kişisel gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
0 yorum

 ERKEK DENİZİNDE KADIN GEMİLER


Neden bayanlar voleybol 1.lig takımı deniyor da bay voleybol 1. lig takımı denmiyor? Onlara korkusuzca erkek voleybol takımı diyoruz da “kadın” demeye mi korkuyoruz?  

 

Uçağa bindiğimizde pilotun anonsunu duyunca neden kadın pilot der şaşırırız da erkek pilot demeyiz? Bak uçak da kullanıyorlar aferin diye takdir ediyoruz da mı söylüyoruz yoksa kadının ötekileşmesini kabul edip, daha alt sınıf olduğu iddiasında mı bulunuyoruz? 

 

Kafamda deli sorular dönüp dururken tüm bunlara cevap tarihsel kanıtlarıyla ve tanıklarıyla beraber Tayfun Timoçin’nin “Erkek Denizinde Kadın Gemiler” kitabından geldi.  Mitolojiden, dinsel kitaplara kadar tarihin her döneminden gelen kaynaklarla beslenmiş. Binlerce yıldır tüm dünya üzerinde yaşayan kadınların, erkek denizindeki seyir defteri… 

 

Denize açılan herkes bilir ki, seyir sırasında kuralları deniz koyar. İstediği zaman uğuldar, istediği zaman da sükunete bürünür… 

Erkekler belki de binlerce yıldır “kadın, deniz gibidir” deyip duruyorlar. Ama aslında “deniz gibi” olan erkekler! 

Kural koyan, “denizci” veya “gemi” olarak kabul edebileceğimiz kadınların hayatlarını zorlaştıran, esen gürleyen, uğuldayan ta kendileri. İzin veren, lütfeden, hem arzı hem de talebi belirleyen ve hükmeden onlar. Erkek denizinde boğuşup duruyor kadın gemiler.”

     




Kitap kronolojik sırayla geçmişten günümüze bin yıllar içerisinde kadının, erdemli, doğurgan, üretken Kibele tanrıçasıyken nasıl toplumun gözünde hilekâr bir şeytana, cadıya dönüştürüldüğünü anlatıyor. 


 “Sonuç olarak dünya nüfusunun yarısı erkek, yarısı kadın. Nasıl olur da bir yarı, diğer yarının üzerinde tahakküm kurar?  İşte onun temeli dogmalar ve dogmaları yayanlar da -işlerine geldiği için- erkeklerdir; kadınlar da durumu kabullenir, çünkü zorbalık, kolay başa çıkılır nesne değildir.” 

 

İçinde çelişki barındıran durum ise her erkek bir kadın tarafından dünyaya getiriliyor ama içine doğduğu dünya erkekler tarafından yönetildiği için onu doğuran, ona aşık olan hatta onun kızı, kız kardeşi olan kadınların mücadelesi hiç bitmiyor. 

 

Fakat bu kısır döngüyü bozabilecek bir ayrıntı var. Kadınların bir işi benimsediklerinde onun toplumsallaşmasını kolayca sağlayabilme becerileri. Tarihte bunun örneklerine rastlamamız mümkün. Farkındalığı yüksek kadın dayanışması bu yüzden daha çok önem kazanıyor özellikle günümüzde. Bu süreçte biz kadınlara destek olan, anlayan erkeklere de çok iş düşüyor.

 

Bir kadın sayesinde farkındalığı gelişmiş, bakış açısı değişmiş bir erkek tarafından yazılmış “Erkek Denizinde Kadın Gemiler”. Yazar hakkında yazarın kendisi kadar mütevazi olamayacağım. Zira Tayfun Timoçin’in on parmağında on marifet var. Makine mühendisi, gazetecilik, editörlük, yelken kulübü kurucusu, yelken yarışçısı, belgesel ve tiyatro oyunu yazarlığı... Aslında daha da fazlası var. Bence çok iyi bir araştırmacı, kitabı baştan sona soluksuz okurken birçok kaynak kitabı da not aldım. Kitap doğurdu gibi bir şey. Sayesinde sıraya dizilen okunacak çok kitabım var. 

 

Kitabın içinde beni en çok etkileyen cümlelerden biri de;  “Doğayla mücadele etmek!”  diye bir söz vardır. Denizci ancak uyum sağlarsa yol alabilir, mücadele ederek değil.

 

Erkek ve kadın tüm insanların hayat denizinde uyumla yol almaları dileğiyle. 

 

Sevgiyle Kalın

Hüma Oktay 

 


Martı Dergisinde yayınlanmıştır. 

 

 

 

 


Devamını Oku »

AĞAÇLARIN GİZLİ YAŞAMI

0 yorum


Bir yaz akşamı oğlum bahçeyi sulamaya çalışıyor. Ama bütün derdi kendi boyundan büyük ağaçların tepe yapraklarını sulamak. Haliyle ağaçlarla birlikte kendini de suluyor. Baktım dede sakince bir şeyler anlatıyor torununa.

Ama bizim ki itirazda “Sadece toprağı sularsam ağacın tepesindeki yapraklar kurur, onlar çok güneş alıyorlar” diyor.

Beş yaşındaki oğluma, ağaçların kökleri aracılığıyla yer çekimine inat, her bir dalının en uç noktasına kadar eşit miktarda suyu alabilme becerisinin olduğuna inandırmamız epey bir zamanımızı almıştı.

Yıllar sonra, Peter Wohlleben’in “Ağaçların Gizli Yaşamı” adlı kitabı okurken fark ediyorum ki o köklerin, suyu dallara göndermenin de ötesinde marifetleri varmış.

Yerin altında birbirini besleyen, destekleyen sosyal yardım sistemini andıran muazzam bir ağ kurmuşlar. Hem ağaçlar arasında hem de toprakta yaşayan birçok canlı organizma arasında.

Sosyal varlıklar olan ağaçlar birbirlerine yardım eder” diyor yazar.


Sadece ağaçlar mı? Faydalı yırtıcıların, rahatsızlık veren böcekleri memnuniyetle yiyerek ağaçlara yardım ettikleri gibi diğer birçok canlı da ağaçların yardım çağrısına cevap veriyor.

Mantar, zengin şekerli ödülü karşılığında ağaç için birkaç karşılıksız yardımda bulunur; mantardan ziyade ağacın köklerine zararı dokunan ağır metallerin ayıklanması, bu yardımlardan biridir. Bu ayrıştırılan zararlı maddeler, her sonbahar evimize getirdiğimiz porcini mantarı adlı sevimli meyvede bulunur.

Okudukça keşfedilecek ne çok şey varmış diye düşünüyorum. Ağaçların susuzlukta çığlık attıklarını tespit etmişler mesela. Bir de taze filizlerini ot oburlar yemesin diye oracıkta salgıladığı koku ile yüz metre çevresindeki ağaçları da uyararak korumaya alma meselesi var.

Bir ağaç yalnızca kendisini çevreleyen orman kadar güçlü olabilirmiş…

Doğada işleyen muhteşem bir mekanizma var. Dünya var olduğundan beri aynı sistem tıkır tıkır işliyor. Doğaya kulak verebilirsek eğer topraktaki mineralden gökyüzündeki güneşe kadar her şeyi eşit paylaştıklarını görebiliriz. “Benim dallarım güneş görsün, bol şeker yapayım. Hepsi benim olsun” demiyor mesela. Kabuğu soyulmuş şeker üretemeyen ağaca, kendi şeker stoklarını veren çevresinde komşu ağaçlar var. Birlikte büyüyorlar, gelişiyorlar.

Doğa paylaşımcı…

Güçlü olan gerektiğinde kendi besinleriyle zayıf olanı besliyor. Böcek istilasını, zürafanın gelip en taze filizleri yemesi gibi acil durumları ise, “Ben kendimi korumaya aldım sen de al” diye salgıladıkları kimyasallarla birbirlerine haber veriyorlar.

Doğa koruyucu…

Fazlasını değil herkes kendine yeteri kadarını alıyor. Depolama yok, aç gözlülük hiç yok. Güçlü zayıf olana yardım ediyor. Öyle herkesin gözüne sokarak değil toprağın altında usulca gizlice yapıyor yardımını. Yardım alan da minnetle alıyor ve imkânı olduğunda bir başkasına yardım ediyor.

Doğa alçak gönüllü…

3,5 milyar yıldır var olan doğanın içinde insan ömrü, kumsalda bir kum tanesi misali. O bütünün bir parçası olduğumuzu fark etmeye başladığımızda tüm sorunlarımızı çözebileceğiz.

Doğanın ayakta kalan son parçası, yaşanacak maceralar ve keşfedilecek sırlarla birlikte kapımızın hemen önündedir” diyor Peter Wohlleben.

Doğa müthiş bir öğretmen, onu dinlemeyi öğrenebilen herkes için…

Sevgiyle
03.05.2020

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.



Devamını Oku »

YÜZYILIN ÇOCUKLARINA…

0 yorum

Atamız’dan yüzyılın çocuklarına ve daha nice yüzlerce yıl çocuklara armağan…



Cıvıl cıvıl sesler yankılanıyor dört bir yanda. Her biri çiçek, her biri yıldız gibi parlayan çocuklar dizilmişler tören alanında, ellerinde Türk bayrakları. Şarkılarla, marşlarla geçiyorlar önümüzden. Şiir okuyacaklar yavaşça yerlerini alıyor, tam ortada. Davul, zurna çalanlar ise arkalarına dizilmiş folklor ekibiyle birlikte sıralarının gelmesini bekliyorlar, yanda sessizce…

UNESCO’nun 1979 yılını Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından başlayan TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği, benim hatırlayabildiğim çocukluğumun neşeli anıları arasındadır.

İlk defa o yıldan sonra Çocuk bayramını tüm dünya çocukları ile birlikte kutlamaya başladık. Ve ben her yıl okuldaki törenden sonra televizyonda dünya çocukları ile birlikte kutlanan şenliği izlerdim büyük bir merakla.

