Mandalinanın binbir halinden sadece biri

0 yorum
Soğuk kış günlerinin vazgeçilmez meyvesi mandalina, kimi zaman meyve olarak, kimi zaman tatlıların içinde, kimi zamanda sadece suyuyla sofralarımızı şenlendirir.

Sonbaharın başlarından, kış ortasına kadar yeme şansını elde ettiğimiz meyvelerden biri olması ve ayrıca fosfor, kalsiyum, potasyum, magnezyum, folik asit ve C vitamini gibi zengin besin değerlerine sahip olması mandalinanın soframızdaki ayrıcalığını korumasını sağlar. Hal böyle olunca, mandalinalı tarifler bize cazip gözüküyor. Bu gün sizlerle Nihal’in Sofrası’n mandalinalı kek’in tarfini paylaşacağım.

Malzemeler
- 2 yumurta
- 1,5 çaybardağı tozşeker
- 2 mandalina
- 1 çaybardağı sıvıyağı

- 1 çaybardağı mısır unu
- 1 su bardağı  un
- 1 vanilya
- 1/2 kabartmatozu

Sos için malzemeler 
1 tatlıkaşığı nişasta,
2 kaşık tozşeker,
1 çaybardağı mandalina suyu

Yapılışı; Mandalinalar robottan geçirilir. Bir kapta yumurta ve şekeri birlikte çırparız, püre haline getirdiğimiz mandalinaları da bu karışama ekler birlikte karıştırırız.

Daha sonra sırasıyla sıvıyağ, un, mısır unu ve kabartma tozunu teker teker ilave edip, malzemelerin iyice karışmasına özen gösteririz. Kek kalıbına koyduğumuz mandalinalı kek karışımını 170 derecede fırında pişiririz.

Sos yapılışı; Kekimiz pişerken, sos için 2 mandalina suyuyla 2 kaşık şekeri ateşte karıştırırız. Şeker eriyince karışımdan biraz başka bir kaba alarak nişastayı ıslatırız.  Islattığımız nişastayı yavaş yavaş ocaktaki karışıma katıp devamlı karıştırırız.

Altını kapattıktan sonra ılıyınca kadar karıştırırız. Fırından çıkarınca Kekin de ılınmasını bekleriz ve sosu kekin üzerine dökeriz. Servise hazır.

Afiyet olsun.




Devamını Oku »

Kar, güneş ve kayak… Bu üçlüye dikkat.

0 yorum
Kayak tutkunlarının uğrak yeri Pamporovo Bulgaristan’ın önemli  kayak merkezlerinden biri. Rodop dağlarının zirvesindeki Snejanka Tepesindeki bölgenin  özelliği kar ve güneşin bir arada bulunması. Aralık’tan Nisan ayına kadar kayak yapmak mümkün.
 
Otobüs veya özel araçla gitme imkanı bulunan İstanbul’a yakın ve Türkiye’ye göre daha uygun fiyatla Kayak Keyfi yapabileceğiniz bir bölge. Her yaşta, her seviyeden insanların kayabileceği, Türkçe bilen öğretmenlerden kayak dersi alabileceği, dileğenin karda güneşlenip sıcak şarabını yudumlayacağı bir yer.

Edirne Kapıkule sınır kapısından geçince 5 saat sonra otelimize varmıştık. Otelimiz IVA & ELENA Küçük bir otel ama konum itibariyle çok iyi bir noktada. Kayakları kiraladığımız yere ve dolayısıyla pistlere çok yakın,

Chevermeto

Şehir merkezindeki restaurantlar gurup
rezervasyonu yaparsanız size araç gönderip otelinizden aldırıyorlar. Yada otel kendi aracını tahsis ediyor. 

Lezzetli bir Kuzu çevirme yemek isteyenlere Chevermeto restaurant; Canlı müzik eşliğinde Dünya mutfağı yemeklerinden dilediğimi yemek isterim diyenlere Gloria Mar Restaurant tavsiye ederim.

Pistlerdedi yorgunluğunuzu atabileceğiniz, manzara eşliğinde yemek yiyebileceğiniz, yada kahvenizi yudumlayacağınız bir kaç mekan önerisi, Snejanka Tower ve Black Horse Cafe. 

Snejanka Tower
Black Horse Cafe, ev yapımı sofra şaraplarıyla ünlü, şarabı elma ve yaban mersini ile sunuyorlar. denemeye değer. Fiyatları diğer yerlere göre çok uygun.

Pist Özellikleri 

Yaklaşık toplam uzunluğu 37 km. bulan 13 pist bulunuyor. Zorluk derecelerine göre renklerle anılıyor bu pistler. Siyah, kırmızı, yeşil ve sarı.

Ayrıca yeni öğrenenler için 4 adet eğitim pisti, cross- country`ciler için 3 adet track mevcut. Pistlere ulasim 5 telesiyej / lift ve değişik noktalardaki teleskiler ile sağlanmakta. 

Pamporovo ayrıca gece kayak yapma olanağı da sunarak farklı, heyecanlı ve değişik bir eğlence alternatifi de yaratıyor ziyaretçilerine. Pistlerin zorluk düzeyi; dik ve daha düz bölgelerin sıralanması sayesinde yoğun ve daha rahat kullanıma izin verir. 

