Brüksel

Palais Royal de Bruxelles

İnternet varsa dünya elinizin altında deniyor ama ben yazılan çizilenin ötesini görmek, anı biriktirmek için gidiyorum.


Gideceğim yeri önceden araştırmak gibi bir huyum var. Haritadan kalacağım oteli ve gezeceğim yerleri işaretleyerek havaalanı ve şehir içi ulaşımı kontrol ederim. Şehrin önemli yapılarının tarihlerini okur hangilerini gezmem gerektiğini planlarım. Müzelerin bazıları için önceden alınması gereken biletler varsa onları internetten alırım. Bildiğin ders çalışır gibi, tabi dersime çalışmadığım bir konu var, o da yemek malesef. O konuda da benimle seyehat edenlere güveniyorum.

Üç gün Brüksel’de kalarak yakın çevreyi gezme şansını yakaladık. Batının Venedik'i Brugge ve diplomasi şehri Lüksemburg ve daha sonra kübik evler gibi ilginç mimarisi ile Roterddam ve ilüzyon müzesi ile bizi şaşırtan Den Hag gezi rotamız oldu.

Çocuklara Brüksel’e gideceğiz dediğimde bana ilk söyledikleri çikolata ve waffle yemek konusunda sınırsız olmak istedikleriydi. Oraya vardığımızda sokakların bile waffle ve çikolata koktuğuna şahit olunca sınırsız yeme hakkını kendime de verdim. Bir müddet sonra alışkanlık yapıyor sanırım, artık sokaktaki koku, dükkandan gelen davet bizi hiç etkilemedi. O ilk gün yediğimiz kadar bir daha hiç yemek istemedik.

Brüksel’e gitmeye karar verdikten sonra yaptığım tüm araştırmalarda Manneken Pis hakkında o kadar çok efsane okudum ki doğrusu onu görmeyi ben de merak ediyordum.

Sabah otelden çıkmadan şehir haritasında işaretlediğim gezilecek yerleri gözden geçirirken dikkatimi çekti Manneken Pis’e göre Jeanneke Pis ile ilgili hiçbirşey bilmiyordum. 

Tabi sağolsun Wikipedia hemen cevap verdi. Bu işeyen minik kız çocuğu 1600’lerden bu yana gelen Manneken Pis efsanelerine inat 1985 den beri fotoğraflar için poz veriyormuş.

Fakat gerçeğini bulmak internetteki kadar kolay olmadı. Adresi haritada bizim kaldığımız otele çok yakın gözüküyor. Yürüme mesafesinde. Otuzdan fazla restauranın olduğu dar sokaklarda dolaşırken çıkmaz sokağın birinde rastladık izine.

Beklediğimden daha sade, duvarın içine doğru yerleştirilmiş önünde de demir parmaklıklar var. Adeta saklanmış gibiydi. Jeanneke Pis’in aksine işeyerek kahraman olan efsanevi Manneken Pis çocuk heykelinin fotoğrafını çekmek için önünde tahminimizden daha uzun bir süre sıra beklememiz gerekti.

Brüksel’in simgesi haline geldiğinden neredeyse geçtiğim her dükkanın önünde onun her boyuttan halini görmüştüm. Bizi en çok şaşırtanı ise Waffel dükkanında dev boyutttaki Manneken Pis idi.

Herçeşit kıyafetle görebilirsiniz onu. Gerçekte de küçük heykelin kıyafet değişim zamanlarını törenle yaparlarmış, bir çok ülkeden özel kıyafet göndermişler, bizlerde olmayan bir gardroba sahip kerata.

Pazar günü sokaklardaki bisikletlileri takip ederek bulduğumuz Brüksel Kraliyet Sarayı Bahçesi (Palais Royal de Bruxelles) bir panayıra ev sahipliği yapıyordu. Müzik, oyun, dans, yemek herşey var. Park alanında çiftlik hayvanlarının bulunduğu bölümde yavru domuzların birbirleri ile oynamalarını seyretmek çocukların ilgisini çekti.


Kraliyet Sarayının hemen yakınında bulunan  Kiliseyi  (St Jacques sur Coudenberg) ziyaretimiz sırasında Belçika Kral’ı ve ailesinin girişteki panoda fotoğraflarını gördüm. Sessiz sedasız tahta geçen Prens Philip, eşi ve birbirinden güzel dört sarışın çocuğuyla birlikte…

Kilise’nin hemen karşı cadesinde bulunan Müzik Enstrümanları Müzesi (Musical Instrument Museum) önüne geldiğimizde bu şehir beni birkez daha şaşırttı.