23 Nisan, biz Cumhuriyet çocuklarına armağan edilmiş dünya çocuklarıyla paylaştığımız ayrıcalığımızdı. Zor süreçlerden geçip, büyük mücadeleler verilen zaferin başlangıcı. Aynı zamanda bir sonuçtu.

Ya süreç?...

İnanıyorum ki zamanda yolculuk şansımız olsaydı eğer, yine yeniden bir bütün, tek yürek, tek yumruk olurduk bu süreçte yer alırdık hep birlikte.

Tıpkı,

1915’de Çanakkale’de,

1919’da Amasya’da-Erzurum’da-Sivas’ta

1920’de Ankara’da

1921’de Sakarya’da

1922’de Dumlupınar’da olduğu gibi…

Bizim atalarımız, birlik olma gücünü kullandılar, kenetlenerek bizlere Cumhuriyeti armağan ettiler.

Bizler bütünün birer parçalarıyız.

Neden, sıkışıp kaldığımızı sandığımız şu karantina günleri, nelere sahip olduğumuzu hatırladığımız günler olmasın?

Bugün 23 Nisan 2020 Egemenliğin millet iradesine bırakıldığı, Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından birinin 100.yılı. Dışarıda el ele olamasak da, gönülden gönüle kurduğumuz zincirin birer halkalarıyız. Yaşadığımız bu topraklarda, bastığımız her karışta emeği olanlara gönülden teşekkürler.

Teşekkürler Koca Seyit,


Teşekkürler Kınalı Ali

Teşekkürler Nene Hatun,

Teşekkürler Onbaşı Nezahat,

Teşekkürler Kubilay,

Teşekkürler Mareşal Fevzi Çakmak,

Teşekkürler Mustafa Kemal Paşa…

Tek tek az, bir bütünken çok olduğumuzu hatırlama zamanı.


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız Kutlu Olsun.

Teşekkürler Atam…





Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.






Devamını Oku »

ZAMAN BULMACASI

0 yorum


CORONA GÜNLÜKLERİ 9 /





12 Nisan 2020 Pazar

Vaka sayısı 56.956
Ölüm sayısı 1.198

       

Virüsün dünya üzerinde var olduğu ama Türkiye’ye henüz ulaşmadığı endişeli bekleyiş günlerinde başladım puzzle yapmaya. Her şeyden bihaber…

Seçtiğim 2000 parçalı puzzle, Salvador Dali’nin “Belleğin Azmi” (The Persistence of Memory) tablosu. Hani şu saatlerin eriyip aktığı gün batımı resmi. Karantina günlerini önceden bilseydim bu resmi seçer miydim? Kim bilir?

“Hayat siz planlar yaparken başına gelenlerdir” demiş John Lennon…

Tesadüf diye bir şey var mı bilmiyorum ama yaşadığımız şu günlerin ruh haliyle saatlerce bu resme bakmak çok manidar geldi bana. Bir Sanat Tarihçisi değilim, resmi hiç yorumlayamam. Ancak günlerdir bu resme bakarken hissettiğim; her gün, bir önceki güne eklenen ölü sayılarını beklediğimiz gün batımında doğanın saati tıkır tıkır işlerken, biz insanlarınkinin aynı kısır döngü içinde eriyip gittiği…

Görünen o ki bu sıkışıp kaldığımız zamanı değerlendirmek, kendi aleyhimize çevirmek kişinin kendi elinde. Bugüne kadar edindiğimiz tecrübeler, farkındalığımız, stres anında verdiğimiz tepkiler, anlık değişen ruh halimiz hepsi birer etken oluşturuyor.


Her ne kadar sosyal medya ve televizyon programlarının “Evde canınız mı sıkılıyor?” başlıklı kime uyacağı belli olmayan havada kalan mesajları, evde kaldığımız sürece yapmamız gerekenleri empoze etmeye çalışsa da nafile…

Taşıma suyla değirmen dönmezmiş derler, kimin nasıl bir psikoloji ile bu hayata tutunduğu, korkuları, endişe seviyesi ya da geçirdiği sağlık problemleriyle birlikte değişen ruh halini, verdiği yaşam kavgasını bilemeyiz.

Her birey kendinden sorumlu, kendi farkındalığı ile şu zor günlerin getirdiği olumsuzluktan kendi çıkış yolunu bulacak eminim, öyle sanılanın aksine bencilce değil, bütünlük bilinciyle bir olup…

Bense her puzzle parçasını yerleştirdiğimde yenilenen doğa ile insanın arasındaki bağın, bütünün hayrına kurulduğunu düşlemeye devam edeceğim…

Sevgiyle ve Sağlıkla kalın
Hüma


Akşam Haberleri

*İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla görevinden istifa ettiğini duyurdu. Saat 21.30 

*Cumhurbaşkanı, içişleri Bakanının istifasını kabul etmedi. Saat 23.45

*İtalya'da yeni tip corona virüs   (Covit-19) nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 619 artarak, 19 bin 468’e yükseldi. 

*ABD, yeni tip corona virüs bağlantılı 19 bin 715 can kaybı ile İtalya'yı geride bıraktı. ABD'yi 19 bin 468 can kaybıyla İtalya, 16 bin 353 ölümle İspanya takip ediyor.

*Dünyada vaka sayısı 1 milyon 777 bin 666 ile 2 milyona yaklaşırken yine dünya genelinde ölü sayısı ise 108 bin 867’ye yükseldi.













Devamını Oku »

ALTI BARDAKTA DÜNYA TARİHİ

0 yorum

Sohbet bahane, kahve şahane!



Taze kavrulmuş kahvenin sıcacık kokusuyla beyin hücrelerimi harekete geçiren, sinir uçlarıma kadar yayılan enerji ve ruhumu kaplayan mutluluk hissi ile gülümseyerek güne başlıyorum.

Sabah ayılmak için, yemekten sonra keyif için, gün içerisinde dedikodu eşliğinde, iş, dost, eş ve arkadaşlarla kahve içmeyi kim istemez ki?

Sohbet bahane, kahve şahane!

Gün geçtikçe sosyal medyada yayılan kitap ile kahve fotoğrafları yavaş yavaş yerini kitap kafelerde çekilen fotoğraflara bıraktı. Tarihte kahvenin yollarının kitaplarla buluşması on yedinci yüzyıl ortalarına kadar gidiyormuş meğer yeni öğrendim.

Benim asıl merak ettiğim küçücük kahve çekirdeğinden oluşan bu lezzetin tüm dünyayı nasıl sardığı?


Son zamanlarda keyifle okuduğum Tom Standage’nin yazdığı “Altı Bardakta Dünya Tarihi” ;
Mezopotamya ve Mısır’da keşfedilen “Bira” ile başlayıp, Yunanistan ve Roma’dan tüm ülkelere ticareti yapılan statü simgesi ve asillerin en popüler içkisi “Şarap” ile devam ederken, Arap dünyasından bir kimyacının buluşu olan “Damıtık içkiler” in  ekonomik mala dönüşmesi, tüm dünyaya yayılması sonucu vergilendirme, siyasi güç ve yasakların gelmesiyle gücünü Avrupalıların peşine düştüğü, entelektüellerin içeceği “Kahve”ye bırakanve ardından Çin’den sonra tüm dünyayı fetheden “Çay” ve kapitalizmin simgesi haline gelen “Cola”yı anlatıyor.

Sonuçta başladığımız yere geri döndürüyor bizi. Her şeyin temeli, ana maddesi “Su”…

Bir fincan kahvenin kokusunu içime çekerken tarihte bir kahve çekirdeği için nasıl bir savaş verildiğini okuyorum.

Dünyanın kahve macerası ilk olarak 1470 yılında Yemen’de başlamış. Mekke’den sonra Mısır ve Filistin’e kadar yayılan kahve sevdası keşifler çağının başlamasıyla on yedinci yüzyılın başında Avrupalı gezginler aracılığıyla ve Papa VIII Clenmens’in onayıyla başta Hollanda, Fransa ve İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’ya yayılıyor. Çok popüler olan kahve ve beraberinde açılan kahvehaneler sayesinde Avrupalı kahve çekirdeğini yetiştirmenin peşine düşüyor.

Kim istemez ki dünyaya egemen olan bir kahve tedarikçisi olmayı?



Veee savaş başlıyor. Yüz yıla yakın bir süre gemilere yüklemeden önce kahve çekirdeklerini kavurarak ve yabancıları kahve üretim merkezlerinden uzak tutarak önlem almaya çalışan Arap’ların bu yasaklarını ilk delen Hollandalı Denizciler olmuş. Arap kahve ağaçlarından gizlice kopardıkları bir dal ile başlayan Hollanda’nın kahve macerası kendine uygun toprak bulana kadar sömürü devletlerde dolaşmış.

Veee mutlu son, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Brezilya, dünyaya egemen kahve tedarikçisi oluyor.

Her şeyin bir ilki vardır



1650 yılında Batı Avrupa’da ilk kahvehane’nin bir üniversite kenti olan Oxford’da açılması ve kahvehanelerin çoğalıp popülerleşmesiyle ilk tepkiler de tabi ki üniversite yetkililerinden gelmiş.

“Öğrencilerimiz kahvehanelere kaçtı, derslere gelmiyorlar.”

Sadece öğrenciler mi?

Kısa sürede kahvehaneler benimsenip kitap, şiir, felsefe, bilim hatta akademik tartışma alanlarına dönüşünce, bir fincan kahve fiyatına (1-2 peni) içeri girip birçok şey öğrenmeye yardımcı olduğu için “Peni Üniversiteleri” bile denmiş.

İç mekanın ev gibi dekore edilmesi, rahat koltuklar, kitaplarla dolu raflar, devamlı müşterilerin varlığı ve sıcak kahve sayesinde ev rahatlığı sağlayan kahvehanelerin girişinde sosyal farklılıklar da kapıda bırakılırmış.