Ulaşım; Bir çok tur firması otobüsle ulaşım sağlıyor. Edirne Kapıkule sınır kapısından geçtikten sonra 5 saatte Pamporovo’ya ulaşmak mümkün. Kayak turlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Bulgaristan’a giriş yaptıktan sonra sırasıyla Kapitan Andreevo, Svilengrad, Harmanlı, Hasköy, Asenovgrad adlı temel yerleşim birimlerini geride bıraktıktan sonra Bachkovo’ya doğru Büyük Rodop Dağlarının yollarını tırmanmaya başlıyoruz.

Özel araçla gittiyseniz gezilebilecek yerler.

Shiroka Laka ; 1206 metrede kurulu, Safranbolu evlerine benzer tarihi evleriyle meşhur bir başka dağ köyü. Evlerin çoğu turistik eşyaların satıldığı dükkan, kafe ve restaurant olmuş. 

Kasaba küçük ama şirin, Safranbolu evlerine benzer tarihi evlerin olduğu turistik bir kasaba.  Öğrendiğimize göre, Mart ayının ilk Pazar günü kasaba karnavala ev sahipliği yapıyormuş.  O gün folklor kıyafeti giyip, tahta kılıçlarla evlerin ve insanların üzerinden kötü ruhları kovmak için çeşitli danslar yapıyorlarmış. Kostümlerindeki en önemli ayrıntı sarımsak, fasülye, biber gibi materyellerden oluşan Rodop çan kemerleriymiş. Bir dahaki ziyaretimizi Mart ayında yapmaya karar veriyoruz.
 
Bachkovski Manastrı

Din, matematik, tarih ve müzik derslerinin verildiği, önemli devlet adamlarının ve askeri komutanların yetiştirildiği Manastır 10. Yüzyılda inşaa edilmiş. Bir çok kez yağmalanma sonucu tahrip edilsede çeşitli restorasyonlardan geçirilerek günümüze kadar ulaşmış. 

Ana kapıdan geçince, bahçesinde süs havuzu ve lotus ağaçlarının olduğu bir avluya giriyoruz. Bahçede ki görevli fotoğraf çekmemizi istemiyor sadece Kiliseyi ziyaret edebileceğimizi söylüyor.  

Meryem kilisesi 1064 yılında inşaa edilmiş. Bir çok kez restore edilmiş.  Manastırı gezerken,  iç avlu duvarındaki tasvir dikkatimizi çekiyor. Çok canlı renklerle yapılan bu duvar panoraması hakkında bir bilgi edinemeden ayrılıyoruz. 

Daha sonra öğrendiğimize göre Tasvir 1846 tarihinde Alexi Atanasov tarafından yapılmış. Manastır hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 


Devamını Oku »

Yeni başlangıçların, barışın tatlısı AŞURE

0 yorum
Hemen hemen her kültürde yeni başlangıçların, barışın simgesi haline gelmiş Aşure. İçine, her tattan her lezzetten azar azar koysanızda, azken çok olur, bereketli olur Aşure. Paylaştıkça çoğalır, bir evde pişer, tüm mahalle tadına bakar. Çocukluğumdan buyana en sevdiğim tatlılardandır. Bana kalsa her gün yiyebilirim. 
Ben bu sefer Nihal'in Sofrasından Mardin Usulü sütlü Aşure'nin tarifini sizlerle paylaşacağım; 

Sütlü Aşure

Malzemeler;
1 litre süt
3 kaşık un
9 kaşık şeker
1vanilya

Yapılışı; 
Süt, vanilya, un ve şeker muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Daha sonra ılımaya bırakılır.

Servis yapacağınız tabağınızın en alta ceviz, fındık, kayısı, portakal rendesi koyarak üstüne soğuyan muhallebi dökülür, en üste tarçın ve biraz ceviz rendesi serperek dolapta dinlendirilerek servis yapılır. 

Afiyet olsun




Devamını Oku »

7 Şubat

0 yorum
Yaratıcı, özgün, kültürlü, farklı ve farkında bir kadın...
Aysel Gürel  7 Şubat 1929 / 17 Şubat 2008 

Bazı anlar vardır ya kelimeler yetersiz kalır, işte bu anlardan biriydi benim için....  

2004 yılının Ocak ayında karşılaştık. Kısacıkta sürse de sohbetimiz, onun ne kadar  içten, farkındalığı yüksek, sorumluluk sahibi biri olduğu hemen belli oluyordu.  Çevredeki çöplerden yakınıyordu, insanların çevreyi, doğayı yeterince korumadığından  şikayetçiydi.

Sevgiyli Aysel Gürel'i içimize işleyen, bizi anlatan şarkı sözleriyle her an anıyoruz biliyorum. Onu doğum gününde birkez daha sevgiyle analım, hatırlayalım istedim. 

Aysel Gürel hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz 







Devamını Oku »

Kaplumbağ Terbiyecisi

0 yorum
"İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz"

Osman Hamdi Bey’in Romanı, Emre Caner’in kaleminden “Kaplumbağ Terbiyecisi”

Öğrenmeye ve öğretmeye hevesli Osman Hamdi Bey’in başarı dolu hayat hikayesi.  1842- 1910 yılları arasında Osman Hamdi Bey’in hayatı ve onunla beraber, Osmanlı döneminde yaşanan ayaklanmalar, güçlünün gücünü sakınmadan kullandığı iktidar savaşları, ihanetler, devletler arası çıkar çatışmaları kısacası bir devletin ayakta kalma savaşı da anlatılıyor.

