Tarihten Yapraklar

Sersem Kocanın Kurnaz Karısı

Tek bir oyun beni, tarihin tozlu raflarından aldığım kitapların sayfalarında yaprak yaprak dolaştırdı.

Sadece ismini bildiklerim, ismini bilip ne iş yaptığını bildiklerim ve adını ilk kez duyduklarım. Hepsi ama hepsi bu oyunda toplanmış. Hepsi de döneminin değerli insanları ve Türk Tiyatrosuna emeği geçmiş oyuncular, yazarlar, çevirmenler, tiyatro severler…
Tek bir oyun “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” 
Ahmet Vefik Paşa

Haldun Taner’in 1969 da yazdığı bu oyun, Fransız yazarı Molière’in George Dandin adlı ünlü eserini sahneleyen Tomas Fasulyeciyan Tiyatro Grubu’nun, çektikleri sıkıntıları, Bursa’da valilik yapan gerçek bir tiyatro aşığı Ahmet Vefik Paşa’nın desteği ile ayakta kalmaya çalışmaları ve tiyatroyu halka sevdirmeleri konu ediliyor.

Sahnede kimler yok ki Tomas Fasulyeciyan, Ahmed Fehim, Virjinya Zagakyan, Küçük İsmail, Hıranuş, Holas, Satenik, Vizental Efendi, Şebrenk Bacı ve Ahmet Vefik Paşa …

Kuşkusuz tiyatronun bugünlere gelmesinde onların, ve sonrasında bu bayrağı devir alan çocuklarının, torunlarının emeği çok büyük.

Tiyatro aşığı Ahmet Vefik Paşa, Bursa da kurduğu Osmanlı’nın Anadolu’daki ilk tiyatrosu, (1879) “Temâşâhâne-i Osmânî” ile Molière’den çevirdiği 30 dan fazla oyunun da 3 yıl boyunca burada sahnelenmesine ön ayak oluyor. Provaları bizzat seyrederek oyunlara katkıda bulunur.

Tanzimat döneminde batılılaşmaya çalışan toplumdaki değişimlerin geleneksel değerlerle çatışması beklenen birşeydir. Ancak kaçınılmaz son ise yeterince anlaşılamayan Paşa'nın sürgün edilmesi, tiyatronun kapısına kilit vurulması…

Haldun Taner

Temâşâhâne-i Osmânî ile ilgili bilgiyi Bursa Devlet Tiyatrosu’nun internet sitesinde okuyunca hüzünlendim. Bu tiyatro binasının 1916 yılında bir kış günü çatısı çökmüş, 1918 yılında geriye kalanlar sökülmüş ve 1923 yılında ise arsanın sinema olması planlansa da 1939 yılında satılmış. Daha sonra da buraya Ziraat bankası yapılmış.

Devlet Tiyatroları Doğumunun 100. Yılında Haldun Taner’i bu oyunla anmak istemiş. Bu vesileyle Türk Tiyatrosuna emeği geçen değerli sanatçıları yeni nesile tanıtmış, benimde rafların tozunu alarak, bu satırları biraraya getirmeme yardımcı oldular..

Sevgiyle, saygıyla anıyorum…

0 yorum :

Rotterdam



İlginç, sıra dışı görünümlü objeleri severim, özellikle mimari alanda olanları daha heyecan verici gözükürler. Devasa boyutta yer çekimine aykırı gibi görünen bir çok bina gördüm Rotterdam’da.

Bayram rotamız toplamda 1500 km sürdü ve bazen aynı günde iki ayrı şehre uğradığımız oldu.   (Bayram rotamız ; Amsterdam- Brüksel- Lüksenburg-  Brugge – Rotterdam – Den Haag – Zaanse Schans)  
Bu gezi sırasında Rotterdam ve Den Haag için aynı günü planlamıştım ve akşamına Zaanse  Schans da otelimize varacaktık. Zamanı iyi kullanmak açısından ve gece yollarda süprizlerle karşılaşmayalım diye Rotterdam‘da gezilecek iki nokta seçip sonra yola devam etmeye karar vermiştik. Ama planlananın ötesinde çok daha fazla görülmeye değer yer olduğunu görmek beni heyecanlandırdı.

Rotterdam da Kruisplein meydanında bulunan Küp Evler (Kijk-Kubus) en çok ilgimizi çekenleri idi.