“On yedinci yüzyılda Avrupalı bir iş adamı en son ticari haberleri duymak, mal fiyatlarını izlemek, siyasal dedikodulara yetişmek, başka insanların yeni bir kitap hakkında ne düşündüklerini öğrenmek ya da en son bilimsel gelişmelerden haberdar olmak istediğinde, yapması gereken tek şey bir kahvehaneye uğramaktı.

Avrupa’nın kahvehaneleri bilim insanları, iş adamları, yazarlar ve politikacılar için bilgi borsası işlevi görüyordu.” 

Kahvehanelerin siyasi dedikoduların yapıldığı, devrimci heyecanların merkezi haline geldiği zamanlarda olmuş. Ancak tüm yasaklamalar ve baskılar ne kahveden vaz geçirmiş ne de kahvehanelerdeki bilgi akışını bozmuş.

Londra’daki bazı kahvehanelerin denizcilik, matematik ve astronomi derslerinin verildiği yerler olması girişimciler ve bilim insanlarının sanayi devrimini başlatmasına vesile olması şaşırtmıyor beni. Bu kahvehanelerin iyi yanı, bir de ayrımcılığa sahip olması gibi kötü bir yanı var. O dönemde Londra’da ki kahvehanelere kadınların girmesi yasak.

Yirmi birinci yüzyıla gelindiğinde sanat, bilim ve iş dünyası internet üzerine taşınmış oldu. Açık ofis sistemine geçilmesiyle de diz üstü bilgisayarını alan insanlar yeni nesil kahvehanelerde, kitap kafelerde işlerini internet aracılığıyla kahve eşliğinde dünyaya açılarak yapıyorlar. Zaman zaman kitap sohbetleri de bazı kitap kafelerde devam ediyor.

Kahvenin zihinsel yeteneğinin keşfedilmesinden bu yana, masa başında oturarak zihinsel iş yapan, bilim insanlarının, entelektüellerin, tüccarların ve öğrencilerin tercihi kahve, hayatımızda ki en önemli yerini aldı.

“Bugünkü kahve kültürünün ve Starbucks kahvehane zincirinin merkezi olan Seattle kentinin aynı zamanda dünyanın en büyük yazılım ve internet firmalarından bazılarının üssü olması şaşırtıcı değil mi? Kahvenin yenilikçilikle, akılla ve ağ oluşturmayla -artı bir tutam devrimci coşkuyla- ilişkinin uzun bir geçmişi vardır.”





Kahve zihin açar, enerji verir.

Kırk yıl hatırı vardır.

Köpüğü bol, tadı yerinde olsun

Afiyet olsun

Hüma



Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.
































Devamını Oku »

CORONA HABERLER

0 yorum


CORONA GÜNLÜKLERİ 2 /

CORONA HABERLER BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE ÖZET

A B D merkezli Johns Hopkins Üniversitesi tarafından Corona Virüsü haritası 3 Şubat 2020 

27 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan kentindeki bir hastaneye ağır pnömoni tanısıyla üç hasta yatırılmış. İlk hastalardan alınan örneklerde Yarasa SARS-CoV virüsüne yüzde 85 oranında benzerlik gösteren yeni bir Coronavirus (2019-nCoV) tanımlanmış. Virüsün damlacık ve yakın temas ile bulaştığı tespit edilmiş ve 1 Ocak 2020 tarihinde virüsün çıkış yeri olduğu düşünülen Wuhan'daki hayvan pazarı kapatılmış.

23 Ocak 2020 
Çin’in Wuhan şehrinin Hubei eyaletinde toplamda 444 vaka ve 17 ölüm gerçekleşmiş bulunuyor. Koronavirüsün yayılmasını engellemek amacıyla Wuhan kentinin karantina altına alındığı açıklandı.


10 Mart 2020 Salı 
İtalya bütün ülkeyi karantina alanı ilan etti.
İtaya Başbakanı Conte, Corona virüsü nedeniyle 463 ölümün yaşandığı İtalya’da önlemlerin bütün ülkeye yayıldığını duyurdu. Conte, 3 Nisan’a kadar ülkedeki bütün okul ve üniversitelerin kapatılacağını açıkadı.


A B D merkezli Johns Hopkins Üniversitesi tarafından Corona Virüsü haritası 24 Mart 2020






11 Mart 2020 Çarşamba
Vaka sayısı 1
Marketleri talan eden sayısı ile paranoyaklık derecesinde dünyanın sonunun geldiğini söyleyen sayısı berabere.

Akşam Haberleri;
11 Mart’ta Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Sağlık Örgütü coronavirusü “pandemi” (salgın) olarak ilan etti. Dünya çapında coronavirus görülenlerin sayısı 185 bini aştı, virüsün yol açtığı Covid-19 hastalığı yüzünden ölenlerin sayısı ise 7 bin 330 olarak gerçekleşti. İyileşenlerin sayısı ise 80 binden fazla.

12 Mart 2020 Perşembe
Vaka sayısı 2
Bana bir şey olmaz diyerek dolaşan sayısı sınırsız. Bu arada dün marketleri yağmalayanlar rahatladı şimdi dışarıda geziyorlar.

Akşam Haberleri;
“Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Sururi Çorabatır, corona virüsü nedeniyle Türkiye'deki turizm bölgelerinde nisan ayı başında açılacak otellerin açılışlarını nisan sonuna ertelediğini açıkladı.”
“ABD Başkanı Donald Trump koronavirüs nedeniyle ülke olarak aldıkları tedbirler ile ilgili ulusa seslendi. Trump, AB'den ABD'ye 30 günlük süre boyunca seyahatleri yasakladığını duyururken,kararın cuma günü itibariyle yürürlüğe gireceğini ve Türkiye ile İngiltere'nin yasaktan muaf olacağını belirtti. ABD Başkanı Trump ayrıca Avrupa Birliği'nin gerekli önlemleri almada başarısız olduğunu da söyledi.”


13 Mart 2020 Cuma
Vaka sayı 5
Kolonya ve dezenfektan fiyatlarında artış 100 de 100
Her televizyon kanalında uzman görüşü için röportaj yayınlama yarışı devam ediyor.

Akşam Haberleri;
“Türkiye’de coronavirus vaka sayısı 5’e yükseldi; ek önlemler geldi. Türkiye 13 Mart’ta 9 Avrupa ülkesine yönelik uçuşlarını askıya alma kararı aldı.”


14 Mart 2020 Cumartesi
Vaka sayısı 6
Yasakları, uyarıları umursayan sayısı 0
Hava güneşli, sahillerde dolaşan balık tutan sayısı milyonlar

Akşam haberleri;
“Covid-19 önlemleri kapsamında, 9 Avrupa ülkesiyle uçuşların durdurulmasıyla Türkiye'nin kapılarını kapattığı ülke sayısı 14'e ulaştı.”

“Almanya, Fransa, İspanya, Norveç, Danimarka, Belçika, Avusturya, İsveç ve Hollanda'ya uçuşlar, bugün sabah 08.00'den itibaren 17 Nisan'a kadar durduruldu.”


15 Mart 2020 Pazar
Vaka sayısı 18
Dünkü uyarılara rağmen hâlâ daha sokakta dolaşan sayısı evde oturanların iki katı.
Halkın bir kısmı panik duygusunu yitirmemiş marketler yine talan edilmiş.

Akşam Haberleri;
“Koronavirüs: İspanya, Hollanda ve Fransa'da geniş kapsamlı kısıtlamalar

Avrupa Birliği'nin en büyük ülkelerinden ikisi olan Fransa ve İspanya, koronavirüs salgınının yayılmasını önlemek için acil önlemler açıkladı.”
“Gelen son dakika haberine göre; Umre amacıyla Suudi Arabistan'da bulunan vatandaşlar, Türkiye'ye dönmelerinin ardından 14 günlük karantina süreleri için Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı Ankara ve Konya’daki yurtlara yerleştirildi.”


16 Mart 2020 Pazartesi
Vaka sayısı 47
Sokaklardaki insan sayısı zorunlu çalışan insan sayısından daha fazla

Akşam haberleri;
Fransa da karantina ilan etti. Çekya, Lübnan ve Peru'da, yeni tip koronavirüs nedeniyle olağanüstü hâl ilan edildi.

İçişleri Bakanlığı, 81 İl Valiliğine “Coronavirüs Tedbirleri” konulu ek bir genelge daha gönderdi. Genelge ile bugün saat 24.00 itibariyle tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları, her türlü kapalı çocuk oyun alanları (AVM ve lokanta içindekiler dahil), çay bahçesi, dernek lokalleri, lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri geçici bir süreliğine durdurulacak


17 Mart 2020 Salı
Vaka sayısı 98
Türkiye de corona virüsünden ilk ölüm haberi geldi.

Akşam Haberleri;
“UEFA, 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın (EURO 2020) 11 Haziran-11 Temmuz 2021'e ertelendiğini duyurdu.”

“Johns Hopkins Üniversitesinin açıkladığı verilere göre, Amerika Birleşik Devletleri'nde Covid-19 vakalarının sayısı 4 bin 661'e çıktı. Covid-19 kaynaklı ölümlerin 85'e ulaştığı ABD'de 17 kişi iyileşti.”

“Umreden dönen 263 yolcu ve 12 mürettebattan oluşan kafile, yeni tip Corona Virüs (Kovid-19) tedbirleri kapsamında gözlem altında tutulacakları Eskişehir'deki yurda yerleştirildi.”


18 Mart 2020 Çarşamba
Vaka sayısı 191
Ölüm sayısı 2

Akşam haberleri;
AB virüs nedeniyle dünyaya kapıları kapattı. Şimdilik 30 gün için geçerli olacak uygulama ile AB’ye sadece birlik vatandaşları giriş yapabilecek.

Seyahat yasağı, hava, kara ve deniz üzerinden yapılan bütün seyahatleri kapsarken, AB ülkeleri içinde devamlı ikamet hakkı bulunanların uygulama dışı tutulduğu vurgulandı.