Osman Hamdi’nin yaşamı boyunca öğrenmeye hevesli biri olması onun başarısının sırlarından yalnızca biri. O ülkesinde yaptığı yeniliklerle bir döneme damgasını vurmuş bir aydın, eğitimci ve bir çok konuda öncüydü. Onun modern fikirleri; atölyesinde yaptığı yağlıboya tablolarına ve karakalem çalışmalarına kadar yansımıştı.

“Batılılaştırmaya çalıştırdığı muhafazakar bir toplumda eğitici rolü oynamak gerçekten de iğneyle kuyu kazmaya benziyordu.“

Osman Hamdi Bey’in yaşamında ki başarılarını kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum. Ayrıntılar kitapta …

Paris’te Hukuk Fakültesinde başalayan eğitim hayatı Güzel Sanatlar akademisi Resim Bölümünde şekillendi.  Bağdat Vilayeti Yabancı işler Müdürlüğü sırasında batının ve doğunun sentezini yapma fırsatı yakaladı.  Arkeolojiyi merak ederek araştırmalara başladı. Okuduğu kitaplar ve bölgedeki eserler onu bu konuda daha çok şey öğrenmeye teşvik etti.  Yaşamının daha ilk yıllarında Paris’te medeniyeti, Bağdat’ta kendini tanıma fırsatı buldu. 
“Yazmak da tıpkı resim yapmak gibiydi. İkisinde de bomboş bir kağıdı sadece kendi kafasından geçenlerle dolduruyordu insan” 

Fransız tiyatro geleneğinine uygun piyesler kaleme aldı. İlk sahnelenen oyun “İki karpuz bir koltuğa sığmaz” Osmanlı sahnesinde oynandı. “Uçurtma” isimli, Fransızca yazdığı oyun Beyoğlu’ndaki Fransız tiyatrosu’nda oynandı.

Hariciye Nazırlığı Protokol Müdür Muavini ve 6. Bölge Belediye Müdürlüğü görevlerinde bulundu. (Galata –Pera – Beyoğlu bölgesi)

İlk Müze kurucusu ve müdürü, ilk Arkeolog ve Güzel sanatlar Akademisi müdürü. Ülkemizdeki tarihi eserlerin yabancı arkeologlar tarafından yurt dışına kaçırılmasını engellemek için yeni nizamnameler (yasalar) hazırladı.
Müzeyi planlarken; "Müzenin sadece eski eserleri ziyaretçilere teşhir eden bir bina anlamına gelmediğini, hayalindeki müzeyi gezenlerin kendi kökleriyle önyargısız ilişkiler kurmasını ve medeniyetin geçirdiği aşamaları gözlemleyip içinde bulundukları zamanı daha iyi kavramalarını istiyordu"

"Bir ülkenin gelişmişliği müzeleriyle ölçülür" 


Osman Hamdi, 30 yıl Müze Müdürlüğü ve Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü yaptı. Ve bu süre zarfında; 

Fransız hükümeti tarafından Legion d’honneur nişanına layık görüldü. 
Atina Arkeoloji Enstitüsü’nün verdiği Şeref üyeliği ünvanı aldı.
Londra Kraliyet Sanat Akademisi üyeliğine layık görüldü.

Leibzig Üniversitesi fahri felsefe doktoru ve sanat uzmanı payesi aldı.

Ve  Oxford Üniversitesi Osman Hamdi Bey’e fahri doktora unvanı verdi.

Müzecilikteki 25. Yılı dolayısıyla Berlin, Paris ve Viyana’dan nişanlar, madalyalar ve takdirnameler aldı. Yerli ve yabancı basında övgü dolu haberler yayınlandı.

Üstelik Müzede sergilenen eserlerin hepsi imparatorluğun kendi topraklarından bulunup getirilmişti. Avrupa müzelerinde olduğu gibi dünyanın dört bir tarafından şaibeli yollarla elde edilmiş eserler yoktu İstanbul’da.

Osman Hamdi Bey'in Eskihisar'da 26 yıl boyunca en güzel eserlerini yaptığı evi bugün müze olarak gezilebiliyor. Adres ve iletişim bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.
Ayrıca kitabın özetini fotoğraflarla, yazarın kendi kaleminden okumak isteyenler buradan ulaşabilirler.

Eskihisar Osman Hamdi
1842- 24 Şubat 1910

Emre Caner'in yazarlığa başlama hikayesini Yasemin Sungurla Kitap İle Sohbet söyleşisinde buradan izleyebilirizsiniz.





Devamını Oku »

Altın Madalyalar...

0 yorum
Dün gece ayrı güzeldi hayatımda...


Hani insan gurur duyar ya başarısıyla, çocuklarının başarısıyla, vatanıyla, vatandaşıyla onur duyar. Kendinden başka insanların başarısı ama içinde yine ben var, biz var, bütünlük var… işte öyle bir duyguydu benimki. Konser boyunca ağzım kulaklarımda zaman zaman göz yaşlarım mendilimde, avuçlarım acıyana kadar alkışladım.

