tarihte bugün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 1923 / TEK ADAM / Şevket Süreyya Aydemir

0 yorum


29 Ekim 1923 Pazartesi /  Büyük Millet Meclisi Mütevazi Salonu

“__ Muhterem arkadaşlar! Halletmekte müşkülata uğradığımız meselenin sebep ve illeti bütün arkadaşlarca anlaşılmış olduğu kanaatindeyim. Kusur, takip etmekte olduğumuz usul ve şekildir. Heyeti umumiyenizin hep birden vekiller heyetini seçmeye mecbur olmanızda görülen müşkülatın halli zamanı gelmiştir. 

….

Teklifim kabule mazhar olursa, kuvvetli ve mütesanit (birbirine kaynaşmış) bir hükümet teşkili kabil olacaktır. Devletimizin şekil ve mahiyetini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarını tavzih (açıklığa kavuşturmak) lazımdır. Teklifim şudur”

Gazi Mustafa Kemal tasarısını, Meclis katiplerinden birine verir. Tasarı okunur. Gazi’nin teklifi, cumhuriyeti getirmekteydi…

….

Tartışmalar devam ederken, nihayet Meclisin sarıklı, fakat atılgan, hareketli mebuslarından Antalya mebusu Rasih Hoca (Kaplan) söz aldı. Rasih Hocanın ağır, dokunaklı ve tesirli bir sesi vardı. Açık, kesin konuştu. Sözlerini:

“__ Din bakımından da en uygun muvaffık hükümet şekli cumhuriyettir.” diye bağladı ve haykırdı.

“__ Yaşasın cumhuriyet!...”

Meclis birden dalgalandı. Herkes ayakta ve bütün mebuslar haykırışıyorlardı:

“__ Yaşasın cumhuriyet!...



Bu arada işin en hoş tarifini eski bir Osmanlı, eski bir müderrris ve Osmanlı devletinde de nazırlık ve ayan azalığı yapmış Abdurrahman Şeref bey yaptı.

“__ Hakimiyeti milliye, kayıtsız şartsız milletindir… Kime sorarsanız sonuç, bu, cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama, bu ad bazılarına hoş gelmezmiş… Varsın gelmesin.”


Nihayet takrir oya konuldu. Bir heyet oyları saydı ve sonra Meclis reisi ve yaman bir parlamento idarecisi olan Çorum mebusu İsmet Bey (Eker) sonucu açıkladı: Tasarı müttefikan kabul edilmişti. “Yaşasın Cumhuriyet!” avazeleri bu defa daha gür, daha devamlı bir heyecan fırtınası içinde eski Büyük Millet Meclisinin küçük, mütevazı salonunu çınlattı… Türkiye, artık bir cumhuriyet olmuştu.

Kabul edilen tasarıya göre şimdi, yapılacak bir şey daha kalıyordu: Türkiye Cumhuriyetine bir reisicumhur seçmek.



159 kişi oya katılmış ve 158 oyla Gazi Mustafa Kemal oybirliğiyle Türkiye Reisicumhurluğuna seçilmişti. Çekimser kalan tek oy, Mustafa Kemal’in kendi oyu idi. Bu defa da Meclis binası:

“__ Yaşasın Gazi! Yaşasın Mustafa Kemal Paşa! 

sesleriyle uzun uzun çınladı. Gazi Mustafa Kemal, yerinden yavaş yavaş doğruldu. Sukunetle kürsiye ilerledi. Arkadaşlarına kısa, fakat açık ve özlü bir demeçle teşekkür etti. İkinci Meclisi açış nutkunda iki hedef belirtmişti: 

“1_ Devlet şeklimizin, hakiki halk devleti ve demokratik olabilmesi için tekamül,

  2_ Asri müesseseler kurmak yolunda cesaretle ilerlerken, şahsi müesseseler yoluna sapmamak…” 
 


Teşkilatı Esasiye Kanunundaki değişiklikler aşağıdaki maddelerin şu şekli almaları suretiyle sağlanmıştı.

“Madde 1 __ Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.

Madde 2 __ Türkiye devletinin dini İslam, resmi lisanı Türkçedir.

Madde 4__ Türkiye devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin ayrıldığı idare şubelerini icra vekilleri vasıtasıyla idare eder.

Madde 10 __ Türkiye reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi umumi heyeti tarafından kendi azası arasından bir intihap devresi için seçilir Reislik vazifesi yeni reisicumhurun intihabına kadar devam eder. Tekrar seçilmek caizdir.

Madde 12__ Başvekil, reisicumhur tarafından ve Meclis azası arasından intihap olunur. Diğer vekiller başvekil tarafından ve Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra, heyeti umumiyesi reisicumhur tarafından Meclisin tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse, tasvip keyfiyeti Meclisin içtimaına bırakılır. “

Kabine şöyle teşekkül etti.

Başvekil: İsmet Paşa ( Malatya Mebusu).

Şer’iye Vekili : Mustafa Fevzi Efendi (Saruhan Mebusu)

Erkanı Harbiyei Umumiye Vekili : Müşir Fevzi Paşa (İstanbul Mebusu)

Dahiliye Vekili : Recep Bey (Kütahya Mebusu)

Maliye Vekili : Hasan Bey (Gümüşhane Mebusu)

Müdafai Milliye Vekili: Kazım Paşa (Balıkesir Mebusu)

İktisat Vekili : Hasan Bey ( Trabzon Mebusu)

Adliye Vekili: Seyit Bey ( İzmir Mebusu)

Maarif Vekili : Safa Bey ( Adana Mebusu)

Nafia Vekili: Muhtar Bey ( Trabzon Mebusu)

Sıhhıye Vekili : Refik Saydam Bey ( İstanbul Mebusu)

İmar, İskan Vekili: Mustafa Necati Bey ( İzmir Mebusu)


Tek Adam / Şevket Süreyya Aydemir / 3. Cilt 1922-1938 /Remzi Kitabevi

Devamını Oku »

8 Mart Kutlanmalı mı?

0 yorum

Bu sabah akıllı bıdık telefonumdaki mesajların ve elektronik posta kutusunun sağ üst köşesinde, rakkamlar saniyede üç beş artarak ekranın ışığını harekete geçiriyorlar. Bilmediğim acil bir durum mu var? diye düşünmeden edemedim. Meğerse kozmatik, züccaciye ve tekstil firmaları günün anlam ve önemine uygun indirim oranlarıyla yarışa geçmişler.