19 Mart 2020 Perşembe
Vaka sayısı 359
Ölü sayısı 4
Virüsten korunmak için saf alkol içip ölenlerin sayısı 20

Akşam haberleri;
“Gençlik ve Spor Bakanı Kasapoğlu, corona virüs salgını nedeniyle futbol, basketbol, voleybol ve hentbolda liglerin ertelendiğini açıkladı.”

“Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, TBMM'de milletvekillerini koronavirüse ilişkin bilgilendirdi. Bakan Koca yaptığı açıklamada en rasyonel tedbirlerin alındığını vurgulayarak, "Önümüzdeki 1-2 gün içinde hızlı tanı kiti devreye girecek. Bütün illerimize vererek planlama yaptığımızı buradan müjdelemek istiyorum. 10 bini aşkın test yaptık. Önümüzdeki günlerde bu sayıyı çok artıracağız. Hedefimiz günde 15 bin kişiyi taramak" dedi

Yeni tip koronavirüse karşı alınan önlemlere ilişkin açıklamalarda bulunan İçişleri Bakanı Soylu, Umre'den dönenler dahil 9 bin 800 kişiye karantina uygulandığını açıkladı. Soylu, "Umre dahil 9 bin 800 kişiye karantina uygulamamız var. Kıbrıs'a transfer olacak şahıs Türkiye´de karantina altında." diye konuştu.



20 Mart 2020 Cuma
Vaka sayısı 670
Ölü sayısı 9

Akşam haberleri;
“Sağlık Bakanı twitterdan bildirdi vaka sayısı 670, ölüm sayısı 9. ölenlerin tamamı 60 yaş üzeri”

“İngiltere’de koronavirüs önlemleri kapsamında bu geceden geçerli olmak üzere restoran, bar, cafe, sinema ve tiyatroların kapatılmasına karar verildi.”


21 Mart 2020 Cumartesi
Vaka sayısı 947
Ölüm sayısı 21
Sokakta dolaşan sayısı milyonlar


Akşam haberleri;
“Corona virüsü salgını ülkemizde yaygınlaşmaya devam ederken, İçişleri Bakanlığı'ndan son dakika açıklaması geldi. 65 yaş üstü ve kronik rahatsızlığı olan vatandaşların evlerinden dışarı çıkmaları, park, bahçe gibi açık alanlarda dolaşmaları sınırlandırıldı.”

“Edirne'de, dün öğle saatlerinde koronavirüse karşı alınan önlemler kapsamında 'evde kal' çağrısına uymayan yaşlı vatandaşlar için Belediye Başkan Yardımcısı doktor Ertuğrul Tanrıkulu, merkezdeki meydanı dolaşıp, uyarılarda bulundu. Vatandaşların bazıları Tanrıkulu'nun uyarılarını dinlemeyip, oturmayı sürdürünce bankların etrafına tel çekilerek, 'Evinde kal Edirne. Dışarı çıkma, şansını zorlama' yazısı asıldı.”



22 Mart 2020 Pazar
Vaka sayısı 1.236, ölüm sayısı 30
Evde kalma gün sayısı 11
Bana delirip delirmediğimi soran ev ahalisi sayısı 3

“Eşimin yüzündeki şaşkın ifade yerini endişeye bıraktı. Bu kadın yavaş yavaş deliriyor olabilir miydi? Kim bilir belki de Mine Söğüt’ün dediği gibi “Deli olmayan kadın yoktur, henüz yeteri kadar delirtilmemiş kadın vardır.”


Akşam Haberleri;
Çin’de yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınında hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 261’e çıktı.

İtalya'da ise ölü sayısı 4825'e ulaştı.
İran'da 1685, İspanya'da 1753, Fransa'da 562, İngiltere'de 243, Güney Kore'de ise 104 kişi hayatını kaybetti. Dünyada toplamda 13,674 kişi virüsten hayatını kaybettti.


Not: Haberler gazete ve televizyonların web sayfalarından alınarak derlenmiştir.

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 

Devamını Oku »

BUNA HAKKIN VAR

0 yorum



-Bugün okulda olanlar hakkında konuşmak ister misin?

-Bu konuda susma hakkımı kullanıyorum.


-Ödevlerini yaptın mı?

-Cevap vermeme özgürlüğüm var.


Özgürlükler, haklar ve sorumluluklar…

Çocuklar ne kadarını biliyor? Biz hangi yaşta, ne öğretmeliyiz?


Çocuklarımıza, yaşadıkları dünyayı sorgulayan ve doğru analiz edebilecek zihinsel alışkanlıklar kazandırmak ve onları, çeşitli etkileri kendi başlarına değerlendirecek bir zihne sahip olmaları için donatmak biz anne-babaların ve öğretmenlerin görevi.

Çocuklara, sırf kendilerinden küçük ve savunmasız oldukları için hükmetme gücü gören yetişkinlerin -bu ister anne-baba olsun ister öğretmen ister komşu, akraba- karşısında kendilerini nasıl savunacaklarını, neye hakları olduğunu nasıl anlatabiliriz?

Çocuklar, okullarda öğretmenleriyle ya da idari kadro ile yaşadıkları sorunları çözebilmek adına, Çocuk Hakları Bildirgesi’nin “Okul disiplininin çocukların onuruna saygı duyması gerekir” maddesini hiç duydular mı?

Bu maddenin içeriğini, tam olarak ne anlama geldiğini biliyorlar mı?

İşte tam da burada elimde tuttuğum “Buna Hakkın Var” kitabının daha çok çocuğa ulaşmasını diliyorum.



Sınıf öğretmeni Bahar Sarıkaya’nın, hak ve özgürlük kavramlarından yola çıkarak hazırladığı, “Buna Hakkın Var” Haklar ve Sorumluluklar Etkinlik Kitabı, Çocuk Hakları Bildirgesi’nin maddelerini ele alarak, onlara haklarını anlatan ve “hakkın varsa sorumluluğunda vardır” ilkesiyle onlara sorumluluklarını hatırlatan, etkinliklerle öğreten bir el kitabı. 





Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiş olan Çocuk Hakları Sözleşmesinin en temel maddesi “her çocuğun yaşam hakkı” vardır.

Sözleşmenin maddelerinden bazıları;

*Her çocuk ülkesinde özgürce yaşama ve gelişme hakkına sahiptir.

*Okul disiplini çocuğun insan olarak taşıdığı saygınlıkla bağdaşır biçimde kuralları uygular, gerekli olan önlemleri alır.

*Her çocuğun eğitim hakkı vardır. Bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinden sürdürülebilir olması devletin görevidir.

*Çocukların ekonomik sömürüye alet edilmeleri ve her türlü işte çalıştırılması yasaktır. Korunma altına alınmalıdırlar.

*Hiç kimse çocukları dövemez

*Çocuklar ailelerinin ve devletin koruması altındadır.


Bu maddeleri okuyunca her şey yolunda diye düşünebiliriz. Ancak hâlâ daha,

-10 yaşındaki çocukların fabrikalarda çalıştığı ülkeler var.

-Dünyanın her yerinde çocuklarını döven anne babalar var.

-10-12 yaşındaki kız çocuklarının, kendilerinden büyük adamlarla evlendirildiği ülkeler var…

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi, yüzden fazla ülke tarafından onay görmüş imzalanmış. Bu hakların tamamını o ülkeler tam olarak uygulayabilmiş mi? O konu kocaman bir soru işareti.

Değiştirme enerjisi, mücadele etme gücü...

Bize dokunan, sadece bizim çocuğumuzu ilgilendiren sorunlardan söz etmiyorum. Tüm dünya çocuklarının tamamı için, bütün gelecek nesiller için, var olması gereken bir adaletten söz ediyorum.


Hâlâ daha okul çağındaki çocukların trafikte dolaşıp arabaların camlarını sildiğini, kâğıt mendil sattığını, bir lira için dilendiğini, küçücük kız çocuklarının koca koca adamlarla evlendirildiğini görünce Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kim, ne amaçla kullanıyor, nerede, hangi uygulamada hata yaptı diye düşünmeden edemiyorum.


Haksızlıkları gördükçe, adaletsizlik içinizde bir öfke oluşturur ya, bir de beraberinde şiddeti getirir. Bu kadar çok haksızlık dayanılmaz hal alınca şiddette, savaşta kaçınılmaz olurmuş…

Ancak haksızlığın insanların içine yerleştirdiği öfke, şiddetten başka bir şeye de dönüştürülebilir. Değiştirme enerjisine, mücadele etme gücüne...

Çocuk Hakları Bildirgesi’ni 8-10 yaş için okulda etkinliklerle anlatan Sınıf Öğretmeni Bahar Sarıkaya, tüm çocuklar öğrensin, bilinçlensin diye etkinlikleri kitap haline dönüştürmüş.

Her anne-baba ve çocuğun baştan sona keyifle eğlenerek öğreneceği etkinliklerle dolu bir kitap, “Buna Hakkın Var” Haklar ve Sorumluluklar Etkinlik Kitabı.

Haklarını, yasayı bilen, neyin adil olup olmadığını analiz edebilen farkındalığı yüksek, bilinçli çocuklar yetiştirdikçe, kendilerini savunan ve adalet talep eden bir nesil yetiştirmiş oluruz.

Daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek için elele…

Sevgiyle kalın




“Çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız.”

Mustafa Kemal Atatürk



Çocuk Hakları Sözleşmesinin tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.
Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.












