Ömrünü Tamamlayan Eşyaların Sanatla Buluşması…

  

 

Mağaza içinde yürüyen merdivenle yukarı doğru çıkarken aniden tuhaf bir hisse kapıldım.  Sanki biri beni izliyordu. Bakışlarımla etrafı taradığımda biraz uzağımda boydan boya duvarı kaplayan bir portreyle göz göze geldik. İnsanın kalbine kadar işleyen bakışlar karşısında kaç saniye kaldım bilmiyorum, belki de dakika…  Sadece mavi tonlarıyla boyanmış devasa bir portre. 

Aramızdaki mesafe kısaldıkça bir hareket başlıyor, sanki başka bir hikâye var parıldayan. O anda ben bir aydınlanma yaşıyorum, boya sandığım maviler kot kumaşının rengiymiş meğer.  Evet sadece küçük küçük kot kumaş parçalarından oluşan bir sanat eseri bu. Tekrar uzaklaşıyorum, bir daha yaklaşıp dokunmak istiyorum. Sonra merakla bu eserin yaratıcısının adını arıyorum tablonun sağında solunda…. 

Böylelikle bundan tam iki yıl önce Deniz Sağdıç’la gıyabında tanışmış oldum.  Sonrası ver elini internet, sosyal medya, büyüterek tek tek incelediğim fotoğraflar, her biri farklı materyalden yaptığı eserleri hayretle ama büyük bir hayranlıkla takip ediyorum. Deri, kumaş parçaları, kağıt, plastik, ahşap derken atık materyaller gün geçtikçe daha da artıyor. 

Zaten son yirmi yıldır benim gündemimden düşmeyen bir konu atıkların ayrıştırılması. Giderek konu alt başlıklara ayrılıyor, ayrıştırılanların doğru yere atıldığından emin olmak, daha az atık çıkararak doğaya katkı sağlamak ve bireysel farkındalığı toplumsal farkındalığa dönüştürmek…  Hal böyle olunca algıda seçicilik mi dersiniz ya da algoritmanın bir oyunu mu dersiniz bilemem ama tam da bu süreçte İdil&Yasemince GeziYORUM Sanat Yolunda etkinliği çıktı karşıma. Deniz Sağdıç’ın yeni Sürdürülebilir Sanat Evi’ni (Sustainable Art House) gezmek, kendisiyle tanışmak, diğer eserlerini yakından görmek fikri beni inanılmaz heyecanlandırdı ve bu heyecan, keyifli bir röportaja döndü.

 

Birkaç soruda Deniz Sağdıç ve Sürdürülebilir Sanat Evi

 

Geri dönüşüm atıklarından eser yaratma fikri, ilk nasıl ortaya çıktı? 


Önce evimdeki atıkları değerlendirmekle başladım. Herkes gibi benimde dolabımın yüzde sekseni giyilmeyen kıyafetlerle doluydu. Biraz kendimden, biraz komşulardan, eş dosttan toparladığım tekstil malzemeleriyle başladım. Amacım sıfır atık kalana kadar her şeyi kullanmaktı. Tekstil ürünün her bir parçasından ceplerden, düğmelerden, fermuarlardan oluşan eserler yarattım.  Bu şekilde hareket etmek, sanatımı sadece estetik bir deneyim olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve çevresel konulara duyarlılık yaratan bir araç olarak kullanmam anlamına geliyor.

Tekstil fuarları dünyanın her yerinde var olan fuarlar ve çok fazla firma katılıyor. Sergileme yöntemlerini gözlemledim. Sürdürülebilirlik, ileri dönüşüm o dönemde popiler değil. Normlar yeni çıkmış.  Henüz gündemde değil. Firmalarla görüştüm “sizin malzemelerinizden bir sanat galerisi oluşturmak istiyorum” dedim. Amsterdam, Londra ve Fransa’daki fuarlarda sunumlarım bir günde seksen bin izleyici kitlesine ulaştı. Ve böylece yaklaşık yirmi ülkede sergiler açmaya başladım. 

