Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tatil mi?

0 yorum


Tatil deyince benim ilk aklıma gelen, gideceğim noktaya yakın çevrede nereleri gezebilirim? Nereleri görebilirim?

Hal böyle olunca tatil rotası mesafe hesaplanarak çizildi bile. Hedef Akdeniz, Merkez Antalya’nın doğusu ve çocuklarla gidilecek eğlenceli yerler ve sulu şakalar. Daha önce Antalya’nın Batısına küçük bir gezi yapmıştık ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz.

Tersimiz döndü


İstanbul’dan sabah yola çıktık, çocuklar büyüdükçe araba yolculuğu giderek daha eğlenceli olmaya başladı. Akşam üstü Antalya’ya girer girmez, sıcağın etkisiyle bir tersimiz döndü. Lara yolu üzerinde Aktif Atraksiyon Parkı’nı ararken, gördüğümüz manzara karşısında düşündüğümüz şey “Burada Ters Giden Birşeyler Var…“

Evet, ev ters çatısı yerde, tabanı yukarıda, evin kapısı ters, içeri girdiğimizde ise her şey tavanda monte edilmiş duruyor. Masa, sandalye, koltuklar, mutfak tezgahı, dolap, yatak, banyoda küvet her şey ama herşey tavana monte edilmiş. Veee asıl eğlenceli kısım, öyle bir poz veriyorsunuz ki çektiğiniz fotoğrafı ters çevirdiğinizde ortaya çıkan manzara doğa üstü.

Havada uçan, Herkül gibi koltuğun üstünde, masanın ucunda amuda kalkan. Duvarda yürüyen, yer çekimine meydan okuyan… Daha neler neler.
Tatile tersden başlamış olduk. Ters Ev Türkiye

Sulu şakalar sevilmez mi?

Yaz tatilinin olmazsa olmazı su. Ister havuz, ister deniz , dere veya göl olsun insan o sıcakta kendini atacağı bir su arıyor. Eh birazda macera eklenirse keyif süper olur tabi.

Bu gün Belek de çok büyük bir Aqua Parkdayız. The Land Of Lagends Tema Park

Önce bileklerimize dijital bileklikler taktık, ve içeri daldık. Etrafı öğrenene kadar zaman kaybetmemek için bir harita şart. Susadım, acıktım, dondurma istiyorum, atraksiyon sonunda fotoğraf alacağım falan bu gibi durumlarda dijital bileklik devreye giriyor. Bir nevi kredi kartı kıvamında.

Gün boyu rahat rahat o kaydırak benim bu kaydırak senin gezebilmek adına eşyalarımızı güvenle dolaplara kitlemek için yine dijital
bileklik iş başında.

Tabi dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Kaydırağın iniş güzargahanı bilmeden, kalabalığın etkisiyle sıraya girip birde sıra size gelince dönüş yapamamak var.

“Sea Voyager”a dikkat. Mavi botlarla kaymakta bir sorun yok, ama macera istiyorum derseniz sarı botu alıp yukarı çıkın derim. En çok sıra orda var aynı zamanda hat safhada adranalin de var.

Bitmediiii bu parka heyecan için geldik tabi birde keşif için, sıradaki “Space Rocet” i görmediğim için adranalini sarı botlarda sanıyorum. Çok dik kaydırak lafı hafif kalır. Yukarıdan bu kadar hızla aşağıya inen birinin duramayacağını düşünüyordum. Durdu valla, ama inenler dağılmış biçimde sallanarak iniyorlardı. Tabi birde o hızla kayınca aşağıya geldiğinizde ayağa kalkmadan önce mayonuzu kontrol etmeniz gerekiyor. Bu kaydırakların hemen karşısında iki şemsiye ve bir çok minder var. Seyretmesi çok zevkli, kayması cesaret işi.


