Cumhuriyet ve Kadın

0 yorum

Bugün Cumhuriyet tarihinde kısa ama anlamlı bir gezi yaptık.

Oyuncak Müzesi'nde Yasemin Sungurla Kitap ile Sohbet gurubu için  İTK Usakizade Köşkü Müdürü Ahmet Gürel 'in hazırladığı “Cumhuriyet ve Kadın” konulu belgesel gösterimi ile başlayan sohbetimiz, seçtiğimiz birbirinden değerli Cumhuriyet Kadınlarının yaşam öyküleri ile devam etti.

TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi arşiv kayıtlarından ulaştığım “1900 sonrası Türk Biliminsanları” listesinde herbiri birbirinden değerli biliminsanlarının arasından iki kişiyi seçmek çok zor oldu benim için. Hepsinin emeğine saygım sonsuz.

Onlar gurur kaynağımız iki bilim insanı, onlar çalışkan örnek Cumhuriyet kadını…


NASA’da çalışan ilk Türk bilim kadını ünvanı Prof.Dr. Dilhan Eryurt’un

Yaptığı araştırmalarla “Güneş'in parlaklığının oluşumundan bu yana gittikçe artmadığını, geçmişte çok daha parlak ve sıcak olduğunu ortaya koyması yeni başlayan uzay uçuşlarının seyrini değiştirir.


Aya ilk iniş için yaptığı başarılı çalışmalar ve ardından gelen 1969’da Apollo Başarı Ödülü ile ödüllendirilmesi bir tesadüf değil elbet.


Laboratuvarda geçen bir ömür… 

Böcekleri inceleyerek insanların hayatlarını değiştiren bilim insanı Prof. Dr. Semahat Geldiay

İnsanı anlamak için, insanla benzerlik gösteren böceklerde sinir hormonlarını ve onları salgılayan hücreleri kullanarak, devrim yaratan projelere imza atması, yazdığı makalelerle dünyanın öbür ucunda bile onunla çalışmak isteyen bilim insanlarının olması sırf bu yüzden.
Onlar  Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni biliminsanlarını yetiştirdiler. 

Onlar tarihe damga vuracak buluşlarıyla insanların dünyasını değiştirdiler.

Onlar gurur kaynağımız iki bilim insanı, Cumhuriyet kadını…







Devamını Oku »

Gitme Zamanı...

0 yorum

Çok kalabalık, her kafadan bir ses çıkıyor, gürültülü. Herkese laf yetiştiriyorum. Konudan konuya, mekandan mekana atlıyorum. Bir bakıyorum kendimle kavga halindeyim, bir bakıyorum karşımdakiyle.

Kalabalıktan kaçıyorum ama kalabalık kafamın içinde benimle her yere geliyor.

Yoruldum... Benimkisi zihin yorgunluğu. Bu gün sabahtan beri evde yalnızım, sadece kafamın içindeki kalabalık ve ben. Kendi sesimi bile duymadım. Sadece zihnimden geçiyor kelimeler. Ama öyle sakin sakin değil ardından atlı kovalıyormuş gibi…

Kendim soruyorum, cevaplıyorum. Cevabı beğenmiyor reddediyorum, savunmaya geçiyorum. 

Bugün, aklından düşünceler geçen kadınım ben…
Kütüphanemden bir kitap alıp rastgele bir sayfa açıyorum bana iyi gelsin diye.
Sorular var cevaplanmadan önce düşündüren. Sorular var, saniyesinde cevapları karşıma çıkan.
Cevapların arasında sıkışıp kaldığımızda, tüm oklar aynı yönü gösterdiğinde farklılıkları görmek, yeni yollar bulmak adına “Gitme Zamanı” gelmiş demektir.

Aret Vartanyan’ın kaleme aldığı “Gitme Zamanı” elimde, şimdi dudaklarından sözcükler dökülen kadınım…

“Gerçekten hayattan ne beklediğin değil, nasıl bir hayatı şekillendirmek istediğinin cevabını ara.”

Düşünmeden edemiyor insan, sorguluyor bu hayatı ve hayattan beklentisini. Ama hiç düşünmüyor nasıl bir hayatı şekillendirmek istediğini.

Nereden geliyorsun?

Kimsin?

Nesin?

Nereye gidiyorsun?

Bir yanda günlük yaşamın içinde insanın kendisini, çevresini, yaşantısını sorgulaması… Bir yanda görünmeyenin ötesi, gizemli, kadim bilgileri bu güne taşıyan mistik bir yolculuk… Diğer yanda aşkın, kavgaların, ihanetin anlatıldığı bir yaşam…. Her başlangıç bir son…

Bir yanda görünen dünya, diğer yanda ötesi …

“Kendinden, özünden uzaklaşarak yok olmak yerine, varoluşuna saygı duyarak, cesaretle, vazgeçmeden yüreğinde taşıdıklarını yaşayanlar, nasıl görünürse görünsün, ne söylenirse söylensin, her “zaman”da kazanan olacaklardır.”

Yüreğinde sevgiye kocaman yer açmış bir kadınım…



Devamını Oku »

Haritam var yine de kayboldum

0 yorum

Erkeklerin yer ve yön duygusu kadınlara göre daha gelişmiştir. İtiraz edemiyorum bilimsel deneylerle kanıtlanmış bir gerçek bu, onların genlerinde var. 