Mimar Piet Blom’un yaptığı bu 45 derece eğik duran küplerin içindeki yaşamı çok merak ediyorum doğrusu. Apartman dairesi olan bu yaşam alanlarının içini gezmemiz mümkün olmadı malesef.

Dairelerden birinin camına yapıştırılan kiralık yazısı birden bende yeşil ışık yaktıysa da, önceden randevu almayışımız ve 2 saat içinde şehirden ayrılacak olmamız küp dairelerin sadece dışını görmekle yetinmemiz gerektiğinin habercisiydi.

Rotterdam şehri II Dünya savaşı sırasında bonbalanmış. Harabe haldeki bu şehri 1950’den 1970’e kadar yeniden inşaa etmişler.

Rotterdam’da bir diğer görmeyi istediğim yer Erasmus köprüsüydü. Ben van Berkel tarafından tasarlanmış bu köprü şehrin kuzey ve güney yakalarını birbirine bağlıyor. Kübik evlerden çıkarak Erasmus köprüsünün üstünden nehrin karşı tarafına geçtik. Bir çok yüksek ama bir o kadar da ilginç şekilli binaların bulunduğu bir yer. Köprüden geri dönerken sanki çölün ortasında bulunan vaha gibi parlayan Noordereiland adasını gördük.

Nieuwe Maas Nehri üzerinde bulunan Noordereiland yeşil alanları, sıra sıra kırmızı kiremitli evleri ile tarihi dokusunu korumaya devam ediyor. II Dünya savaşı sırasında bombalanan binaların yerine benzerlerini yaparak bu adanın tarihi dokusunu korumayı başarmışlar.


Rotterdam’a gelmişken birde şehri tepeden görelim derseniz Euromast kulesi tam da size göre. 

Hugh Maskant tarafından tasarlanan Euromast kulesi 1960 yılında Rotterdam’ın en yüksek binası olarak inşaa edilmiş. Rotterdam da giderek artan yüksek binalar 1970 yılına kuleye ilave seyir terası konmasına sebep olmuş. Halen Roterdam’ın en yüksek binası konumunda.

Hollanda’nın Amsterdam’dan sonraki en büyük şehri (nüfus olarak) Rotterdam benim için görsel bir şölen gibiydi. Bu kadar çabuk gitmek zorunda olmasak  heralde oradan günlerce ayrılmazdım.












0 yorum :

Deli Kadın Hikayeleri

“Bırak evi bok götürsün!” dedi. Ben söz dinleyen biriyim, bıraktım gitti.

Çarşafların ütüsüz serilmeyeceği, havluların ve iç çamaşırların ütülenmesi bilgisini de, üzerime yapışan köle etiketinide bir kenara bıraktım. Bu gazla greve bile gidebilirim.

Kadınlığın hallerini düşündüren yazar Mine Söğüt her köşe yazısında beni biraz daha derinlere götürüyor. Düşünmenin ötesinde eyleme geçme isteği uyandırıyor.

Mine Söğüt’ün kaleminden “Deli Kadın Hikayeleri”, köşe yazıları kadar düşündürürken gülümseten cinsten değil ne yazıkki. Daha derin, daha da derin içine çekiyor, düşündürüyor, üzüyor, yaralara tuz basıyor.

İlk okuduğum hikaye iki tokat patlattı, uykum kaçtı.

Ben kitaplarımı ya akşam yatarken yada gün içerisinde bekleme eylemi içindeyken okurum. Bazı kitaplar vardır kalabalığın içinde bile rahatlıkla okunur. Onlar benim yolculuk kitaplarımdır. Çantamda dolaşırlar, şehir içi, şehir dışı, ülke dışı…

Bazı kitaplar vardır okuması keyiflidir ama her an elimden bırakabilirim, onlar bekleme kitaplarımdır. Doktor sırası beklerim, çocukların aktivitesinin bitmesini beklerim, okuldan gelmelerini beklerim.

“Deli Kadın Hikayeleri”ni kendi hayatımda hiçbir katagoride sınıflandıramadım. Okurken ağlamam gerekebilir mesela, bağırmam da gerekebilir. Kitabı fırlatıp bu düzene bir küfür patlatasım gelebilir. Sonra oturup bir daha, bir daha ama bir daha okurum. Çünkü rahatım kaçtı birkere… Korunaklı kabuğumdan başımı çıkarıp gerçek dünya ile yüzleştim birkere… Gerçekler canımı yaktı.