Beş katlı bu müzede 1200 den fazla müzik aleti bulunuyor. İçeride mini konser alanı, atelyeler ve müzik konulu kütüphane var. 

Katlarda gezinirken müze girişinde aldığımız sesli rehber kulaklıklarla her müzik aletinin tınısını dinleyebilme şansını yakalıyoruz.
Muhteşem şehir manzarasıyla çatı katında bulunan restaurant ise bize bonus oldu.

Bu şehirde dikkatimi çeken birşey Brüksel de çok fazla opera binası var. Bizim otelimizin hemen yakınındaki en eski olanı 1700lü yıllarda inşaa edilmiş, La Monnaie Opera binası. (Theatre Royal de La Monnaie)

İçinde opera ve bale gösterileri dışında sergi alanları ve resim atelyeleri de mevcut. Tüm bunların yanında hafta sonları Opera binasının önündeki meydana bisiklet, kaykay ve scooter tutkunları için platform hazırlanmış, büyük küçük her yaştan insan orada. Bizde keyifle izledik onları.

Pazar günü Brugge’a gitmek için yola çıktığımızda yolları bisikletliler için trafiğe kapattıklarından navigasyonun kafası karıştı ve bizi otobana çıkartmak için epey dolaştırdı. İyiki de öyle olmuş. Koekelberg Tepesi'nde bulunan Sacred Heart Basilikasının (National Basilica of the Sacred Heart in Koekelberg) yeşillikli arazisinden geçme şansımız olmayacaktı. 1905 yılında Çok geniş bir arazi üzerine kurulan Basilika‘nın bahçesi Brüksel’i en iyi panaromik olarak seyredebileceğiniz yerlerden biri.

Brüksel deyince elbette akla gelen yiyeceklerde var; balık, midye, bira, patates kızartması, wafale ve çikolata gibi… 

Foodsquare Grand Place da lezzetli yemeklerin, restaurantların olduğu meydan da Chocolates Factory’de lezzetli çikolataların tadına bakabilir ve birbirinden ünlü markaların olduğu  Galeries Royales St. Hubert Pasajı’nda alışveriş yapabilirsiniz.

Yada Cumartesileri kurulan halk pazarından çilek, böğürtlen, yabanmersini gibi meyveler, tahta oyuncaklar ve Brüksel danteli mini örtüler alabilirsiniz. Her tezgahta el emeği yapılan yerel lezzetlerin tadına bakmak da cabası...
Bazen yaptığım planı bozup yakaladığım anı değerlendiririm, bunu kız kardeşimden öğrendim. Onun her an yapılacak B planı, olmadı C planı vardır. Hiç olmadı E planı der. E planı eve dönüş.

Neyse ki E planına kalmadan yapılacak alternatifler bulduk. 











0 yorum :

TEK AYAK ÜSTÜNDE DENGELİ BESLENİYORUM


“Hayır olmaz. Gece 12.00 de bunları yemeği aklından bile geçirme… 

Şimdi küçük boy domatesi al rendele, yoğurt ile karıştır biraz tuz biraz nane. Afiyet olsun.”

İyi de bu durumda ben hala açım!

Bu benim iç sesim, o kadar çok yerden bilgi geldi ki neyi yemeli neyi yememeli? Neyin içine neyi katmalı? Saat kaçta yemeli? … meli… malı …. meli … malı … 

Artık iç sesim ve ben ayrı ayrı yerlere çekiştiriyoruz beni. 

Niyeyse sürekli canım yasak olanı çekiyor. Birde gizlice yiyorum ama kimden gizliyorsam?

Alışverişler adeta kimya dersine döndü. Önce E’ler vardı.  E311 E102 E120 gibi maddelerin zararlı olduğu; E125, E200, E250 gibi maddelerin şüpheli olduğu bilgisi hızla yayıldı.

Uzun bir süre bu E’leri kovaladım. Sonra bir gün baktım artık E’ler yok, uzun uzun açıklamalar var. Ancak kimya dersine devam, kim bunlar?

Emülgatör, soya lesitini, askorbik asit, asitliği düzenleyici, asit esterleri, polisorbatlar, laktik asit, kabartıcılar sodium bikarbonat….

Derken, benim almaya çalıştığım masum bir çikolatalı bisküvi mi? yoksa zehir mi?

