Okudum Paylaştım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Umutların Tükenip, Kahve Çekirdeğinde Hayat Bulmuş Hali

0 yorum

 




Hangi roman kahramanı ne yapmış? Yazar, bunu okuyucuya nasıl yansıtmış? Kurgudan karakterlere, içerdiği mesajlardan anlatım diline kadar elbette ki hepsinin bir sebebi ve cevabı vardır. Anlamamız için bazen sadece baktığımız yönü değiştirmemiz yeterlidir.

İstanbul Oyuncak Müzesi’nde Yasemin Sungur’la Kitap ile Sohbet etkinliği sayesinde tanıştığım, kitaplar konuşulurken olaylara farklı açılardan bakmamızı sağlayan sohbetiyle olduğu kadar yazılarıyla da tanıdığım Oktay Valunya ile ilk romanı ‘Yemen Dilberi’ hakkında konuştuk.

Söylemeden geçemeyeceğim, romanınızı henüz okumayanlara da “Spoiler” etkisi olsun istemem. Finalde yaptığınız ters köşeyle sürpriz sonlu bir roman olmuş. Uzun süre konuşulacak gibi gözüküyor.

Öykü ve denemelerden sonra bir romanla okuyucu karşısında olmak sizi heyecanlandırmıştır diye tahmin ediyorum. Kitabı ilk elinize aldığınızdaki duygularınızı bizimle paylaşır mısınız?

Kızım doğduğunda, “Tamam benim bir çocuğum oldu ben babayım artık” düşüncesiyle ertesi gün işe gitmiştim. Ama şimdi birlikte o kadar çok şey yaşadık ki kızımı damarlarımda hissediyorum. Kitabımı elime aldığımda da benzer duygular yaşadım.  “Tamam” dedim bir kenara koydum. Tebrikler başlayınca, hele imza günleri sonrası aldığım keyif Yemen Dilberi’yle bütünleşmemi hızlandırdı diyebilirim. Ama kızım gibi olamaz…

Sohbetin en güzel hali, kitabın kahramanlarını yazarıyla çekiştirmek. Kitabın baş kahramanı Orhan’ı bize biraz tanıtır mısınız? Orhan nasıl bir karakter?

Bu soruyu bir arkadaşıma sordum. Yanıtı, gözünün önünde olan bitenin farkında değil, duygularını ifade edemiyor, karşısındaki kadını çözemiyor, hayattan beklentisini fala bırakmış. Kitapdaşımın yorumu hoşuma gitti.  Orhan sürece önem veriyor yani sonuç odaklı değil. O kavuşamamanın zevkini yaşıyor.

Yemen Dilberi ilk sayfa kahve falıyla başlıyor. Fala inananlardan mısınız?

Yok fala inanmam. Benim bu konuda ilgimi çeken fal bakma anındaki ritüellerdir. Falcının fincanı elinde tutarken bedensel mimik ve jestleridir. Kullandığı dildir.  Yine de inanmasam bile ben kahve içtikten sonra fincanımı tabağına ters çevirip kaparım daima.

Genelde erkek yazarların kadın karakterleri yazmaları zordur derler. Tabii bu kadın yazarlar için tam tersi. Peki sizin yazarken en çok zorlandığınız karakter hangisi?

Handan, bir erkeği peşinden sürükleyecek yeteneğe sahip bir kadını yaratmak çok zorladı beni. Bana böyle kadınlar çok çekici gelir.

Yemen Dilberi’ndeki hangi karakter sizin favoriniz? Neden?

Melihcan. Şimdilerde neredeyse askere gidecek yaşa geldi. Kahramanlarımın en safı. Çocuk işte.



Yazarken yaşanılan deneyimlerle birlikte iyi bir gözlemci olmak da duyguyu yazıya geçirmede kolaylık sağlar. Siz yazar olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız? 

Yolda yürürken herhangi bir nedenle düştüğünüzde sadece korku, acı, kendimize kızma ve benzeri duygular yaşarız. Bu deneyimdir.

Başka birinin düşüşünü gördüğünüzde o kişinin nereye takıldığını, düşmeme çabasını, düştükten sonra kalkış çabasını ve buna benzer eylemleri izlersiniz. Bu gözlemdir.

Ben zannederim iyi bir gözlemci ve hayalperestim.  Bu yaşamla ilgili tabii. Tek düze yaşamı olanın deneyimi az olur.

Karakterleri yazarken kendinizden bir şeyler kattığınız olur mu? Mesela hangisinde sizden izler vardır?

Elbette, Orhan. Kendimden izler çok var.

Mekân seçimlerinizin özel bir nedeni var mı? Özellikle semtler?

Yaşadığım sevdiğim yerler. Özel bir nedeni yok. Kitabımın gelişimi Yalova’nın bir köyü olan Koruköy’deki evimin üst kat balkonunda. Sahil, cami, komşular Melihcan. Yaşamımın merkezi olan yerler.

Yazma ritüeliniz var mıdır?

Sıkıntılı bir konu benim için. Disipline olamıyorum, tarzım bu herhalde.

Yazdıklarınızı ilk kim okur? Çevrenizde fikrine güvendiğiniz, yorum yapmasını beklediğiniz biri var mı?

Çevremde bana yardımcı olan çok yetenekli kitapdaşlarım var. Özellikle yazımı okumalarını istediğimde onlardan tek isteğim bana olumsuzluklarımı söylemeleri.

Kurguyu oluşturduktan sonra sonucunu bildiğiniz bir şeyi yazıyorsunuz aslında, peki yazarken akışa kapılıp farklı bir yön kazanır mı yazdıklarınız?