Bir sonraki keşfim “Secret Lagoon” Space Rocet kadar dik olmasa da yine de mayonuzu geride bırakma riski taşıyacak kadar dik ve hızlı. Birde onun hemen yan tarafında süprizli bir kaydırak daha var Botlarla kayılıyor, bu sefer tek renk sadece sarı bot var. Süpriz ne mi? Söylemiyeyim süprizi kaçmasın.

Benim bu parkta en sevdiğim “Typoon Coaster” yani hızlıdan da öte hız treni. Sonu sulu bitiyor. Sulu şakalar sevilmez mi? biz çok sevdik.

Tüm gün ıslak gezdikten sonra gün batımını Aqua Parkın dışında mağazaların ve restaurantların olduğu bölümde karşılıyoruz. Önce kanalda tekne ile kısa bir gezinti yaparak yemek yiyeceğimiz yeri seçtik sonra da gece boyunca fıskıyeli havuzların su ve ışık ile dansını seyretme fırsatını yakaladık.

Müzede bir gece

Gündüzler çuvala mı girdi? Tabiki hayır, sadece sıcaktan eridi. Girişi Lara plajı tarafında olan bir müze arıyoruz. Bu müze hakkında çok şeyler okudum. O devasal kumdan heykelleri görmek için sabırsızlanıyorum.

Sıcak gündüze göre daha az hissedilse de alev gibi esen rüzgar güneşin yakıcılığını hiç aratmıyor. Gece ile gündüz birbirine karışmış vaziyette. Lara plajını gece hiç böyle görmemiştim. Sahil boyunca yürürken, denize girenler, piknik yapanlar sanki günün herhangi bir saatiymiş gibi eğlenenlerle doluydu.

200 metrelik bir yürüş ile nihayet müzeye ulaştık. Sandland. 10.000 metrekare alanda, 10.000 ton kum kullanarak 9 ülkeden 22 heykeltraşın yaptığı 100 den fazla heykel var burda. Bu müzeyi özel kılan da bu bence.



Ailecek girdiğimiz müzede bir anda herkes ilgisini çeken heykelin yanına gidiyor. Saatleri ayarlayıp çıkışta buluşmak üzere kumdan heykellerin arasına dalıp, tek tek incelemeye koyuluyoruz.

Sfenks, Troya atı, Medusa, Ganesha, Pramit, Tac Mahal, Chchen Itza, Halikarnas Mozolesi , Eyfel kulesi ilk aklıma gelenler arasında. Metrelerce yükseklikteki bu muhteşem heykellerin sadece su ve kumdan oluştuğunu bilmek beni şaşkına çeviriyor.

Öğrendiğime göre Kum Heykel sanatı “Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı ve herşeyin bir gün yok olacağı felsefesini taşıyor” muş. Bu yüzden bu eserler yapıldıkdan ve sergilendikten bir dönem sonra yıkılarak tamamen ortadan kaldırılıyormuş. Gece sıcak falan ama geldiğimize deydi doğrusu. Müzede bir gece geçirdik, keyifle…

Hiç bilmediğim düşmanlarım

Havanın sıcaklığı 42, deniz suyun sıcaklığı 30 derece olunca haliyle bizimde daha yüksek ve serin yerlere gitmemiz gerekti. Beşkonaklar Rafting bölgesi bu sıcaklarda bulunmaz nimet. Küçük araştırmalarım sonucu öğrendim ki sadece Rafting değil, macera parkuru, jeep safari, paintbaal, dağcılık gibi aktivitelerinde yapıldığı gece konaklamalı mekanlar da varmış.

Bu arada kaptanımızdan öğreniyoruz ki bundan 20 yıl önce rafting yaptığımız parkur üzerinde oynama yapılmış. Kayalarla bazı yerleri doldurarak suyun şiddetli aktığı yerleri hafifletmişler. Bende diyorum bu rafting maceramız benim aklımda niye korkutucu kalmış. Eğlenceli kısmını unutmuşum.

Bu seferki benim için daha heyecan vericiydi çocuklarımızla yapacaktık. Unuttuğumuz şey ise iki bot çıkıp birbirini batırmacasına mücadele edildiğiydi. İnsan gençken daha mı cesur oluyor yoksa?