Binlerce yıldır avlanmak için yaşadıkları yerden uzaklaşıp, zihinsel haritalar yaratarak uzaklık hesaplayan ve tekrar yaşadığı yere geri dönebilen insan cinsi erkekler.

Kadınların genlerinde kodlu olan bulundukları yaşam alanını, çocukları korumak, kollamak ve düzeni sağlamak olsa gerek zira ben elimde harita varken bile kaybolabiliyorum.

Haritada hedefi işaretliyorum, eşime gösteriyorum işte burayı gezmeliyiz. Önce eşim ve çocuklardan gelen itirazlara dayanmalı ve onları ikna etmeliyim, burasının gerçekten görülmeye değer olduğuna. 
Sonraki aşama kolay, eşimin yön bulma duygusuna güveniyorum. Onu takip etmeliyim. Arada küçük bir sorun var. O zihninde haritaladı, yolu belirledi ve hedefe kitlendi, gerisi teferruat. Onda tek çekmece açık “hedefe gidilecek”. 

Bendeki durum daha farklı neredeyse 8 çekmece birden açık. Mesele arayı fazla açmadan takip edebilmekte…

Önden giden, yolu bileni takip et.

Her şekerleme, çikolata, waffle ve elektronik eşya satan dükkana dalan büyük çocuğu takip et, hedefe döndür.

Elinde direksiyon varmış ve vites atıyormuş gibi hayali araba kullanan küçük çocuğu takip et, yön ver, hedefe döndür.

Arada sağa sola bakıp neredeyiz, hangi dükkanlar var, gezilecek ilginç mekanlar var mı, bir şeyler yiyip içmek için mekanlar nasıl, gibisinden etrafı incele.

Arada bir hafızadan alınacaklar listesini gözden geçir.

Beğendiğin yapıların, bisikletin, sokağın, tabelanın ve ilginç gelen yada güzel gelen her şeyin fotoğrafını çek.

Sokağın tadını çıkar…

Aynı anda birden fazla işi yapma becerisi kadınlarda daha fazla gelişmiş deniyor.  Aslında bir çok işi hem kadınlar hem erkekler yapabiliyor. Kadın- Erkek diye kesin çizgilerle ayırmak yanlış olur.

Aklıma yakınlarda okuduğum “Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan” adlı  kitap geldi. Davranış Bilimleri Uzmanı Psikolog Aşkım Kapışmak, kadın- erkek arasındaki düşünsel farklılıkları esprili bir dille anlatıyor bu kitabında.

Her ne kadar kadınların beyninin sağ lobunu, erkeklerinde sol lobunu kullandığı söylense de istisnalar mümkün. 

Eşim ve oğullarım kendi ortak konuları olan bir müzeye girdiler. Elimde haritam tek başıma Amsterdam sokaklarındayım, Çanta ve Cüzdan Müzesini arıyorum. Yol boyunca dört ayrı kişiye sormak zorunda kaldım. Sonuncusu, kadın olan haritayı tutuşumu düzeltti, üzerine kalemle yolu çizdi ve karşı caddeye yönlendirdi. Ben müzeyi elimle koymuş gibi buldum. İstisnalar kaideyi bozmaz...

Her şeyin çözümü içimizde sabır,  hoşgörü ve sevgiyle bakalım her şeye ve herkese…

Sevgiyle kalın,

Devamını Oku »

Brugge

0 yorum


Herşey, araç trafiğinin azaldığı bisikletlilerin ve yayaların yollara döküldüğü güneşli bir pazar günü başladı. Bir yanımız yeşillikler arasında üç-dört katlı evler, bir yanımız eski şehri yeniye bağlayan kanal. Ara ara kocaman kapılar kanallar üzerinde bağlandıkları köprüleri açıp teknelerin, geçişine izin veriyorlar.

Etrafta gördüğüm her bisikletliye imrenerek bakıyorum. Elli yaş üstü ve çocuklar en çok kıskandıklarım. Arabamıza bir yer bulmak için uğraş veriyoruz. En sonunda arabadan kurtulduk, yayayız.

Belçika’nın Ortaçağ'dan kalma mimarisi, değişik çikolataları, danteli, kanalları ve Belçika birası ile ünlü turistik kenti Brugge‘dayız.

Kocaman kapıdan şehre giriyoruz, çikolata ve waffle kokusu birbirine karışıyor. Navigasyonu kurduk bizim hedef belli Choco-Story. 

Kakaonun doğuşu, dünyaya yayılışı, çikolata olma hikayesinin analatıldığı dört katlı bir müze. En alt katta mini bir mutfak var, birlikte çikolata yapımını keşfetmemize yardımcı.

Müze girişinde çocuklara mini bir dikkat oyunu veriyorlar. Sonunda ödül var, tabiki çikolata…

Bu keyifli geziden sonra kendimizi müziğin büyüsüne kaptırdık ve tabi patates kızartması kokusunun da etkisi var. Bizi minik bir meydana çıkarttı.