Yemen Dilberi benim ilk kitabım. Bu kitabı yazmaya başladığımda nasıl biteceğini bilmiyordum. Karmaşık bir yazım süreci geçirdim. En ilginci hiçbir yazma tekniği bilmiyordum o zamanlar. Ama çok kitap okuyordum.

Kitabın adı neden “Yemen Dilberi”?

İlk adı “Kıvrımlar, Eğriler, Büğrüler.” Sonra “Kırmızı Şezlong.” En son “Yemen Dilberi”

Romanın hikayesi kahve falı üzerinden gittiğinden “Yemen Dilberi” en uygunu oldu

Yemen Dilberi kitabın yanında bir de kahve kolonyası var. Bu fikir nasıl gelişti?

Dünya’da ilk. Birden aklıma geldi. Kahve kolonyası aldım. Boş şişeye doldurdum. İçine kahve tozu ve çekirdeği kattım. Şişenin bir yüzüne kitabımın ön kapağını fotoğrafını yapıştırdım. Keyif aldığım bir uğraşı oldu.

Yeni kitap projesi var mı? 

Yarılanmış bir öykü kitabım, yarılanmış bir romanım var. Harekete geçmem lazım…

Biz merakla bekliyoruz. En kısa zamanda yeni kitaplarda, yeniden buluşmak dileğiyle.

Teşekkürler sevgili Oktay Valunya…

Röportaj: Hüma Oktay


Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 



Devamını Oku »

2021’de Düşlerimi Tamamlayan Kitaplar

0 yorum

 


Yağmurlu bir havada patika bir yolda yürüyorsan sürprizlere açıksındır. Ancak yürüdüğün yol asfalt ve yanları kaldırım taşlı herhangi bir şehir yoluysa sürpriz beklemezsin ve gönül rahatlığıyla yürüyüş boyunca yerdeki su birikintilerinde keyfince zıplarsın. Çevrene ve üstüne sıçrayacak bir avuç yağmur suyundan başka ne olabilir ki?  Ta ki üçüncü zıplayışta bacaklarının tümü suyun içine batana kadar. Sürpriz!

2020’ye bilim kurgu-aksiyon bir filmin baş kahramanları gibi başlayıp, bazen bata çıka, bazen tepe taklak, can hıraş, sonunda yılı bitirdik. Umudumuz 2021’de…

Biliyorum ki insan neyi düşlerse onu gerçekleştirir. Ben de kitaplığımdan 2021‘de kendim ve yaşadığım dünya için düşleyebileceğim, duygularımı tanımlayan, ruhuma iyi gelen kitapları seçtim.

Yıllardır yaptığımız gezilerden biriktirdiğimiz anıları -korkunç da olsa- gülerek anlattığımız zamanların çoğalmasını ve yerlerine yenilerinin -en çok da güzel olanlarının- gelmesini diliyorum. Seçtiğim ilk kitap 2020’nin son aylarında basılan “Güzel Ülke Atlası.” Yazım aşamasında Mutlu Tönbekici’nin paylaşımlarından da takip ettiğim kitabı dört gözle bekliyordum. Elimize aldığımızda, çocuklarla birlikte her sayfasında keyifle gezindiğimiz, arada çığlık çığlığa “A biz burayı görmüştük” derken bile hakkında yeni bir şeyler öğrendiğimiz ya da “Buraya mutlaka gitmeliyiz” deyip listeye aldığımız, yalın ve net anlatımına hayran kaldığımız keyifli bir kitap.  Güzel Ülke Atlası, İstanbul’daki dünyanın ilk havalimanı Galata Kulesi’nden Ağrı’daki dünyanın ilk kaloriferli sarayı İshak Paşa Sarayına uzanan yolculuğumuz boyunca, yaşadığımız topraklarda sahip olduğumuz değerleri bir kez daha hatırlamamıza ve 2021 için umut dolu yol haritası çizmemize yardımcı oldu.

“Kumları canlı göl: Salda Gölü, turkuaz rengi suyu ve bembeyaz kumlarıyla o kadar güzel ki insan seyretmeye doyamıyor. Ama o tropikal adalara benzeyen kumsal aslında kumdan oluşmuyor! Gölün bembeyaz kumları, “siyanobakteri” adı verilen özel bir tür bakterinin oluşturduğu yaşam formu. Siyanobakteriler dünyanın yaşanabilir hâle gelmesi için gerekli oksijeni üretirler…”

2020 yılı, pandemi boyunca aile içi dayanışmanın arttığı, evde tüm hünerlerimizi -özellikle mutfakta- sergilediğimiz, herkesin her işi yapmak için çabaladığı Kadın -Erkek rolleri başta olmak üzere ezber bozan bir yıl oldu. Ama yıl kaç olursa olsun toplumun değişmeyen gizli gündemi aile içi kalıplaşmış rollerdi. Farkındalık artıkça nesiller arası görüş farkının da zamanla kapanacağına eminim. Bu uğurda mücadele edilen tüm çabaların da olumlu sonuçlanmasını ve hepimizin taşın altına elimizi koyduğumuz, 2021 için umut ve dayanışma dolu bir yıl olmasını diliyorum.

İkinci seçtiğim kitap 2020’nin bitmesine iki ay kala basılan “Benim Babam Kötü Örnek.” Uzun zamandır kitaplarını beğenerek okuduğum Aslı Tohumcu, yazdığı yetişkin kitaplarından sonra neşeli eğlenceli ve eğitici çocuk kitaplarıyla da toplumsal sorunlara parmak basmaya ve iyileştirme adına güzel mesajlar vermeye devam ediyor.