Suya indiğimiz andan itibaren karşı bottakiler bizim ezeli rakibimiz, hiç bilmediğimiz düşmanlarımızdı. Kurallar basit, birbirini geç, geçerken ıslat, kürekle botu dürt, hatta devrilmelerini sağla sonra yanlarından hızla geç ve bir daha ki geçişe kadar yanına yanaştırma ama arayı da açma.

Her ne kadar düşmanmış gibi davransak da suyun üstünde iki bot birbirinden sorumlu.

Derece 42 yi göstersede hissedilen daha fazla yada benim sıcaktan devrelerim yanmış. Tek tesellim botla üzerinde durduğumuz suyun 10 derece kadar soğuk olması. Üzerime su gelince bildiğin cosss sesi çıkıyor.

Suyun üzerinde 2 saat 45 dakikalık verdiğimiz mücadeleden sonra, yarı ıslak vaziyette yarım saatte jeeplerle kamp alanına geri döndük. Bir oh çekelim oturalım dinlenelim derken çocuklardan birini macera parkındaki zipline’nın tepesinde, diğerini tırmanma duvarında gördüm.

Bize dinlenmek yoooook. Ama yine de gezmeye devam

Nar

Side Liman yolu üzerinde, şaşkınlıktan gözümü ne tarafa döndüreceğimi bilemiyorum. Eski ile yeni, fermuar dişlileri gibi adeta iç içe geçmiş. Anadolu dilinde Nar anlamına gelen Side kentinin adı gibi toprağıda bereketli.

Sağlı sollu Liman yolunu seyrederek sonuna geldiğimizde ışık, güzellik ve sanat tanrısı olarak hafızalarımıza kazınmış Apollon Tapınağı tüm heybetiyle bizi karşılıyor. Sanki ışıklar altında gece görünen yüzü bize bir şeyler fısıldıyor gibi.


Eldeki yazıtlardan öğrenildiği kadarıyla, M.Ö. 7 yy göçlerle gelen Yunanlılar, hâlâ tam olarak çözülemeyen Hint-Avrupa dillerinden olduğu tahmin edilen kente özgü bir dil konuşmuşlar.

Bir zamanlar köle ticaretinin yapıldığı ticaret limanları ile ünlü, 2.yüzyıl boyunca bilim ve kültür merkezi olarak anılan bu kente kimler ayak basmış acaba?

Lidyalılar, Persler ve İskender, Suriye Krallığı, Bergama Krallığı, Roma…
Ancak her kentin bir sonu vardır, her yaşamın son bulduğu gibi… Arap akınları, yangınlar ve depremler şehrin terkedilmesine sebep olmuş.  Side Kenti; Hamitoğlulları Beyliği, Selçuklu ve Osmanlı himayesine girsede bir süre uzun ve derin bir karanlığa gömülmüş.

Gün batımını Limanda seyredip Apollon Tapınağının yakınındaki Apollonik Kafeye oturuyoruz. Antik kentin duvarları yanıbaşımızda, o duvarların ardında neler neler yaşandı kim bilir?

Toprağın kokusu, suyun sesi, ağaç dalları … yaşamın anlamı…


Sıcak vurmuş yine benim başıma, doğal serinlik istiyor insan, öyle klima falan kesmiyor. Tamam Willis Carrier’i saygıyla ve minnetle anıyorum ama yine de ağacın, suyun verdiği serinlik başka.

Soluğu Manavgat Şelalesinde alıyoruz. Doğal park alanında, ağaçların arasından geçip şelalenin yanına vardığımda gözümü kapatıp bir müddet dinliyorum. Irmak suları geniş bir alan üzerinde yüksek bir debi ile 3-4 metrelik bir yükseklikten aşağıya akıyorlar. Her bir damlacığın çıkardığı ses diğeriyle öyle uyumlu ki gürültüden çok keyifli bir tını gibi geliyor insana. Suyun soğukluğu tahmini 9-10 derece. Etrafına yaydığı serinlik ağaç dallarının tireşimi ile birleşince oluyor size doğal serinlik.

