Brugge



Herşey, araç trafiğinin azaldığı bisikletlilerin ve yayaların yollara döküldüğü güneşli bir pazar günü başladı. Bir yanımız yeşillikler arasında üç-dört katlı evler, bir yanımız eski şehri yeniye bağlayan kanal. Ara ara kocaman kapılar kanallar üzerinde bağlandıkları köprüleri açıp teknelerin, geçişine izin veriyorlar.

Etrafta gördüğüm her bisikletliye imrenerek bakıyorum. Elli yaş üstü ve çocuklar en çok kıskandıklarım. Arabamıza bir yer bulmak için uğraş veriyoruz. En sonunda arabadan kurtulduk, yayayız.

Belçika’nın Ortaçağ'dan kalma mimarisi, değişik çikolataları, danteli, kanalları ve Belçika birası ile ünlü turistik kenti Brugge‘dayız.

Kocaman kapıdan şehre giriyoruz, çikolata ve waffle kokusu birbirine karışıyor. Navigasyonu kurduk bizim hedef belli Choco-Story. 

Kakaonun doğuşu, dünyaya yayılışı, çikolata olma hikayesinin analatıldığı dört katlı bir müze. En alt katta mini bir mutfak var, birlikte çikolata yapımını keşfetmemize yardımcı.

Müze girişinde çocuklara mini bir dikkat oyunu veriyorlar. Sonunda ödül var, tabiki çikolata…

Bu keyifli geziden sonra kendimizi müziğin büyüsüne kaptırdık ve tabi patates kızartması kokusunun da etkisi var. Bizi minik bir meydana çıkarttı.

Sokağa kurulan sahnede dört çift tango yapıyor. Yaşları altmışın üzeri ve muhteşem dansediyorlar. Ben büyülenmiş gibi donup kaldım. Kısa bir sure sonra çocuklar uzaktan gelen müziği işaret ederek bizi daha büyük bir meydana sürüklediler. 

 Provinciaal Hof, Historium Brugge ve Belfry of Bruges gibi tarihin çevrelediği Brugge’un ünlü meydanlarından biri, Markt Place. Burada bir rock gurubu konser veriyor. Gençler ayakta onlarla birlikte söylüyorlar, dans ediyorlar. 

Meydanın çevresinde restaurant ve kafelerde oturanlar da konseri dinliyorlar. Biz konserin sonuna denk gelmişiz son yarım saati dinleyebildik. Sonra yavaş yavaş kalabalık dağıldı, sahne toplandı, meydan bana kaldı.

Tarihi çan kulesi Belfry tüm heybetiyle bana bakıyor. Dar ve dik 366 basamağı çıkmayı göze alabilsem yukarı çıkıp en güzel manzara fotoğraflarını çekeceğime eminim. 

E tabi birde zamanlama sorunu var buralarda hayat akşam 5 de bitiyor. Kapanmasına 15 dakika var, bu kadar sürede yukarı çıkıp inemeyeceğim için içeri giremiyorum. 


Bende meydanda ki Ortaçağdan kalma binaların her birini birer sanat eseriymiş gibi tek tek inceliyor ve fotoğraflıyorum, aslında öyleler. 

Deminki kalabalığı, insanları görmesem şimdi bu binalardan 16.yy giyimli insanlar çıkacakmış gibi hissediyorum.

Tarihi binaların arasında, yanında, meydanlarda yeni ve özgün sanat eserlerine rastlamak mümkün. Bu çok hoşuma gitti.

Eski şehirden çıkana kadar her binanın fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Bazı binaların üzerlerinde yapım yılları yazılmış. 1600'den - 1901'e kadar her tarihe rastlamak mümkün. Belki daha fazlasıda vardır benim rastlamadığım, sokak aralarında kalan.

Bir şehri en iyi keşfetmenin yolu ya kanal turu yada şehir turu yapan otobüsler. Biz arabamızla bu turu yapıyoruz.

Daha sonra kanal ile çevrelenen eski şehri geçip yeni şehirin sokak aralarında da biraz dolaşıyoruz. Bahçe içinde evler, ağaçlıklı yollar, yol kenarlarında kanallar. Kanallar öyle bulanık falan değil gayet berrak, içinde kuğular ve ördekler var. Her yolun kenarında bisiklet için ayrı, yayalar için ayrı yollar var.

Önce tatlı bir huzur kaplıyor içimi, büyülendim. Sonra yavaş yavaş bir hüzün çöküyor. Buranın güzelliği, düzenliliği, kurallar ve insanların bu kurallara uyuşu, saygı duyuşu… Çok kıskandım, çok.

Bir pazar günü Brugge bana doğayı, tarihi korur, sever ve sevdirirsem, yaşamı anlamlı kılacağımı hatırlattı.

Yollardayız yine,  radyoda Fransızca şarkılar Brüksel’e otelimize doğru gidiyoruz.  Yeni yerler yeni planlar...  Zihnim enerjik, bedenimde tatlı bir  yorgunluk.




0 yorum :