 

Kullandığınız malzemeleri nereden temin ediyorsunuz? 

Malzemeleri önce ben talep ediyordum, sonra marka ve firmalar ellerinde var olan plastik, alüminyum, deri atıklardan eser yapılabilir mi, değerlendirebilir misiniz diye beni aramaya başladılar. Şu an üzerinde çalıştığım farklı bir malzeme var. Bir koleksiyoner, yaklaşık kırk yıldır biriktirdiği kibrit kutularından bir portre yapmamı istedi.  

Dünyada yirmiden fazla atık malzemeyi kullanan tek sanatçı olarak kendimi anlatıyordum. Şimdi on beş tane kadar da hastane atıkları eklendi. Otuz beş kırka doğru gidiyor malzeme çeşitliliğim. İddia şu “İnsan üretimi olan her türlü nesne benim sanat eseri olarak kullandığım boyam, malzemem olacaktır,” bu sürekli eklenerek devam ediyor.

 

Nesnelerinizle yapacağınız portreyi nasıl özdeşleştiriyorsunuz?

Hiçbir zaman kurumlara gidip seçim yapmam. “İki koli kadar atık olan her türlü malzemeyi bana gönderin” derim. Ama sadece iki koli. Firma ya da kurumla malzemeye karar verince, ona uygun portreye geçerim. Bazen de internetten oradan buradan baktığım göz teması kurduğum bir portre hoşuma gittiyse “sen tam bir düğmesin derim”. Gözlerin ifadesi bana düğmeyi çağrıştırır. O eser sadece düğmelerden oluşur.

 


Portreler gerçek kişilerden mi seçildi?

Portrelerimin hepsi gerçek kişiler. Bir Orta Doğulu, Afrikalı, Uzak Doğulu da var. Farklı coğrafyalardan farklı insan portreleri olsun istiyorum. Çünkü çevre bütün insanlığın sorunu sadece bizim ülkemizle ilgili bir mesele değil. O yüzden her bir karakter birbirinden farklı karakterlerdir.  Bazen de firmalar atık malzemelerini getirdiğinde, kurucunuzun portresini yapalım diyorum. Yıllardır uğraştığı özdeşleştiği işin, malzemelerinden yapılan bir portre, en az üç kuşak saklanabilecek bir sanat eseri. 

 

Çevre ve doğayı seven, bunu dert eden, mesele eden biri Deniz Sağdıç, bunu sanatıyla ortaya koyuyor. Hem de öyle böyle değil. Dünyada ve Türkiye de ilk defa sürdürülebilir sanat akımının öncüsü olarak, insanların dikkatini çekmeyi başarıyor. 

 

Neden portre?

Benim derdim, insanı insana anlatmak. Bakma refleksi diye bir şey var. Çok uzaktan size bakan bir şeyi hissedersiniz ve dönüp bana kim bakıyor dersiniz.  Benim eserlerim de bütün kamusal alanlarda ve geçiş noktalarında sergilenen eserler. Çok uzaktan bakıldığında yağlı boyadan oluşan bir tablo olarak kurgulanıyor. Ama yanına yaklaştıkça bakan kişinin ön yargılarından arınıp sıfır noktasına gelmesini isterim. “Onlar sizin attığınız tükettiğiniz günlük tüketim nesneleri” şeklinde bir karşılamayla da hem bakan kişinin ön yargısını yıkmış olurum hem de bakma eylemiyle kişiyi sanatıma davet etmiş olurum. 

Aslında o an kurulan göz teması, duygusal iletişimi ve etkileşimi sağlayan bir yapıya dönüşür.  Baktığınız, gördüğünüz şey önce aklınıza, sonra da kalbinize yerleşir. Ve en sonunda yapılan dokunma refleksiyle de onu kalbinize mühürlemiş olursunuz. Zaten amaçladığım şeyde budur. Bütün sergilerde kamusal alanlarda hep önüne bariyer koymak isterler.  “Hayır” derim, bunlar sizin çöpleriniz. Amaç dokunmaları, dokundukları an kalbe işlenmiştir. 