Sokağa kurulan sahnede dört çift tango yapıyor. Yaşları altmışın üzeri ve muhteşem dansediyorlar. Ben büyülenmiş gibi donup kaldım. Kısa bir sure sonra çocuklar uzaktan gelen müziği işaret ederek bizi daha büyük bir meydana sürüklediler. 

 Provinciaal Hof, Historium Brugge ve Belfry of Bruges gibi tarihin çevrelediği Brugge’un ünlü meydanlarından biri, Markt Place. Burada bir rock gurubu konser veriyor. Gençler ayakta onlarla birlikte söylüyorlar, dans ediyorlar. 

Meydanın çevresinde restaurant ve kafelerde oturanlar da konseri dinliyorlar. Biz konserin sonuna denk gelmişiz son yarım saati dinleyebildik. Sonra yavaş yavaş kalabalık dağıldı, sahne toplandı, meydan bana kaldı.

Tarihi çan kulesi Belfry tüm heybetiyle bana bakıyor. Dar ve dik 366 basamağı çıkmayı göze alabilsem yukarı çıkıp en güzel manzara fotoğraflarını çekeceğime eminim. 

E tabi birde zamanlama sorunu var buralarda hayat akşam 5 de bitiyor. Kapanmasına 15 dakika var, bu kadar sürede yukarı çıkıp inemeyeceğim için içeri giremiyorum. 


Bende meydanda ki Ortaçağdan kalma binaların her birini birer sanat eseriymiş gibi tek tek inceliyor ve fotoğraflıyorum, aslında öyleler. 

Deminki kalabalığı, insanları görmesem şimdi bu binalardan 16.yy giyimli insanlar çıkacakmış gibi hissediyorum.

Tarihi binaların arasında, yanında, meydanlarda yeni ve özgün sanat eserlerine rastlamak mümkün. Bu çok hoşuma gitti.

Eski şehirden çıkana kadar her binanın fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Bazı binaların üzerlerinde yapım yılları yazılmış. 1600'den - 1901'e kadar her tarihe rastlamak mümkün. Belki daha fazlasıda vardır benim rastlamadığım, sokak aralarında kalan.

Bir şehri en iyi keşfetmenin yolu ya kanal turu yada şehir turu yapan otobüsler. Biz arabamızla bu turu yapıyoruz.

Daha sonra kanal ile çevrelenen eski şehri geçip yeni şehirin sokak aralarında da biraz dolaşıyoruz. Bahçe içinde evler, ağaçlıklı yollar, yol kenarlarında kanallar. Kanallar öyle bulanık falan değil gayet berrak, içinde kuğular ve ördekler var. Her yolun kenarında bisiklet için ayrı, yayalar için ayrı yollar var.

Önce tatlı bir huzur kaplıyor içimi, büyülendim. Sonra yavaş yavaş bir hüzün çöküyor. Buranın güzelliği, düzenliliği, kurallar ve insanların bu kurallara uyuşu, saygı duyuşu… Çok kıskandım, çok.

Bir pazar günü Brugge bana doğayı, tarihi korur, sever ve sevdirirsem, yaşamı anlamlı kılacağımı hatırlattı.

Yollardayız yine,  radyoda Fransızca şarkılar Brüksel’e otelimize doğru gidiyoruz.  Yeni yerler yeni planlar...  Zihnim enerjik, bedenimde tatlı bir  yorgunluk.




Devamını Oku »

Zaanse Schans

0 yorum
Maceralara açığım, başka neler var bu kasabada diye düşünüyorum.

Gözümün görebildiği noktaya kadar yeşillik ağaçlık; çocuklar, köpekleri ve bisikletleriyle dolaşıyorlar. Su kanalları tarlaların sınırları sanki, her bir yeşil kara parçasında inekler, koyunlar hatta bazılarında domuzlar otluyor. Kasabaya yaklaştıkça büyülü bir yolculuktaymışım gibi hissediyorum, hiç bitmese…

Otobanda gidiyoruz, çıkışa az kaldı. Sağlı sollu yeşilliğin büyüsüne kapılmışım etrafı seyrediyorum. Yan yolda atının sırtında dört nala giden bir binici, görüş alanıma giriyor. Maceralara açığım başka neler var bu kasabada diye düşünüyorum.

Uzaktan gördüğüm değirmenler, giderek yaklaşıyor, sabırsızlanıyorum ancak arabaya park yeri bulmak çok zor. Herkes kurallara sıkı sıkıya bağlı, bisiklet ve yaya yolları daha öncelikli. Arabamıza zar zor bir yer buluyoruz, sonrasında özgürüz. Değirmenlere giden yolda her bir evi, herbir bahçeyi hayranlıkla seyrederek yürüyoruz.

Etrafı seyrettikçe, içimi bir huzur kaplıyor. Evlerin bahçelerine girmek için minik ahşap köprülerden geçiliyor. Kanalda ördekler yüzüyor. Nasıl doğa harikası bir yer kelimelere dökmekte zorlanıyorum.

Zaandam yakınlarında, Zaanse Schans adlı  küçük bir kasaba. Öyle kuru kuru küçük bir kasaba deyip geçmeyelim, dünyanın en eski sanayi bölgesi olmasını sağlayan 1000 yel değirmeni varmış bir zamanlar. Kağıt, arpa, boya, un, baharat ve yağ değirmenlerinden oluşan sanayi bölgesi burası.