Elimde çikolatalı bisküvi düşünüyorum, vicdanımla başbaşayım sanırım kendimi zehirlemek üzereyim.

Markette reyonda dizili elmaların hepsi bir boyda pırıl pırıl, sanırsınız Cadı'nın Pamuk Prenses’e verdiği elmalar bunlar.

Ya sarımsaklar, küçük bir file sarımsak aldım elime birde ne göreyim Çin malı. Camımın önündeki saksıya eksem çıkar sarımsak biz niye ithal ediyoruz? Kızıyorum kendime,  evde kalan sarımsakları birer ikişer ekiyorum cam önü saksıma.

Sürekli kafamın içinde sorguluyorum. Mis gibi Anamur muzumuz var, Alanya muzumuz var. Niye saman gibi olan o kocaman Çikita muzları daha ucuz marketlerde?

Ben gündüz televizyon açmıyorum diye annem ve eşimin annesi Sabah programlarından izledikleri yeni bilgileri, doktorların tavsiyelerini bana aktarmaya başladılar. Her ne kadar dinlemesemde bir müddet sonra o bilgilerin bilinç altında yer etmeye başladığını farkettim.

Tamam öğrenmenin yaşı yok kabul. Hergün yeni yeni şeyler öğrenmek de güzel. Ancak uygulamaya gelince sıkıntı yaşamaya başlıyorum. Beynimin bir yerine not alınmış bir kere

Etin yanında C vitamini sebze olmalı karbonhidrat olmaz.”  Önden bir tarhana çorbası içemedim. Etin yanında makarna yiyemedim.

Yoğurt etin yanında yendiğinde etin demir salınımını engeller” miş. Ah İskender bu sana yapılır mı?

Akşam 07.00 den sonra yemek yemeyin mide dinlensin” deniyor. Gece 12.00 ye kadar oturuyorsam ve bilgisayarda çalışmam gerekiyorsa midemden gelen sesler bana eşlik ediyor. Gözümün önünde tereyağlı kızarmış ekmekler resmi geçitte.

Yemekten hemen sonra yenen meyveler şekere dönermiş” diye diye akşamları yediğimiz meyveninde tadı kalmadı.

Ekmek makinesi aldık artık ekmeğimizi evde yapacağız. İyi güzel de un, ya un ne olacak? O da sağlıklı olmalı, kepekli, tahıllı falan. O da yetmedi mayalanması için koyduğun bir tatlı kaşığı şeker bile doğal olmalı. Yumurta? Yumurtayı nereden alıyoruz? Bakalım o serbest gezen tavuğun yumurtası mı yoksa tutsak olanının mı?

Yaşasın arama motorları, gözünü seveyim. Hemen araştırıldı doğal besinler satan firmalar bulundu, internetten siparişler verildi. İçimde hala şüphe var acaba o gelen sebzeler organik tarım mı? ilaçsız tarım mı? tohumların genleriyle oynanmış mı? oynanmamış mı? Niye babamın arka bahçesine ektiği salyangozların delik deşik ettiği pazılar gibi pazılar gelmiyor oralardan? Niye annemin saksıya ektiği cılız maydanozlar gibi maydanozlar gelmiyor oralardan? Bu şüphe kemiriyor beni.

Sanırım iç sesim ve ben ilk defa aynı fikirdeyiz "Artık Yeter"

Yediğimiz sebze ve meyvenin sentetik mi, hormonlu mu yoksa organik mi olduğunu sorgulamaktan sıkıldım.

Alışverişte her pakedin arkasını okuyarak ve katkı maddelerinin zararlı mı yoksa zararsız mı olduğunu çözmeye çalışmaktan sıkıldım.

Reklamlarda özendirilen yiyeceklerin çok sıklıkla tüketildiğinde çocuklara zarar vereceği konusunda ikna etmeye çalışmaktan sıkıldım.

Ben hala kendimle mücadele veriyorum yemeli mi yememeli mi? İşte bütün mesele bu.

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 


Not: Yazıyı ilk okuttuğum kişi benden 3 kat daha yaratıcı 5 kat daha çılgın  insan, bu fotoğrafların tasarlanmasındaki yaratıcı fikirleri  için  sevgili kardeşime ve fotoğrafların tamda istediğim gibi olması için uğraşan, her defasında yeniden çek dediğimde bana sabır gösteren oğluma  sonsuz teşekkürler. 




















0 yorum :