Devamını Oku »

GÖKKUŞAĞI RENGİNDE BLOKLAR

0 yorum

Hayatım rengarenk 

Kırmızı, mavi, turuncu… Ahşap blokları üst üstte diziyorum öyle oyun olsun diye değil, sevgiyle, sabırla, özenle… Yeşil, mor, sarı, turkuaz… Metrobüsteki teyze, okuldaki öğretmen, mahalledeki arkadaş, marketteki yaşlı adam, her seferinde biri - bazen yeni karşılaştığım, bazen tanıdığım çok yakınım- dizdiğim bloklara bir yenisini ekliyor yada bir fiske vuruyor…

Her devrilen blok yeniden yerine konuyor ama, bazen ağır hasar almış, tamir edilse de izi kalmış olarak, bazen de hasarsız ama daha güçlenerek…

Şimdi ben diyebilir miyim ki bu blokları sadece ben dizdim? Mahallemdeki bakkalın da, okulda ki öğretmenin de katkısı büyük, kimisi yeni bir blok koydu kimisi var olanı devirdi…

Mavi, yeşil, kırmızı, turuncu, pembe, sarı, mor… Dürüstlük, hoşgörü, sorumluluk, saygı/ öz saygı, empati, sabır, alçak gönüllülük, vicdan, adalet, nezaket, anlayış, sevgi...

İlk dizmeye başladığım bloklarım mavinin tonlarıydı. Kırmızı, sarı hatta pembe mümkün değil zinhar olmaz. Toplum koyu renkleri uygun görmüş oğlan çocuğuna. Biz anne babalar çocuklarımıza her ne kadar iyi birer İNSAN olma özelliklerini benimsetmeye çalışsakta, sağdan soldan ERKEK yada KADIN olma özellikleri itina ile öne çıkarılıyor.

Okuldan eve geldiğinde “anne erkekler nasıl ip atlar?” diye soran 9 yaşındaki oğluma ip atlamanın cinsiyeti olmadığını anlatmam epey zamanımı almıştı.

“Ama öğretmenim dedi ‘kız gibi atlama’ diye!…”

Oğullarım büyürken “kız gibi niye ağlıyorsun?” ithamı ile her karşılaştıklarında, duyguları ifade etmenin, acılardan kaçmak değil acıların içinden geçmek olduğunu tekrar tekrar hatırlatmam gerekti. Ama çevreden gelen fısıltılar…

Kız gibi ağlama!

Erkek gibi güçlü ol!

Bloklar üst üste sıralanırken bir bakmışım boyuma gelmiş. Zaman su gibi akıp geçiyor. Daha dün çocuktular dediklerimiz bu gün birer yetişkin olma yolunda ilerliyorlar.

Hayat, ahşap bloklarla yaptığımız yap bozu andıran bir oyun gibi… Yıkılmasın, sallansa da çabuk toparlansın istiyorsak temeli sağlamlaştıralım.

Dizilen blokların aslında cinsiyetsiz olduğunu–Kadın ya da Erkek- her insanın temelinin aynı olduğunu farkeden bireyler olduğumuz sürece, çocuklarımızı, gelecekteki toplumu iyileştirmek, güzelleştirmek bizlerin elinde.

Mavi, yeşil, kırmızı, turuncu, pembe, sarı, mor… Dürüstlük, hoşgörü, sorumluluk, saygı/ öz saygı, nezaket, empati, sabır, alçak gönüllülük, anlayış, vicdan, adalet ve  sevgi, sevgi, sevgi...

Dünyayı sevgi kurtaracak…

Sevgiyle kalın daima…

Hüma Oktay
Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 

Devamını Oku »

SAVAŞÇI

0 yorum

Bobby Dixon
(Ali Muhammed)
Dipten zirveye... 



“Anneeee, bunu mutlaka sen de okumalısın!” dedi, elinde salladığı kitabı burnuma doğru sokarak. Çok yakın bir dostumuzun karne hediyesiydi “Savaşçı”

Onun bu ısrarcılığı beni daha çok meraklandırdı. İlk bakışta Fenerbahçe’li bir basketbolcunun yaşam öyküsü diye adlandırabileceğim sıradanlık yavaş yavaş yerini gizemli bir merak duygusuna bıraktı…

Oğlumun eline aldığı kitabı aynı gün içinde bir solukta bitirmesinden anlamlıydım. Satırlar arasında ilerledikçe farkına vardım ki bu kitap, mücadelenin, çok çalışmanın, başarının yanında hiç pes etmemenin kitabıymış… 

“En dibe vurduğunda gidebilecek başka yer olmadığına göre tek yapman gereken yukarı çıkmaya başlamaktır.”

Doğduğumuz coğrafya ve doğuştan sahip olduğumuz din, dil, ırk gibi bazı özellikler bize, şansı ve şanssızlığı beraberinde getirirmiş.

“Bizim ise tek yapmamız gereken değiştiremediklerimizin değil, değiştirebildiklerimizin üzerine odaklanmak” diyor 1983 Chicago doğumlu Bobby Dixon. Uyuşturucu batağının içindeki ailesiyle verdiği yoksulluk mücadelesi, hayata 1-0 yenik başlamasını sağlasa da, hatalarla dolu yaşamından zirveye doğru tırmanırken aldığı dersler, sabır ve azimle çalışmaya devam ettiği cesaret dolu mücadelesini anlattığı hayat hikayesi “Savaşçı” Nemesis Kitap tarafından okurlarla buluştu.

“Bu benim hayatımda aradığım başlangıçtı..." dediği Kankakee Devlet Üniversitesi’inde deneme idmanından sonra aldığı burs sayesinde basketbol hayatı resmen başlıyor. Sanmayın ki ilk başvurduğu okul ona burs verdi. Kabarık sabıka dosyasını, onun daha sonraları sorun çıkaracağının işareti olarak algılayan bir çok okul sergilediği performansa rağmen red cevabı veriyor.

Ama yılmadan çalışmaya devam eden Dixon, çabaları ve azimli çalışmaları sayesinde burslu girdiği Troy Üniversitesi'nin sağlık bölümünü yüksek bir dereceyle bitirmeyi başarıyor.

Hayaller büyük, gidilecek yol uzun, daha çoooook çalışmak gerek!

“O günlerle ilgili hatırladığım şeylerden biri de, öyle bir hayat yaşamak istemediğimin farkına varmamdı. Daha fazlasını istiyordum. İçinde doğup büyüdüğüm aile belliydi, bunu değiştiremezdim. Sonuçta hiçbirimiz nerede ve kim olarak doğacağımızı seçemeyiz. Değişitremeyeceğim şeyler karşısında bir şeyler yapabiliridim ama. Özgürlük hissine ihtiyacım vardı belki. Ya da kaçmaya. Ve bu ikisini bana aynı anda hissettirebilen tek şey spordu.” Syf 58

Hayal kırıklıklarını en aza indirmek için zaman zaman gidilen yolu, tercihleri değiştirmekle yeni kapıların açılmasına şans vermeyi deniyor Dixon.

“1.78 metre boyun NBA'de bir kadroda yer almak için yetersiz olduğunu biliyordum.”

NBA hayalinden vaz geçerek Avrupa basketbolunda şansını denemeye karar vermesi de onun için hayatında açılan yeni kapılar, yeni başlangıçlar demekti.

Gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Ona inanan antrenörler ve takım arkadaşları sayesinde adım adım zirveye tırmanıyor.

“Kuzenimle birlikteaynı evde kalıyordum. Kendime zar zor yetiyordum. Kuzenim ise yeniden uyuşturucu satarak para kazanabileceğimi söyledi. Bunu birdaha asla yapmayacaktım. Hiç uzatmadım ve evden ayrıldım. Beni yanlışa sevk ettiğini hissettiğim her yerden ve herkesten uzaklaşmaya kararlıydım.” Syf 81

Büyürken kendi hayatında yaşadığı zorluklar sırasında eksikliğini hissettiği bir çok şeyi şimdi o çevresindeki gençlere sağlamaya çalışıyor. Chicago'da kurucusu olduğu "Lionheart" vakfı sayesinde yaz döneminde gençler için basketbol kampları düzenliyor. Amacı 10-17 yaş arasındaki gençlere hem basketbolu sevdirmek hem de hayatta karşılaştıkları zorluklarla mücadele etmelerini sağlamak.
Kitap bittiğinde şunu düşündüm “Yapabilirsin! Yadaaaa yapmamayı da tercih edebilirsin. 
Hayat senin! Seçim senin!”


Temmuz 2019
Hüma Oktay

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır





Devamını Oku »

İyi Okul

0 yorum


Okullar açıldı. Mutlu muyuz? Çoook…

Kimisi mini mini birler, uzun araştırmalar ve hesaplar sonucu -malum özel okullar cep yakar boyutta- 12 yıllık eğitim ve öğretim hayatına başladı. Kimisi, geçen yıl 8. sınıftan mezun olan yüz kez değişen sınav sistemiyle girdiği yeni okula - en iyi okula - liseye başladı. Yine milyonuncu kez değişen sınav sistemiyle meslek seçimlerini yapmaya çalışan üniversite öğrencilerinden bahsetmeyeceğim bile, malum mevzu derin.

Herşeyden sakındığımız gözümüz gibi baktığımız çocuklarımızın, -titizlikle yapılan araştırmalar sonucu - ücretini binbir zahmetle ödediğimiz okullara kayıtlarını yaptırdık. Ancak hâlâ şüpheliyiz, biz anne babaların nesi var?

Her Anne - Babanın amacı çocuklarının iyi bir eğitim alması.

“iyi bir eğitim”…

“iyi bir okul”…

“iyi bir üniversite”…

“iyi bir iş”…

“iyi bir gelecek”…

Böyle devam edersek bu “iyi”ler uzayıp gider…

Çocuğu okula verdik, parayı da bastırdık, herşey dahil sistem. Okulda torna gibi yontulup çıkacak, “iyi bir eğitim” almış olarak. Bu arada çocuğun gittiği okulun adı çok önemli. Bundan önce kaç öğrenci bu okuldan mezun olunca hangi liselere yada üniversitelere girmiş?… Liste hazır şak diye önünde, yıl yıl rakamsal olarak bir tablo verisi bütün çocuklar.

Pekiiiii, bu okuldan mezun olan çocuklar;

Okula ve çevresine zarar vermiş mi? Maddi yada manevi.