“Benim Babam Kötü Örnek” de şiirsel bir dille anlatılan kalıplaşmış aile içi rollerin değiştiği ama çevre baskısının hâlâ devam ettiği gerçeğini, hayata dair ortak sorunlarda büyüklerle çocukları aynı satırlarda buluşturuyor.

“Kötü örnek demek az gelir,” der amcam. 

“Tam bir mutfak sihirbazı. Bu yanlış bir kere”

Sahiden, babamın pişiremediği şey yoktur.

İyi de kötülük bunun neresinde?

Yıllardır değişen sınav sistemiyle gündemden düşmeyen, eleştirel düşünmeyi ve yaratıcılığı ihmal eden eğitim sistemimiz, pandemiyle birlikte yerle yeksan oldu, ara ki bulasın. Bu yetmedi gider ayak yapılan son hamle ile çocuklara, ezbere dayalı aldıkları eğitim sonucunda, adına “Yeni nesil soru” dedikleri okuduğunu anlama ve eleştirel düşünme becerisini de ölçen hikayelere boğulmuş uzun uzun paragraflardan oluşan sorular soruldu. Her şeye rağmen güne ayak uydurup dijitalde hızlı ama bol bol da kitap okuyanlar bu sınavdan başarıyla çıktılar. Kitapların zihnimizdeki yolculuğu, bize bıraktığı izler, düş gücü ve eleştirel bakış açısı bu noktada biz okuyucuların yol göstericisi olduğunun bir kez daha kanıtı oldu.

“Ama biz teknoloji çağında yaşıyoruz, her şey dijitalde” demeyin. 0-12 yaşın hâlâ daha resimli, eğlenceli kitaplara dokunmaya, onları okumaya, onlarla etkileşim kurmaya, okudukları üzerinden konuşmaya ve bol bol hayal kurmaya ihtiyaçları var.  13 yaş ve sonrası, ortaokul ve lise çağındaki çocuğa verin tableti, kitabını pdf’den okusun. Bu çağın çocuğu, eğer isterse dünyanın tüm kütüphanelerindeki kitapları önüne serer.  Evet, dijital dünyanın içinde yaşıyoruz ama biliyoruz ki bugüne dair icat edilen her şey, bir zamanlar birilerinin düşlerindeydi.

Bu yıl için üçüncü seçtiğim kitap, düş gücünü, yaratıcı zekasıyla birleştirip çocukları adeta heyecanlı bir maceranın içine çeken, eğlendirirken aynı zamanda da keyifle öğreten ve satır aralarında hayata dair mesajları ustaca anlatan Göktuğ Canbaba’nın “Fener Balığının Kayıp Işığı” kitabı. Adı ve kategorisi sizi yanıltmasın, 9-99 yaş arası hayallerinin peşinden gitme cesareti gösteren herkes için bu kitap.

Okyanusun derinlerinde Kızıl Yosun Köyü’nde yaşayan Fener balığı Loppi’nin ve bir gün köye gelen Okyanus Sirki sayesinde tanıştığı denizanası Poli’nin maceralı yolculuğu anlatılır.

Dertlerine çare aramak için birlikte çıktıkları bu yolculukta birbirinden tehlikeli üç karanlık diyardan geçmeleri gerekir. Şarkı Söyleyen Solucanlar Diyarı, Deliler Ülkesi ve en korkuncu Ejder Diyarı. Kahramanlarımız bu diyarlardan geçerler geçmesine ama yol boyunca edindikleri tecrübe ve bilgi yolun sonunda onları bambaşka bir maceraya sürükler.

“Kalabalık hep bir ağızdan bağırdı: Aynı kalmak istemiyoruz! İşte o an kalabalık aynı kalmanın aslında geriye doğru gitmek olduğunu, farklılıkları itmek yerine kucaklamak gerektiğini ve okyanus ne kadar renkli olursa aslında o kadar da güzel olacağını nihayet anlamıştı.” 

“Okumak duyguları tanımamızı sağlar, ruhumuzu iyileştirir” der Aslı Perker hafta sonu gazetesi Oksijen’deki Bibliyoterapi köşesinde. 2021’de ruhunuza iyi gelen kitaplar seçmeniz ve çocuk saflığında düşlediklerinizin gerçek olması dileğiyle.

Sevgiyle kalın

Hüma Oktay



  • Kitabın adı: Güzel Ülke Atlası
  • Yazar: Mutlu Tönbekici
  • Yayınevi: Taze Kitap (Aralık 2020)
  • Sayfa sayısı: 111


  • Kitabın adı: Benim Babam Kötü Örnek
  • Yazar: Aslı Tohumcu
  • Yayınevi: Can Çocuk (Kasım 2020)
  • Sayfa sayısı: 36


  • Kitabın adı: Fener Balığının Kayıp Işığı
  • Yazar: Göktuğ Canbaba
  • Yayınevi: Doğan Egmont (2014)
  • Sayfa sayısı: 166

 MARTI DERGİSİ'nde Yayınlanmıştır. 


Devamını Oku »

DİJİTAL ÇOCUK

0 yorum

 



“Yemek hazıııır” diye sesleniyorum.

Küçük oğlum “Şu an olmaz, online oynuyorum ekibimi yarı yolda bırakamam,” diyor.

Büyük oğlum, bilgisayarında EDM (Elektronik Dans Müzik) yapıyor “Drop kısmını yapıyorum gelemem,” diyor.

Eşim televizyonda film izliyor. “Az kaldı birazdan biter,” diyor.

Yaklaşık yarım saat önce acıktık diyen ev ahalisini teknolojinin önünden alıp sofraya oturmalarını sağlamam gerek ama önce izlediğim dizinin yeni çıkan fragmanı var mı bir bakayım.

