Üç Kare Üç Anı Kamboçya




12.Yüzyılda inşa edilen Angkor Wat Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.

Bu muazzam yapı tam bir mühendislik harikası … 

Bol yağışlı, kaygan, bataklık bir zeminde olmasına rağmen temelindeki çoklu havuz sistemi ile yağış mevsimine göre dengelenip yapının  yüzlerce yıldır ayakta kalmasını sağlanmış… 

Hem oraya gittiğinizde kendinizi Tomb Raider gibi hissediyorsunuz.  







Unesco Dünya Miras Listesinde olan bu tapınaklar şehri 12.yy da inşa edilmiş.

1800’lü yıllarda yoğun bitki örtüsünün  altından keşfedilen bu tapınaklardaki ağaçlar, antik yapılara hasar verdiğinden tarih bilimcilerin ağaçları kesmek istemesine karşın çevre bilimciler ağaçlara dokunulmasını istemiyorlar…

Ağaçlar Versus yapılar… Çok zor bir ikilem…







Böyle kahkahalarla güldüğüme bakmayın…
Bu anı fotoğraflandırmak istedik tek kare ve bulanık çekebildi eşim…

Sonraki karemiz şöyle devam etti. Boğayılanı bacağımdan dolanmaya başlayıp ben panik olunca…

Eşim elindeki fotoğraf makinesini fırlatıp yılanın bakıcısı kadın ile boğayılanından beni kurtarmaya çalıştılar.

Sanırım boğayılanına verilen uyuşturucunun etkisi geçmeye başlamıştı…

0 yorum :

Her derde deva nadide bir çiçek

Sıra sıra dizilmiş dükkanlardan sokağa taşan tezgahlar arasında yol almaya çalışan turistler, ısrarla lokum tattırmaya çalışan esnafa yakalanmadan geçmek için taş döşeli yolda akrobasi yaparak ilerlemeye çalışıyorlar.

Onların açtığı yoldan bende geçiyorum hızlı hızlı. Kalabalık bir arkadaş gurubu ile Safranbolu sokaklarındayız. Benden başka esnafın lokum ısrarından kaçan yok, hepsinin tadına bakıyorlar afiyetle.

Herşeyde safran var, safranlı çay, safranlı lokum, safranlı kolanya, safranlı vazalin… saymakla bitmiyor. Her derde deva nadide bir çiçek Safran.  Gıda, kimya, ilaç ve kozmetik alanlarında kullanılıyormuş. Türkiye’de sadece dört bölgede yetiştirilen safranın fiyatı altın fiyatıyla eşdeğer.

Yola devam, Köprülü Mehmet Paşa Camisinin avlusunda güneş saatiyle saatlerimize ayar çekip diğer kapıdan bir arka sokağa çıkıyoruz. Sanki zaman tünelinden geçtik. El sanatlarının sergilendiği minik dükkanlar sıralanmış. Deriden yapılma ayakkabılar (mest), çanta, telkırma masa örtüleri, para keseleri ve en güzeli de sokağın ortasında “Közde Türk Kahvesi” içebileceğiniz masa sandalyeler var. Tabiki de boş yer yok ve biz 13 kişiyiz, masalar 2 veya 4 kişilik. Hepimizin aynı anda yer bulması mümkün değil. Kahve kokusunu içimize çeke çeke tezgahları inceliyoruz, bir yer buluruz umuduyla.

Cinci Han İç Avlu
Her sokak yeni bir macera, Cinci Hamam’ın kapısını uzaktan görünce bağırıyorum “buldum buldum” diye. 1645 yılında yapılan Hamam hala kullanılıyor, dışarıdan fotoğraflıyoruz. Bir dahaki sefere vakit ayırmayı planlıyorum, peştamalimi ve kesemi getireceğim…

Bir arka sokağa geçince Cinci Han’ın kapısının önünde buluyoruz kendimizi. İçeriyi gezip kahvelerimizi ve nargileleri burada içiyoruz.

Cinci Han‘ın önü herdaim hınca hınç dolu, fotoğraf çekmek mümkün değil. Boş anını yakalamak için ertesi sabah 7.00 de gidiyoruz meraklı üç arkadaş ama nafile kapının önünde minibüs var bavulları yüklüyorlar, Japon Turist kafilesi Han’dan ayrılıyormuş. Bizim şaşkınlığımızı gören kapıdaki görevli 10 dakikaya araç gitmiş olur deyince bizde iç mekanı fotoğraflamak için avluya geçiyoruz.

Dikdörtgen planlı Han’ın üst katından avluyu fotoğraflıyoruz sabah güneşinin eşliğinde.
Cinci Han

Cinci Han, Safranbolu eşrafından Karabaşzade Hüseyin Efendi (Cinci Hoca) tarafından 1645 yılında yaptırılmış. Benim en çok dikkatimi çeken arazi eğimli ve güney cephesinden dere geçiyor bu kadar olumsuz şartlara rağmen yaklaşık 400 yıl öncesinin teknoloji ile tamamen insan gücüne dayalı olarak inşa edilmiş olması.

