29 Ekim

0 yorum
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.

M. Kemal Paşa TBMM’inde Genel Başkanı olarak Hükümet buhranının mevcut sistemden kaynaklandığını, bunun çözümünün istikrarlı bir sistemde olduğunu belirttikten sonra değişiklik önergesini okuttu:


“Türkiye Devleti'nin Hukümet şekli Cumhuriyettir
, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur
, Türkiye Devleti, Hükümetin inkisam ettiği idare şubelerini İcra Vekilleri (Bakanlar Kurulu) 
vasıtasıyla idare eder.”

Bu önerge Parti toplantısında tartışıldı Büyük Millet Meclisi'nin aynı akşam (29 Ekim 1923) saat 18:45'de yaptığı toplantıdan sonra 20.30'da "YAŞASIN CUMHURİYET" sesleri arasında Cumhuriyet ilan olundu ve yeni Türk Devleti'nin adı kondu. "TÜRKİYE CUMHURİYETİ". Hemen arkasından da Türk Ulusu'nun kurtarıcısı Gazi M.Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi.”

Sizce herşey bu kadar basit ve kolay olabilir mi? Tabiki hayır. Kelimeler kifayetsiz kalıyor yaşananların yanında…

Sadece sonuca odaklanırsak süreçten mahrum kalırız. Oysa gerçekte yaşananlar…

1919 yılının Mayıs ayında başlar herşey, onun öncesinde fikren var olanlar artık uygulamaya başlanmıştır. Sivas kongresinde dile gelse de Cumhuriyet, zamanı gelmemiştir henüz. Halkın mücadelesi yeni başlıyor, İnönü, Zaferleri, Sakarya, Dumlupınar Muhabereleri, Büyük Taarruz, İzmir’in Kurtuluşu ve işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk etmesi…

29 Ekim’den önce Mustafa Kemal’in hep aklında olan Cumhuriyet fikri bir söyleşide dile geliyor.

Mustafa Kemal Paşa; 22 Eylül 1923’te Neve Freie Presse muhabirinin Türkiye Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki gelecekteki değişikliğin ne olacağı hakkındaki sorusuna Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı;

“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İcra kudreti, kanun yapma salahiyeti milletin yegane hakiki temsilcisi olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır. Bu iki maddeyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet”

Büyük fedakarlıklar ve mücadeleler sonuncunda, milli birlik ve beraberlik 29 Ekim 1923 de adını Cumhuriyet olarak duyurur. Artık mücadele cephede değildir, çağdaş bir ülke olma yolunda atılan adımlarla kendini gösterir.

Bu mücadele o zamanda vardı şimdide var... 

20 Mart 1923'te Konya'da yaptığı bir konuşmada Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere karşı tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtmiş;

"Eğer onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımları atanları tepelemektir... Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Örneğin eğer bunu sağlıyacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine öldürürüm." 




Meraklısı için not: 2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve TBMM tarafından da kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır.

Kaynak :

Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, 1986, ss. 359-366

İlker BAŞBUĞ 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal (1881’den 1923’e) Remzi Kitabevi 2012 ss. 339



Devamını Oku »

Bir Dağcının Güncesi

0 yorum
“Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış…”

9 Temmuz- 21 Ağustos 1992 tarihleri arasında Khan-Tengri tırmanışı için Kazakistan ve Kırgizistan da yaşanan mücadelenin an ve an yazıya aktarımı.

Aslında bu bir günlük olmaktan çok bir iç yolculuk hikayesi... Yaşanan bir çok zorlukla beraber sabrın, erdemin, farkındalığın, aydınlanmanın, ruhun gelişim hikayesi.

İstanbul'dan Kazakistan’a ve sonra otobüs ile Bişkek’e gidip oradan tekrar otobüse binerek Kırgizistanın Prjevalsk (karakol) bölgesindeki Ala-Tau adlı Mauntain Base’e varılıyor. Daha sonra ana kamp merkezinden aşağıya yiyecek almak için inen bir araçla yukarıya çıkılıyor. Ve Tien- Shan dağlarındaki mücadele başlıyor.

Bu yolculuk daha zirveye çıkmadan zorluklarla başlıyor, tırmanışlar sırasında küçük çaplı kazalar ve donma tehlikeleri atlatılıyor.