“Deli Kadın Hikayeleri” ile tanıştım. Ama nasıl tanışmak … Her bir hikaye birbirinden gerçek, birbirinden etkili. Günümüzün hikayeleri, geçmişin hikayeleri, hiçbirşey yapmadan devam edersek geleceğin hikayeleri de olmaya devam edecek.

Belki de yazılanlardan birinin bile gerçek olma olasılığını düşünmek beni korkuttu. Üzdü, hemde çok üzdü… Ben böyle düşünürken Mine Söğüt ile yapılan röportajlardan biri gözüme çarptı. Cevap hazır…

-Soru ; Sizin için yapılan gerçeküstücü yazar tanımına katılıyor musunuz?

-M. Söğüt ; Ben son derece gerçekçi yazarım. Tam tersine belki can sıkıcı gerçekçiliğe sahip bile olabilirim. Tamam hepsi masallar, efsaneler ama onların masal, efsane ve inanç olduğunun altı çizilerek yer alıyor üç kitabımda da. Ve bütün bunların gerçek hayatlar, gerçek karakterler, dokunabileceğiniz, kafanızı çevirirseniz yanınızda görebileceğiniz kadar tanıdık insanların hikayeleri ve üstümde bıraktıkları etkilerden yararlanarak yazılıyor. Kanatlı, ayakları yere basmayan şeyler değil. 
Hepsi tam tersine gerçekçi romanlar. (Mine Söğüt ile Röportaj Radikal gazetesi 15/5/2007)

Evet gerçekçi hikayeler, gerçek romanlar. Hemde can acıtan cinsten.

Kitapdaşım Didem Pektok der ki “Deli Kadın Hikayeleri'ni okuyacak hiçbir kadın eski aklı ile kalmayacak”

Değişime hazır mısınız?

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 

0 yorum :

Den Haag


İlizyon, çocukluğumdan beri beni büyüleyen bir kelimedir. Merak uyandırır, düşündürür. Hatta öyle düşündürür ki körükörüne inanmak yerine işin mantığını aratır.

M.C. Escher (Maurits Cornelis Escher) grafiker, matematik ve simetri üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda 2 boyutlu ve 3 boyutlu ögeleri aynı anda içeren birçok çalışmaları ve çizimleriyle ünlü.

Hiç duymadığınız bir isim olabilir. Kısa zamana kadar benim içinde öyleydi. Hayat bu tesadüflerle dolu. Bayram rotamıza Den Haag (Lahey) de bulunan Escher in Het Paleis müzesini de ekledim. Birkaç yüz km daha yol yapmamız gerekti ama değdi doğrusu.
 (Bayram rotamız ; Amsterdam- Brüksel- Lüksenburg- BruggeRotterdam – Den Haag – Zaanse Schans)

Tarifi mümkün olmayan görsel bir yolculuk

2002 yılından itibaren müze vakfı Esceher’in eserlerini bir arada sergilemeye karar veriyor. Köşkün her odasında bulunan ilginç ayrıntılar var.  Mesela her odanın avizesi devasa boyutta gitar, vazo, dünya, şapka vb… Yada odaya girdiğinizde aynalar aracılığıyla odanın diğer bölümlerini de görüyorsunuz.

Her o da bir başka süpriz. Fazla kafa yormak istemeyenler için “Aslında hepsi göz aldatmacası” deyip çıkılabilir. Her birinde üzerinde düşünülmesi gereken ayrıntılar gizli.

Karşınızda duran resme uzaktan baktığınızda yanyana duran üç tane benzer binanın ön cephesini görebilirsiniz. Biraz sola kayarak bakın binaların yan yüzleri de gözükmeye başladı. Biraz yaklaşın artık binaların yan iç cephelerini görüyorsunuz. Bunun nasıl yapıldığını keşfetmek için dibine girip incelemek gerekiyor ama arkada meraklı bir gurup hemen beklemeye başlayınca diğer resme geçiyorsunuz.