De Kat Molen
1920’lerde sayıları gitgide azaldığı için korumak amaçlı yeni yasalar çıkarmışlar. Ve günümüzde hala çalışan, üreten 20 adet değirmen var. Tarihi değirmenlerin dünyaya tanıtılması için bir dernekleri var, değirmen müzesi var. Ayrıca her değirmen haftanın belli gününde, bazıları ayda bir ziyaretçilere açık. Bizim gittiğimiz gün Kedi adındaki boya değirmeni (De Kat) geziliyordu. Gişede giriş ücreti öderken bizimle ilgilenen bayan Türk olduğumuzu duyunca tatil için Kemer’e gideceğini söyledi. Ve bize verdiği tanıtım broşürlerinden biri İngilizce diğeri Türkçe idi. Nasıl duygulandım anlatamam. Bu güne kadar girdiğim her müzede İngilizce tanıtım broşürü almak zorunda kalan ben, Türkçeyi görünce çok heyecanlandım. Tabi biraz devrik cümleler ile yazılmış ama olsun yine de bu bir başlangıç.

Soluk Benizli (De Bleeke Dood) 1656 ve Kol (De Koker) 1866 adlı değirmenler un, Kedi (De Kat) 1646 boya ve Pembe (Het Pink) 1620 yağ değirmeni olarak hizmet veren değirmenlerden bazıları. Daha fazlası için www.zaansemolen.nl ziyaret edebilirsiniz.

Burası bisiklet cenneti. Her yaştan insan günlük yaşamlarını bisikletle görüyorlar. Bisikletlerin arkalarında çantaları var yada önde sepetleri. Çocukların ve gençlerin dışında, bizim görmeye alışık olmadığımız 60 yaş üstü insanların da bisikletle dolaştığını, alış veriş yaptığını görünce kıskandım, hemde çok ama çok kıskandım…






Devamını Oku »

“Her ayın ilk Çarşambası”

0 yorum

Ve gün geliyor sizin hayalleriniz başka çocukların hayallerine karışıyor. 


Büyük hayalleriniz var ve onları gerçekleştirdiğinizde yalnızca kendiniz için değil gelecek nesiller için gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
Ve gün geliyor sizin hayalleriniz başka çocukların hayallerine karışıyor.

İki yıldır her ayın ilk çarşambasını iple çekiyorum. Bir hafta öncesinden hava durumunu gözlemliyorum. Hava açık ise gökyüzünde neleri görebileceğimi araştırıyorum.  Ay’ın durumu ne? Dolunay mı? Hilal mi? Satürn ne konumda, Mars ne konumda? …

Ve gün geliyor yağmur, kar var; gün geliyor hava açık ama rezarvasyon dolmuş yada tek ben değil ailece gideceğimiz için birimizin mutlaka bir engeli çıkıyor.

Veee sonunda 2 Eylül Çarşamba günü için taaaaa Haziran ayından alınmış bir rezarvasyonumuz var. Koşa koşa gidiyoruz, çocuklardan daha fazla heyecanlıyım.

Gideceğimiz yer Darüşşafaka’nın P&G ile birlikte yürüttüğü “Hayalden Gerçeğe” projesi kapsamında yapılan Fatin Gökmen Planetaryumu ve Gözlem Evi. Mehmet Fatin Gökmen, Türkiye‘de gözlem ve araştırmaya dayalı astronomi çalışmalarının geliştiricisi ve Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu.

Okulda bizi Astronom Büşra Hanım karşıladı, ilk 45 dakika Planetaryum sunumunu izledik. Katılan çocukların ve yetişkinlerin sorularını yanıtladı. Mavi Ay’dan Kanlı Dolunaya, Burçlardan Takım Yıldızlarına kadar merak ettiğimiz herşeyi sorduk. Bizi sabırla dinledi, sorularımızı yanıtladı.

Daha sonra Satürn’ü incelemek için yukarı gözlem evine çıktık. İşte bizi orada bir süpriz bekliyor. Şehrin ışıkları, gökyüzündeki her şeyi adeta silmiş. Sadece en parlak yıldızı ve Satürn’ü çıplak gözle zar zor seçebiliyoruz o da çok silik. Biraz zor da olsa bir kaç denemeden sonra tespit edilen yere doğru teleskop ayarlanabildi ve bizde görebilmek için sıraya girdik. 

Çocuklar kadar bende heyecanla sıramın gelmesini bekliyorum. Fotoğraflarda gördüğüm yuvarlak ve çevresinde halkasıyla bildiğin Satürn şimdi karşımda durmuş adeta bana gözkırpıyor. Çok heyacanlıyım sanki hayranı olduğum bir sanatçıyla gerçekte karşılaşmışım gibi…

Turuncu ışıl ışıl parlayan bir halde canlı olduğunu belli eden bir tavırla yavaş yavaş görüş alanımdan uzaklaşınca, Satürn yeni bir hayranıyla buluşmak için Teleskopa yeniden ayar yapılıyor.