Biz hangi ara bu hale geldik?

“Şimdi hepimiz elimizdeki tableti/ telefonu yavaşça yere bırakıyoruz.”

Psikiyatri Profesörü Kemal Sayar ve Klinik Psikolog Sezin Benli’nin kaleme aldığı “Dijital Çocuk”özellikle son dönemde olağan üstü gelişen dijitalle ilişkimizi gözden geçirmek adına ailelere rehber olma niteliğinde yazılmış.

Teknolojinin çocuklar ve ergenlerde, dikkat konsantrasyon eksikliğine sebebiyet verdiğini, gerçeklik algısını bozduğunu, bilişsel, dilsel ve fiziksel gelişimini etkilediğini ve bilgisayar oyunlarına bağımlılığın madde ve alkol bağımlılarındaki etkilere benzer etkiler gösterdiğini yapılan deneylerle artık kesin olarak bilindiğini söylüyor “Dijital Çocuk”.

Online eğitimlerin devam ettiği şu günlerde çocuklar okul diye saatlerce ekranlara kilitleniyor, sosyalleşmek için yine ekranları başında birlikte oyun oynuyorlar.

Görüntülü aramalar, internet üzerinden yapılan toplantılar derken, alışverişten resmi uygulamalara ve sermaye işlemlerine, kültürel kaynaklardan eğitim ve haberleşmeye kadar her alanda 7’den 77’ye hepimizin ekrana bağımlı bir hayatı var artık.

Müjde! Nur topu gibi teknoloji bağımlılığımız oldu. Bu durumda bize yapılan en büyük beddua “Wi-fi’siz kalasın inşallah” olacaktır.

Zararlarından çocuklarımızı koruyabileceğimizden endişe ettiğimiz, avucumuzun içinde saklı uçsuz bucaksız bir dünya var. Ama her an artan şüphe ile beynimi kemiren deli sorular da yok değil…

Çocuğum teknoloji bağımlısı mı oldu? Ne zaman endişelenmeye başlamalıyım?

İnternette zararlı içeriklerle karşılaşmamasını nasıl sağlamalıyım?

Siber zorbalığa karşı neler yapmam gerekir?

Peki, bu teknolojinin hiç mi iyi yanı yok? 

Bazı araştırmalar ve yapılan deneyler gösteriyor ki internet kontrollü ve yararlı bir şekilde kullanıldığında ki buna bilgisayar oyunları da dahil; çocukların ve gençlerin görsel becerilerinin gelişimine, meslek seçimlerine, fiziksel hareketsizliğe, sosyalleşmeye, daha donanımlı bireyler yetişmesine katkıda bulunuyormuş.

“Çocuklarımıza yüzmeyi ya da bisiklet sürmeyi öğrettiğimiz gibi dijital dünyada da güvenli ve etik bir şekilde yaşamayı öğretmemiz gerekiyor.”

Gelelim işin en zor kısmına, normal şartlarda çocuğun teknoloji kullanımı sınırlarının ebeveyn tarafından belirlenmesi ve çocuğun da buna uyması bekleniyor. Biliyoruz ki her şeyin fazlası zarar. Hal böyle olunca iş dönüyor dolaşıyor aile içi iletişime dayanıyor.   

“Aralarında sağlıklı ilişkiler bulunan ailelerde teknolojinin ev içindeki bağları güçlendirmeye yardım edebildiği görülürken, birbirleriyle ilişkileri daha zayıf, çatışmalı ailelerde ise süregelen problemleri arttırdığı ve aile bireylerini daha da yalnızlaştırdığı anlaşılıyor.”

“Dijital Çocuk”, son dönemde değişen hal ve gidişin, bozulan dengelerin farkına varmamızı sağladığı gibi bildiklerimizi pekiştirdi, unuttuklarımızı hatırlattı, sorularımızı cevapladı ve yeni şeyler öğretti.

Emin olduğum bir şey var. Her ne olursa olsun hiçbir şey için geç olmadığı. Ergenlikle birlikte çocuğumuz henüz aileden uzaklaşmadan (sanal ya da gerçek) hâlâ onlarla konuşabiliyorken, kelimelerimizi ve hayallerimizi paylaşabiliyorken onları dinlemeyi, sağlıklı bir iletişim için dijital değil gerçek olmayı seçelim.

Sanal dünyadan, gerçek sevgilerle

Hüma Oktay

Kitabın adı : Dijital Çocuk

Yazarlar : Kemal Sayar / Sezin Benli

Yayınevi : Kapı Yayınları (2020 basımı)

Sayfa sayısı: 207

Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 


Devamını Oku »

Bir Film, Bir Kitap: Özgürlük Yazarları ve İçimdeki Müzik

0 yorum

 



“Anne, yağ bitti hım hım.”

Oğlum, birden fazla arabanın olduğu benzin istasyonu konulu ağabeyinin yaptığı lego ile oynamak istiyor. Bu isteğini bir kerede anladım. Bu kolay olanı idi. Zor olan, onun kendini ifade edemediğindeki öfkesini dindirmek.

İçinizde bir sürü kelime çığ gibi çoğalır ve sese dönüşemediğinde kocaman bir öfke birikir ya, işte onu kendinizde bile kontrol etmek zorken bir başkasında nasıl yapabilirsiniz?

Bence sınırsız inanç, sonsuz sabırla…

3 yaşına kadar söylediği anlamlı kelime sayısının çok sınırlı olması, ilerleyen yıllarda bu süreci zor atlatmamızı sağladı. Bu geçici süreç, çevresindeki az sayıda onu anlayan insanla atlatılabilecek bir durumdu ama okula başlayınca ne olacaktı?