 

Eserlerinizin ölçüsü hep kare oluşunun özel bir sebebi var mı?  

Standart bütün sergilerde 140x140 ölçüyü kullanıyorum. Ama bazı eserlerim daha küçük olabiliyor. Karenin psikolojik bir algısı vardır. Sanat tarihinde görürsünüz, dengeyi sağlar ve herkesi güvende hissettirir. Kare ölçü eserlerde en çok tercih edilen bir istatistiktir. 

 

Sizin eserlerinizden etkilenen ilham alanlardan geri dönüşler aldınız mı? 

Özellikle orta okullar ve liseler sürdürülebilirlik konusuna çok önem veriyorlar. Konuşmacı olarak sürekli davet ediyorlar. Şöyle bir yönlendirme yapmaya çalışıyorum “hepimiz sanatçı olmak zorunda değiliz mesela, okulunuzdaki pet şişe kullanımına karşı okul müdürüne bir dilekçe yazın ve bir sebil ve matara sistemine geçin. Sonra okullar bunu yaparak sebil ve matara sistemine geçiyor. Orada artık pet şişe kullanımı kalmıyor. Her seferinde buna benzer etkileşimler oluyor. Sonra instagramdan, sosyal medyadan bana bunlarla ilgili mesajlar geliyor, sürekli etkileşim ve iletişim hali var. Zaten benim amacım, herkes geri dönüşümden sanat yapsın yeni bir çöp yaratalım değil. Sanat dediğimiz şey çok estetik ve genellikle güzeli anlatan bir yapı, çöple birlikte kullanılabiliyorsa “sen ne yapmalısın” sorusunu sormalı. Sen ne yapabilirsin? Çöpleri mi ayrıştıracaksın, yeni bir sistem mi kuracaksın, kimyagersen ona uygun bir malzeme mi üreteceksin ya da bir şeyleri daha az mı tüketeceksin yani o soru artık izleyici ve kendisiyle ilgili bir meseleye dönüşüyor.

 

Uluslararası sergilerde eserlerinizi taşırken ya da sergilerken yaşanan ilginç bir anınız var mı?   


Bu kablolardan yapılan sakallı adam portresi, her uluslararası sergiden sonra onda sakal kalmaz. Eve dönüşünde tamir ederim. Havaalanında çok denk geldim, Singapur da mesela, bakıyor dokunuyor, çekiştiriyor acaba sağlam mı değil mi? Sonra kopup elinde kalınca şaşkınlıkla cebine atıyor. Eserler herkese ulaşıyor. Uzaktan bakıyorum keyifle nasıl incelediklerini. 

 

Gündeminizde yeni projeler var mı? 

İki yeni proje var. Biri “Gizli Seri” İnsan portrelerinden sonra nesli tükenmekte olan canlıların portrelerini yapmaya başladım.  Yirmi dört tür var çok tehlikeli olan türler bunlar, şimdilik iki tanesi bitti. Adım adım ilerliyorum bunun sebebi de her nesneye göre bir canlı türünü seçmem gerekiyor yani hangi canlıyla hangi nesneyi kullanacağım, tasnifleme aşaması bile zaman alıyor.  Bu yaklaşık üç dört yıl sonra ortaya çıkacak olan bir proje.  

İkincisi, “Beş Kıtada Sergi” projesi. Cape Town, San Francisco, São Paulo, Singapur, Tokyo ve Fransa gibi birçok uluslararası havalimanlarında sergi için iletişim halindeyiz.  Havalimanlarını seçmemim tek sebebi yediden yetmişe sanat sever olsun olmasın sürdürülebilirliğe herkesin dikkatini çekmek. İstanbul Havalimanı ilk açıldığı an 2019 yılında, “Evet burada sergi açmak zorundayım” dedim. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca sergi açmanın yollarını denedim ve sonunda açtım. Bir gün içerisinde altı milyon paylaşım yapıldı. 