Her bakan bir daha kendisine sıra gelsin istiyor. Çok keyifli bir akşamdı biraz daha kalsak ayın doğuşunu da izleyebilirdik. Bu keyifli gözlem için Astronom Buşra Gürbak'a çok teşekkür ediyorum.

Aklınızda olsun, her ayın ilk Çarşambası Fatin Gökmen Planetariumu ve Gözlem Evi’nde Halka Açık Gözlem etkinliği var. Hafta içi okullar için Planetarium da sunumlar da var. Çocuklar kadar yetişkinlerinde ilgisini çekeceğine eminim.

Sınırlı kontenjan ve hava koşulları, her zaman gökyüzünün güzelliğini gözler önüne sermek için sizden yana olsun.

Yeni fırsatlar, yeni bakış açıları…

Sevgiyel Kalın

Rezervasyon ve bilgi için  http://www.darussafaka.k12.tr/ , 


Devamını Oku »

Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan

0 yorum
Kadınlar ve Erkekler dendiğinde neden akla hep iki zıt kutup gelir? 

“Bir erkek, karşısındaki insan ağlamadıkça ya da çok üzgün olmadıkça onun neler hissettiğini anlayamazken, bir kadın ufacık bir mimik ya da bakıştan karşısındakinin ruh halini çözebilir.” der Aşkım Kapışmak Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan adlı kitabında.

Kadının yaptığını erkek anlamadığında neden açıklaması ‘kadın işte’ yada erkeğin yaptığı davranışı anlamayan kadın ‘erkek işte’ diye açıklar…

Aile bireylerini incelemeye başladığımda gördüm ki bazı istisnalar hariç kadınlar bir yanda erkekler diğer yanda kalıyordu. Taraf tutmak değildi benimkisi sadece anlamaya çalışmak. Neden erkeklerin aynı veya benzer olaylara aynı tepkileri verdiklerini?

Okuduğum tüm insan ilişkilerini anlatan kitaplar arasında kadın erkek arasındaki benzer ve farklı yanları bu kadar eğlenceli bir dille anlatana rastlamamıştım.

Facebook’ta Aşkım Kapışmak’ın seminerlerini, sözlerini ve kitaplarını keşfedince hayatımdaki soru işaretleri anlam kazanmaya başladı. Malum hayatımda her yaştan 3 erkek var ve zaman zaman onları çözmekte zorlanıyorum. Yaş aralıkları ne olursa olsun tepkileri çoğu yerde aynı oluyor.

Sağ beynini kullanan bir anne olarak sol beynini kullanan iki çocuğuda yetiştirirken onları biraz olsun sağa çekmek istesemde, ortada beyninin sol lobunu kullanan bir baba faktörü var. Hemde rol model olan. Eeee mesele derin, ne zamandır fırsat kolluyordum, Aşkım Kapışmak’ın son kitabı Kalbin Anahtarı‘ndan yola çıkarak düzenlediği farkındalık semineri için. Sonunda gidebildik ben ve eşim.

Aşkım Kapışmak'ın, kitaplarındaki gibi üslup aynı ama mimikleri ile yaptığı taklitlerle, mizansenlerle sahnede adeta büyüledi herkesi.

Bazen görmezden geldiğimiz gerçekleri gözümüze soktu, hüzünlendik; bazen hayatta hep yaşadığımız kadın erkek çekişmelerini anlattığında kahkahalara boğulduk. Sahnede oğullarımı, kendimi ve eşimi zaman zaman da annem ve babamı görür gibi oldum. Hem eğlendirdi, hem öğretti diyebilirim. En önemlisi de birey olarak farklılıklara rağmen birlikte yaşamanın ne kadar güzel olduğunu gözler önüne serdi.

Aşkım Kapışmak “Kadınlar Sağdan, Erkekler Soldan” adlı kitabında ayrıntılarla dile getirmiş, kadın- erkek arasındaki düşünsel farklılıkları. Hatta sayfa 79 da mini bir test var, beyninizin sağını mı yada solunu mu daha çok kullanıyorsunuz? Yoksa her ikisini birden mi kullanıyorsunuz. Her ne kadar kadınların beyninin sağ lobunu, erkeklerinde sol lobunu kullandığı söylensede istisnalar mümkün.

Kitaptan kısa bir not;

“Sağ beyin gelecek odaklıdır, herşeyi içselleştirir, estetiğe önem verir, sağ lobun içinde çok daha fazla sirkülasyon vardır, hızlıdır ve duyguların merkezidir.

Sol lop daha dayanıklıdır, uzun zaman sonra aşık olur. Sonradan yas tutar, geçmiş odaklıdır. Kaliteye daha çok önem verir.

Sol lop ne yaptığına bakar, sağ lop nasıl yaptığına bakar.”

Aşkım Kapışmak, Kitabında erkek ve kadının beden dilini ayrıntılarıyla ele almış, malum erkeklerin çoğu daha az konuşuyor ve biz kadınlar onların ne istediğini duruşlarından, bakışlarından anlamaya çalışıyoruz.

“Kadınlar günde 20.000, erkeklerse 7.000 kelimeyle konuşur” diye özetliyor biliminsanları. Zaten onu öğrendik, asıl sorun bu aradaki farkı nasıl dengeleyeceğimizde.