Hiç çaresiz kaldığınızı hissettiğiniz ama yine de inancınızı yitirmemek için bir umut aradığınız oldu mu? Böyle bir zamanda destek istiyor insan. Senin, onun başarabileceğine olan inancını sorgulamadan sana da inansınlar istiyor.

Çocuklar bir ressamın paletindeki  renkler gibi, her biri diğerinden farklı gelişim gösteriyor. Ancak sistem, genel kabul görmüş çerçeve içinde kalanları kabul edince, diğerleri sistemin dışına atılıyor.

Son zamanlarda okuduğum bir kitap ve seyrettiğim bir film bana, azimle mücadele edenler olduğu sürece bu sistemin evrilip, genişleyerek herkesi kapsayabileceği gerçeğini yeniden hatırlattı.

Bir Film: Özgürlük Yazarları 

Öğrencilerinin yazdıkları günlükleri (The Freedom Writers Diary) 1999 yılında kitap haline getiren Erin Gruwell’in gerçek hayat öyküsünden kurgulanmış, 2007 yapımı “Özgürlük Yazarları” filmi.

Sınıfındakilerin çoğu ıslah evine girmiş, çetelerle çatışmalara katılmış, kendi ülkelerinden uzakta şu ya da bu nedenden başka bir ülkeye sığınmış, farklı dil, din ve ırktan oluşan ailelerin çocukları. Kendilerini yeterince ifade edemedikleri için, okuldaki diğer çocuklardan farklı oldukları ima edilip dışlandıkları için, başarabileceklerine dair kendilerine en ufak bir inanç gösterilmediği için hayata karşı öfkeli çocuklar…

“Mahkemede bir çocuğu savunmam gerekecekse savaş zaten kaybedilmiş olur. Bence asıl savaş burada sınıfta verilmeli.”

Azimli bir öğretmen olmasına rağmen zor olan, bu görünüşte asi çocuklara bir şeyler öğretmek değil, okul idaresini, diğer öğretmenleri ve kendi ailesini bunu yapabileceğine inandırmak ve onların koyduğu engellere rağmen başarmaktı.

Bir Kitap: İçimdeki Müzik 

 “Sanırım hiçbir şeyi unutmamak güzel bir şey, hayatımın her anı kafamın içinde. Bu aynı zamanda çok sinir bozucu. Çünkü hiçbirini paylaşamıyorum fakat hiçbiri kaybolmuyor. Düşüncelerin kelimelere ihtiyacı vardır. Kelimelerin de sese.”  

Yürüyemiyor, kendi başına yemek yiyemiyor, tuvalete gidemiyor, elleri kolları çok güçsüz bir kalemi bile düşürmeden tutamıyor ama en çok üzüldüğü kendini ifade edebilecek sesleri çıkaramaması. Konuşmak onun en büyük arzusu.

Sharon M. Draper’in “İçimdeki Müzik” kitabının kahramanı Melody, henüz 11 yaşında.  Tekerlekli sandalyesinde salyaları akarak oturması, konuşma çabaları sırasında garip ciyaklamalar çıkarması yüzünden okulun en zeki öğrencisi olduğunu kanıtlaması epey zamanını alıyor. Ama filmdeki öğretmen Erin Gruwell’in aksine çevresinde Melody’i destekleyen ailesinden başka insanlar da var.  Sayıları az da olsa etkileri büyük.

İki öykü, iki başarı hikayesi…

Filmdeki reform sınıfının çocukları da kitabın baş kahramanı Melody de ilk başlarda “diğer” çocuklar gibi olmak istiyorlar. Ta ki kendi potansiyellerini ve onlara inanan birilerinin olduğunu fark edene kadar.

Zorluklar mı?  Var elbet.

Mesela Melody hiçbir zaman yaşıtları gibi koşup oynayamayacak. Ama o diğerlerinden farklı olarak müziğin rengini görüp, kokusunu duyabiliyor.

Aslında bir çoğumuzun fark edemediği şey, herkesle aynı olmak uğruna, görmezden geldiğimiz içimizde saklı kalan potansiyel yeteneklerimiz. Karşımızdakinin genel kabul görmüş sistemin dışında farklı oluşuna takılıp kalıyoruz, bir de bizimle aynı fikirde birini yanımıza çektik mi tamam. Dışlama çığ gibi büyüyor.  Oysa tek yapmamız gereken, farklılıkları hoşgörü ile karşılayarak ortak noktalara odaklanmak.

Tüm insanların gözleriyle değil de yürekleriyle bakmaya başladıklarında görecekleri, birlikte nefes alıp verdiğimiz, yan yana olduğumuz, aynı mekânı, aynı ülkeyi ve hatta aynı dünyayı paylaştığımız gerçeği olacaktır…

Tıpkı bir Terrarium fanusunun içindeki bitkiler gibi…

Sevgiyle kalın

Hüma Oktay

  • Filmin orijinal adı : Freedom Writers
  • Yayın tarihi : 5 Ocak 2007 (ABD)
  • Yönetmen : Richard LaGravenese
  • Öykü : Erin Gruwell Freedom Writers Diary
  • Oyuncular:  Hillary Swank, Patrick Dempsey, Scott Glenn, Imelda Staunton

 

  • Kitap : İçimdeki Müzik
  • Kitabın orijinal adı : Out Of My Mind (2010)
  • Yazar : Sharon M. Draper
  • Çeviri : Zeynep Kürük
  • Yayınevi : Genç Timaş Yayınları (2016 basımı)
  • Sayfa sayısı: 256
Martı Dergisi'inde yayınlanmıştır. 