Arkadaşlarına karşı şiddet uygulamayan mülayim, uyumlu, sabırlı, çocuklar mı?

Doğa sever, canlıları koruyan vicdanlı çocuklar mı?

Paylaşımcılar mı?

Saygılılar mı?

Alçak gönüllüler mi?

Hayat başarıları var mı?

Derslerini, okulunu, arkadaşlarını severek mi geliyorlarmış okula?

Kısacası hayatı seven mutlu çocuklar mı?

Yok

Tabloda bu veriler yok.

Çocuklarımız için hep iyi okulları seçiyoruz. Okullar ise sınavlarla yada mülakatlarla iyi çocukları seçiyor. Sanki sürekli iyinin kazanma durumu var gibi gözüküyor.

Peki neden? Okullarda çocuklar arasında, azıcık güçlü olduğunu hisseden biraz çelimsiz gördüğünü ezme çabasında. Birbirlerinin zaaflarını kollayıp açığı yakalayan diğerini rezil etme çabasında. Fırsatını bulan diğerinin eşyasını habersiz (ç)alma çabasında. Hiç yabancı gelmedi di mi? “Bizim çalıştığımız yerde, evde, çevrede de aynı şeyler oluyor” dediğinizi duyar gibiyim. Çocuklukta başlıyor herşey, evde, evin içinde, ailede…

“Eğitim dünyayı değiştirecek en güçlü silahtır.” Demiş Nelson Mandela

Peki değerlerden yoksun bir eğitim güçlü ama tehlikeli bir silahtır diyebilir miyiz?

Merhamet yok, adil değil, dürüst değil, kibirli, öfke kontrolü olmayan şiddet yanlısı ama en en en iyi okullarda, en iyi eğitimi almış. Bir de eline yetki geçtiğinde düşünün durumu…

“Değerlerden yoksun bir eğitim faydalı olmaktan ziyade, insanı daha zeki bir şeytan yapıyor.” Demiş yazar ve öğretim görevlisi Prof. Clive Staples Levis.

Geçmişe dönüp baktığımızda tarihe adını kanlı harflerle yazdıran bu tarz insanlara rastlamak mümkün.

Değerler ailede şekillenir. “Dürüstlük” ailede bir değer ise, önce anne - baba bunu özümser ve davranışlarında sergiler ve daha sonra çocuktan da dürüstlüğe önem vermesini bekler.

Küçükken parkta her gördüğü salyangozu büyük bir zevkle çıtır çıtır ayağının altında ezen çocuk, ebeveyninden tepki görmez geri bildirim almassa, büyüdüğünde arabayla kediyi, köpeği ezer mi? Kim bilir? Çocukken yaptığı davranışların sorumluluklarını üstlenmeyen büyüyünce üstlenir mi?…

Küçük oğlum ilk okul birinci sınıfa başladığında sınıfın en ufak tefek öğrencisiydi. Tabi ki kaçınılmaz son, ondan birazcık daha iri cüsseli çocukların açık hedefi haline geldi.

Evde sürekli kendini savunma sanatı dersleri aldı ağabeyinden.
“Sen vurma ama sana vurmalarına da izin verme.” Onun mottosu oldu.

Ufak tefek olduğu için her aralıktan kaçıp kendini kurtarabilmesi bir avantaj olsa da kaçmak da bir yere kadar. Kendi gibi merhametli ve adil olan arkadaşlarıyla bir olunca birden fazla küçük çelimsiz çocuk bir tane iri çocuğu bu yaptığından vaz geçirebildi mi? Şiddetsiz iletişim ile evet… Empati kurarak, duyguları anlayarak…

Zorlayıcı şartlar altında bile insanca davranma yeteneğimizi güçlendirecek dil ve iletişim becerilerine sahip olmak bu hayattaki en büyük meziyet. Bu süreçte okuldaki rehber öğretmenlerin de büyük desteğini göz ardı etmemek gerek. Her bir öğrenci için ayrı ayrı uğraş verdiler ve aileleri de işin içine kattılar.

“İyi okul” içindeki öğrencilerle, öğretmenlerle iyi okul oluyor.

İnanıyorum ki, dünyayı, merhametli, adil ve dürüst davranışlar sergileyen eğitimli çocuklar kurtaracak…

Hüma Oktay
Eylül 2018

Bu yazı Martı Dergisi' nde yayınlanmıştır.

























































Devamını Oku »

Esneyin Yoksa Kırılırsınız

0 yorum


Yolculukların sevmediğim yanı zamanlı zamansız uyku bölünmeleri. Neyse ki başucu kitabım yanımda, sabah sessizliğinde imdadıma yetişiyor.

“Neticede tüm duygu ve düşünceler gelip geçicidir. Bir durak gibi hepimize uğrar ve hayatımızdan geçerler. Gereğinden fazla ev sahipliği yaparsanız sonra süpürgeyle kovsanız dahi gitmezler. Aynı şey zihnin yarattığı düşünceler için de geçerli tabii. Peki yönetmek için ihtiyacımız olan ana malzeme nedir?” syf 16


Hayat boyu eğitim ve gelişim için adım adım ilerliyoruz. Kimimiz iki ileri bir geri gidiyor, kimimiz olduğu yerde çakılıp kalıyor. 🤗Kimimiz ise dört nala koşuyor.

“Esneyin Yoksa Kırılırsınız” önce adıyla sonra da içeriğindeki akıcı anlatımıyla beni cezbederek başucu kitabım oldu.

Okuyup geçiyoruz ya bazen, ufakta olsa birşeyler kalıyor aklımızda işte hayat bize yaşam deneyimi olarak o aklımızda kalanları önümüze çıkartıyor, farkındalıkla yaşayalım diye.

İçinde bir çok öykü barındıran yaşamın kıyısındaki deneyimlerini harmanlayarak ilham aldığı herşeyi okurla paylaşan yazar Ayşegül Karaçivi’nin “Esneyin Yoksa Kırılırsınız” ile esnemeye başladım.
Farkındalıkla zihnimdeki kalıpları kırdıkça, bedenimin de nasıl kolaylıkla esneyebildiğini gördüm.


“Yakınlaştıkça yol netleşiyor, gidilecek hedef görünüyor, yolculuk keyifleniyor, kabullenmeyle birlikte zorluklar atlatılıyor.
İster iş hayatı olsun ister özel hayat, dümene kendiniz geçtiğinizde işte o anda tüm sorumluluk üzerinizde... “ syf 98

Yeryüzündeki herkesin, hayat boyu farkındalıkla esnemesi dileğiyle...

Devamını Oku »

Ergen Beyni

0 yorum



Ergen dediğin nedir ki? 

Herşeye itiraz eden, verilen sorumluluğu yerine getirmekte zorlanan, bir öyle bir böyle değişken ruh haline sahip, yetişkin görünümlü sivilceli çocuk! Maalesef bir nesil böyle büyüdü.

Ergenlerde gördüğümüz ama anlamlandıramadığımız çoğu tavrın nedenlerinin hep psikolojik olabileceğini düşünmüşümdür. Bunun da payı varmış ancak Dr. Frances E. Jensen ve Amy Ellis Nutt‘un yazdığı Ergen Beyni adlı kitapta beynin fizyolojik yapısını açıklayarak ergenleri tanımlamış. Bu kitap, bir nörobilimciden ergen ve genç erişkinlerin yetiştirilmesinde ilişkin hayatta kalma rehberi olarak tanımlanabilir.

Dr. Frances E. Jensen’ın iki oğlu var ve aslında laboratuvar ortamında yada denekler üzerinde yapılan araştırmaların, işin teori kısmının yanı sıra birebir gözlemlediği işin pratiği de bu kitabı yazmasını kolaylaştırmış olmalı.

İtiraf etmeliyim kitabın başlarında beynin fizyolijik yapısını anlatırken biraz zorlandım. Konular ilgi çekici olduğu kadar çok teknik. Fakat daha sonraki örnekleri okurken beyindeki tüm bu işlemin, hücreler arası bilgi alış verişinin, bilgilerin işlenmesinden sorumlu beyin dokusunun nasıl olduğu gibi tüm detayları daha iyi anladım. Anladım da bunu ergen oğluma nasıl izah edeceğim kara kara düşünüyorum.

Senin bu beynindeki hücrelerin salgıladığı nörotransmitterler nöronların içinde sinyal iletimini kesmiş çocuğum, yada prefontal loblarının henüz tam anlamı ile çevrim içi değil yavrum mu desem? Denemessem baştan kaybederim.

Bu kitabın sonunda anladığım ki “ergenlerin bilgiye saygı duydukları ve doğaları gereği kim olduklarını öğrenmeye meraklı oldukları” gerçeği bana her daim yol gösterecek. Hal böyle olunca kitapta gösterilen grafikler çizimlerle hayatlarının ne kadar özel bir safhasında olduklarını anlamalarına yardımcı olmak da biz ebeveylere düşüyor. 

Kitabın bir çok bölümüne işaretler koyarak sınıflandırdım. Hangi bölümün hangi sayfasını hangi oğluma okuyacağım, renklerle işaretli. Yeni bilgiler ilgilerini çekiyor. Öğrenmeye açıklar ve bilimsel kanıtlarla sunduğum her bilgiyi daha çabuk kabul ediyorlar. Yani sınırsız itatkar değiller. Ben de itirazlara açık olmayı öğreniyorum. Birde ergenlerdeki bu dönemin dezavantajlarından biri bilgiyi uzun dönemli stoklama konusunda zorluk çekiyor olmaları, onun için sık tekrar gerekiyor. Tabi bu sık tekrarı benim gibi abartan annelerden olmayın derim. Elimde bu kitapla onlara doğru yaklaştığımı gördüklerinde “Anne yine mi yaaa” diyen bir ön ergene sahibim. Bu arada ergen ile ön ergen arasnda dengede kalmak için gidip geliyorum. Zaten öğrendim, boylarıyla doğru orantılı uzayan tek şey dilleri! “Maşallah dil pabuç gibi!…” derdi büyüklerimiz. Ben evde iki tane ile baş etmeye çalışırken okullarda öğretmenlere özellikle rehberlik öğretmenlerine sabır diliyorum. Yaptıkları işin zorluğu karşısında önlerinde saygıyla eğiliyorum.

