üzerinde, şaşkınlıktan gözümü ne tarafa döndüreceğimi bilemiyorum. Eski ile yeni, fermuar dişlileri gibi adeta iç içe geçmiş. Anadolu dilinde Nar anlamına gelen Side kentinin adı gibi toprağıda bereketli.

Sağlı sollu Liman yolunu seyrederek sonuna geldiğimizde ışık, güzellik ve sanat tanrısı olarak hafızalarımıza kazınmış Apollon Tapınağı tüm heybetiyle bizi karşılıyor. Sanki ışıklar altında gece görünen yüzü bize bir şeyler fısıldıyor gibi.


Eldeki yazıtlardan öğrenildiği kadarıyla, M.Ö. 7 yy göçlerle gelen Yunanlılar, hâlâ tam olarak çözülemeyen Hint-Avrupa dillerinden olduğu tahmin edilen kente özgü bir dil konuşmuşlar.

Bir zamanlar köle ticaretinin yapıldığı ticaret limanları ile ünlü, 2.yüzyıl boyunca bilim ve kültür merkezi olarak anılan bu kente kimler ayak basmış acaba?

Lidyalılar, Persler ve İskender, Suriye Krallığı, Bergama Krallığı, Roma…
Ancak her kentin bir sonu vardır, her yaşamın son bulduğu gibi… Arap akınları, yangınlar ve depremler şehrin terkedilmesine sebep olmuş.  Side Kenti; Hamitoğlulları Beyliği, Selçuklu ve Osmanlı himayesine girsede bir süre uzun ve derin bir karanlığa gömülmüş.

Gün batımını Limanda seyredip Apollon Tapınağının yakınındaki Apollonik Kafeye oturuyoruz. Antik kentin duvarları yanıbaşımızda, o duvarların ardında neler neler yaşandı kim bilir?

Toprağın kokusu, suyun sesi, ağaç dalları … yaşamın anlamı…


Sıcak vurmuş yine benim başıma, doğal serinlik istiyor insan, öyle klima falan kesmiyor. Tamam Willis Carrier’i saygıyla ve minnetle anıyorum ama yine de ağacın, suyun verdiği serinlik başka.

Soluğu Manavgat Şelalesinde alıyoruz. Doğal park alanında, ağaçların arasından geçip şelalenin yanına vardığımda gözümü kapatıp bir müddet dinliyorum. Irmak suları geniş bir alan üzerinde yüksek bir debi ile 3-4 metrelik bir yükseklikten aşağıya akıyorlar. Her bir damlacığın çıkardığı ses diğeriyle öyle uyumlu ki gürültüden çok keyifli bir tını gibi geliyor insana. Suyun soğukluğu tahmini 9-10 derece. Etrafına yaydığı serinlik ağaç dallarının tireşimi ile birleşince oluyor size doğal serinlik.

Biraz burada kalıyoruz, toprağın kokusu, suyun sesi, ağaç dalları… yaşamın anlamı… günü burada tamamlayabilirm.

Bir başka alternatif, daha yukarıdaki Oymapınar Barajı ve çevresindek park alanı. Seyir terasından manzara harika.  Park alanına girmeden hemen göze çarpan Antik Side Kentinin su kemerleri hala sağlamlığını koruyor, muhteşemler.


Karanlık hiç bu kadar parlak gözükmemişti

Alanya’nın doğusunda yukarı doğru kıvrıla kıvrıla tırmanışa geçiyoruz. Yol bizi Cebireis Dağ’ının batı yamacında bulunan Dim Mağarası’na kadar götürüyor. Duyduklarım ve okuduklarım Dim Mağrası’nın Türkiyenin en güzel mağaralarından biri, olduğu yönünde. Merak giderek daha da artıyor.

Mağaradan içeri adım atarken karanlığa doğru gömülüyormuşuz hissi uyandırsada; sarkıt, dikit, sütun, perdemakarna ve duvar oluşumlarının ışıklandırılmış olması ve derinlerden gelen Ney sesi insanın içini huzurla kaplıyor. Her adımda sese daha fazla yaklaştığımı hissediyorum ve her adımda görsel şölene dönüşen sarkıt ve dikitleri ışık gölge oyunlarıyla takip ediyorum. Karanlık hiç bu kadar parlak gözükmemişti.

360 metrelik dört ana salonu keyifle, huzurla geziyorum. Evet bence de Türkiyenin en güzel mağaralarından biri…

Şimdi yemek zamanı ve biz aşağıya Dim Çayı’nın yanı başında sıra sıra kurulan salların üzerinde yemek yemeği planlıyoruz. İsteyen 10 derecelik suya dalıp çıkıyor şoklama misali sadece dalıp çıkıyor. Sıcakta yapılacak bir etkinlik daha. Ama güneşi Alanya Kalesinde batırmak daha çok keyifli olacak. Kim demiş tatilde yatılır, uzanılır, uzun oturulur, kısacası kımıldanılmaz, gittiğin yerde kalınır diye? Oturmaya gelmedik tekerlek dönsün lütfen…
























0 yorum :