Biraz burada kalıyoruz, toprağın kokusu, suyun sesi, ağaç dalları… yaşamın anlamı… günü burada tamamlayabilirm.

Bir başka alternatif, daha yukarıdaki Oymapınar Barajı ve çevresindek park alanı. Seyir terasından manzara harika.  Park alanına girmeden hemen göze çarpan Antik Side Kentinin su kemerleri hala sağlamlığını koruyor, muhteşemler.


Karanlık hiç bu kadar parlak gözükmemişti

Alanya’nın doğusunda yukarı doğru kıvrıla kıvrıla tırmanışa geçiyoruz. Yol bizi Cebireis Dağ’ının batı yamacında bulunan Dim Mağarası’na kadar götürüyor. Duyduklarım ve okuduklarım Dim Mağrası’nın Türkiyenin en güzel mağaralarından biri, olduğu yönünde. Merak giderek daha da artıyor.

Mağaradan içeri adım atarken karanlığa doğru gömülüyormuşuz hissi uyandırsada; sarkıt, dikit, sütun, perdemakarna ve duvar oluşumlarının ışıklandırılmış olması ve derinlerden gelen Ney sesi insanın içini huzurla kaplıyor. Her adımda sese daha fazla yaklaştığımı hissediyorum ve her adımda görsel şölene dönüşen sarkıt ve dikitleri ışık gölge oyunlarıyla takip ediyorum. Karanlık hiç bu kadar parlak gözükmemişti.

360 metrelik dört ana salonu keyifle, huzurla geziyorum. Evet bence de Türkiyenin en güzel mağaralarından biri…

Şimdi yemek zamanı ve biz aşağıya Dim Çayı’nın yanı başında sıra sıra kurulan salların üzerinde yemek yemeği planlıyoruz. İsteyen 10 derecelik suya dalıp çıkıyor şoklama misali sadece dalıp çıkıyor. Sıcakta yapılacak bir etkinlik daha. Ama güneşi Alanya Kalesinde batırmak daha çok keyifli olacak. Kim demiş tatilde yatılır, uzanılır, uzun oturulur, kısacası kımıldanılmaz, gittiğin yerde kalınır diye? Oturmaya gelmedik tekerlek dönsün lütfen…
























Devamını Oku »

Likya Yollarında...

0 yorum
Kısacık bir zamanda yüzyılları aşıp, tarihin kokusunu içimize sindirme mutluğunu yaşadık. 

Bayram tatilini de fırsat bilerek Ekim ayında Fethiye’den yola çıkıp, altı gün gibi kısacık bir zamanda yüzyılları aşıp, tarihin kokusunu içimize sindirme mutluğunu yaşadık.  Çocuklarla gezeceğimiz için gelecek sorulara karşı tedbirliyim, dersimi önceden çalıştım. Çocuklarla keyifli bir geziydi ve Müze Kart'ımızı doya doya kullandık. 

Kayaköy (Müze kart ile giriş ücretsiz)

Aşağı Kilise            
Bugün hayalet köy diye anılan Kayaköy çok geniş bir alana yayılmış. Bir ucu ölü denize kadar uzanıyor. Içeride iki adet kilise var Yukarı kilise, yerleşimin ortasına yakın hakim bir tepenin üzerine kurulmuş. Yüksek duvarlarla çevrili atrium, siyah-beyaz çakıl taşlarının oluşturduğu geometrik desenli mozaik döşeme ile kaplıdır. 

Yerleşimin batı sınırında bulunan orijinal adı Panayia Pirgiotissa olan Aşağı Kilise, günümüze daha iyi korunarak ulaşmıştır. Korunmasında ki en önemli etken, yapının 1960'lı yıllara kadar camii olarak kullanılmasında saklı.