Henüz 20'li yaşlarda gencecik, ama bu kısacık yaşamlarına bir çok başarıları sığdırmış ve bunu gururla, onurla taşıyan güzel insanlar topluluğu, Boğaziçi Caz Korosu. Dünya Şampiyonluğunu aldıklarında Türk bayrağını onurla taşımış ve İstiklal marşımızı gururla söylemiş güzel insanlar.

Onları en çok Gezi olaylarında söyledikleri “Çapulcu musun vay vay “ şarkıları ile duymuş olabilirsiniz. Ben ilk, Metro da söyledikleri jaz ile tanımıştım onları. Temmuz 2011 de  katıldıkları Avusturya'nın Graz kentinde düzenlenen Dünya Koro Şampiyonası'nda, aldıkları ödüllerle gurur kaynağı oldular.

Çağdaş Müzik ve Folklor kategorilerinde 'DÜNYA ŞAMPİYONU'
Karma Korolar kategorisinde ise 'DÜNYA İKİNCİSİ'
Şampiyonların yarıştığı 'GRAND PRİX'de ise 2 altın madalya kazandılar. Oradan dönerken getirdikleri ödüller kadar kocaman yürekleri.

2012 de Amerika  Dünya Koro Olimpiyatları'nda 3 Altın Madalya ile döndüler. Işıl Gerek'in Koro Şefi Masis Aram Gözbek ile keyifli söyleşisine buradan ulaşabilirsiniz.

Onların bu başarılarını bilmek ayrı birşeydi, onları canlı performansta seyretmek bambaşka bir duyguydu.

Ençokta konserin son şarkısını seyircilerin arasında söyleyerek bitirmeleri benim kadar oğlumuda etkilemiş. Daha konserden çıkmadan büyük oğlum “biz tekrar gelelim olur mu anne?” dedi.

İlk okula bu yıl başlayan küçük oğlum son iki parçada uyuya kaldı. Uyandırdım konser bitti gidiyoruz diye. Uykulu gözlerle bana “benim uykumun olmadığı bir zaman tekrar gelebilirmiyiz, ben eğleniyordum ama uykum geldi” dedi.

Anladım ki 7’den 77’ye herkese hitap eden bir konsermiş.  Sabah ilk iş , youtube’dan onların mini konserlerini tekrar tekrar izlemek, sizlerle paylaşmak istedim.

Metroda birden başlayan şarkı ile insanların garip bakışları ama sonunda çılgın alkışları arasında biten şarkı "Joshua Fit The Battle Of Jericho" ya buradan ulaşabilirsiniz

Gezi parkında söyledikleri Çapulcumusun vay vay adlı videoya buradan ulaşabilirsiniz.

Avusturya Dünya Koro Sampiyanosundan görüntülerin olduğu, İstiklal marşımızı ve bayrağımızın göndere çekildiği o duygusal anın video’suna buradan ulaşabilirsiniz.

Boğaziçi Caz Koro’sunun diğer etkinliklerini takip etmek isterseniz resmi siteleri http://www.bogazicicazkorosu.com

Yolunuz açık olsun,
Sevgiyle Kalın

Hüma
23.01.2014


Devamını Oku »

Sarı Çizmeli Mehmetağa

0 yorum
Bir Çift Ayakkabı... 

Bir çift ayakkabı deyip geçmeyin, kırmızısı var, mavisi var. Palyaço ayakkabısı var, dama atılanı var, Sarı çizmesi var, astronot ayakkabısı var.

Her biri birbirinden ilginç, bir o kadarda gerçek hikayeler. Sunay Akın’ın anlatımıyla hayat bulmuş 37 çift ayakkabı. 
Bu ayakkabılardan sizin için seçtiklerim;

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

İstanbul’da, 1839 yılına kadar, ayağa giyilen ayakkabıların renkleriyle , evlerin dış görünümü arasında bir bağ olduğunu bilen kaç kişi vardır?

Abdülmecit dönemine kadar sarı ayakkabı giymek yalnızca Müslümanlara tanınmış bir hak iken , 1839 da Mustafa Reşid Paşa’nın hazırladığı Tanzimat Fermanı’ndan sonra, ayakkabılardaki bu ayrıcalık kaldırılır. “çizme yada sarı pabuç giyme hakkı yalnız Türklerindi, Ermeniler kırmızı, Rumlar mavi,Yahudiler siyah pabuç giyerlerdi. Evler bile bu ayrıma tabi tutulurdu , çok canlı renklere boyanan Türk evleri diğerlerinden hemen ayrılırdı.

Sultan III. Selim’in tahtta olduğu 1786 yılında, İstanbul’da gayrimüslimlere siyah ve kırmızı renk ayakkabı yapan 60 adet gayrimüslim ayakkabı ustası vardı. Bunlar , Müsliman ayakkabı ustalarıyla yaptıkları anlaşma gereği, birbirlerinin müşterilerine hitap edecek renklerde ayakkabı yapamazlardı ve bu kurala uymayan cezalandırılırdı.

Kapıkulu Ocağı’ndaki yüksek rütbeli subaylar, imtiyaz simgesi olarak sarı çizme giyebiliyorlardı. 1839 fermanıyla bu ayrıcalık sona ermiştir ermesine ama. “sarı çizmeli Mehmet Ağa” sözü, verdiğimiz bu bilgi unutulmuş olsa da, o dönemden miras olarak günümüze kadar gelmiştir.