Karar verememe durumu

“Peki ama ergenler niçin kendilerini çılgınca şeyler yapmaktan alıkoyamazlar? Ergenlerin beyinleri yetişkinlerin beyinlerine oranla genel anlamda daha yoğun ödüllendirilme hissi tecrübe eder ve ergen beyni hem daha fazla dopamin hormonu salgılar hem de dopamin hormonuna daha fazla tepki verir. Bu yüzden heyecan peşinde koşmak genellikle uyarılma ve ödüllendirmeyi kontrol eden sinir sistemlerinin özellikle hassas olduğu bir dönem olan ergenlik ile ilişkilendirilir. Ancak ergenlerin frontal lopları ile beyinlerinin diğer bölümlerinin arasındaki bağlantıların yetişkinlere oranla daha seyrek olması, tehlike arz etme potansiyeli olan durumlarda kontrolü ele alarak bilinçli karar vermelerini zorlaştırmaktadır.” Syf 120

Karar verememenin dışında diğer bir tehlikede ergenlerin yaptıkları hareketin sonucunda başlarına neler gelebileceğini bilememeleri. Üç adım sonrasını hesaplayan ben, bak böyle yapınca bu olur diye uyarmama rağmen ağlayarak gelen ön ergen oğluma “Neden?” diye sorduğumda, “Sonucu kendim deneyimleyerek görmek istedim” cevabını alıyorum. Anladım ki önceden bilgi versemde vermesemde o zaten yapacak, iyisi mi az zararla çıkabileceği şeylerde sesimi çıkarmayayım da kendisi düşe kalka deneyimlesin. Ancaaaaak, gözüm üstünde…


Göz göre göre dijital istila

Kitap, çocuklarınızın sağlıklı büyümesini istiyorsanız telefon, bilgisayar, televizyon vb LED ile aydınlatan aletlerden mümkün olduğunca uzak tutun diyor.

“Yapılan araştırmalar, akıllı telefonları, bilgisayarların ve diğer cihazların arkadan aydınlatmalı LED ekranlarına yalnızca iki saat bakılmasının melatonin hormonunun salgılanmasını yüzde 22 oranında engelleyebildiğini ortaya koymaktadır. Araştırmacılara göre sirkadiyen ritminin yatma vaktinden önce bu şekilde uyarılması insanların, özellikle de ergenlerin uyku düzenlerini hatırı sayılır düzeyde etkileyebilmektedir.” Syf 114

Sonra devam ediyor, uyku düzeni bozulan ergenlerde yetersiz uyku sonucu ortaya çıkan fizyolojik, duygusal ve bilişsel sorunları tek tek ele almış. Özetle;

Yetersiz uykunun ergenlerde ortaya çıkan fizyolojik nedenleri

· Sivilce ve sedef hastalığı gibi stresle ağırlaşan cilt hastalıkları

· Aşırı yemek veya yanlış besinler tüketmek

· Spor faaliyetlerinde yaralanma

· Yüksek tansiyon

· Ciddi hastalıklara yakalanma riskinin artması


Yetersiz uykunun ergenlerde ortaya çıkan duygusal nedenleri

· Saldırganlık

· Sabırsızlık

· Düşüncesizlik ve münasebetsizlik

· Özsaygı eksikliği

· Ruh hallerinde ani değişiklikler


Yetersiz uykunun ergenlerde ortaya çıkan bilişsel nedenleri

· Öğrenme yeteneğinin zayıflaması

· Yaratıcılığının azalması

· Problem çözme becerilerinin yavaşlaması

· Unutkanlığın artması


Veeee daha bitmedi
“Araştırmanın sonucunda günde bir saat veya daha fazla bilgisayar oyunu oynayan ergenlerde daha fazla ve daha şiddetli Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu belirtileri ile dikkatsizlik görüldüğü ortaya çıkmıştır.“ Syf 233

Tüm bu açıklamaların sonucunda akla gelen soru aynı. İyi de nasıl? Bu kadar teknolojinin içinde birbirleri ile yarışırken kural koyup kısıtlayarak onların sağlıklı ama hâlâ bizimle iletişim içinde olmasını nasıl sağlayabiliriz?

İşte burada anne - baba yaratıcılığı devreye giriyor. Her çocuk – ergen kendi içinde başka özellikler barındırıyor, önce onları analiz etmek gerekecek. Daha çok işimiz var...
Bana en çok söylenen “sen ilkinden tecrübelisin!” Ah aaaah her zaman çalıştığım yerden gelmiyor ki! Hep ters köşe! Hep ters köşe!…

Geçenlerde anneme sordum, “Bizi merak etmeyi, bizim için endişelenmeyi ne zaman bıraktınız?”  Cevap “Endişelerimizin derecesi sizin yaşlarınızla ters orantılı gitti. Yıllar içinde değişiklik gösterse de sizleri düşünmeyi hiçbir zaman bırakmadık.”

Anne ve babalara büyükler tarafından söylenen “Biraz büyüsün rahatlarsın” sözüde tarih oldu böylece…

Ergen Beyni adlı kitapta örnekler ve araştırmalar tabiki Avrupa ve Amerika’dan ancak yinede sonuç aynı,  ergen çocuğunuzla iletişimi koparmayın, çağı yakalayın.

Sevgiyle, sabırla iletişimde kalın

Hüma Oktay
Haziran 2018

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.





















Devamını Oku »

8 Mart Kutlanmalı mı?

0 yorum

Bu sabah akıllı bıdık telefonumdaki mesajların ve elektronik posta kutusunun sağ üst köşesinde, rakkamlar saniyede üç beş artarak ekranın ışığını harekete geçiriyorlar. Bilmediğim acil bir durum mu var? diye düşünmeden edemedim. Meğerse kozmatik, züccaciye ve tekstil firmaları günün anlam ve önemine uygun indirim oranlarıyla yarışa geçmişler.

Hadi bakalım bu gün nasıl geçecek diye düşünürken, köşede çiçek satan teyze bile yoldan geçen her erkeğe “bugün kadınlar günü, özel buket hazırladım abim” diye sesleniyor. Ah bu Kapitalist sistem, bize daha ne oyunlar oynayacaksın?

Her salı olduğu gibi İstanbul Oyuncak Müzesi’nde Yasemin Sungur’la Kitap İle Sohbet ‘deyim. Bugün konumuz “Şiirler ve Şarkılar ile ADIM KADIN“ ve “Anlamda Türkiye'de KADIN OLMAK"

Çok özel konuklarımız ve konuşmacılarımız var keza mevzu derin.  Sohbetiyle ve şiirleriyle olduğu kadar şarkılarıyla da bize eşlik eden Mehtap Meral ve Türkiyede ki tek kadın akordeon sanatçısı Özge Metin.

Konuşmacı kitapdaşlarım uzmanlık alanlarında bize eşlik ediyorlar.


‘Hoş Geldin Kadınım’ ile Filiz Temizel, günün anlam ve önemi İlknur Karapolat, rakamların dilinden anlayan Alev Türkkan, endüstrileştiremediklerimizden Zeliha Dağhan, şiddeti dört ayrı parçaya bölerek konuya derinden giren Didem Yeşim Pektok ve her zaman olduğu gibi – bu sefer Lilith efsanesiyle- konuya farklı bakış açıları kazandıran Oktay Valunya ile sohbetimiz şiirler ve şarkılarla süslendi.


Konuşulanlardan  hafızama takılı kalanlar;

- Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur.

- Kadın yada Erkek, kimliklerimize sahip olmayı başardıktan sonra insan olabiliriz.

- Sihirli bir kelime “Lütfen”,  hayat kurtarır.

-Kadın ve erkeğin eşit olduğu tek nokta nüfus dağılımı.

-Her 8 Mart’ta emekten önce şiddet vurgulanıyor.

-Dünyada 130 ülkedeki kadınlar, Türkiyede ki kadınlardan daha fazla hakka sahip.

- Adem‘in ilk karısı Havva mı? Lilith mi?

- Aile içinde değersizleştirilen ve en çok şiddet gören kişi, kadın.

- Ölüme giden yolda ilk adımlar evde duygusal şiddetle başlıyor.

- Dilerim 8 Mart, kendi gücümüzü konuştuğumuz bir güne dönüşsün.


8 Mart Kutlanmalı mı? Bu soruyu çok soruyorum” diyor Yasemin Sungur

Kutlansın tabi, yaşamdaki her güzel şey kutlansın. Asıl yapılması gereken mesele 8 Mart mücadelesini başlatan kadınların ruhundan uzaklaşmadan insan olmak yolunda kadınların mücadele geleneğini kutlamalıyız ki onlar bize bunu armağan etmişler. Ve biz kadınlar hem kadınlarla hemde erkeklerle. birlik içinde olmalıyız, dayanışma içinde olmalıyız.”

Konu kadın, konuşmacılar kitapdaşlar olunca, ortaya uzun soluklu bir sohbet çıktı. Bize konuşmak için bir gün yetmedi biz 364 gün daha konuşmaya çözüm yaratmaya, farkındalık yaratmaya ve birlik olmaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.

Güne şiirle başlamıştık, bu güzel sohbetin ardından şarkıyla bitiriyoruz.