Kayaköyde kaldığımız pansiyon “Kayamisafirevi” taş binalardan oluşuyor. Dolayısı ile içerisi serin, dekorasyonu ile bir o kadar sıcak , samimi.

Ölüdeniz 

Ölüdeniz, adı gibi durgun bir göl niteliğinde. En fırtınalı günlerde bile diğer sahiller dalgalarla boğuşurken Ölüdeniz'de sadece çırpıntılar meydana geliyor.

Ancak durgun gibi gözüken Ölüdeniz, gözle görünmeyen üç nedenle kendini hemen her gün yenilemektedir. Bunlardan ilki, Ölüdeniz'de mevcut yoğun kaynak suyu çıkışları, dipte içeriden açıkdenize doğru bir akıntı yaratmaktadır. İkincisi, bu kaynak sularının yarattığı tuz farkından dolayı açıkdenizden içeriye ve dışarıya devamlı bir sirkülasyon oluşmasıdır. Üçüncüsü ise gel-git etkisi ile iki-üç günde bir deniz ortalama yarım metre yükselir ve alçalır. Bu da büyük miktarda deniz suyu giriş ve çıkışı sağlamaktadır. Sahilin çakıltaşlı olması denize gişiri zorlaştırsa da ölüdenize girmek ve deniz bisikleti kiralamak çok zevkli.

Letoon Antik Kent (Müze kart ile giriş ücretsiz)


1988 yılında Unesco'nun, dünya mirası listesine aldığı antik kentlerden biri. Kentte en eski yerleşim izleri M.Ö. 7. Yüzyıla kadar gider. Kalıntılar ve ele geçen kitabeler buranın dinsel ve politik bir alan olduğunu göstermektedir Kentte üç ayrı tapınak bulunuyor. Bunlardan en kuzeydeki Leton, ortadaki Artemis güneyindeki Apollon'a adanmış. Tapınakların güneybatısında bir çeşme, hemen doğusunda kilise yer almaktadır.

Kentin kuzeyinde Stoa ile arkasını kısmen doğal yamaca dayamış  Helenistik Döneme  ait tiyatro bulunmaktadır. Sahnesi olmayan oldukça büyük grek planlı bu tiyatro girişte sizi karşılıyor.

Yeraltı su seviyesinin yüksek olması kazıları zorlaştırdığı gibi kazılan bölgelerin bir sure sonra takrar su altında kalmasına engel olunmamaktadır.

Patara Antik Kenti (Müze kart ile giriş ücretsiz )
Patara Zafer Takı

Patara antik kentinde yer alan en görkemli yapılardan olan Roma Zafer Takı (Metius Modestus) girişte sizi karşılayacaktır. Zafer takının M.S. 1. Yüzyıl sonlarına doğru yapıldığı bilinmektedir. Antik kente tepeye doğru kutsal alanlar, tiyatro, Bizans bazilikası yer almakta olup Tiyatro tepenin eteklerinde ve arkası tepeye yaslanmış konumdadır.

Patara, Likya Birliğinin başkentliğini yapmıştır. Likya birliğinin üç oy hakkına sahip altı kentinden biri ve belki de en önemlisidir.

Antik kenti gezdikten sonra caretta caretta’ların yumurtalarını bıraktığı o eşsiz sahile varıyoruz. Dalgaların dövdüğü, İncecik kumlardan oluşan sahilin tadını çıkarmak çok keyifli. Sahilde yiyecek, içecek için bir büfe ve ayrıca duş ve tuvalet mevcut. Eğer müze kartınız varsa  sahil girişi içinde ücret ödemiyorsunuz.

Antiphellos Antik Tiyatro (Kaş)

4000 kişilik kapasitesi olan ve 26 basamaktan oluşan tiyatro, M.S. 2. yy da onarım görmüştür. Sahnesi olmayan tiyatronun en önemli özelliği denize cephesi açık olan bir tiyatro olmasıdır.