Pabucu Dama Atılmak

Osmanlı devrinde esnaflar, Ahilik geleneğinden gelen bir düzen içerisinde çalışırlardı. Her meslek grubunun başında bir kethüda vardı ve çalışma düzeninden, dürüstlükten, kaliteden o sorumlu olurdu. Kethüdanın yardımcısı konumundaki yiğitbaşı denilen görevli denetleme işini yaparak, hile yapanları tespit ederdi.

Yiğitbaşı, bir ustanın yaptığ ayakkabıda hile olduğuna kanaat getirirse, o usta bu mesleğin ve öteki mesleklerin ileri gelenlerinin önünde kethüda tarafından uyarılır ve aldığı paranın müşteriye iadesi sağlanırdı. Hatalı olan ayakkabı da bird aha kullanılmaması için dama atılırdı. Böylesi bir durum ayakkabı yapımcıllarının en korkulu rüyasıydı. Çünkü meslekteki tüm itibarını kaybettiği gibi müşterisi de azalırdı. Bu uygulama günümüzde yapılmasa da, “pabucu dama atılmak” deyimi Türkçede yaşamaya devam etmektedir!

Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.

Devamını Oku »

Her yol Roma'ya çıkar...

0 yorum
Bu, Romalıların Britanya adalarına hükmettiği yıllarda ağızlarından düşürmedikleri o meşhur sözdür. Ne yalan söyleyeyim benim içinde bu sözün gerçeklik payı oldukça yüksek. Hani bazı şehirler vardır, ne kadar sık ziyaret ederseniz edin sizi her seferinde şaşırtmayı başarır, içine alır, sever, aşık eder... İşte bana göre Roma’da öyle bir şehir.

Trevi Çeşmesi
M.Ö.735 yılında Romulus ve Remus efsanesi ile başladığı düşünülen Roma, dünya tarihinde derin izler bırakmış ve Roma Imparatorluğuna ev sahipliği yapmıştır. Dünyanın en köklü tarihlerinden birine sahip olan bu şehir, günümüzde ise dünyanın en önemli turistik noktalarının başında gelmektedir.

Gezilecek Yerler 

Birçok tarihi bazilika, sanat eseri, galeri ve meydanın bulunduğu Roma tam anlamıyla bir açık hava müzesi. Şehir merkezinde bulunan Antik dönem yapılarının yanında Katolik Hıristiyanların dini merkezi olan Vatikan Şehri de gezilebilecek yerlerin başında geliyor. 

Antik Dönem 
coliseum
Kolezyum: Roma'nın sembolü haline gelmiş bir amfitiyatrodur. Flavian Amfitiyatrosu diye de bilinir. M.S. 72-80 tamamlanmıştır.
O dönemde halkın eğlenebilmesi için hazırlanmış olan bu yapıda 100.000'e yakın hayvan Roma'ya getirilmiş ve kölelerle dövüştürülmüştür. Sağ kalan köleler "gladyatör" olarak hazırlanmış ve kendi aralarında dövüşler düzenlenmiştir. Hıristiyanlığın kabulünden sonra Kolezyum lanetlenmiş ve yağmalanmıştır. 

Arch of Constantine (Zafer Takı) : Kolezyum'un hemen yanında bulunan Zafer Takı, Yahudilere karşı kazanılan zafer anısına Imparator Konstantin tarafından M.S. 315'de yaptırılmıştır. 

Zafer Takı
Roma Forumu : Platine ve Capitaline tepeleri arasında yer alan Roma Forumu, Antik Roma'nın şehir merkezidir. Sahip olduğu alan içindeki tüm tapınaklar, anıtlar ve binalar dünyanın en büyük arkeolojik alanlarından biridir. 
Forum içinde Settimo Severo Takı, Titus kemeri, Satürn Tapınağı, Romulus Tapınağı, Venüs ve Roma Tapınağı, Antonius ve Faustina Tapınağı, Sezar Tapınağı gibi eserler bulunmaktadır. Forum yakınlarındaki Palatine Tepesi, Domus area, Trajan's market ve sütunu, Caracalla Hamamı görülmesi gereken yerler arasındadır. 

Circus Maximus : Roma'nın en eski ve en büyük stadyumudur. M.Ö.46'da Imparator Sezar tarafından yaptırılmıştır. 

Panteon
Panteon: Antik Roma döneminden kalan en iyi şekilde korunmuş tapınaktır. Pagan Roma tanrılarına adanan tapınak M.S. 118-125 arasında inşa edilmiştir. Panteon'u bu kadar etkileyici kılan eşsiz mimarisidir. 

Piazza Navona'nın dar sokaklarının arasından bir anda karşınıza çıktığında gördüğünüz ihtişamlı yapı soluğunuzu kesiyor emin olun. 
Meydandaki kafelerden birinde bir yorgunluk kahvesi içip bu eseri karşıdan seyretmenizi tavsiye ederim. 

Söz meydanlardan açılmışken şunu belirtmeden geçemeyeceğim, Roma tam bir meydan şehri. Dar ya da geniş farketmez, bütün yollar meydanlara açılıyor. Piazza Navona, Piazza di Spagna, Piazza Trevi, Piazza Venezia, Piazza del Popolo, Piazza del Campidoglio, Piazza Colonna bu meydanlardan bazıları. 

