Bank-ı Osmanî-i Şahane ve onun Mimarı Alexandre Vallauri

Hiç merak edeniniz oldu mu? Eski yıllarda neler olduğunu. Tarih kitaplarında yazmayan ama sizin gezip görerek deneyimleyebileceğiniz neler olabileceğini… hiç düşündünüz mü?

Oysa ben, tarihin akışında kaybolup gitmiş bir günü, yeniden deneyimlemek isterdim. Zaman zaman Eski İstanbul’a uğrar oradaki tarihi binaları gezerim. Her bina ayrı ayrı yaşanmışlık, hissi verir bana. Acılar, umutlar, neşe, keder … sanki ağzı var dili yok duvarların, eşyaların. Müzelerin yeri başka benim hayatımda...
 Bugün Osmanlı Bankası’nı görmeye gittim. Karaköy Galata mevkiinde, Bankalar Caddesinde eski adıyla Voyvoda Caddesinde, kendi gibi tarihi binaların arasına sıkışıp kalmış olmasına rağmen, tüm heybetiyle orada dimdik durmaya devam ediyordu.

1856 yılında İngiliz sermaye ile kurulan Bank-ı Osmanî-i Şahane, şimdilerde Merkez Bankasının İstanbul Şube binası olarak kullanılıyor.

Osmanlı Bankası’ndan kalan, bu güne ulaşmış bir çok evrak binanın -2 katında sergileniyor.

Bu müze’de ; Personel fotoğrafları ve dosyaları,
müşteri kartları ve dosyaları Sultan Abdülaziz’in büyük oğlu ve Sultan Reşad’ın veliahtı Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’in cari hesap ekstresi bile var. (1916);
Kesik banknot köşeleri (deste deste) Senetler, fotoğraflar, anılar var. Oda büyüklüğünde kasalar var.  Kasalarda artık sadece kitaplar var. Binanın giriş katında kütüphane olarak kullanılan bir bölüm var. 
Her bir köşesine sinmiş yaşanmışlık var. Ama yinede içinden çok, binanın dışını sevdim ben.

Bu bina Mimar Alexandre Vallauri’nin imzasını taşıyor. Doğu ve Batı arasında yer alan bir kuruluşun merkezi olarak inşaa edilmiş olan Osmanlı Bankası’nın; 

Beyoğlu’na bakan cephesinde neoklasik, Haliç ve İstanbul’a bakan cephesinde ise neo-oryantalist bir uslup kullanmış Mimar Vallauri. Bina dışında yaptığı bu şaşırtmalara içeride de devam etmiş. Bankanın giriş holünde asılı iki levhaya yazdığı yazılarla bankaya adeta “çifte kimlik” vermiş.

İlk tabelada Latince olarak “Dostlardan aldığın her şey kaderin dışında kalır. Ancak vermiş oldukların her zaman için servetin olacaktır.” yazar.

Arapça olan diğer levhadaysa, “Para kazanan, Allah’ın sevgili kuludur.” diye yazar.

Binayı incelerken Mimar Vallauri’yi düşündüm. Bunun gibi daha nice eserler bırakmış olabilir İstanbul’a. Yaptığı eserlerinde yarattığı akıl oyunlarının neler olabileceğini merak ettim doğrusu.


Küçük bir araştırma sonucu Mimar Alexandre Vallauri’nin Eserlerinde öne çıkanlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istedim; İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdin’den esinlenerek yapmış olduğu İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binası,


Haydarpaşa’daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası (günümüzde Marmara Üniversitesi Tıp ve Hukuk Fakültesi olarak kullanılıyor.),

Beyoğlu Pera Palas Oteli,

Cağaloğlu’nda Düyun-u Umumiye Binası (günümüzde İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılıyor),

Club des Chasseurs ( ilk olarak Avcılar kulübü olarak açılan daha sonra sırasıyla Nouveau Cirque (Yeni Sirk), Skating Palace (Tekerlekli Paten Pisti), Yeni Tiyatro, Melek Sineması, 1924 de Emek Sineması olarak kullanılan ve şuanda tamamen yıkılan bina)


Artık Kadıköy den vapura bindiğimde Haydarpaşa önlerinden geçerken tepede gördüğüm ve seyrine doyamadığım muhteşem binanın kimin tarafından yapıldığını biliyorum. 
Vapur ilerledikçe gözümü kırpmadan ama hayranlıkla seyrettiğim üç bina Haydarpaşa Tren Garı, Selimiye Kışlası ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane...
Daha nice tarihi binalar yeterince onurlandırılmayarak yok olup gidecekler, bizlerde eskiyi özlemle anacağız...








2 yorum :

  1. Kimse gitmiyor ama tarihi yarımada dışındaki en önemli müzedir. Yalnızca eski personel dosyaları için bile gidilebilir.

    YanıtlaSil
  2. Aynı fikirdeyim sizinle. Görülmeye değer bir tarih yatıyor orada, çoğunluğun görmezden geldiği...

    YanıtlaSil