Hadi bakalım bu gün nasıl geçecek diye düşünürken, köşede çiçek satan teyze bile yoldan geçen her erkeğe “bugün kadınlar günü, özel buket hazırladım abim” diye sesleniyor. Ah bu Kapitalist sistem, bize daha ne oyunlar oynayacaksın?

Her salı olduğu gibi İstanbul Oyuncak Müzesi’nde Yasemin Sungur’la Kitap İle Sohbet ‘deyim. Bugün konumuz “Şiirler ve Şarkılar ile ADIM KADIN“ ve “Anlamda Türkiye'de KADIN OLMAK"

Çok özel konuklarımız ve konuşmacılarımız var keza mevzu derin.  Sohbetiyle ve şiirleriyle olduğu kadar şarkılarıyla da bize eşlik eden Mehtap Meral ve Türkiyede ki tek kadın akordeon sanatçısı Özge Metin.

Konuşmacı kitapdaşlarım uzmanlık alanlarında bize eşlik ediyorlar.


‘Hoş Geldin Kadınım’ ile Filiz Temizel, günün anlam ve önemi İlknur Karapolat, rakamların dilinden anlayan Alev Türkkan, endüstrileştiremediklerimizden Zeliha Dağhan, şiddeti dört ayrı parçaya bölerek konuya derinden giren Didem Yeşim Pektok ve her zaman olduğu gibi – bu sefer Lilith efsanesiyle- konuya farklı bakış açıları kazandıran Oktay Valunya ile sohbetimiz şiirler ve şarkılarla süslendi.


Konuşulanlardan  hafızama takılı kalanlar;

- Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur.

- Kadın yada Erkek, kimliklerimize sahip olmayı başardıktan sonra insan olabiliriz.

- Sihirli bir kelime “Lütfen”,  hayat kurtarır.

-Kadın ve erkeğin eşit olduğu tek nokta nüfus dağılımı.

-Her 8 Mart’ta emekten önce şiddet vurgulanıyor.

-Dünyada 130 ülkedeki kadınlar, Türkiyede ki kadınlardan daha fazla hakka sahip.

- Adem‘in ilk karısı Havva mı? Lilith mi?

- Aile içinde değersizleştirilen ve en çok şiddet gören kişi, kadın.

- Ölüme giden yolda ilk adımlar evde duygusal şiddetle başlıyor.

- Dilerim 8 Mart, kendi gücümüzü konuştuğumuz bir güne dönüşsün.


8 Mart Kutlanmalı mı? Bu soruyu çok soruyorum” diyor Yasemin Sungur

Kutlansın tabi, yaşamdaki her güzel şey kutlansın. Asıl yapılması gereken mesele 8 Mart mücadelesini başlatan kadınların ruhundan uzaklaşmadan insan olmak yolunda kadınların mücadele geleneğini kutlamalıyız ki onlar bize bunu armağan etmişler. Ve biz kadınlar hem kadınlarla hemde erkeklerle. birlik içinde olmalıyız, dayanışma içinde olmalıyız.”

Konu kadın, konuşmacılar kitapdaşlar olunca, ortaya uzun soluklu bir sohbet çıktı. Bize konuşmak için bir gün yetmedi biz 364 gün daha konuşmaya çözüm yaratmaya, farkındalık yaratmaya ve birlik olmaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.

Güne şiirle başlamıştık, bu güzel sohbetin ardından şarkıyla bitiriyoruz.

Tüm Kadınların, Dünya İşçi ve Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.
Sevgiyle Kalın



Sen çok deniz aştın mart güneşi

Çok toprak ılıttın

Ekinlere kımıl düştüğünde

Duymadın mı çığlıkları

Soğuk vurduğunda meyveleri

İniltileri

Sözcükler boğuyor beni

Sen çok kadın gördün mart güneşi

Savaşta direneni, işkencede öleni

Rosa Lüksemburg’un moraran bedenini

Karadeniz’de kum çekenleri

Ağ örenleri

Sarı sıcakta pamuk toplayanları

İncir işleyenleri

Tarlada tezgahta doğuranları

Sözcükler yetersiz, sözcükler katı

Sen çok ülke gördün mart güneşi

Sen çok kadın gördün

Yoldaşlarıyla grev yapanları

Eşitlik türküsü çağıranları

Dur ve tanığım ol şimdi

Dur ve tanığım ol mart güneşi

Hindistan ekmeğiyle besleniyor Amerikan bifteği

Kokakolayla vuruluyor Afgan bebekleri

Dur ve tanığım ol

Kutlarken 8 Martı dünya kadın emekçileri

Söz veriyorum

Tüm dünyada ödenene kadar alın teri

Susmayacağım

Sözcükler boğsa da beni


Sennur SEZER


Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.







Devamını Oku »

Tarihten Yapraklar

0 yorum
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı

Tek bir oyun beni, tarihin tozlu raflarından aldığım kitapların sayfalarında yaprak yaprak dolaştırdı.

Sadece ismini bildiklerim, ismini bilip ne iş yaptığını bildiklerim ve adını ilk kez duyduklarım. Hepsi ama hepsi bu oyunda toplanmış. Hepsi de döneminin değerli insanları ve Türk Tiyatrosuna emeği geçmiş oyuncular, yazarlar, çevirmenler, tiyatro severler…
Tek bir oyun “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” 
Ahmet Vefik Paşa

Haldun Taner’in 1969 da yazdığı bu oyun, Fransız yazarı Molière’in George Dandin adlı ünlü eserini sahneleyen Tomas Fasulyeciyan Tiyatro Grubu’nun, çektikleri sıkıntıları, Bursa’da valilik yapan gerçek bir tiyatro aşığı Ahmet Vefik Paşa’nın desteği ile ayakta kalmaya çalışmaları ve tiyatroyu halka sevdirmeleri konu ediliyor.

Sahnede kimler yok ki Tomas Fasulyeciyan, Ahmed Fehim, Virjinya Zagakyan, Küçük İsmail, Hıranuş, Holas, Satenik, Vizental Efendi, Şebrenk Bacı ve Ahmet Vefik Paşa …

Kuşkusuz tiyatronun bugünlere gelmesinde onların, ve sonrasında bu bayrağı devir alan çocuklarının, torunlarının emeği çok büyük.

Tiyatro aşığı Ahmet Vefik Paşa, Bursa da kurduğu Osmanlı’nın Anadolu’daki ilk tiyatrosu, (1879) “Temâşâhâne-i Osmânî” ile Molière’den çevirdiği 30 dan fazla oyunun da 3 yıl boyunca burada sahnelenmesine ön ayak oluyor. Provaları bizzat seyrederek oyunlara katkıda bulunur.