Roma turizm sezonunu her mevsim yoğun yaşayan bir şehir. Yaz aylarında ziyaretçi sayısında gözle görülür bir artış olsa da, bahar ayları bu şehri gezmek için en ideal zaman. Yürüyerek şehri gezmek hiç de zor değil, aksine sokaklara dokunarak şehirle bir olma hissi tarif edilemez. 

Görmeden dönmeyin 

İspanyol Merdiveni
Her şehrin kendisiyle özdeşleşen önemli alanları vardır, oraya gittiğinizde görmeden dönmek olmaz. Bunlardan biri İspanyol Merdivenleri'dir.

Fransız kilisesi Trinita' dei Monti ile ünlü İspanya Meydanı'nı birbirine bağlar. Kelebek şeklindeki dizayn edilmiştir. Turistlerin ve gençlerin buluşma noktalarından biri olan İspanyol Merdivenleri'nin karşısında Via Condotti vardır. Bu caddeyi en popüler yerlerden biri yapan unsur, ünlü tasarımcıların ürünlerinin en yoğun satıldığı yer olmasındandır. 

İspanya Meydanı'ndan 10 dakikalık yürüyüşle bir başka önemli esere Trevi Çeşmesi'ne gelebilirsiniz. Roma'daki en büyük ve en ünlü barok tarzı çeşmedir. Bir tiyatro sahnesine benzeyen Trevi Çeşmesi birçok filmin mekanı olmuştur. İnanışa göre çeşmeye sırtını dönüp para atan kişi Roma'ya tekrar gelecektir.

Piazza Navona


Piazza Navona şehrin en ünlü meydanlarından biridir. Bernini'nin 4 Nehir Çeşmesi ile Barok tarzın başyapıtı kabul edilen bu meydan aynı zamanda ressamlara, karikatüristlere, pazarlara ev sahipliği yapan, eğlencenin hiç bitmediği, çok canlı bir meydandır. 

Piazza del Popolo, Roma'daki en büyük meydandır. Yılbaşı kutlamaları, konserler, siyasi olaylar genelde bu meydanda gerçekleşir. Via del Corso, iki büyük meydanı birbirine bağlar;
Piazza del Popolo ve Piazza Venezia. Via del Corso da alışveriş yapmak, yemek yemek için keyifli mekanlar bulunur.

Vittorio Emanuele II Abidesi




Piazza Venezia şehrin en hareketli yerlerindendir. Vittorio Emanuele II Abidesi buradadır. İtalya'nın birleşmesi anısına yapılmıştır.Birkaç sene önce eklenen asansör sayesinde seyir terasından şehri 360 derece izlemek mümkündür. Özellikle Antik dönem alanlarını ve Kolezyum'u gezip buraya uğrarsanız, tepeden arkeolojik alanın görüntüsü tek kelimeyle muhteşem oluyor. 

Via Veneto Roma'daki en bilinen ve en pahalı sokaklarından biridir. Roma'nın en ünlü restoranları buradadır. Ayrıca sokağın bu denli ölümsüz olmasını sağlayan Federico Fellini'nin meşhur "La Dolce Vita"'sıdır.

Gizemli şehir Vatikan 

Tiber Nehri kıyısından yürüyerek Hadrian veya Sant'Angelo köprülerinden geçtiğinizde, 'özellikle gece'  Castel Sant'Angelo tüm ışıltısıyla sizi karşılar. Köprülerdeki ve kaledeki heykeller bir o kadar  etkileyici. Castel Sant'Angelo'dan Vatikan'a bağlanan gizli geçit de  buradadır. 

Castel Sant'Angelo'nun yanından nehir boyunca yürüdüğünüzde önünüzde tüm ihtişamıyla San Pietro Meydanı belirmeye başlar. Bu meydan 1656-1667 yılları arasında Bernini tarafından tasarlanmış olup, Hıristiyan dünyasının en büyük bazilikasına ev sahipliği yapar. 

Pieta
Katolik dünyasının en önemli eserlerinden olan San Pietro Bazilikası, Roma, Rönesans ve Barok tarzındadır. Bazilikanın kubbesi Michelangelo tarafından tasarlanmıştır. Bazilikanın içinde dünyanın en önemli eserlerinden biri de bulunmakta; Michelangelo'nun "Pieta'" heykeli. 

San Pietro Meydanı'nın köşesinden başlayan Vatikan Müzesi'nin duvarları, sizi birazdan büyülü bir dünyaya sokacağının haberlerini verircesine boylu boyunca uzanır. Vatikan Müzesi, dünyanın en büyük Roma müze kompleksidir. Müze içerisindeki eserleri 1 güne sığdırmak imkansız denebilir. Sanatseverlerin sadece Vatikan Müzesi için Roma gezisi düzenlediklerini duymuştum, haksız değiller... 

Müzede her yerden sanat bombardımanına tutuluyorsunuz ancak en çok merak edilen alanlar Raphael'in odaları ve tabii ki Sistine Şapeli. 

Sistine Şapeli : Vatikan Müzesi'ndeki sanat turunun en son durağı olup, dünyanın en önemli ve değerli sanat eserlerinin bulunduğu, ziyaretçilerin büyük heyecanla bekledikleri yerdir. 