Devamını Oku »
0 yorum

 ERKEK DENİZİNDE KADIN GEMİLER


Neden bayanlar voleybol 1.lig takımı deniyor da bay voleybol 1. lig takımı denmiyor? Onlara korkusuzca erkek voleybol takımı diyoruz da “kadın” demeye mi korkuyoruz?  

 

Uçağa bindiğimizde pilotun anonsunu duyunca neden kadın pilot der şaşırırız da erkek pilot demeyiz? Bak uçak da kullanıyorlar aferin diye takdir ediyoruz da mı söylüyoruz yoksa kadının ötekileşmesini kabul edip, daha alt sınıf olduğu iddiasında mı bulunuyoruz? 

 

Kafamda deli sorular dönüp dururken tüm bunlara cevap tarihsel kanıtlarıyla ve tanıklarıyla beraber Tayfun Timoçin’nin “Erkek Denizinde Kadın Gemiler” kitabından geldi.  Mitolojiden, dinsel kitaplara kadar tarihin her döneminden gelen kaynaklarla beslenmiş. Binlerce yıldır tüm dünya üzerinde yaşayan kadınların, erkek denizindeki seyir defteri… 

 

Denize açılan herkes bilir ki, seyir sırasında kuralları deniz koyar. İstediği zaman uğuldar, istediği zaman da sükunete bürünür… 

Erkekler belki de binlerce yıldır “kadın, deniz gibidir” deyip duruyorlar. Ama aslında “deniz gibi” olan erkekler! 

Kural koyan, “denizci” veya “gemi” olarak kabul edebileceğimiz kadınların hayatlarını zorlaştıran, esen gürleyen, uğuldayan ta kendileri. İzin veren, lütfeden, hem arzı hem de talebi belirleyen ve hükmeden onlar. Erkek denizinde boğuşup duruyor kadın gemiler.”

     




Kitap kronolojik sırayla geçmişten günümüze bin yıllar içerisinde kadının, erdemli, doğurgan, üretken Kibele tanrıçasıyken nasıl toplumun gözünde hilekâr bir şeytana, cadıya dönüştürüldüğünü anlatıyor. 


 “Sonuç olarak dünya nüfusunun yarısı erkek, yarısı kadın. Nasıl olur da bir yarı, diğer yarının üzerinde tahakküm kurar?  İşte onun temeli dogmalar ve dogmaları yayanlar da -işlerine geldiği için- erkeklerdir; kadınlar da durumu kabullenir, çünkü zorbalık, kolay başa çıkılır nesne değildir.” 

 

İçinde çelişki barındıran durum ise her erkek bir kadın tarafından dünyaya getiriliyor ama içine doğduğu dünya erkekler tarafından yönetildiği için onu doğuran, ona aşık olan hatta onun kızı, kız kardeşi olan kadınların mücadelesi hiç bitmiyor. 

 

Fakat bu kısır döngüyü bozabilecek bir ayrıntı var. Kadınların bir işi benimsediklerinde onun toplumsallaşmasını kolayca sağlayabilme becerileri. Tarihte bunun örneklerine rastlamamız mümkün. Farkındalığı yüksek kadın dayanışması bu yüzden daha çok önem kazanıyor özellikle günümüzde. Bu süreçte biz kadınlara destek olan, anlayan erkeklere de çok iş düşüyor.

 

Bir kadın sayesinde farkındalığı gelişmiş, bakış açısı değişmiş bir erkek tarafından yazılmış “Erkek Denizinde Kadın Gemiler”. Yazar hakkında yazarın kendisi kadar mütevazi olamayacağım. Zira Tayfun Timoçin’in on parmağında on marifet var. Makine mühendisi, gazetecilik, editörlük, yelken kulübü kurucusu, yelken yarışçısı, belgesel ve tiyatro oyunu yazarlığı... Aslında daha da fazlası var. Bence çok iyi bir araştırmacı, kitabı baştan sona soluksuz okurken birçok kaynak kitabı da not aldım. Kitap doğurdu gibi bir şey. Sayesinde sıraya dizilen okunacak çok kitabım var. 

 

Kitabın içinde beni en çok etkileyen cümlelerden biri de;  “Doğayla mücadele etmek!”  diye bir söz vardır. Denizci ancak uyum sağlarsa yol alabilir, mücadele ederek değil.

 

Erkek ve kadın tüm insanların hayat denizinde uyumla yol almaları dileğiyle. 

 

Sevgiyle Kalın

Hüma Oktay 

 


Martı Dergisinde yayınlanmıştır. 

 

 

 

 


Devamını Oku »

TEŞEKKÜR EDERİZ ATAM … DEDİM SESSİZCE

0 yorum

“Bugünlerimiz, yarınlarımız için teşekkür ederiz Atam”




O sabah kıyafetlerimi özenle seçtiğimi hatırlıyorum, annemin elini sımsıkı tuttuğum ve beni tören alanına götürünceye kadar bırakmadığım doğrudur.

Birazdan okulları temsilen çocuklar geçecek ellerinde bayraklarla, rengarenk elbiselerle danslarla, şiirlerle süsleyecekler töreni. Kendimi onların yanında hayal ediyorum, bir sonraki yıl okula başladığımda ben de o törende yerimi alacağım.

Çocukluğuma döndüm, Melike Funda Kaynak’ın çocuklar için yazdığı “Teşekkür ederiz ATAM … dedim sessizce” kitabını okurken.

Kitabın kahramanları, her durumda serüven dolu hikayeler uydurabilen Berke, okuduğu tarih kitaplarından edindiği bilgiyle her daim sorulan sorulara doğru cevap veren Egemen, Şafak ve inatçı kardeşi İlke ve onları bu serüvene sürükleyen Aslı’nın zamanda yolculuğuna heyecanla eşlik ettim.