Tanzimat döneminde batılılaşmaya çalışan toplumdaki değişimlerin geleneksel değerlerle çatışması beklenen birşeydir. Ancak kaçınılmaz son ise yeterince anlaşılamayan Paşa'nın sürgün edilmesi, tiyatronun kapısına kilit vurulması…

Haldun Taner

Temâşâhâne-i Osmânî ile ilgili bilgiyi Bursa Devlet Tiyatrosu’nun internet sitesinde okuyunca hüzünlendim. Bu tiyatro binasının 1916 yılında bir kış günü çatısı çökmüş, 1918 yılında geriye kalanlar sökülmüş ve 1923 yılında ise arsanın sinema olması planlansa da 1939 yılında satılmış. Daha sonra da buraya Ziraat bankası yapılmış.

Devlet Tiyatroları Doğumunun 100. Yılında Haldun Taner’i bu oyunla anmak istemiş. Bu vesileyle Türk Tiyatrosuna emeği geçen değerli sanatçıları yeni nesile tanıtmış, benimde rafların tozunu alarak, bu satırları biraraya getirmeme yardımcı oldular..

Sevgiyle, saygıyla anıyorum…

Devamını Oku »

24 Kasım

0 yorum
A'dan başlar aydınlık, 

Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen.

Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek

Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir,

Yeryüzü ile el ele öğretmen.

Öğretmen / Fazıl Hüsnü Dağlarca


Gün olur ilkokul öğretmenimizi, gün olur lisede ki öğretmenlerimizi anarız. 

Yaptığımız şakaları, onları nasıl kızdırdığımızı acı tatlı anılarımızı hatırlar çocuklarımıza anlatırız. 

Üniversite deki öğretmenlerimizi andığımız da olur zaman zaman ama en çok da ilkokul öğretmenlerimiz bizim küçük yüreklerimizde kocaman yer tutarlar. 

Hayatımızda iz bırakan, bizim yaşamımıza yön veren, değerli öğretmenlerimizi yılda bir değil 365 gün hatırlarız biz aslında…

24 Kasım öğretmenler günü olarak kutlanmaya başlayalı tam 33 yıl olmuş. 24 Kasım 1928 Millet Mekteplerinin açılışı ve aynı zamanda Atatürk'ün Başöğretmenliği Kabul ediş tarihi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 100. doğum yılı olan 1981 yılından bu yana her 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor.

Ulu Önder Atatürk bir söylevinde, öyle güzel anlatmış ki öğretmenlerimizi;

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır.”






























Devamını Oku »

10 Kasım

0 yorum

Saat dokuzu beş geçe...

Trafik yavaşladı derken bir anda durdu, herkes arabalarından indi ve sirenler başladı...
Tüm insanlar başı önünde eğik hüzünlü, kimi ağlamaklı olduğu yerde dimdik duruyordu. Duraktakiler, caddedekiler, arabalarından inenler, dükkanlarından dışarı çıkanlar herkes ama herkes saygı duruşunda, tereddütsüz. Zaman durmuş sanki, siyah beyaz donuk bir film karesi gibi…

Hayatımda ilk defa şahit oluyorum yada en net hatırladığım an. 10 Kasım 1981 günlerden salı, henüz ilk okul ikinci sınıftayım. Hasta olduğum için okula gidemedim sabah beni doktora götürüyorlar, yoldayız. Sirenlerden önce biz de arabamızdan inip saygı duruşunda bekliyoruz, gözyaşlarımı tutamıyorum, kelimeler boğazımda düğüm düğüm...

Yıl 2011, 10 Kasım Perşembe Ankara’da Anıtkabir’deyim. Bu sefer yanımda oğlum var. Çok saygı duyduğum, cesaretine ve zekasına hayran olduğum Atam’ın huzurundayım. Ve ben yine gözyaşlarımı tutamıyorum. Kelimeler kifayetsiz kalıyor duygularımı anlatmaya.


Ama ömrüm oldukça O'nu çevreme ve çocuklarıma ve onların çocuklarına anlatmaya çalışacağım. Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamak demek, onun yaptıklarını anlamak, düşüncelerini izlemek ve ilkelerini korumak demektir.

Dünya tarihinde silinmez izler bırakan, herkesin örnek aldığı bu cesur yürekli, alçak gönüllü, zeki ve başarılı insan hakkında söylenen yüzlerce güzel söz var.

Şevket Süreyya Aydemir, “Tek Adam” eserinde şöyle demiş “Ölümünün daha 25. yılında kendisi hakkında çeşitli dillerde 3.000 eser yayınlanan insan, üzerinde düşünülen insan demektir.”

Dünya Liderlerinin Atatürk Hakkındaki Sözleri

Mustafa Kemal; bir millet, bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır.

Adolf Hitler (Almanya Devlet Başkanı)

Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk'ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar.

Herbert Melzig (Alman Tarihçi)

Savaş Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Milletini yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern Türkiye'nin Ata'sına değer bir görünümden başka bir şey değildir.

Winston Churchill (İngiltere Başbakanı)

Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletlerin önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.

Bayan Sucheta Kripalani (Hint Parlamento Heyeti Başkanı)

Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

John F. Kennedy (ABD Başkanı)

Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi.

Franklin ROOSEVELT (1928
 ABD Başkanı)

Bu, insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir. Atatürk yüz yıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı.

Gerrad Tongas (Fransız Yazar)

Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felaketinin içine sürüklemişlerdir.

SANERWIN (Fransız Gazetesi)

UNESCO’nun yazdığı Atatürk tanımı

Atatürk, uluslar arası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.




Devamını Oku »

1 KASIM

0 yorum
Ya üç ayda yapabiliriz ya da hiç bir zaman...

TÜRK HARFLERİNİN KABUL VE TATBİKİ HAKKINDA KANUN 1 Kasım 1928'de TBMM tarafından kabul edildi.


1928 yılı Gazi M. Kemal için devrimler yılı olacaktı. 9 üyeli Dil Encümeni kuruldu. Yeni harfleri öğrenen Gazi M.Kemal 5 Ağustos günü Başbakan İnönü'ye yazdığı mektupta ilk kez Latin harflerini kullandı.

27 Temmuz 1928 günü Dil Encümenleri/Harf Komisyonu Dolma Bahçe Sarayı'nda son kararlarını Gazi M. Kemal'e izah etti. O günkü görüşmeyi Falih Rıfkı Atay şöyle nakletmiştir.