Michelangelo'nun tek başına tasarlayıp tamamladığı bu şapel, insanı hayrete düşürmekten öte şeyler hissettiriyor. Sanat göreceli bir kavram buna inanıyorum ancak insan o eserlerle, sessizlik ve huşu içinde az bile olsa bir zaman geçirince ‘Bu sanatsa şimdikiler ne?' demekten alamıyor kendini. 

Vatikan
Şapelden çıktıktan sonra biraz dinlenmek için ki buna gerçekten ihtiyacınız oluyor, müzenin altındaki kafeden birşeyler alıp, Vatikan Bahçeleri'nde bu turu biraz daha uzatabilirsiniz. 

Parklar ve sokak pazarları 

Roma aynı zamanda çok güzel parklara ev sahipliği yapıyor. Örneğin İtalya'nın en köklü ailelerinden Borghese'lerin bahçeleri gibi... Genelde turistlerde yerli halktan öğrenmişler, önce parkta piknik, dinlenme sonrasında galerileri gezme. Gerçekten keyifli pazar tatilleri geçiriyorlar... 

Roma'daki sokak pazarlarından bahsetmeden olmaz. Benim de en sevdiğim pazarlardan biri olan Campo dei Fiori'den başlayalım. Şehrin en ünlü pazarıdır. Pazar hariç hergün öğlene kadar açıktır. Günlük taze meyve, sebze, kıyafet, çiçek ve bitki satışı vardır. Bir diğeri Piazza Testaccio'dur. Pazar hariç hergün öğlene kadar açıktır. Meyve, sebze, takı, ayakkabı gibi geniş seçenekler sunar. 

2. el eşya ya da bit pazarlarından hoşlanıyorsanız birkaç adreste oradan vermek isterim. Avrupa'nın en ünlü pazarlarından olan Porta Portese, tek kelimeyle şahanedir. Tiber Nehri kıyısında kurulan Porta Portese Roma'nın en büyük 2. el pazarıdır. Her pazar 14'e kadar açıktır. Antika severseniz Borghetto Flaminio' yu tercih edin. Antika ürünler, takılar, kitaplar, vintage kıyafetler bu pazarda bulunabilir. Girişi ücretlidir. En son 1.5 Euro ödemiştik. Sadece pazarları açıktır, bilginize... 

Yeme / İçme 

Roma’da her beğeniye ve keseye uygun gıda bulmak mümkün. Her ne kadar restoranlarda pizza ve makarnadan başka birşey yokmuş gibi gözüksede, zeytinyağlı, sebzeli, kuru gıdalı, kuzu etli birçok geleneksel lezzet bulunuyor. Hediyelik eşya olarak dahi vakumlanmış şarküteri, makarna sosları, kurutulmuş bitkiler almak mümkün. 

Alış Veriş 

İtalya denince alışverişi atlamak olmaz. Gerçi doğru adres Milano gibi gözüksede, Roma'da bu konuda hayli iddialıdır. Via del Corso ve Via Cola di Rienzo fiyat seçeneği daha uygun ve güzel tasarım ürünlerinin bulunabileceği yerler. Via Margetta sanat galerileri, antikacıları ile ünlüdür. Via Condotti ve Via Veneto'da daha iddialı ürünler bulabilirsiniz. 

Ulaşım 

Roma'ya İstanbul'dan direk uçuşlar var. Şehir merkezine tren, otobüs seçenekleri mevcut. Metro sistemi diğer Avrupa başkentlerine göre daha az etkili. Turistik alanların çoğunun etrafı trafiğe kapalı. Birçok önemli noktaya metro,tramvay ve otobüs kullanılanılarak ulaşılabilir. Trafik sorunu bizdeki gibi ciddi düzeyde, motorsikletle şehri turlamak çok daha keyifli bir seçenek olacaktır. Tabii ki yürümeden sonra... 

Hatırlatmak istediğim bir diğer konu ise tatil öncesinden, hatta birkaç ay öncesinden gezmek istediğiniz müzelerin ve gitmeyi planladığınız konserlerin biletlerini internetten almanız. Böylece hem gişede bilet kalmadı diye geri çevrilip hayalkırıklığı yaşamamış olursunuz, hem de var olan kuyrukta hiç beklemeden önden girersiniz. 

Keyifli gezmeler 
Sinem 


Devamını Oku »

Akra'da Bulunan Elyazması

0 yorum
Neden endişe içinde yaşıyoruz?

"Aşırı tedbir, hem ruhu mahveder hem de yüreği, çünkü yaşamak cesaret gerektirir. Cesaret ise içinde daima sevgi taşır."

Böylece endişeyi kendinden uzak tutabilirsin. Endişe asla tamamen ortadan kaybolmayacaktır. Ama yaşamın bize öğrettiği en önemli şey, bizleri kendine köle etmeyi amaçlayan şeylerin efendisi olabileceğimizi idrak etmemizdir.