"Bilinçli bir doğa sporcusu, doğada girdiği bu mücadelede, mücadele ettiğinin doğa değil de kendisi olduğunu bilir. Doğayla savaşılmaz, onunla ancak uyum yakalanabilir, sizi sadece seyreden bir şeyle nasıl savaşabilirsiniz ki?"

Zor koşullar altında birde doğanın içinde, yabancıların arasında kendi yalnızlığınızla kalınca düşünecek ve yazacak çok şeyiniz oluyor. Tüm bunları biz okuyucularla paylaşan Nasuh Mahruki bu kitabı yazdığında henüz 24 yaşındaymış. Bu kitabı gençlerin okumasını çok isterim doğrusu. Farketmeden, farkındalığa doğru yol almanızı sağlıyor.

Çok hoşuma giden, beni etkileyen cümlelerin altını çizerim okurken. Bu kitabı okurken neredeyse her sayfada altını çizecek bir cümle buldum.

En çok hoşuma giden yaşadığı her olaydan bir ders çıkarması, keşke kelimesini kullanmadan.

“Kırgız çobanlarıyla konuşmak beni mutlu etti. Hafızamın torunlara hikayeler bölümüne onu da ilave ettim”

Bir Dağcının Güncesi Nasuh Mahruki’nin ilk kitabı bu kitabı satın almak için buradan ve diğer kitapları için buradan ulaşabilirsiniz

Kitabı imzalatma şansını yakaladım, ve kütüphanemin yazarı tarafından imzalanmış kitaplar bölümüne bir kitap daha ilave etmenin mutluluğunu yaşadım.

Devamını Oku »

Küllerinden yeniden doğan şehir

0 yorum
Karadeniz’e Trabzon’a Rize’ye gidipte Batum’a uğramamak olmaz. Karadeniz turumuzun TrabzonRize’den sonra ki son durağı Batum’dayız.

Küllerinden yeniden doğan şehir diyorlar Batum için. Şehrin merkezi Avrupa kentlerindeki tarihi yapıların, meydanların adeta küçük birer kopyası olma özelliğiyle turistik bir şehir olmuş.

Yollarda  çokça lüks arabalara rastladık, ama dikkatimizi çeken bazılarında ya tanpon yok yada far kırık. Sonradan öğreniyoruz ki Gürcistanda araba ve yakıt çok ucuz, ama yedek parça pahalı. 

Yer yer eskiden kalan tek tip binaları görmek mümkün. İnşaatlar son hızla devam ediyor bazen fotoğraf çekerken yandaki binanın vincini fotoğraf karesine almamakta zorlandım. 

Günübirlik Batum turumuz sabah Sarp Sınır Kapısında başladı. Adını Artvin’in Hopa ilçesindeki Sarp köyünden alan Sarp Sınır Kapısı, sadece Gürcistan’a açılan kapı olmakla kalmayıp bütün Kafkasya’ya ve Orta Asya ülkelerine açılan karayolu üzerindeki sınır kapısı olma özelliğini taşıyor. 

Gürcistan ve Türkiye arasındaki anlaşma gereği nüfus kağıtlarımızla günübirlik giriş yaptık. 

Batum’un merkezi Acara bölgesine doğru ilerlerken yolda Osmanlılar döneminde kullanılan Gonio- Apsaros Kalesi’nin surlarını ve Bayburt’tan doğup Batum sınırlarına kadar kendine keskin çizgiler oluşturan Çoruh Nehri'ni ve üzerindeki eski Gonio Köprüsü'nü gördük. 

Atiye’nin üzerinde klip çektiği köprü buymuş. Magazin haberlerinden sonra şehre yavaş yavaş ilerlerken yol boyu sağlı sollu dizilmiş evleri inceliyoruz.  İç savaş döneminde evlerin dış yüzlerini teneke ile kaplamışlar kurşun geçirmesin diye bu gün hala savaşın izlerini taşıyor bu evler.

Şehir merkezi olan Acara bölgesi eskiden bataklıkmış, okaliptus ağaçları ekerek bataklığı kurutup yeni bir kent kurmuşlar. Sahiller bambu ağaçları ile donatılmış.