Benim en sevdiğim oda, mercek şakası. Aklı tırmalayan soru; aynı boyda iki insanın aynı mekanda durup nasıl oluyorda birinin devasa diğerinin küçük gözüküyor olmasıydı. Ama fotoğraflar çekilirken biz çok eğlendik.

Sonraki oda da aynalı küreyi al eline, odanın her bir köşesinde saklanmış arkadaşlarınla özçekim yap. 


Den Haag’a kadar gelmişken bu kadarla kalmayalım diyorsanız
Hollanda’nın tamamını birkaç adımda keşfetmek isteyenler -hemde tepeden bakarak- Minyatür Hollanda var. ( Madurodam )

Ya da karikatüre meraklıysanız. Dick Matena’nın 200 den fazla orjinal çizimlerinin ve kitaplarının sergilendiği Museum Meermanno var.

Kraliyet sanat müzesi Mauritshuis ve Hollanda miras alanında korunan Binnenhof bölgesi var. 13. yy. Gotik tarzda inşaa edilen binalar bugün parlamento binası olarak kullanılıyor. İçlerini görmeyi isterdim doğrusu.

Keyifli bir gezi ve keşif oldu bizim için. Merak bütün kapıları aralar.






0 yorum :

Yaşar Kemal ve İnce Memed

Mucizelere inanır mısınız? Ben inanırım, hayatın kendisi mucizedir.

Herkesin hayatında onları değiştiren, farkındalıklarını arttıran dönüm noktaları vardır. Kimileri bu uyarıları, tesadüfleri dikkate almaz aynı yönde devam eder, kimileri bu mucizeleri fark eder, hayatına katar yürür gider.

Kütüphanemde sayısını unuttuğum ve her geçen gün alma açlığıyla yenilerini eklediğim kitaplarım var. Aldığım yenileri değilde zaman zaman okuduklarımı yeniden okurum. Yıllar sonra farklı bir ben olarak okurum. 18’inde ki ben ile 30’unda ki ben farklı bakar roman kahramanına. 40’ından sonra ki ben ise Önce yazara bakar onun hayatını inceler, romanın geçtiği dönemi inceler sonra romanı bir daha okur. Bu sefer yazarın gözünden görmeye çalışırım kahramanı.

2014 yılı benim için böyle bir yıldı, yeniden ama yeniden herşeyi keşfetmeye çalıştığım bir yıl. Yaşar Kemal’in hayatı ile romanları arasında gidip geldiğim bir yıl. Yaşar Kemal’in hayatını internetten araştırmak bana yetmedi. Hastalığı dolayısıyla kimselerin ulaşamadığı bir dönemde, onu tanıyan bilen birilerinden dinlemeyi daha çok istedim.

Tesadüf diye birşey yok, sadece zamanı geldiğinde ve üstünde düşündüğünde, olmasını istediklerin birer birer gerçekleşiyor. Feridun Andaç’ın Edebiyat Seminerlerinden biri “ Yaşar Kemal- Değişimin Anakara’sını Yaratmak” idi. (şubat 2015) Hemen kayıt oldum. Artık Yaşar Kemal’in romanlarına bir başka açıdan bakabilecektim.

Fark yaratan anlar 

Gördüm ki Yaşar Kemal’in hayatında da fark yaratan anlar ve kişiler var. İster mucizeler, açılan kapılar de, ister dönüm noktaları. Adına her ne dersen de yaşamı değiştirip bir başka yöne akmasını sağlayan farkındalıklarımızdır onlar.

Beni en çok etkileyen, daha 5 yaşındayken camide gözü önünde babasını öldürmeleri ve yaşadığı şok etkisiyle dilinin tutulması.  Hayata zor başlamış Yaşar Kemal, tıpkı kahramanı İnce Memed gibi… Yaşamları hep mücadele içinde, zor şartlarda…

Feridun Andaç ile söyleşisinde şöyle der;

“Ben de İnce Memed gibi mecbur insanım. O, Abdi Ağa’ya başkaldırıp dağa çıkmaya mecburdu; ben de okumaya yöneldiğim günden beri mecburdum yazmaya… Anlayacağın aga, ben de İnce Memed de mecbur insanlarız…”

Yaşar Kemal Romanlarındaki Görsel Yolculuk

Lise yıllarımda, sadece eşkiya gerçeğine bakış, dönemsel bir olayın anlatımı olarak gözlemlediğim İnce Memed, bugünkü ben olarak baktığımda uyanışın, başkaldırının, cesaretin, merhametin yer aldığı, adaletin sorgulandığı, irdelendiği bir roman. Bununla birlikte okuduğumda beni adeta içine alan, muhteşem doğa betimlemeleri…

O çakır dikeninin acısını, sazlıkların sesini, sarı çiğdem çiçeklerini, ırmağın dağların taşlara açtığı oyukları hepsini ama hepsini görüp, hissettim… Okurken karşıma çıkan görsel bir yolculuktu benimkisi.