Tüm Kadınların, Dünya İşçi ve Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.
Sevgiyle Kalın



Sen çok deniz aştın mart güneşi

Çok toprak ılıttın

Ekinlere kımıl düştüğünde

Duymadın mı çığlıkları

Soğuk vurduğunda meyveleri

İniltileri

Sözcükler boğuyor beni

Sen çok kadın gördün mart güneşi

Savaşta direneni, işkencede öleni

Rosa Lüksemburg’un moraran bedenini

Karadeniz’de kum çekenleri

Ağ örenleri

Sarı sıcakta pamuk toplayanları

İncir işleyenleri

Tarlada tezgahta doğuranları

Sözcükler yetersiz, sözcükler katı

Sen çok ülke gördün mart güneşi

Sen çok kadın gördün

Yoldaşlarıyla grev yapanları

Eşitlik türküsü çağıranları

Dur ve tanığım ol şimdi

Dur ve tanığım ol mart güneşi

Hindistan ekmeğiyle besleniyor Amerikan bifteği

Kokakolayla vuruluyor Afgan bebekleri

Dur ve tanığım ol

Kutlarken 8 Martı dünya kadın emekçileri

Söz veriyorum

Tüm dünyada ödenene kadar alın teri

Susmayacağım

Sözcükler boğsa da beni


Sennur SEZER


Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.







Devamını Oku »

Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan

0 yorum
Kadınlar ve Erkekler dendiğinde neden akla hep iki zıt kutup gelir? 

“Bir erkek, karşısındaki insan ağlamadıkça ya da çok üzgün olmadıkça onun neler hissettiğini anlayamazken, bir kadın ufacık bir mimik ya da bakıştan karşısındakinin ruh halini çözebilir.” der Aşkım Kapışmak Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan adlı kitabında.

Kadının yaptığını erkek anlamadığında neden açıklaması ‘kadın işte’ yada erkeğin yaptığı davranışı anlamayan kadın ‘erkek işte’ diye açıklar…

Aile bireylerini incelemeye başladığımda gördüm ki bazı istisnalar hariç kadınlar bir yanda erkekler diğer yanda kalıyordu. Taraf tutmak değildi benimkisi sadece anlamaya çalışmak. Neden erkeklerin aynı veya benzer olaylara aynı tepkileri verdiklerini?

Okuduğum tüm insan ilişkilerini anlatan kitaplar arasında kadın erkek arasındaki benzer ve farklı yanları bu kadar eğlenceli bir dille anlatana rastlamamıştım.

Facebook’ta Aşkım Kapışmak’ın seminerlerini, sözlerini ve kitaplarını keşfedince hayatımdaki soru işaretleri anlam kazanmaya başladı. Malum hayatımda her yaştan 3 erkek var ve zaman zaman onları çözmekte zorlanıyorum. Yaş aralıkları ne olursa olsun tepkileri çoğu yerde aynı oluyor.

Sağ beynini kullanan bir anne olarak sol beynini kullanan iki çocuğuda yetiştirirken onları biraz olsun sağa çekmek istesemde, ortada beyninin sol lobunu kullanan bir baba faktörü var. Hemde rol model olan. Eeee mesele derin, ne zamandır fırsat kolluyordum, Aşkım Kapışmak’ın son kitabı Kalbin Anahtarı‘ndan yola çıkarak düzenlediği farkındalık semineri için. Sonunda gidebildik ben ve eşim.

Aşkım Kapışmak'ın, kitaplarındaki gibi üslup aynı ama mimikleri ile yaptığı taklitlerle, mizansenlerle sahnede adeta büyüledi herkesi.

Bazen görmezden geldiğimiz gerçekleri gözümüze soktu, hüzünlendik; bazen hayatta hep yaşadığımız kadın erkek çekişmelerini anlattığında kahkahalara boğulduk. Sahnede oğullarımı, kendimi ve eşimi zaman zaman da annem ve babamı görür gibi oldum. Hem eğlendirdi, hem öğretti diyebilirim. En önemlisi de birey olarak farklılıklara rağmen birlikte yaşamanın ne kadar güzel olduğunu gözler önüne serdi.

Aşkım Kapışmak “Kadınlar Sağdan, Erkekler Soldan” adlı kitabında ayrıntılarla dile getirmiş, kadın- erkek arasındaki düşünsel farklılıkları. Hatta sayfa 79 da mini bir test var, beyninizin sağını mı yada solunu mu daha çok kullanıyorsunuz? Yoksa her ikisini birden mi kullanıyorsunuz. Her ne kadar kadınların beyninin sağ lobunu, erkeklerinde sol lobunu kullandığı söylensede istisnalar mümkün.

Kitaptan kısa bir not;

“Sağ beyin gelecek odaklıdır, herşeyi içselleştirir, estetiğe önem verir, sağ lobun içinde çok daha fazla sirkülasyon vardır, hızlıdır ve duyguların merkezidir.

Sol lop daha dayanıklıdır, uzun zaman sonra aşık olur. Sonradan yas tutar, geçmiş odaklıdır. Kaliteye daha çok önem verir.

Sol lop ne yaptığına bakar, sağ lop nasıl yaptığına bakar.”

Aşkım Kapışmak, Kitabında erkek ve kadının beden dilini ayrıntılarıyla ele almış, malum erkeklerin çoğu daha az konuşuyor ve biz kadınlar onların ne istediğini duruşlarından, bakışlarından anlamaya çalışıyoruz.

“Kadınlar günde 20.000, erkeklerse 7.000 kelimeyle konuşur” diye özetliyor biliminsanları. Zaten onu öğrendik, asıl sorun bu aradaki farkı nasıl dengeleyeceğimizde.

Sırf bu yüzden kadınların empati yeteneği erkeklere göre daha gelişmiş. Doğumdan sonra konuşamayan ama her ihtiyacını annesine bir şekilde açıklayabilen çocuklar buna çok iyi örnek. Erkeklerin yaşları ilerledikçe konuşma sayıları da azalıyor. Kadında bir değişiklik yok. Hadi bakalım ara daha da açıldı mı? Eeee kadının empati yeteneği yine devrede ancak sabır tükenmiş. Çocuğuna gösterdiği sabrı eşine gösteremediği için isyan çıkıyor. Erkekte olayı idrak edemiyor ‘ben zaten eskidende konuşmazdım ki ne oldu şimdi?’ der gibi bakıyor.

Herşeyin çözümü içimizde ister erkek olalım, ister kadın, ister sağ lobtan düşünelim, ister sol lobtan… Sadece hoşgörülü olalım ve sevgiyle bakalım herşeye ve herkese…

Sevgiyle kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.












Devamını Oku »

Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk

0 yorum

Anılar, hayatımızın yaşanmaya değer olduğunu hatırlatırlar bize. Hele birde dünyaya meydan okuyan bir liderin anıları sizin anılarınıza karışmışsa...


Niyazi Ahmet Banoğlu'nun yazdığı Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk adlı kitap Atatürk ile birlikte mesai yapmış bir çok insanın anısını barındırıyor. İçlerinden birini, Cevat Abbas Gürer'in şahit olduğu  bir anıyı paylaşmak istiyorum.


Atatürk Ve Annesi

Atatürk, her ziyaretinde annesinin elini  büyük bir saygıyla öperdi. O büyük adam, anasının karşısında adeta küçülür, Mustafa olurdu.

Çankaya'da Atatürk yine her zamanki gibi annesinin elini öptü. Zübeyde Hanım elini uzatırken, gözlerinde toplanan sevgiyle onu kucaklayarak bağrına bastı. Türk Milletine eşsiz bir kurtarıcı, büyük bir kahraman vermiş olmanın gururuyla mağrur bir tavır alması beklenirdi. Ama öyle olmadı, kolları arasından sıyrılıp uzaklaşmaya çalışan oğlunun ellerine sarıldı.

Atatürk:
- Ne yapıyorsun anne? diyerek elini öptürmek istemedi.
Zübeyde Hanım, sakin ve ciddi bir sesle:
- Ben senin ananım, benim elimi öpmekle, bana karşı olan görevini yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet başkanısın. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve tebasıyım. Elini öpebilirim. Yanıtını verdi.

Zübeyde Hanım, bu hareketiyle, oğlunun mevkiinin sonsuz bir saygıya layık olduğunu, çevresindekilere göstermek istemişti.

Büyük Türk anası Zübeyde Hanım'ı ne zaman hatırlasam, gözlerim yaşarır. Onun buna benzer davranışlarını hatırlar ve derin bir saygı duyarım.

Niyazi Ahmet Banoğlu /  Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk / sayfa 56
Kitabın satış noktalarına buradan ulaşabilirsiniz


Devamını Oku »

Kendinize Hata Yapma İzni Verin

0 yorum

"Hayatta hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yaşamayan insandır. Ve hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır." Yunus Emre 

Dünyada en çok ve en büyük hataları kimler yapar biliyor musunuz? Bilim insanları, liderler, kahramanlar, sanatçılar... Hatalar, kişisel gelişimin, büyümenin, öğrenme sürecinin ön şartıdır. Sıfır hata, sıfır gelişim.

...

Şimdi bu hata dediğiniz şeye başka bir çerçeveden bakalım. Öğrenme, ders alma, gelişme... 

...

Kitaptan sizlerle paylaştığım bir bölüm ve bölüme ait bir kaç satır. 
Kitabı ilk okumaya başladığımda, yazarın benimle beraber aynı oda da olduğunu düşünmeye başladım. Sanki kitabı ben değilde o bana okuyordu. Anlatım dili o kadar yalın, sıcak ve içtenki kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.

Kitabın en arkasında "Değişim yemini ile başlayan özdeğer, özgüven egzersizleri ve kendine hata yapma izni ver bölümü, istemek ve yapmak, beden ve iletişim, affetmenin beden üzerindeki etkisi" gibi bir çok konuda egzersizler yer alıyor. Ve gelecekten mektup ile okumamızı bitiriyoruz. 

Eeee artık sihirli değnek bizim elimizde, aslında hep elimizdeydi de biz fark etmemiştik. Arzu Bıyıklıoğlu bu kitabıyla,  içimizdeki  gücü keşfetmemizi sağlıyor. 

Meraklısı için Arzu Bıyıklıoğlu hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

Devamını Oku »