Bütün sanat eğitimlerinde verilenin aksine; Sanat insanlığın var oluşundan beri ruhunda olan bir parça, insanı insan yapan bir hikâye, tıpkı takılarımızla Göbeklitepe’de, Altamira’da mağara çizimlerinde, dini figürlerin anlatımında her yerde her şekilde sanatın kullanılması gibi. Sanat hep bizim içimizde; giyinişimizde, oturuşumuzda, konuşmamızda bunların hepsi bir sanatsal dil. İnsanın kendini ifade etme biçimini başka türlü algılatmaya çalışıyorlar. O yüzden de ben bunun algısını yıkmakla uğraşıyorum. Herkes aslında ruhunda o sanatı taşıyor çünkü insan. İnsan zaten diğer canlılardan farklı olan yapı ve bu yapıyı da ortaya koyan şey sanat.  Biz sanatı “ben sanattan anlamam” cümlesine çevirdik. Şimdi diyorum ki “hayır sen de anlarsın” öyle çok ulvi, uzun metinlerle anlatılan bir şey değil, senden bir şey. Bir atık türü, bunda düşünce yok mu? Bir portre, bunda duygu yok mu? Ya da yakından baktığınızda algılanamayan bir dünya ki yakından bir şeye baktığınız zaman hayatı algılayamazsınız. Ne zaman ki biraz uzaklaştınız size bir şey söyler hayat, hepsi birbiriyle iç içe olan şeyler. 

 

Şu an atölyenizin de içinde bulunduğu Sürdürülebilir Sanat Evi’ni (Sustainable Art House) gezerken tam manasıyla sürdürülebilir bir hayat felsefesini benimsediğinizi görebiliyoruz.  Dünyada ve Türkiye’de benzerinin olmayışıyla binanın kendisi de bir sanat eserine dönüşmüş durumda.  Bu binanın yapısından bize biraz bahsedebilir misiniz?


Sürdürülebilir Sanat Evi, benim çok uzun zamandır hayalini kurduğum bir yapıydı. İki katlı olmalı, biz kendimize göre yaptırmamalıyız diye hayal kurarken sonunda burayı buldum. Burası dört katlı bir gece konduydu. İleri dönüşüm mantığıyla dönüştürmeye çalıştık. Mimarlarımız baktılar temeli yok dediler, temel atıldı, kolonlar yok dendi bütün her tarafı kirişlerden kolonlara her yeri çelik konstrüksiyonla döşedik.  Tamamen sürdürülebilir bir sanat evi olması mantığıyla, binadan çıkan molozları tekrar kuma çevirip şapını harcını, hiçbir şekilde kum getirme maliyet ve karbon ayak izi olmadan yeniden kullandık. Teras katta damlama su sistemlerimiz var. Bütün Yağmur sularını alıyor, aşağıda bulunan iki tonluk su depomuza arıtarak biriktiriyor.  Gündelik tüketim, tuvaletlerde, teras bahçede organik tarım sulamada ve birçok yerde o arıtma suyu kullanıyoruz.  Hâlâ su faturası ödemedik. Güneş enerjisi panellerimizle kışın yüzde doksan, yazın yüzde yüz yirmi oranında ürettiğimiz tüm elektriği kullanıyoruz. Sıfır elektrik maliyetimiz var. Güneş paneli seçiminde bile ne kadar az karbon ayak izi bırakacağımızı hesaplayarak çalıştık. Alt katta atölye, sergi alanı, ofis ve depolama alanı, yukarıda küçük bir atölye ve bana ait yaşam alanım var. Merdivenler geri dönüşüm tesislerinden ve eski inşaat atıklarından topladığımız metallerden yapıldı. Merdivenin yanındaki trabzan eski su borularından oluşuyor. Alüminyumlar kullanarak her şey geri dönüştürülebilir olsun dedik. İçeride doğaya saygıdan dolayı bizim için ahşap kesilmesin istedik. Sıkıştırılmış ahşap, mdf kullandık. Geri dönüşüm tesislerinden toparladığımız saclarla, parça bütün ilişkisiyle bütün dış cepheyi kapladık. Yirmi yıl boyunca boya masrafınız yok. Parça bütün ilişkisi yapma sebebimiz, çok paslanan parçayı çıkarıp değiştirmek. 