Bu gün şehrin içine sıkışıp kalmış olan bu tiyatronun en üst basamağından görülen gün batımı manzarası çok ünlü. Hele bir de sahnede arya söyleyen birine rastlarsanız keyfini çıkarın derim. arya görüntülerini buradan izleyebilirsiniz

Arkeolojik çalışmalar, M.Ö. 6 bin yıllarında da burada yerleşim olduğunu göstermekte.

Kral Mezarı

Halk arasında Kral Mezarı olarak bilinen Uzun Çarşı’daki Likya yazıtlı Anıt Mezar ( M.Ö 4.yy) günümüze ulaşan en güzel ve görkemli lahitlerden biridir.

Kekova

Kaş’a 35 dakika mesafede Üçağız Köyü, Kekova (batıkkent) için teknelerin kalkış noktası. Buradan kalkan tekneler ilk once Kaleköy (symena) koyuna uğrarlar. denizden ulaşımın olduğu bir köy. Tekne bir saatlik bir mola ile bizim kaleye tırmanmamıza fırsat tanıdı. Kale M.S. 2yy yapılmış. Manzara muhteşem kalenin sağında ve solunda bir çok lahit mezar mevcut. Sahilde yarısı suya gömülü lahitin çevresinde rengarenk kanoları seyretmek çok zevkliydi.

KaleKöy (Üçağız/ Kekova)
Turkuaz rengi denizde ilerlemeye devam ediyoruz ikinci durağımız Burç Koyu, Osmanlılardan kalma kale ve top var. 

Üçüncü durağımız Gökkaya koyu , denize girmek için ideal. Biz ekim ayında gittiğimiz için şanslıydık yazın bu koyda yer bulmak çok zormuş. 

Tersanekoyu / Kekova



Sonraki durağımız Korsan Mağarası bu koyda yüzülebilecek güzel yerlerden biri. Mağara önceleri Fok balıkların ve yarasaların uğrak yeriymiş. Şimdilerde sadece yarasalar kalmış.

Bir sonra ki durağımız Kekova adası, ada M.Ö. 3yy'daki depremler sonucu ana karadan ayrılmış ve üzerindeki şehirle birlikte sular altına gömülmüş. Gezi teknelerinin çoğunun altında penvcereler var. Adaya yaklaşarak dolaşırken altta ki pencerelreden batık şehrin anforalarını seyredebilirsiniz. 
Kekova’nın denize girilebilen tek koyu Tersane koyu. Sahilinde bir kilise kalıntısı var. Tekne gezimizin son durağı akvaryum koyu 

Üçağız köyü ve Kekova bölgesi görülmeye değer doğal güzellikleri ve tekneleri ile ziyaretçilerini bekler. 

Meis adası (Kastelorizo)
 
Eğer vizeniz varsa Kaş‘tan bir gün önceden herhangi bir acentaya pasaportlarınızı ve feribot bilet ücretinizi bırakmanız yeterli. Ertesi sabah feribot saatinden 15 dakika önce gidebilirsiniz. 

20 dakikalık bir mesafede, şirin bir sahil kasabası. Adada bir cami, bir kilise ve bir adet de müze bulunuyor. Sahilde deniz taksiler var, sizi Mavi mağaraya götürüyorlar. Gidiş dönüş 45 dakika sürüyor. Kişi başı 10 Euro, Tekne 6 kişilik mağara girişinde herkes kaptan dahil teknede yere yatıyor, giriş çok alçak. Fakat içeri girdiğinizde müthiş bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. 

12 m yükseklik (sudan yukarı) ve 15m derinlik güneşin sudan yansıyan ışınları mağarayı mavi ışıkla aydınlatmış. Muhteşem büyüleyici bir görüntü. 

Meis
Adada ayrıca yüzmek isterseniz feribottan inince solda camii’nin yakınında denize giriliyor. Yada deniz taksilerle Island Beach‘e gitmek mümkün. Eğer günübirlik gittiyseniz plajlarda duş imkanı kısıtlı. Sahilde kilise den sonra kafeler ve pansiyonlar var. “Remezzo Cafe” yi tavsiye ederim. 