Kahramanlarımız, Himayei Etfal’in içinde ailelerini savaşta kaybetmiş çocuklardan yeni şeyler öğrenirken, geçmişte yaşamanın zorluklarını hep duysalar da tarih kitaplarının dışında olayları yaşayarak görmek onlara bir kez daha ne kadar şanslı Cumhuriyet çocukları olduklarını hatırlatıyor.

“Egemen içtenlikle, “Bizi Himayei Etfal’e kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz,” dedi.

Onun bu davranışı kadını da duygulandırmıştı. Nemlenen gözlerini kırpıştırdı. “Aman çocuğum bana değil, kurtarıcımız Mustafa Kemal Paşa’ya teşekkür edin. O himayesine aldığı çocukların dışında sizleri de düşünerek bu cemiyeti kurdu. Bakın diğer arkadaşlarınız da sizin gibi.”


Beş kafadar yaptıkları zaman yolculuğunda ilk önceleri hangi yılda olduklarını ve nasıl geri geleceklerini bilmeseler de Ankara sokaklarında dolaşırken yakaladıkları ip uçlarını kullanarak birçok şeyin başlangıcına şahitlik ediyorlar.


Heyecanla satır aralarında kaybolurken bir yanda da sorular aklımda dolanıp duruyor. Sakarya Savaşında şehit olmuş Tahsin Çavuş’un peşine düşen bu beş kafadar,

Hangi yılda olduklarını bulabilecekler mi?

Cumhuriyet’in hangi yeniliklerine şahit olacaklar?

23 Nisan da Ata’yı görebilecekler mi?

Nasıl gittiklerini bilemedikleri bu yolculuğun sonunda evlerine dönebilecekler mi?

Tüm soruların cevapları, akıcı anlatımı ile Melike Funda Kaynak’ın kaleminden “Teşekkür ederiz ATAM … dedim sessizce” de…





Devamını Oku »

ANNELER ÇILDIRMIŞ OLMALI!

0 yorum


Her günkü gibi sıradan bir gün...

“Öğretmenim, tuvalete gitmek için ve yemek yemek için tenefüs var da neden anne görmek için tenefüs yok?”

“Öğretmenim ölülerin arkasından konuşmak günah değil mi? Niye tarihi konuşuyoruz?”

Ah bu çocuklar!

Biz anne ve babalar ömrü hayatımızda ya bir yada iki kere ilkokul öğrencisinin velisi oluyoruz ve bu minikler çabucak büyüyorlar peki ya öğretmenler? Hayatlarında kaç minik öğrencinin öğretmeni oluyorlar dersiniz?

Bahar Sarıkaya’nın hem anne hem de öğretmen olarak yaşadığı deneyimlerden yola çıkıp hazırladığı anaokulu ve ilkokul veli kılavuz kitabı “Anneler Çıldırmış Olmalı” da bazı konu başlıklarını okurken “oniki yıl önce bana böyle bir kılavuz kaptan lazımdı” dedim. Ve tabii ardı arkası kesilmeyen isteklerden oluşan anıları da tebessümle okudum.

“Okula başlamadan önce çocuklara kazandırılması gereken 30 davranış alışkanlığı” ile başlayan, “Anne -babalara-öğretmenlere okuma-yazma öğrenen çocuklar için hikaye kitapları ve çalışma önerileri” ile devam eden, “Başarının püf noktaları” ve “Okulun ilk günleri için 20 altın öneri” ile taçlanan özenle seçilmiş konular ve daha bir çok öneri listesi “Eğitim evde başlar” felsefesiyle içselleştirilerek yazılmış bu kitapta. Ve tabii başarılı, vicdanlı ve mutlu çocuklar için sağlam temellerle desteklenmiş eğitimin olmazsa olmazı Öğretmen –Aile- Öğrenci üçgeni de detaylarıyla öne çıkmış.

Aileler iyi öğretmen arayışındalar;  bilseler ki biz öğretmenler de iyi aile arayışındayız.
Çünkü ailenin eğitemediğini eğitmek çok zor.

Ve bazen sorgularız…

“Türk anne-babaya sahip, izlediği tüm televizyon kanalları Türkçe olan, tüm arkadaşlarıyla Türkçe konuşan çocuklarının günde 2, haftada 10 saat ve sadece okulda görmüş olduğu ingilizce ile nasıl olur da şakır şakır İngilizce konuşamadığı konusunda öğretmenden cevap bekler.”

Ya da

“Okul çağına kadar hiç koşmayan, basketbol, futbol oynamayan, topa bir kez bile dokunmamış çocuklarının nasıl olup da okulda top sürmeyi öğrenemediğini anlamak istemez.”

Ve bazen ardı arkası kesilmeyen istekler gelir…

“Sırtındaki tülbenti kontrol edin, sınıfın ısısına göre kıyafetlerini giydirin veya çıkarın”

“Rozet alamamış, bu hafta ona da rozet taksanız, çok üzüldü.”

“Hocam sesli mesaj gönderir misiniz? Yatmasını söyleyin, geç yatıyor benim çocuk.”

Ah bu veliler!

Bahar Sarıkaya’nın kaleminden “Anneler Çıldırmış Olmalı” ; okurken not almak isteyeceğiniz, gülerken düşünüp, düşünürken öğreneceğiniz, “Çocuklarınızla bunları yaptınız mı?” Başlığındaki 222 maddeyi okuyunca hepsini yapmak isteyeceğiniz bir kitap.


Keyifli okumalar
Sevgiyle kalın

Hüma
Kasım 20019

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.