Sırf bu özelliğinden dolayı bu han Osmanlı’nın en gelişmiş han mimarisinin örneklerinden olma özelliğini taşıyor.

En son Han’ın kapısının da fotoğrafını çekip otelimize dönüyoruz.

Safranbolu konakları her biri ayrı güzel her birinin ayrı bir hikayesi var. Otelimizde eski bir konak hemen yakınında bulunan Kaymakamlar Konağı Müze olarak rehber eşliğinde geziliyor. Eski dönemin yaşamı mankenler aracılığı ile yeniden canlandırılmış. Kına gecesinde ve gelin olarak giyilen kıyafetler sergileniyor.

Bahçede masa sandalyeler var. Keyifle oturup birşeyler içilebilir. Biz sonunda közde kahvelerimizi burada içiyoruz keyifle.

Safranbolu küçük bir yer ancak gezilecek yer sayısı çok. Hıdırlık tepesinden panorama harika… Manifaturacılar, Demirciler ve Bakırcılar Çarşıları, içinde kaybolmak için güzel yerler.

Kale, Kent Tarih Müzesi, Eski Hükümet Konağı ve hemen yanı başındaki saat kulesi Safranbolu tarihine ışık tutan gezilebilecek yerlerden sadece bir kaçı…

“Cam Teras“  ile içindeki korkuyu yen


Gezimiz sırasında yakın çevreyi de görme şansımız oldu. Safranbolu’nun çılgın projesi diye anılan yaklaşık 10 km uzaklıktaki Tokatlı Kanyonun’nun 80m üzerine inşaa edilen cam teras, üzerinde durabilmek için cesaret isteyen bir yer. Adeta nefes kesiyor.

Turnikeden geçerek 30 ‘arlı guruplar halinde cam terasın üstüne çıkıp aşağıdaki manzaranın tadına varacağımızı düşünüyoruz. Kuyrukta beklerken çaylar içiliyor. Sıra bize geldiğinde keyifle terasa doğru yol alıyoruz. Cam’ın üzerine basarken altı görmeye çalışmak birinci hata, en uca giderek aşağıya bakmak ikinci hata, en uçta dururken cam sallanıyor galiba demek üçüncü hata …

300 kişilik planlanan cam seyir terasına neden turnike koyup 30’arlı gurup halinde girişe izin verdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum.

Manzara gerçekten çok güzel, karşıya baktığımda bulunduğum yüksekliği tam olarak algılayamadım. Herkes özçekim yapıyor keyifli.. Mesafeyi ayarlayamadık taaki aşağıya bakana kadar. Biraz ürkütücü olduğunu itiraf etmeliyim. Hele terasın üzerindeki 30 kişiden biri panik atak ise herkesi panikletebiliyor. Cam gerçekten sallanıyor mu? Bilinmez ama ben gördüğüm manzara karşısında büyülendim.

Cam terastan sonra aşağıya kanyonun yürüş parkuruna doğru yol aldık. Yürümek istemeyenler cam terasın bir üst bölümünde bulunan kafeteryada oturdular. Biz gençler daima genç kalanlar kanyonun yürüyüş parkurundan aşağıya doğru salındık. Tahta merdivenler patika yollar , neredeyse 10 adımda bir manzaranın tadına vararak arada çocukları kollayarak indik aşağıya, cam teras aşağıdan da güzel görünüyor.
Kanyonun sonuna doğru atlara binilen bir alan vardı, girişinde arabaya koşulmuş bir Eşek yanında yavrusu Sıpa. Hayvanları bu kadar yakından görmeyen çocuklar yavruyu sevmeye çalıştılar. Sevildiğini anlayan Sıpacık yere sırtüstü yattı ve ayaklarını kaldırdı, Ben at, eşek gibi hayvanların hep dört ayak üzerindeyken başını sırtını sevmişimdir. Hayatımda ilk kez bir sıpanın böyle kedi, köpek yavrusu gibi karnını sevdirdiğini gördüm. Çok sevimli bir yavruydu.

Kanyondan yukarı çıkmamız inmemize göre daha uzun sürdü tabiki. Yukarı çıkarken Sadrazam İzzet Mehmet Paşa’nın 1700’lü yılların ikinci yarısında yaptırdığı İncekaya Sukemerini görme şansımız oldu.

Gördüğünün arkasındaki görünen...

Bu keyifli gezinin ardından Yörük Köyünü ziyaret ettik. En eski 450 yıllık en yeni 90 yıllık konaklardan oluşuyor. Her sokak, her ev ayrı detay, ayrı güzel. Bizim gezdiğimiz Sipahioğlu Gezi evi 1750 yılında yapılmış içeride gezerken bize rehberleik eden kişi konağın sahiplerinden 8. kuşaktan. Evin her köşesi Bektaşi kültürünün özelliklerini yansıtıyor.