Kaş’tan akşam yemeği için Meis‘e 18.00 de kalkıp 23.00 de dönen bir feribot var. Avea ve Turkcell adanın heryerinden çekiyor rahat rahat çektiğiniz fotoğrafları anında internete yükleyebilirsiniz.

Myra Antik kenti (Demre) (Müze kart ile giriş ücretsiz)

Myra Kaya mezarları
Kaya mezarları, Likya yazılı kitabeler ve sikkeler, Myra’nın en azından M.Ö. 5. yy’dan itibaren varlığını sürdürdüğünü gösteriyor.

Likya Birliği’nin metropolisi olan şehirde, Likyalı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmış.
 

Bizans döneminde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri olup günümüze dek ününü Aziz Nicholas’ın M.S. 4. yy.’da şehrin piskoposu olmasına ve ölümünden sonra aziz mertebesine ulaşıp adına kilise yapılmasına borçlu. 
Myra Antik Tiyatro


Myra, 7. yy.’dan itibaren gerek deprem, su baskını ve Myros çayının getirdiği alüvyonlar, gerekse Arap akınları sebebiyle önemini yitirip 12. yy.’da köy hüviyetine dönüşmüştür.

Günümüz kalıntılarını, akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro ile her iki yanında yer alan kaya mezarları oluşturur. 

Snt Nicholas

Olympos Antik Kenti

Doğudan Akdeniz’e açılan Olympos Antik Kenti, ortasından geçen Akçay (Olympos Çayı) ile ikiye bölünüyor. Bu konumuyla tarih boyunca liman kenti olma özelliği taşıyan Olympos, günümüze gelen antik kentler arasında farklı bir yapı sergiliyor. 

Kentin kesin kuruluş tarihi bilinmemekle beraber, tarih sahnesinde Likya Birliği için bastığı sikkelerle MÖ 168-78 yıllarında ilk kez görülür. 



Olympos Antik kente Çıralı sahilden de giriş mevcut. Kente girerken iki anıt mezar ve Kaptan Eudemos’un lahiti size selamlıyor.

Çıralı sahilinde kaldığımız pansiyon, Yıldız Pansiyon.
Pansiyon bahçesi, Portakal, nar, avakado ağaçları ile dolu. Bu ağaçlar arasında serpiştirilmiş ahşap evler var. Çok huzurlu, rahat ve keyifliydi. 

Ağaçların arasında odamıza giderken tavuklar bize eşlik ediyordu. Küçük oğlumun “Anne ilk defa canlı tavuk görüyorum“ demesi aklımızdan çıkmayan güzel anılardan sadece biriydi. 

Denize yürüme mesafesinde olan bu pansiyonun tek dez avantajı sıcak suyu güneş enerjisiyle sağlamaları. Tabi bizim gibi Ekim ayında gidip bir de yağmura yakalanınca güneşi dört gözle bekliyorsunuz. Neyseki Güneş ertesi gün yüzünü gösterdi, denize de girebildik duş da aldık. 

Chimaira (Yanartaş ) 


Çıralı sahilden yola devam ediyoruz. Tabelalar bizi doğruca Yanartaşa çıkarıyor. Arabadan inip zorlu tırmanışa başlıyoruz. Ekim ayında gittiğimiz için yukarı tırmanışı gündüz rahatlıkla yapabiliyoruz. 

Yaz aylarında neden gece ziyaretçisinin çok olduğunu yukarı çıkınca anladım. Kayaların aralarından çıkan alevler muhteşem bir görüntü oluşturuyorlardı. 

Sağda solda bulduğumuz dal parçalarını yanan ateşte tutuşturduk ve her hangi iki kayanın arasına uzattık, parlayan ateşle yandığını izlemek çok keyifliydi. Burada en çok eğlenenler çocuklardı. Keyifle ateş yaktılar. 




Devamını Oku »