"Yeni yazı yalnız Arap yazısı dediğimiz eski yazının değil, Osmanlıcanın da tasfiye edilmesi demekti.
Atatürk, karşı tarafın tekliflerini gözden geçirdi. Sonra:
_ Yeni yazının eskisi yerine geçmesi için müddet olarak ne düşündünüz? diye sordu.
Müddet, arkadaşlardan azlığına göre beş, bir haylisine göre onbeş yıl olmalıydı. İlk zamanlar okullarda iki yazıyı da öğrenecektik. Gazeteler bir kaç fıkrayı yeni yazı ile dizdirmekten başlayarak, yavaş yavaş arttıracaklardı. 
Atatürk dediki:
_ Farz edelim on beşinci yılda gazetelerde yarım sutün Arapça yazı kaldı. Ne olacak biliyormusunuz? Herkes o yarım sütunu okuyacak. Bir harp, bir buhran, bir şey çıktı mı, bizim yazı da Enver'inkine dönecek.
Enver Paşa'nın daha fazla imla inkılabı diyebilecepimiz denemesi I. Dünya Harbi olur olmaz suya düşmüştü: 
_ Ya üç ayda yapabiliriz ya da hiç bir zaman...
Buna bende şaştım doğrusu. Üç ayda bir millete yazı değiştirtmek! Bunu da başarabilecek miydi?
Sonra anadolu'ya köylere çıktı. Bir kara tahta üzerinde yeni yazının ilk derslerini verdi. Ve üç ayda yaptı."

Bu duruma birde rakamlarla bakmak gerekirse, 

2 ya da 4 aylık okuma-yazma kursunu yürütecek Millet Mektepleri, 1 Ocak 1929'da öğretime başladı. İlk yıl yurtiçinde 20.487 derslik açıldı ve buralara devam edenlerin sayısı 1.075.500 kişiye ulaştı. İlköğretime kaydolma yaşını aşmışlar ise kurslara devam ettiler. Bir yıl sonunda bu kurslardan okuma-yazma belgesi alanların sayısı 597.010 oldu. 5 yıl içinde de bu rakkam 1.217.144'e ulaştı. Bu sayı küçümsenemeyecek bir başarıyı gösteriyordu.

Kaynak: İlker Başbuğ 20. Yüzyılın En Büyük Lideri ATATÜRK ( 1923'ten 1938'e) Remzi Kitabevi


Harf devrimini gerçekleştiren 1 Kasım 1928 gün ve 1353 sayılı yasa, devrim yasaları arasına alınmıştır.

Meraklısına Kanun maddeleri

TÜRK HARFLERİNİN KABUL VE TATBİKİ HAKKINDA KANUN


Kanun Numarası            : 1353
Kabul Tarihi                   : 01/11/1928
Yayımlandığı R. Gazete : Tarih: 3/11/1928 Sayı: 1030
Yayımlandığı Düstur      : Tertip: 3 Cilt: 10 Sayfa: 3



Madde 1 - Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.

Madde 2 - Bu Kanunun neşri tarihinden itibaren Devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bilcümle şirket, cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburidir.

Madde 3 - Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin Devlet muametına tatbiki tarihi 1929 Kanunusanisinin birinci gününü geçemez. Şu kadarki evrakı tahkikiye ve fezlekelerinin ve ilamların ve matbu muamelat cetvel ve defterlerinin 1929 Haziran iptidasına kadar eski usulde yazılması caizdir.

Verilecek tapu kayıtları ve senetleri ve nüfus ve evlenme cüzdanları ve kayıtları ve askeri hüviyet ve terhis cüzdanları 1929 Haziranı iptidasından itibaren Türk harfleriyle yazılacaktır.

Madde 4 - Halk tarafından vakı müracaatlardan eski Arap harfleriyle yazılı olanlarının kabulü 1929 Haziranının birinci gününe kadar caizdir. 1928 senesi Kanunuevvelinin iptidasından itibaren Türkçe hususi veya resmi levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe hususi, resmi bilcümle mevkut, gayrı mevkut gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.

Madde 5 - 1929 Kanunusanisi iptidasından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması mecburidir.

Madde 6 - Resmi ve hususi bütün zabıtlarda 1930 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harflerinin stenografi makamında istimali caizdir. Devletin bütün daire müesseselerinde kullanılan kitap, kanun, talimatname, defter, cetvel kayıt ve sicil gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması caizdir.

Madde 7 - Para ve hisse senetleri ve bonolar ve esham ve tahvilat ve pul ve sair kıymetli evrak ile hukuki mahiyeti haiz bilcümle eski vesikalar değiştirilmedikleri müddetçe muteberdirler.

Madde 8 - Bilümum bankalar, imtiyazlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseselerin bütün Türkçe muamelatına Türk harflerinin tatbikı 1929 Kanunu sanisinin birinci gününü geçemez. Şukadar ki halk tarafından mezkür müesseselere 1929 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harfleriyle müracaat vakı olduğu takdirde kabul olunur. Bu müesseselerin ellerinde mevcut eski Arap harfleriyle basılmış defter, cetvel, kataloğ, nizamname ve talimatname gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması caizdir.

Madde 9 - Bütün mekteplerin Türkçe yapılan tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur.

Madde 10 - Bu Kanun neşri tarihinden muteberdir.

Madde 11 - Bu Kanunun ahkamını icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur.


KAYNAK:  T.C. Milli eğitim Bakanlığı Mevzuat





Devamını Oku »

29 Ekim

0 yorum
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.

M. Kemal Paşa TBMM’inde Genel Başkanı olarak Hükümet buhranının mevcut sistemden kaynaklandığını, bunun çözümünün istikrarlı bir sistemde olduğunu belirttikten sonra değişiklik önergesini okuttu:


“Türkiye Devleti'nin Hukümet şekli Cumhuriyettir
, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur
, Türkiye Devleti, Hükümetin inkisam ettiği idare şubelerini İcra Vekilleri (Bakanlar Kurulu) 
vasıtasıyla idare eder.”

Bu önerge Parti toplantısında tartışıldı Büyük Millet Meclisi'nin aynı akşam (29 Ekim 1923) saat 18:45'de yaptığı toplantıdan sonra 20.30'da "YAŞASIN CUMHURİYET" sesleri arasında Cumhuriyet ilan olundu ve yeni Türk Devleti'nin adı kondu. "TÜRKİYE CUMHURİYETİ". Hemen arkasından da Türk Ulusu'nun kurtarıcısı Gazi M.Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi.”