Yaşam alanlarından birinde odanın tavanında bulunan cam küreye gözüm takıldı ben onu avize sandım ve sonradan takılmış olabileceğini düşündüm. Tavandaki boyamaların çoğu çiçek ve meyve figürlerinden oluşuyor. Köşe oda, camların sırasınca sedirler yerleştirilmiş. Herkes içeri girince rehber anlatmaya başladı. Tavandaki cam küre, gün içinde topladığı güneş ışığı ile odayı aydınlatıyormuş, Gece ise yanan gaz lanbalarının ışığını yansıtarak odanın daha aydınlık olmasını sağlıyormuş. O andan itibaren “Gördüğünün arkasında görüneni öğren” dedim kendi kendime.

Duvardaki boyamalar 1878 yılında yapılmış, her bir çiçek, meyve, vazo figürünün hatta çiçeklerin sayısının bile bir anlamı varmış. Buğday başakları, nar, üzüm figürleri bolluk ve bereketin simgesi. Kavun, karpuz figürleri üremenin simgesiymiş.

Ocak kenar taşlarında hayat ağacı, çarkıfelek figürleri var, aile simgesi. Pancerelerin bol olması, yer döşeme tahtalarının geniş olması zenginliğin göstergesiymiş.

Yerdeki döşeme tahtalarının altına çamur, saman, yumurta akı ve keçi kılından yapılan bir harç konurmuş. Her evin altında bulunan ahırlardan koku yukarı çıkmasın ve tahtanın üstüne basınca da gıcırdamasın diye yapılan bir uygulama, en az 250- 300 yıl öncesinden bahsediliyor açıkçası hayran olmamak elde değil.

Hiçbir ev diğerinin manzarasını kapatmayacak şekilde yapılmış. Köyün kullandığı 300 yıl önce yapılmış çamaşırhane şimdilerde Safranbolu Kültür Derneği sergi alanı olarak kullanılıyor. Çamaşırhane o dönemde aynı zamanda kadınlar için hamam olarak da kullanılmış.

Çamaşırhanede orta bölümdeki daire biçimli taşlık 12 bölümden oluşuyor. Her bölüm arasındaki ince oluklar suyun diğer bölümdelerdeki suya karışmadan aşağı akmasını sağlıyor. 12 bölümün hepsi eşit ayrılmamış ve taşlığın bir tarafı yüksek bir tarafı alçak gibi. İlk baktığımda düzensiz gibi gözüksede “Gördüğünün arkasında görüneni öğren” i hatırlıyorum.

Uzun boylu bir insanın çamaşır yıkarken çok eğilmeden yıkayabilmesi için bir tarafın yüksek yapıldığını, ayrıca şişman insanların rahat çamaşır yıkaması için bölümlerin birbirinden farklı yapılmış olduğunu öğrenmek 300 yıl önce insana verilen değeri gösteriyor.

Hem keyifli, hemde yeni meraklara kapı aralayacak bir hafta sonuydu. Safranbolu sokaklarında kaçmayı başardığım safranlı lokuma tur otobüsünün içindeki ikramlarda yakalandım. Afiyet oldu.

0 yorum :

Kuşkucu Ol Ama Dinlemeyi De Bil..


“Kuşkucu ol çünkü duyduklarının çoğu doğru değil. İnsanların sembollerle konuştuklarını ve bu sembollerin hakikat olmadığını biliyorsunuz. Dinlemeyi öğrendiğinizde insanların kullandıkları sembollerin manasını, hikayelerini anlarsınız ve iletişim büyük ölçüde düzelir.”

Don Miguel Ruiz ‘in Dört Anlaşma”sından yıllar sonra oğlu Don Jose Ruiz ile birlikte yazdığı “Beş Anlaşma” bize önce kuşkucu olmayı ama aslında dinlemenin gerçek bir iletişim olduğunu anlatıyor. Sadece kendimiz olursak mutlu ve doyumlu bir hayata kavuşabiliriz. İlk dört anlaşmanın zorlukları beşinci anlaşmayı ister istemez sonraya erteliyor.

Kitabı okurken zaman zaman geri dönüşler yapıp okuduklarımı tekrar tekrar okudum. Yüreğimle dinleyip, yüreğimle anlamayı öğrendim. Rehber kitabım oldu benim.


Dört Anlaşma, hayatımdaki gereksiz, sinirbozucu binlerce anlaşmayı bozmanın yollarını gösterdi, Beşinci Anlaşma ise doğduğum zamandaki kadar saf olmanın gücünü ve özgür olmamı sağladı. Yaşam içindeki dengemizi sağlayan şey içimizdeki sevgidir aslında…

Sevgiyel kalın, daima…


Birinci Anlaşma : Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin

İkinci Anlaşma : Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Üçüncü Anlaşma : Varsayımda Bulunmayın

Dördüncü Anlaşma : Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Beşinci Anlaşam : Kuşku duyarak dinle

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler




0 yorum :