Sırf bu yüzden kadınların empati yeteneği erkeklere göre daha gelişmiş. Doğumdan sonra konuşamayan ama her ihtiyacını annesine bir şekilde açıklayabilen çocuklar buna çok iyi örnek. Erkeklerin yaşları ilerledikçe konuşma sayıları da azalıyor. Kadında bir değişiklik yok. Hadi bakalım ara daha da açıldı mı? Eeee kadının empati yeteneği yine devrede ancak sabır tükenmiş. Çocuğuna gösterdiği sabrı eşine gösteremediği için isyan çıkıyor. Erkekte olayı idrak edemiyor ‘ben zaten eskidende konuşmazdım ki ne oldu şimdi?’ der gibi bakıyor.

Herşeyin çözümü içimizde ister erkek olalım, ister kadın, ister sağ lobtan düşünelim, ister sol lobtan… Sadece hoşgörülü olalım ve sevgiyle bakalım herşeye ve herkese…

Sevgiyle kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.












Devamını Oku »

Bizantion - Konstantinopolis - İstanbul

0 yorum


İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum / Orhan Veli Kanık 


Yaklaşık 2300 yıllık bir geçmişi olan bir kent İstanbul. Tarih boyunca tüm ülkelerin göz bebeği olmuş, uğruna ne savaşlar verilmiş. Efsaneleri ve güzelliği ile dillere destan, şiirlere, romanlara konu olan bu kent Bizantion - Konstantinopolis - İstanbul'a dair söylenenenler bugünde herkesin ilgisini çekmeye devam ediyor.

Gezilecek yerler arasında ilk sırayı "Tarihi Yarımada" alıyor. Tarihi Yarımada adeta bir açık hava müzesi. Altında binlerce yıllık medeniyetlerin kalıntıları var.

Tarihi yarımada deyince Sultanahmet’ten Cağaloğlu’na, Çemberlitaş’tan Süleymaniye’ye, Edirnekapı’dan Zeyrek’e kadar uzanıyor.

Meydan’ın bir yanında Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Aya İrini, Soğuk Çeşme sokağı, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve öbür yanda meydana adını vermiş Sultanahmet Camisi, Alman Çeşmesi, Antik Mısır ve Örme dikilitaşları, Yılanlı Sütun ve Yerebatan Sarnıcı var. Eski İbrahim Paşa Sarayı şimdilerde Türk ve İslam Eserleri Müzesi olmuş. Karşı sırasında Hürrem Sultan Hamamı.
Gezmek için bir günün yetmediği yer tarihi yarımada. Batı’nın bitip Doğu’nun başladığı bir başka değişle Doğu ile Batı’nın birleştiği nokta Sirkeci Gar'ı da görmeden geçemeyeceğim yerler arasında.

1890 yılında hizmete açılan tarihi Sirkeci Gar'ı eski ihtişamını korumaya devam ediyor. İçinde ücretsiz gezebileceğiniz Demiryolu Müzesi var. Müzede sergilenen eserler arasında, Orient Ekspres ve yemekli vagon servis takımları, tren plakaları, bilet dolabı, seyyar telgraf makinesi, bilet baskı makinesi bulunuyor.

Yine Sirkeci semtinde Mısır Çarşısı ile Yeni Camii’ye yakın olan Büyük Postane binası var. 1905- 1909 yılları arasında inşaa edilmiş bu bina halen Avrupa Yakası PTT Başmüdürlüğü ve giriş katında ise tam teşşekküllü bir postane olarak kullanılıyor İçinde iletişim ve telekomünikasyon tarihi hakkında bilgi veren bir müze var.
Tabii tarihi çarşıları unutmamak gerek, Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı ilk AVM olma özelliği taşıyor.

Haliç köprüsünden balıkçıların arasından geçip, artık binaların arasında zar zor kulesinin ucunu gördüğümüz Galata Kulesi, gezmekten hiç bıkmadığım tarihi yapıtlar arasında.







Devamını Oku »

Sadece Çanta!

0 yorum

Çanta deyince akla ilk ne gelir? Rengi mi, şekli mi? Yoksa aldığımız andaki duygularımız mı? 

Çanta işte ne gelebilir ki akla? Sadece bir aksesuar değil çanta bir kadın için hayatın bir parçası… 

“Kadınlar ilişkiye yatkın varlıklardır, yakınlar ve aile çevresinde, ilişki kurmaya erkeklerden çok daha yatkındırlar. Kendilerini bedenen ve ruhen yardım etmeye, iyileştirmeye, küçük dünyalarını sevmeye adarlar. Ve tüm bunlar çantalarından okunabilir.”

Beyleri bilmem ama hanımlar için çantanın çok stratejik bir konumu var. Çantanın rengi, deseni, kumaşı, büyük yada küçük oluşu, omuzdan mı, sırttan mı asılacağı yoksa elde mi taşınacağı gibi giydiğimiz kıyafetle uyumu...  daha bir çok soru işaretlerinine çözüm getirmesi beklenir bir çantanın.

Çanta deyip geçmeyin. Biz kadınların, kimsenin bakmaya cesaret edemediği ve içinde sakladığımız sırlar var çantalarımızda.