Sizce herşey bu kadar basit ve kolay olabilir mi? Tabiki hayır. Kelimeler kifayetsiz kalıyor yaşananların yanında…

Sadece sonuca odaklanırsak süreçten mahrum kalırız. Oysa gerçekte yaşananlar…

1919 yılının Mayıs ayında başlar herşey, onun öncesinde fikren var olanlar artık uygulamaya başlanmıştır. Sivas kongresinde dile gelse de Cumhuriyet, zamanı gelmemiştir henüz. Halkın mücadelesi yeni başlıyor, İnönü, Zaferleri, Sakarya, Dumlupınar Muhabereleri, Büyük Taarruz, İzmir’in Kurtuluşu ve işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk etmesi…

29 Ekim’den önce Mustafa Kemal’in hep aklında olan Cumhuriyet fikri bir söyleşide dile geliyor.

Mustafa Kemal Paşa; 22 Eylül 1923’te Neve Freie Presse muhabirinin Türkiye Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki gelecekteki değişikliğin ne olacağı hakkındaki sorusuna Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı;

“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İcra kudreti, kanun yapma salahiyeti milletin yegane hakiki temsilcisi olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır. Bu iki maddeyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet”

Büyük fedakarlıklar ve mücadeleler sonuncunda, milli birlik ve beraberlik 29 Ekim 1923 de adını Cumhuriyet olarak duyurur. Artık mücadele cephede değildir, çağdaş bir ülke olma yolunda atılan adımlarla kendini gösterir.

Bu mücadele o zamanda vardı şimdide var... 

20 Mart 1923'te Konya'da yaptığı bir konuşmada Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere karşı tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtmiş;

"Eğer onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımları atanları tepelemektir... Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Örneğin eğer bunu sağlıyacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine öldürürüm." 




Meraklısı için not: 2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve TBMM tarafından da kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır.

Kaynak :

Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, 1986, ss. 359-366

İlker BAŞBUĞ 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal (1881’den 1923’e) Remzi Kitabevi 2012 ss. 339



Devamını Oku »

9 EYLÜL

0 yorum
Türk Süvari Birlikleri 3 yıl 3 ay 25 gün yas çaken İzmir halkının sevinç göz yaşları arasında 9 Eylül sabahı İzmir’e girdi. 
Türk birlikleri, İzmir'e doğru hızla ilerledi. Yunan birlikleri ve Rum siviller Anadolu’dan çekildiler. 

9 Eylül 1922 sabahı Ahmet Zeki Bey komutasındaki 2. Süvari Fırkası, ardından Mürsel Paşa komutasındaki 1. Süvari Fırkası birlikleri İzmir şehrine girdi.

Ardından 5. Süvari Kolordusu Komutanı Mirliva Fahrettin Paşa, komutasındaki birliklerle saat 10.00'da İzmir'e girdi. Türk Bayrağı Hükûmet Konağı ve Kadifekale'ye çekildi.

Tarihi detaylar ise İlker Başbuğ’un “20.Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal" adlı kitaptan;

Türk Birliklerinin sergilediği düzgün davranış basında yer aldı

Mustafa Kemal Paşa, 13 Eylül Chicago Tribune Gazatesi muhabiri John Clayton’a bir demeç verdi. Yazının önemli bölümleri şöyleydi:

Mustafa Kemal Paşa; “Muzafferriyetimiz bizim taleplerimizi değiştirmemiştir. Evvelce istediğimiz şeylerden ne daha ziyade, ne daha az şey talep ediyoruz. Misak-ı Millimizde sebat ediyoruz.

Biz İngiltere ile harp etmek istemiyoruz, fakat onlar İstanbul’u Türkiye’ye teslim etmelidir. İstanbul Türkiye’nin payitahtıdır. Mümkün mertebe barış yoluyla istiyoruz. Eğer olmazsa onun için harp edeceğiz. Gördüğünüz gibi, İzmir’de hiçbir katliam veya herhangi bir teşebbüs vaki olmamıştır.”

Kemal Paşa burada hakikatı ifade ediyor. Türklerin girdiğinden beri gündüz ve gece her saatte bu şehrin sokaklarında geziyorum. Hiçbir katliam vakası olmadığına şahitlik ederim. Dört gün içinde genel intizamın yeniden kurulmasıyla, sokaklar yeniden temizlenmiş ve dükkanlar açılmıştır. İzmir’de alışılmış hayat tekrar dönmüştür.

Mustafa Kemal Paşa’nın Not defterinden

Mustafa Kemal Paşa’nın sevinç ve gurur duyması doğaldı. Nitekim İzmir’e girdikten sonra kısa ve kesik tümcelerle tuttuğu not defterine şunları yazmıştı;

“15 Mayıs 1919 İzmir’I işgal. 3 sene 4 ay. Ben aynı gün İstanbul’u terk… O kara günde Karadeniz’de, bu gün Akdeniz’deyim.”






Devamını Oku »

30 Ağustos

0 yorum


Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır.

Tarihi detaylar ise İlker Başbuğ’un “20.Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal" adlı kitaptan;

Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 günü, Türk topçularının saat 04.30’da açtıkları ateşle başladı. O gün akşama kadar bazı önemli mevziler ele geçirilmiş, ertesi gün ise Yunan cephesinde ilk gedik açılmıştı. 28 Ağustos’ta Eskişehir-Balmahmut yöresindeki Yunan kuvvetlerine karşı harakete geçirilerek onların İzmir’e doğru çekilmeleri önlenmiş, ertesi gün de Dumlupınar yolu tutulmuştu.

“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir İleri” 

30 Ağustos’ta etrafı sarılmış olan 5 Yunan tümenine son darbenin indirilmesine girişilmişti. Büyük kayıplara uğrayan Yunanlılar panik halinde kaçışmaya başlamışlardı.
Kaçan Yunan birliklerinin daha gerilerde toplanıp yeniden bir güç oluşturmalarını önlemek isteyen Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül’de Türk ordusuna düşmanı hiç durmadan Akdeniz’e kadar kovalamalarını emretti. “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir İleri”

9 Eylül’de İzmir kurtarıldı. Afyon-İzmir arasındaki yaklaşık 400 kilometrelik yol, topu topu 15 günde alınmıştır.

Mustafa Kemal Paşa 4 Ekim 1922’de yapmış olduğu konuşmada, Büyük Taarruz ve Büyük Zafer hakkında şunları söyledi :

“Bu senenin ortalarında ordumuz düşman ordusunu yenmek ve bozguna uğratmak için gereken kuvvet ve kudreti kazanmış bulunuyordu. Askeri kuvvetlerimizi kullanmadan önce kan dökmeye neden olmaksızın meseleyi arabuluculukla çözmek için girişimde bulunmak da ayrıca bir görev idi. 