“Çakırdikeni bittiği yerde bir iki, üç dört tane bitmez. Öyle üst üste, öyle sık biter ki arasından yılan geçemez. İğne atsan çakırdikeninden yere düşmez.
Baharda zayıf, açık yeşildir. Hafif bir yel esse, toprağa değecekmiş gibi yatar. Yaz ortalarında, dikende, önce mavi damarlar peyda olur. Sonra yavaş yavaş dikenin dalları, gövdesi mavileşir. Açıkça bir mavidir bu… Sonra mavi gittikçe koyulaşır. Bu en güzel mavidir. Bir tarla, uçsuz bucaksız bir ova tüm maviye keser. Gün batarken eğer bir yel eserse mavi dalgalanır, hışırdar, aynen deniz gibi. Gün batarken sular nasıl kızarır, çakır dikeni tarlasıda öyle kızarır.”


Kitaplar her okuyanı ne kadar etkiler hiç bilinmez. Ama Yaşar Kemal’in hayatını derinden etkileyen kitapları veren Güzin Dino, onun hayatındaki dönüm noktalarından biri. Seminerden kısa bir not;

“Yazar Güzin Dino, okumayı seven, araştıran, gözlemleyen Yaşar Kemal’e bir çok kitap temin eder. Kitapların arasında Cervantes’in Don Kişot kitabından 3 adet görünce ertesi gün ikisini geri götüren Yaşar Kemal’e 'Yaşar, ben sana Don Kişot’u üç kere okuyasın diye verdim' der.”

“Yaşar Kemal’in anlatım yolculuğunun ardında okuma eylemi yatıyordu, evet. Hayatı, okuma bilgisinin zenginliğini ayrıştran okumayı bir uğraşa dönüştürmüştü kendisi de.” (Feridun Andaç’ın Yaşar Kemal’i anlattığı Sözün Büyücüsü kitabından)

Hayat bize bir kapı açar bizde seçim yaparız. O kapıdan geçmeye, o yoldan gitmeye yada gitmemeye. seçim bizim… İnce Memed’in de seçimleri var hayatında, birde vaz geçemedikleri… ilk göz ağrısı, sevdiceği Hatçe ...

Yaşar Kemal’in de hayatında büyük rol oynayan, hayat arkadaşı, dostu, aşkı, sırdaşı, öğretmeni, editörü, çevirmeni kısacası herşeyi, dünyaya açılan penceresi Tilda. Yaşar Kemal’in yazarlık yolunda önemli bir dönemeç bu aşk dolu başlangıç. En güzel romanlarını bundan sonra yazdığı söyleniyor.

Ağaları, jandarmayı, zalimliği, zulmü, acıyı, ölümü bir kelime ile anlat deseler hiç düşünmeden “Diken” derdi İnce Memed. Köylülerin dikeni ateşe vermesi ise direnci, başkaldırıyı simgeliyor olsa gerek.

Her ciltte başka bir dikenin hikayesini anlatmış Yaşar Kemal. İlkinde Çakır dikeni, ikincisinde Karaçalı, üçüncüsünde Keven ve dördüncüsünde ise Deve dikeni.

Dünya, Yaşar Kemal’i İnce Memed ile tanımış, aşkı Tilda sayesinde. Kırkdan fazla dile çevrilen İnce Memed’i ilk yayımlandığı yıldan iki yıl sonra tüm dünya okurları ile paylaşmışız ve halen paylaşmaya devam ediyoruz.

Yaşar Kemal “Edebiyat bir mucizedir “ der;

Semih Gümüş ise “Yaşar Kemal bize bir mucizedir” der.

Ben mucizlere inanırım, ya siz?


Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.

0 yorum :