Devamını Oku »

Çıtır Çıtır Felsefe

0 yorum

Hayatı anlatan kitaplar…





“Anne dürüst olmak ne demek?” 

“Anne öğretmen, siz iyi ahlaklı çocuklarsınız dedi. İyi ahlak ne? Kötü ahlak nasıl olur?”

“İnsanlar neden ölür?”

“Büyüyünce herkes işe gidiyor. İş ne demek?” 

“O makinelerden para geliyor ya, para sihirli mi?”

Ben diyeyim 10 yıl siz deyin 13 yıl önce…

Ben o zamanlar tek çocuklu bir anne iken, anaokulu çağındaki oğluma iyi ve kötüyü, aşk ve dostluğu, şiddet ve şiddetsizliği, yaşam ve ölümü...  ve bunun gibi daha nice soyut kavramı anlatmaya çabalarken keşfettiğim Çıtır Çıtır Felsefe serisi sayesinde bir çok soru cevapsız kalmaktan kurtuldu. 

Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi gören Brigitte Labbé‘in yazdığı ve Paris Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Michel Puech‘ın ve lise felsefe öğretmeni Pierre-François Dupont-Beurier katkılarıyla ortaya çıkan Çıtır Çıtır Felsefe serisi Günışığı Kitaplığı aracılığıyla okuyucuları ile buluşmaya devam ediyor. 

Hayat bu! Yıllar geçtikçe konular birikti, kitapların sayısı artı ve doğal olarak kitaba olan ilgi daha da arttı. Sonunda olan oldu, ağabeyinin odasına gire çıka kitaplıktan aldığı bütün seriyi kendi kitaplığına taşıdı. Kullanım hakkını saklı tutmak kaydıyla ağabey ağabeyliğini yaptı kitapların yeni yerine gitmesine ses çıkarmadı.

Yaşadığımız gezeni anlamaya çalışan çocukları, doğru sorular sorarak düşündüren, hayatın içinden örneklerle temel kavramları anlamalarına yardımcı olan Çıtır Çıtır Felsefe serisi her kitapta ayrı bir kavramı ele alıyor. 

“Bir gün ölümün geleceğini unutursak, her zaman her şeyi yarına bırakabiliriz. Her gün işlerin bekleyebileceğini, bir sürü zamanımız olduğunu, onları yarın yapacağımızı, sonra öbür gün yapacağımızı ve sonra tekrar, yarın yapacağımızı düşünür, sonuçta hiç bir şey yapamayız. 

Hayallerine ve amaçlarına ulaşma isteği duymak için insanın, yaşamın sonsuza kadar sürmeyeceğini hatırlaması gerekir. Yoksa niye kendimizi yoralım, neden çaba harcayalım ki? 


Sonuç olarak, yaşamın bir gün bitecek olması bizi, onu doğru yönlendirmek ve başarılı olmak için çaba göstermeye iter. 

O halde gerçek soru, "Neden ölürüz?" değil, "Nasıl yaşamalıyız?" sorusudur.”

Çıtır Çıtır Felsefe / Yaşam ve Ölüm /syf 38


Üzerinde düşünülecek, konuşulacak tüm kavramların olduğu bu seri, zaman zaman, tekrar tekrar okunacak kitaplar listesinde olmaya devam ediyor. 

Devam ediyor diyorum otuzbirinci son kitap Şans ve Şanssızlık raflarda ve tabiki bizim kitaplığımızda yerini aldı. Arkadaşı ile birlikte kitabı aldığımız gün okumak için eve kadar sabredin dedim ama nafile. 


İyi okumalar 

Sevgiyle kalın

Hüma 
Ocak 2019






















Devamını Oku »

Karadankaçanlar

0 yorum

Ben diyeyim Denizekaçanlar, sen de Karadankaçanlar...






Uzun yıllardır gezenti bir babadan olma, biraz çatlak ancak iyi kalpli ve çalışkan bir anneden doğma Tomris’in ve hikayeler uydura uydura yelkenli ile ülke ülke gezen annesinin hikayesi Karadankaçanlar...

Tabi bu hikayede sadece Tomris ve annesi yok.

Merakını yenemeyip herşeyi birbirine karıştıran Sütliman hanım, üç küçük yavrusunu arayan Demir Ejderhaları’ndan Mine Dörtkafa, korkunç OkurCanına Cadısı’ndan kaçan şehir halkı ve cadının tepelerden birinin zirvesinde mağranın derinliklerinde sakladığı üç küçük ejderha yavrusu…

“O yüzden madem hâlâ buradasın ve kararlısın dinlemeye devamını hikâyenin… Yada kararlı değilsin de, sıkıcılar sıkıcısı bir yetişkin ısrarla dikiliyor tepende, oku diye devamını kitabın… Anlatayım da, başladığı işi yarım bıraktı deme hakkımda sakın. Hem zaten… hiç istemesem de koparmayı ödünü yada hoplatmayı yüreğini… tutamayacağım galiba çenemi ve her durumda anlatacağım hikâyenin gerisini.”

Maceracı ikili Tomris ve annesinin yolları intikam peşindeki bir cadıyla kesişirse, merak dolu sorular gelmez mi insanın aklına?  Cadının büyüsü altındaki liman kentindeki çocuklara ne olacak? Yavru ejderhaları kim kurtaracak? OkurCanına Cadısının da bir kalbi var mı? Cadının uçan süpürgesine ne oldu?

Tüm soruların cevapları, şiirsel ve neşeli anlatımı ile  Aslı Tohumcu’nun kaleminden “Karadankaçanlar”da…

İyi okumalar.
Sevgiyle Kalın
Hüma





Devamını Oku »