Londra’ya kadar gönderdiğimiz Fethi Bey’in Londra’da kabul şekli ve özellikle o günlerde Mösyö Lloyd George’un parlamento kürsüsünde verdiği nutuk gösteriyordu ki, bütün bu girişimlerimiz ters bir anlamda kabul edilmiştir.

Zannettiler ki ordumuz zayıftır. Zannettiler ki, meclisimiz ve hükümetimiz zayıftır ve ümitsizdir.

Milli amaçlarımızın elde edilmesi, ancak askeri harekat ile olabilecektir. Başka incelemeye, başka yoruma yer yoktur.”

Zafer Bayramı 

İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.

Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir’de kutlanmıştır.

Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur.

Devamını Oku »

16 TEMMUZ

0 yorum
Göklere, özgürlüğe aşık, havacılığa gönülvermiş...
TBMM tarafından üç kez Takdirname verilen tek kişi...

Esir düşüp ancak bir saniye bile özgürlüğü aklından çıkarmadan, kaçış, macera ve mücadele dolu bir yaşam...

6 Ocak 1896 tarihinde İstanbul’da doğan Vecihi Hürkuş, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslara karşı harekata katılmış, başarılı keşif ve bombardıman uçuşları yapmış ve bu arada girdiği bir hava muharebesinde bir Rus uçağını indirmiştir.

Vecihi Hürkuş, uçak düşüren ilk Türk tayyarecidir.

Ruslara esir düştüğü Hazar Denizi’nde bulunan Nargin adasından 14 saat yüzerek İran’a; oradan da 4 ay süren dağ, tepe yürüyüşü sonunda Süleymaniye’den yurda dönerek İstanbul’a ulaşmış ve yurda dönerek Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır.

Vecihi Bey, özellikle İnönü ve Sakarya savaşları sırasında çok başarılı keşif ve destek uçuşları yaptığı gibi, Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan pilot olarak tarihe geçiyor.

Vecihi Bey'e kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir. Ayrıca TBMM tarafından üç kez Takdirname verilmiştir. Üç takdirname verilen tek kişidir.

Savaştan sonra İzmir'de yeni tayyarecileri eğitmeye başlar ve uçak yapımı projesine devam eder. ilk Türk uçağını imal eder. 28 Ocak 1925’de “ VECİHİ K –VI” adını verdiği uçağını uçurur.

Ancak ödül yerine onu ceza beklemektedir. İzin verecek merci olmadığı için, izinsiz havalanmış, bu yüzden de cezalandırılmıştır.

Daha sonra askeri havacılıktan ayrılarak uçak tasarımı ve yapımı çalışmalarına devam etmiştir.

1930'da Kadıköy'de bir keresteci dükkânını kiralayarak, 3 ay içinde ilk Türk sivil uçağını, aslında ikinci uçağı VECİHİ XIV'ü inşa etti. İlk uçuşunu 27 Eylül 1930'da Kadıköy Fikirtepe'de büyük bir kalabalık ve basın topluluğu karşısında yapmıştır.

Yaşasın Türk Tayyareciliği

Bu uçuştan sonra VECİHİ XIV ile önce Yeşilköy'e, sonra Ankara'ya uçmuştur. Uçabilirlik Sertifikası için İktisat Bakanlığına başvurmuş, 14 Ekim 1930'da “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir” cevabını almış. Hürkuş, bunun üzerine bakanlık nezdinde yapılan girişimler sonucu uçağa istenen belgenin alınması amacıyla uçağı sökerek demiryollarından kiraladığı vagonla Çekoslovakya’ya gönderilmesi için müsaade almıştır. Tayyareye ait statik raporu gibi resmi evrak önce Çek diline çevrilmiş, uçak gelince tekrar monte edilerek uçağın malzemeleri ve her türlü teknik kontrolü yapıldıktan sonra uçuşu istenmiş.
Hürkuş 23 Nisan 1931’de Çekoslovakyalı yetkililer tarafından civardaki bir gazinoda düzenlenen bir törenle, başköşesinde “Yaşasın Türk Tayyareciliği” yazılı bir pankartla onurlandırılarak uçuş müsaadesini almıştır.

1932’de Vecihi Sivil Tayyare Mektebi isimli ilk Türk Sivil Havacılık Okulu'nu açmıştır. Okulda ilk Türk kadın pilotumuz Bedriye Gökmen ile birlikte 12 pilot yetiştirmiştir.

1954 yılında ilk sivil havayolu şirketimiz Hürkuş Havayolları’nı kurmuştur.

Türk havacılık tarihinin en üretken ve girişimci kişilerinden olan Vecihi Hürkuş, Ankara'da 16 Temmuz 1969 tarihinde vefat etmiştir.

Vecihi Hürkuş hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

Devamını Oku »

3 Haziran

0 yorum

Ya hayrandır sana ya düşman.
Ya hiç yokmuş gibi unutulursun,
Ya da bir dakka bile çıkmazsın akıldan.

Nazım Hikmet Ran
15 Ocak 1902- 3 Haziran 1963

Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden Nazım Hikmet Ran.
Uluslararası bir üne ulaşmış ve dünyada 20.yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.

eserlerine buradan ulaşabilirsiniz.

"Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin.
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için." 


Devamını Oku »

19 Mayıs

0 yorum
 Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı

Gençlik ve Spor Bayramı, ilk defa 24 Mayıs 1935’te "Atatürk Günü" adı altında kutlanmıştır. Beşiktaş spor kulübünün girişimleriyle Fenerbahçe Stad'nda kutlanan bu ilk 19 Mayıs, Galatasaray ve Fenerbahçeli yüzlerce sporcunun da katılımıyla bir spor günü haline gelmiştir.

Bu organizasyondan bir süre sonra gerçekleşen Spor Kongresi'nde söz alan Beşiktaş Kurucu Üyesi Ahmet Fetgeri Aseni kutlanan Atatürk Günü'nün tüm gençliğe mal edilebilmesi için "19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı" adı altında her yıl yapılmasını teklif etmiştir. Kongrede oylanan bu öneri kabul edilmiş ve Atatürk’ün de onayıyla yasalaşmıştır. 20 Haziran 1938 tarihli kanunla "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanan bu ulusal bayramın adı 1980 den sonra "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" adını almıştır.