1945 yılının Aralık ayında kendilerine dinlenecek yer arayan iki kardeş, Yukarı Mısır'da, Hamra Dom bölgesindeki bir mağarada papirüslerle dolu bir testi bulurlar. Kanun gereği yetkilileri uyarmak yerine papirüsleri birer birer antika pazarında satmaya başlarlar.  Anneleri ise kötü güçlerden korkarak bir kısmını yakar, bir kısmınıda papaza verir. Papazda Kahire'deki Kıpti Müzesi'ne satar.
Diğer elyazmaları çeşitli yollarla el değiştirerek sonunda Müzede toplanır. Fakat 1974 yılında İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi yakınlarında diğer bir elyazması bulur. Eser Kahire Müzesi'nde incelenir ve kısa sürede anlaşılırki bu elyazmasının Dünyada 155 nüshası dolaşmaktatır. Bu metinde Mısır topraklarının dışında Akra şehrinde yazılmıştır. Arkeolog Sir Walter Wilkinson'un elyazmalarını İngiletere'ye getirir. Arkeoloğun oğlu aracılığıyla yazarın bu elyazmalarından haberi olur.
Paulo Coelho akıcı anlatımıyla bu elyazmalarını bizlerle paylaştı. "Akra'da Bulunan Elyazmaları"

Yazan: Paulo Coelho
Çeviri: Emrah İmre
Yayınevi: Can Yayınları
Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.



Devamını Oku »

Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk

0 yorum

Anılar, hayatımızın yaşanmaya değer olduğunu hatırlatırlar bize. Hele birde dünyaya meydan okuyan bir liderin anıları sizin anılarınıza karışmışsa...


Niyazi Ahmet Banoğlu'nun yazdığı Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk adlı kitap Atatürk ile birlikte mesai yapmış bir çok insanın anısını barındırıyor. İçlerinden birini, Cevat Abbas Gürer'in şahit olduğu  bir anıyı paylaşmak istiyorum.


Atatürk Ve Annesi

Atatürk, her ziyaretinde annesinin elini  büyük bir saygıyla öperdi. O büyük adam, anasının karşısında adeta küçülür, Mustafa olurdu.

Çankaya'da Atatürk yine her zamanki gibi annesinin elini öptü. Zübeyde Hanım elini uzatırken, gözlerinde toplanan sevgiyle onu kucaklayarak bağrına bastı. Türk Milletine eşsiz bir kurtarıcı, büyük bir kahraman vermiş olmanın gururuyla mağrur bir tavır alması beklenirdi. Ama öyle olmadı, kolları arasından sıyrılıp uzaklaşmaya çalışan oğlunun ellerine sarıldı.

Atatürk:
- Ne yapıyorsun anne? diyerek elini öptürmek istemedi.
Zübeyde Hanım, sakin ve ciddi bir sesle:
- Ben senin ananım, benim elimi öpmekle, bana karşı olan görevini yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet başkanısın. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve tebasıyım. Elini öpebilirim. Yanıtını verdi.

Zübeyde Hanım, bu hareketiyle, oğlunun mevkiinin sonsuz bir saygıya layık olduğunu, çevresindekilere göstermek istemişti.

Büyük Türk anası Zübeyde Hanım'ı ne zaman hatırlasam, gözlerim yaşarır. Onun buna benzer davranışlarını hatırlar ve derin bir saygı duyarım.

Niyazi Ahmet Banoğlu /  Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk / sayfa 56
Kitabın satış noktalarına buradan ulaşabilirsiniz


Devamını Oku »

14 OCAK

0 yorum

14 Ocak Zübeyde Hanım 'ın ölüm yıldönümü... Bizlere Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider dünyaya getirdiği için, kendisine sonsuz şükranlarımızı borç biliriz. 

Bazı insanlar vardır, bir insanın hayatına değer katarlar bazıları vardır, bir ulusun geleceğine yön vererek hayatları yaşanmaya değer kılarlar.

Niyazi Ahmet Banoğlu'nun yazdığı Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk adlı kitabından, Cevat Abbas Gürer'in şahit olduğu  bir anıyı paylaşmak istiyorum.

Atatürk Ve Annesi

Atatürk, her ziyaretinde annesinin elini  büyük bir saygıyla öperdi. O büyük adam, anasının karşısında adeta küçülür, Mustafa olurdu.

Çankaya'da Atatürk yine her zamanki gibi annesinin elini öptü. Zübeyde Hanım elini uzatırken, gözlerinde toplanan sevgiyle onu kucaklayarak bağrına bastı. Türk Milletine eşsiz bir kurtarıcı, büyük bir kahraman vermiş olmanın gururuyla mağrur bir tavır alması beklenirdi. Ama öyle olmadı, kolları arasından sıyrılıp uzaklaşmaya çalışan oğlunun ellerine sarıldı.

Atatürk:
- Ne yapıyorsun anne? diyerek elini öptürmek istemedi.
Zübeyde Hanım, sakin ve ciddi bir sesle:
- Ben senin ananım, benim elimi öpmekle, bana karşı olan görevini yapıyorsun. Fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet başkanısın. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve tebasıyım. Elini öpebilirim. Yanıtını verdi.

Zübeyde Hanım, bu hareketiyle, oğlunun mevkiinin sonsuz bir saygıya layık olduğunu, çevresindekilere göstermek istemişti.

Büyük Türk anası Zübeyde Hanım'ı ne zaman hatırlasam, gözlerim yaşarır. Onun buna benzer davranışlarını hatırlar ve derin bir saygı duyarım.

Niyazi Ahmet Banoğlu /  Nükte Yergi ve Fıkralarıyla Atatürk / sayfa 56




Devamını Oku »