Kimi çantasıyla karakterini ele verir. Kimi toplumda yer edinmek için, bir statü olarak kullanır. Kimi sadece sırlarını saklamak ister.  Kimi iş dünyasını sığdırır, kimi bebeğinin dünyasını.

Çantalar kadınların olmassa olmazı, hayatın tamamlayıcısı, kurtarıcısı ve  kolaylaştırıcısıdır.

“Salyangoz için kabuğu neyse kadın için de çantası odur. Tek bir farkla; o kabuğun içinde ne olduğunu bilmemizdir.” der Jean-Claude Kaufmann Çanta adlı kitabında. 18 ay araştırır kadınlarla çantaları arasındaki bağı. Ve yüzlerce kişi ile anketler yapar, bu kitabı yazmak için.

İmaj çanta; Çantanın iki hayatı; El mi omuz mu? ; Kadını kadın yapan çantalar; Çantalı erkekler ve Hayatını çantası üzerinden anlatan kadınlar …

Kitabı elime aldığım anadan itibaren bir soru kafamı kemiriyordu. Benim çantamda neler var? Çantamla aramdaki bağ nasıl?

Şöyle bir 20 yılık geçmişe göz atınca sonunda çantamdakilerin her ortamda farklılaştığını, içeriğin değiştiğini fark ettim. Yaşım ilerledikçe, yaptığım iş değiştikçe, bel fıtığım arttığında ve hatta gittiğim yerlere göre bile değişim göstermiş…

Ofiste çalışırken çantamdakiler farklı, dışarıda çalışırken tamamen farklı. Her zaman el çantamın dışında küçük bir çanta araba bagajında. Çocuklar olunca çantam farklı eşyalarla, seyahat ederken bambaşka eşyalarla dolu … Ama her birinde de ev konforumu yanımda taşıyorum…

Kızkardeşimle yaptığımız yurtdışı seyahatlerinde fark ettim gün boyu şehri gezerken çantamızın içinde bir yaşam olduğunu…

Gezi planına göre gün içersinde lazım olacaklar minik çantalar ile katagorize edilerek büyük kol çantasına yerleştirilir. Boyundan çapraz askılı küçük bir çanta ise pasaport –para-telefon gibi olmazsa olmazları taşır.

Verdiğimiz küçük molalarda duruma göre sandviç, meyva suyu, kuruyemiş, su , bisküvi gibi yiyeceğin dışında, fotoğraf makinesi ve şarjı, şehir haritası, önceden internetten alınan müze biletleri , metro biniş kartı, hava durumuna göre yedek tişört, yağmurluk yada uzun kollu şapkalı tişört yada şapka ve güneş gözlüğü ikilisi. Tabii birde gün boyu gezip otele dönme şansınız olmadan akşam opera yada şehre özel bir gösteri seyredeceksek yedek kıyafet de yanımızda olmalı. Tüm bunları bir sırt çantası paklar dediğinizi duyar gibiyim. Malesef sırt çantalarının da bir imajı var ve onu değiştiremiyoruz.

Misal müzelere girerken sırt çantalarını girişteki emanet dolaplara bırakıyorsunuz içeri almıyorlar. Operaya gidiyorsanız emanet dolabı falan yok çantanı almamak için arıza çıkarıyorlar. Ama kol çantam seyahat boyu bile olsa içeri girebiliyorum.

Hava alanlarında el bagajı olarak sırt çantasını tartıya bile aldıkları oluyor, 8 kg geçmemeli. Ama tıka basa doldurulmuş kol çantam seyahat boyu bile olsa onu tartıya almıyorlar ve yanıma birde kabin boyu bavul yada sırt çantasını el bagajı olarak alabiliyorum. Bu da kadınların çantalarının ne kadar dokunulmaz olduğunu gösteriyor.

Jean- Claude “Çanta” lar hakkında araştırma yaparken kadınların çantaları arasındaki duygusal bağıda araştırmış. Anket sonuçlarından en ilgi çekici olanlarını paylaşıyorum.


“Çantaya doğru yaklaştığımda aşktaki heyecana benzer bir şey var. Beni ondan ayıran bir kaç adımlık mesafede, çoğunlukla kalbimin çarptığını hissediyorum: ‘Acaba bu olabilir mi?’ ardından, yakınlaşma daha belirginleşiyor. Ona bakıyorum, sonra dokunuyorum. 

Yumuşak mı, pürtüklü mü, nasıl yapılmış, cepler, gizli iç bölmeler var mı, benzersiz mi? Ona bakarken olduğu kadar, üstünde elimi gezdirirken de bende uyandırdığı duygulara özellikle dikkat ediyorum.”



“Çanta biraz erkek gibi seçilir. Hoşumuza gitmeli elbette ama en çok da pratik olmalı! Ne fazla sert ne fazla yumuşak: Fazla sertse bırakıldığında düşer; fazla yumuşaksa bırakıldığında tüm içindekini şöyle bir görmenize izin verir. Çantaya dokunulur, bir nefeste içe çekilir, epey nazikçe açılır, gözlerinin sayısı denetlenir, dayanıklılığı test edilir. Az ama kalitesine sahip olmak makbuldür. Erkekler gibi!”

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.