19 Mayıs Kutlamaları

Her yıl 19 Mayıs günü Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı Türkiye'nin dört bir yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır. Üzerinde "Gençlikten Atatürk Sevgisiyle Cumhurbaşkanına" yazan ve "Sevgi Bayrağı" olarak adlandırılan dev bir bayrak Kurtuluş Yolu'ndaki Tütün İskelesi'nden karaya çıkarılarak Samsun valisine verilir. Daha sonra bayrak, Cumhurbaşkanına sunulmak üzere genç atletlere teslim edilir. Samsun'dan yola çıkarılarak Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir ve Kırıkkale'den sonra, 19 Mayıs törenlerinde, Ankara’da Cumhurbaşkanına sunulur.








Devamını Oku »

18 Mayıs

0 yorum
Prof. Dr. Türkan Saylan 

13 Aralık 1935- 18 Mayıs 2009

Bir yıldız kaydı. Öyle bir yıldız ki o aslında etrafına yaydığı ışıkla bir çok kişinin hayatını değiştirdi.

Cüzzamdan kadın sorunlarına, kız çocuklarının okutulmamasından insan haklarına kadar yaptığı tüm çalışmaları ile pek çok derneğin, vakfın kurucusu ve başkanı. Sayısız onur ve başarı ödülü sahibi.

1963’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi.

1972’de doçent, 1977’de profesör oldu.

1976 yılında Lepra (cüzzam) çalışmalarına başladı, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurdu.

1982–1987 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı yaptı.

1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verildi.

1981–2001 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürüttü.

1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev aldı ve 1996’ya kadar müdür yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı.

2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün Lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır.

Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve başkan yardımcısıdır. 

Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir.

Dermatopatoloji Laboratuvarının kurulmasında görev  aldı.

Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer aldı.

1981-2002 yılları arasında 21 yıl gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği’ni yaptı.

Bir iş doğru ve insanların menfaati içinse yılmıyorum, pes etmiyorum. Yanımdakilere de ‘bu işi önce kendiniz çözeceğinize, bürokrasiyi geçeceğinize inanmalısınız’ diyorum.”  Türkan Saylan




Devamını Oku »

23 NİSAN

0 yorum
Bu gün 23 Nisan, neşe doluyor insan...

23 Nisan; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılışının ve egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşır. Aslında Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı.

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979 yılını Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır.

Günümüzde bayrama birçok ülkeden çocuklar katılmakta, çeşitli gösteriler hazırlanmakta, okullarda törenler ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Ayrıca 1933'te Atatürk'le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği günümüzde çocukların kısa süreliğine devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam etmektedir.



Devamını Oku »

4 NİSAN

0 yorum
Ah, bir ataş ver cigaramı yakayım, sen sallan gel ben boyuna bakayım… 

1953 yılı… 3 Nisan'ı 4 Nisan'a bağlayan gece, Dumlupınar denizaltısı Ege'de katıldığı NATO tatbikatından geri dönüş yolunda, Çanakkale Boğazı'ndan içeriye giriyordu.

Yorgun, ama bir o kadar da gururlu 86 denizci, kendilerine yeni bir görev verilinceye kadar ailelerine kavuşmanın heyecanı içerisindeydiler. Ne var ki saatler 02.15 i gösterdiği sırada, Çanakkale Boğazı'ndaki Nara Burnu dönülürken, Türk denizaltıcılık tarihinin belki de en acı kazası yaşandı. Dumlupınar, İsveç bandıralı Naboland Şilebi ile Boğaz ın orta yerinde çarpıştı.

Dumlupınar'ın parçalanan baş bodoslamasından hücum eden karanlık sular, baş üstü dikilen koca denizaltıyı 81 denizciyle birlikte birkaç dakika içinde yutuverdi. Dumlupınar son dalışını yaparken, çarpışma sırasında nöbet tuttukları köprü üstünden denize düşen 5 denizci hayatta kalmaya çalışıyordu...

Denizaltı battıktan sonra battığı yerin bulunabilmesi için aşağıdan bir haberleşme şamandırası fırlatmıştı. Bu şamandıranın içinde irtibatı sağlamak için bir de telefon hattı vardı. Şamandırayı bir balıkçı motoru görmüştü. Şamandıranın içinden bir de telefon ve bir yazı çıktı: “Dumlupınar burada battı, kapağı açın ve irtibat kurun! '' .

Günün ilk ışıkları etrafı aydınlattığında, Boğaz'ın 90 metre derinliğindeki soğuk karanlıkta korkunç bir can pazarı yaşanıyordu. Aldığı yara sonucu batan ve manevra dairesinde yangın çıkan Dumlupınar'ın kıç torpido bölümündeki 22 denizci sağ kalmayı başarmış, kurtarılmayı bekliyordu.

Vatan Sağ Olsun! 

Herkes ağlıyordu, dakikalar geçiyor kurtarma çalışmaları sonuç vermiyordu, aşağıdan konuşmalar, ezan ve tekbir sesleri geliyordu, Kurtaran Gemisi kazadan on saat kadar sonra olay yerine gelmişti ve çalışmalar başlamıştı, akıntı çok kuvvetliydi dalgıçlar 11 dalış yaptılar ve kurtarma halatını denizaltıya bağlamaya çalıştılar. Fakat teknik yetersizdi, en son dalgıç 80 metreye kadar inebildi ve baygın halde yukarı aldılar. 15 saat sonra basınç odasında hayata döndürüldü. Hâlbuki gemiye ulaşmaya daha 11 metre vardı; başarılamadı.

Denizaltındaki subay ve astsubay ve erlerin tümüne korkunç gerçek söylendi; kendilerini su yüzüne çıkaramayacaklarını buna imkân olmadığını bildirildi. Artık kendilerine başta söylenen “gerekmedikçe konuşmayın ve sigara içmeyin '' telkininin yerine “konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve isterlerse sigara da içebilirler '' denildi. Bunu duyan kahraman denizcilerimizin son sözleri “Sizler sağ olun! Vatan sağ olsun! '' oldu. O andan itibaren oksijen bitinceye kadar 72 saat hayatta kaldılar ve “Ah, bir ataş ver cigaramı yakayım, sen sallan gel ben boyuna bakayım… '' türküsünü söyleyerek büyük bir tevekkülle son nefeslerini verdiler.

Son sözleri “Vatan Sağ Olsun! '' diyerek şehit olan 81 denizcimiz bugün Çanakkale Boğazı'nın derinliklerinde ebedi uykularındalar.

Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Devamını Oku »

18 Mart

0 yorum
Sözün bittiği, mucizelerin gerçek olduğu yer Çanakkale


Erkek-kadın, genç-yaşlı, çoluk-çocuk bir kurtuluşun hikayesi... Bir çok kitapta anlatılan bu destansı gerçek hikaye Turgut Özakman'ın "Diriliş Çanakkale 1915" romanında tüm detaylarıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

"Emrindeki orduyu yönetmekten aciz, karar almakta korkak davranan bir Alman Generalin kaybedecek hiç bir şeyi yoktu. Ama bizler vatanımızı kaybedebilirdik."

General Liman Von Sanders'in bu savaşa kayıtsız kalmasına dayanamayan kolordu komutanlarından  Esat Paşa yetki için izin ister. Ancak saldırı başladıktan 2 saat sonra izin veren general hala savaşa ve onun sonuçlarına kayıtsızlığını korumaktadır.

Acaba Esat Paşa, Alman geralin iki gün önce stratejik konumda yerleşmiş askerlerin yerlerini değiştirerek bozduğu planın büyük Türk halkının sonunu getirebileceğini biliyor muydu?

Bu iki saat içinde çok şey değişmişti, çok hayat baharındayken sönmüştü. İlk önce telefon irtabatı kesilir. Bölükler birbirlerinden uzaktır yoğun saldırı sırasında hepsi kendi yerinde çaresiz kalmışken, Yarbay M.Kemal'in insiyatifi ele alması, kimseden izin istemeden emrindeki tüm askerleri stratejik konumu olan bölgelere ivedilikle sevk etmesi, belli buluşma noktalarında diğer tümen komutanlarına kendi hareket planını anlatıp destek istemesi sonucu bu savaş kazanılmıştır.

Ortada bir tarihi başarı var ve bu başarı lider ruhlu, cesur komutanlarla beraber onların emrinde disiplinli, korkusuz, vatan için canını feda edebilecek erlerin, çavuşların, teğmenlerin başarısıdır.

Yokluğun, sefilliğin, eğitimsizliğin içinde yoktan varoluşun, Diriliş'in başarısıdır.


Devamını Oku »

7 Şubat

0 yorum
Yaratıcı, özgün, kültürlü, farklı ve farkında bir kadın...
Aysel Gürel  7 Şubat 1929 / 17 Şubat 2008 

Bazı anlar vardır ya kelimeler yetersiz kalır, işte bu anlardan biriydi benim için....  

2004 yılının Ocak ayında karşılaştık. Kısacıkta sürse de sohbetimiz, onun ne kadar  içten, farkındalığı yüksek, sorumluluk sahibi biri olduğu hemen belli oluyordu.  Çevredeki çöplerden yakınıyordu, insanların çevreyi, doğayı yeterince korumadığından  şikayetçiydi.

Sevgiyli Aysel Gürel'i içimize işleyen, bizi anlatan şarkı sözleriyle her an anıyoruz biliyorum. Onu doğum gününde birkez daha sevgiyle analım, hatırlayalım istedim. 

Aysel Gürel hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz 







Devamını Oku »

14 OCAK

0 yorum

14 Ocak Zübeyde Hanım 'ın ölüm yıldönümü... Bizlere Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider dünyaya getirdiği için, kendisine sonsuz şükranlarımızı borç biliriz. 

Bazı insanlar vardır, bir insanın hayatına değer katarlar bazıları vardır, bir ulusun geleceğine yön vererek hayatları yaşanmaya değer kılarlar.

Niyazi Ahmet Banoğlu'nun yazdığı Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk adlı kitabından, Cevat Abbas Gürer'in şahit olduğu  bir anıyı paylaşmak istiyorum.

Atatürk Ve Annesi

Atatürk, her ziyaretinde annesinin elini  büyük bir saygıyla öperdi. O büyük adam, anasının karşısında adeta küçülür, Mustafa olurdu.

Çankaya'da Atatürk yine her zamanki gibi annesinin elini öptü. Zübeyde Hanım elini uzatırken, gözlerinde toplanan sevgiyle onu kucaklayarak bağrına bastı. Türk Milletine eşsiz bir kurtarıcı, büyük bir kahraman vermiş olmanın gururuyla mağrur bir tavır alması beklenirdi. Ama öyle olmadı, kolları arasından sıyrılıp uzaklaşmaya çalışan oğlunun ellerine sarıldı.

Atatürk:
- Ne yapıyorsun anne? diyerek elini öptürmek istemedi.
Zübeyde Hanım, sakin ve ciddi bir sesle:
- Ben senin ananım, benim elimi öpmekle, bana karşı olan görevini yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet başkanısın. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve tebasıyım. Elini öpebilirim. Yanıtını verdi.

Zübeyde Hanım, bu hareketiyle, oğlunun mevkiinin sonsuz bir saygıya layık olduğunu, çevresindekilere göstermek istemişti.

Büyük Türk anası Zübeyde Hanım'ı ne zaman hatırlasam, gözlerim yaşarır. Onun buna benzer davranışlarını hatırlar ve derin bir saygı duyarım.

Niyazi Ahmet Banoğlu /  Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk / sayfa 56




Devamını Oku »

25 Aralık 1921

0 yorum
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Bakanlar Kurulu Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak meclis başkanlığına bir önerge sundu: 

“Antep livası merkezi olan Antep Kasabasının namı “Gaziantep”’e tahvil olunması.”

Bu kanun teklifi, T.B.M.M’nin 6 Şubat 1921 günlü 147’inci toplantısında oy birliği ile ve alkışlarla kabul edildi, 8 Şubat 1921 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 
20 Ekim 1921’de Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar Antep’i terk etmeyi resmen kabul etmişlerdir. 25 Aralık 1921’de Ankara’ya bağlı kuvvetler Antep’e girmişlerdir. Her yıl 25 Aralık Antep’in kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır.

25 Aralık 1937’de Gaziantep’in 16. kurtuluş yıldönümü dolayısıyla Ankara Halkevi’nde düzenlenen toplantıya katılmış, Gaziantepliler’e de bir telgraf çekmişti. Bu telgrafta:

"Eğer bir gün millet, vatan ve Cumhuriyetin yüksek çıkarları gerekirse, o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeye hazır olduklarına şüphem olmadığı bilinmelidir"
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Gaziantep hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

Devamını Oku »

23 Aralık 1930

0 yorum
DEMOKRASİ VE LAİKLİK ŞEHİDİ 23/ARALIK/1930 Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı saygı ile anıyoruz...

Menemen'de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kubilay Bey'in vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim.

Kubilay Bey'in şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen'deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir.

Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.

Menemen'de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır.

Hepimizin dikkatimiz bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur.

Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.

Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
28.12.1930

Devamını Oku »