Burası böyle bir yaşam felsefesinin de mümkün olabileceğini gösteren, bir sürü insana ilham olacağım bir yapı, benim için bir sanat eseri. Ben öldükten sonra da burası bir şekilde müze olacak ve insanlara kalacak diye planladım. 

 

 

Sürdürülebilir bir hayat ve yarattığınız eserlerle hayalinizi gerçekleştirmiş görünüyorsunuz, şimdi yeni bir hedef veya gerçekleşmesini istediğiniz bir hayaliniz var mı? 

1999 yılında üniversiteye girdiğimde, bütün amacım “dünya sanat tarihinde literatüre gireceğim ve ben öldükten sonra insanlara ilham olacağım” bir hikâye yaratmaktı. Bu hep hedefimde vardı. Ama bu arada güzel sanatlarda, yağlı boya eserler verdim, akrilikler, seramikler, fotoğraflar aklınıza gelebilecek bir her türlü teknikte kendimi var etmeye çalıştım. Ta ki 2010’larda artık bir sorun var ve benim bu sorunu göstermem lazım noktasına evirilene kadar. 

 Bir sorun her zaman var ama o sorunu nasıl işaret ederim noktasındayım ben. Yoksa benim iddiam bütün hepsini kullanacağım, bütün malzemelerle sürdürülebilirliğe katkı sağlıyorum, artık bunlar dönüştü, hayır ona bakarsanız bende bir çöp üretiyorum tekrar. Ama belki bu çöpün, üç yüz yıl, beş yüzyıl ya da belki de torunlarımın torunlarına kalacak bir hikayeyle ömrünü uzatmaya çalışıyorum, doğaya salmıyorum. Başka bir forma geçti, ileri dönüşüm dediğimiz şeyin mantığı da tamamen bu. İşleviyle oynamak. Yani geri dönüşümde tamamen aynı işleve hizmet eden ürünler ortaya koyarken, ileri dönüşümde işleviyle oynayıp yeni bir işlev yaratmakla ilgili mesele. 

Dünyanın her yerinden buraya gelen koleksiyonerlere ve sanat severlere bütün binayı ve eserlerimi bu şekilde anlatıyorum. Tüm çabam bir gün sürdürülebilir sanat tarihinde literatüre girmek. Havalimanları sergisini o yüzden çok önemsiyorum. Şu anda Norveç’te, Çin’de Şangay’da birçok lisede sürdürülebilir sanat temsilcisi olarak okutulmaya başlandı. Hedefim bütün kütüphanelerde ileride; Rönesans, Barok, Rokoko, Neo Klasizm ve benzerleri nasıl anlatılıyorsa, sürdürülebilir sanat dalında da Deniz Sağdıç adı olsun diye uğraşıyorum. O yüzden özellikle beş kıtada havaalanlarında sergi açmayı çok önemsiyorum çünkü ne kadar çok insana, izleyici kitlesine ulaşırsanız o kadar çok literatürde yer edinme şansınız var.

 

Biz sizi, hem merakla hem de gururla takip ediyoruz. En kısa zamanda yeni düşlerde yeniden buluşmak dileğiyle.

Teşekkürler sevgili Deniz Sağdıç…

Röportaj: Hüma Oktay

Fotoğrfalar: Zeliha Dağhan

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 


0 yorum :