Devamını Oku »

Kılıçları kuşanın cuma’ya gidicez

0 yorum



Yağmurlu bir hafta sonunda Amasra’nın Kale içindeki dar sokaklarında geziniyoruz. Küçük bir camii gözümüze ilişiyor, öyle avlusu falan yok, minaresi de ana binadan bağımsız ve farklı taşlarla örülmüş. Ön cephesinde sundurmanın altına yağmurdan kaçan insan kalabalığı pür dikkat tur rehberini dinliyorlar.

Ben her zamanki gibi fotoğraf çekmeye çalışıyorum yağmura rağmen... O sırada gözüm binanın yanındaki tabelaya takıldı. “9.yy kalma Bizans Kilisesi 1460 da Fatih Sultan Mehmted’in Amasra’yı fethi ile camiye çevrilmiştir”

Hemen soluğu rehberin yakınında alıyorum ve kulak kabartıyorum. Rehberin söylediğine göre “Amasra’nın fethi için Fatih, karadan ordularıyla Veziriazam Mahmud Paşa denizden donanmalarıyla geliyor ve Cenova Senyörü kale anahtarını direnmeden teslim ediyor.”

Buraya kadar ki kısmı biliyordum ama asıl sonra duyduklarım beni şaşkına çevirdi. 
“Amasra savaşsız teslim alındığı için her cuma hutbeye çıkan imam, hutbeyi elinde kılıçla okuyor”  

-Ey ahali Kılıçları kuşanın Cuma’ya gidiyoruz. 
Ve bu gelenek 555 yıldır devam ediyor, düşünsenize elinde kılıç cuma hutbesini okuyan imam …

Kale içi dar sokaklarda yolumuza devam ederken küçük kilise dedikleri Bizanslılardan kalma Şapel dikkat çekiyor. İçerideki freksler silinmek üzere, 1963 de onarılarak Amasra Müzesinin Kültürevi olarak kullanılmaya başlanmış.

Kraliçe Amastris

Kale içi ince uzun sokaklardan geçerken bulduğumuz dar merdivenden aşağıya inip sahile ulaşıyoruz. Eski liman  ve balıkçılar var. Sahil boyunca yürürken heykeller dikkatimi çekiyor, her biri Amasra tarihinde bir iz bırakmış, kentin simgesi haline gelmiş anıtlar.

Bunlardan biri  M.Ö. 300'lü  yıllarda Pers İmparatorluğu döneminde şehrin kraliçesi  Amastris’in elinde lotus çiçeği ile yapılmış heykeli.  Bronz paralardaki betimlemenin aynısını yapmışlar. Bunun yanı sıra, 
Barış Akarsu (Amasra’nın Hırçın Dalgası), Congar Mehmet (Amasralı Balıkçıların Anısına), Fatih Sultan Mehmed ve Veziriazam Mahmud Paşa  ikilisi (Amasra fethi sırasında)  gibi daha bir çok anıt var şehrin sokaklarında.

Ayrıca Türkiye’nin en iyi 10 küçük müzesinden biri Amasra Müzesi de görülmeye değer yerlerden biri.

Yağmurun verdiği bir gizem vardı bu şehirde. Buğulu bir güzel ama her an parlayacak gibi de tetikte. Sakinliğin ardında gizli bir güç sanki. 

Kalenin tepesinden şehre bakarken Fatih II Mehmed'in heykelinin altında yazan yazı aklıma geliyor.  1460 yılında şehre tepeden bakarken buraya “ÇEŞM-İ CİHAN” adını vermiş. 
Evet  bende aynı fikirdeyim "Dünyanın Gözbebeği" ...



Devamını Oku »

Medusa'nın Pusulası

0 yorum


Birbirinden gizleyecek şeyleri olan  ama bir o akadar da sır saklayamayan, birlikte hareket ederek, birbirlerini kollayarak bir bağ kurmuş dört afacan çocuğun maceraları.

Ellerine geçen bir fırsat, bir hazine haritası  ve Yerebatan Sarnıcı’nda başlayan yolculuk  tarihin  derinliklerine,  yer altı dünyasına kadar  devam ediyor.
Canlanan heykeller mi istersiniz, yer altına açılan gizli geçitler mi?  Satır aralarına saklanmış daha nice süprizler sizi bekliyor.

Fantastik bir maceraya açılan bu hikayeyi soluk soluğa okuduk. Okuduk diyorum çünkü çocuklarla birlikte okumayı seviyorum. Birlikte aynı heyacanı paylaşıyoruz.

Bazen kitabı okumaya ben başlarım onlar dinler, bazen onlar okur ben dinlerim. Ama macera çok sararsa işte o zaman kitap benim elimden uçar gider onlar okur bitirirler. Bana da sonradan okumak kalır. İşte bu kitapta elimden uçup gidenlerdendi. Bir solukta, merakla okundu ve bitti. 

Medusa’nın Pusulası; Cem , Gizem, Ayşe ve Mert’in  dostluk, dayanışma, sevgi ve macera dolu hikayesinin ilk kitabı. Onların maceraları  Mitolojik Efsaneler Okulu’nda devam edeceğe benziyor,  büyük bir merakla  bekliyoruz.





Devamını Oku »