Şehir merkezine yaklaşırken önce iki Laz kardeşin yapıp işlettiği içinde herşeyin ters olduğu White Restaurant’ı baş aşağı olarak yol kenarında gördük. Bir benzeri Orlando'da müze olarak tasarlanmış (Wonderworks Müzesi / Orlando – Florida)

Biraz daha ileride inşaatı henüz tamamlanmamış Roma Colosseum’un bir benzerini gördük. Sahile yaklaştıkça gözümüze çarpan tanıdık yapılardan biri de İzmir’in Saat Kulesi idi.

Gezerken benzerlikleri keşfetmeye devam ediyoruz. Prag’ta eski şehrin merkezinde bulunan astronomik saat kulesinin bir benzeri Avrupa Meydanına bakan eski National Bank of Georgia binasının üzerinde bulunuyor.

Orta Camii
Şehir merkezi aynı Avrupa kentleri gibi bir çok meydanlardan, tiyatro binalarından oluşuyor. Ancak yollar ne Avrupa kentindeki gibi geniş, ne de bizim ülkemizdeki gibi dar. 

Şehir merkezindeki ilk durağımız Tarihi Orta Camii, çok renkli oluşu ile dikkat çekiyor. 
Hakkında kesin bilgi yok ama yaklaşık 130 yıllık olduğu söyleniyor. 

Batum’un günümüzdeki tek aktif camisi. Olma özelliğine sahip. Ayrıca Acara Devlet Müzesi tarafından da koruma altına alınmış.

Caminin diğer kapısından çıkıp Piazza Meydanına doğru yürüdük. Bu meydan mozaikleri ve mimarisi ile tarihi bir yapıyı anımsatsa da inşaatı 2010 yılında tamamlanmış.

Meydan, kafelerin ve restaurantların olduğu çeşitli müzisyenlerin konser verdiği eğlence ve kütür merkezi olarak tasarlanmış.Gece ve gündüz meydandaki kafelerde keyifle kahvenizi yudumlayabilirsiniz.

Piazza Meydanın tam karşısında St Nicolas kilisesi var. Bizim gittiğimiz sırada kilisede cenaze vardı. İçeride fotoğraf çekemedik.
Piazza Meydanı

Ama Gürcülerin cenaze tören gelenekleri ile ilgili ilginç duyumlar aldık. 3 gün boyunca ölen kişiyi sevdiği yerlere götürüp Chacha içiyorlarmış. (Gürcü içkisi, içimi sert tadı votkaya benziyor)

En çok chacha içen, ölen kişiyi çok seven anlamına geliyormuş.” Cenaze bahane, içmek şahane“ Günümüzde bu geleneklerin uygulayıcısının azaldığı söyleniyor.

Eğitim ve kültüre çok önem veriyorlar. Sanatsal ve kültürel gelişimleri için devletin sağladığı olanakların sınırsız olduğu söyleniyor. Meydandaki tiyatro binasına geldiğimizde öğreniyoruz ki bu tiyatroda neredeyse hergün bir etkinlik var ve halkın faydalanabilmesi için ücretsiz. 



Çocuklarına mutlaka piyano dersi aldırıyorlarmış ve mutlaka herkes Rusça öğreniyormuş.

Kendilerine ait bir Alfabeleri var. Hatta Alfabe bizim DNA’mız diye bir Alfabe kulesi bile yapmışlar. Gürcü alfabesi ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

ჰ უ მ ა Gürcü Alfabesi ile adımı yazdım.

Yeniden oluşturulan meydanlardan biri de elinde altından bir post tutan Medea Heykeli’nin bulunduğu Europe Square. Altın post, Yunan mitolojinde ihtişamı, zenginliği ve iktidarı temsil eden postun adıymış.

Plaj ile yol arasında geniş yeşillik alanlar var. Sahile inen meydandaki fıskıyeli havuz da gece ışık gösterisi oluyormuş. Ne yazık ki biz geceye kalamadık. Parkta o kadar çok bambu ağacı var ki parkın içinde yürürken serinlik hissediyorsunuz. İlk kez bambu ağaçlarını bu kadar uzun gördüm.

Parklar, çok eğlenceli goril, dinozor gibi maketler arasında dolaştık, tabii fotoğraf çektirmeden geçmedik. Benim en çok dikkatimi çeken Michael D’Alfons’un bronz heykeli idi.

Ünlü bir Fransız asilzadeymiş kendileri. 1885-1889 yıllarında Batum'un Baş bahçıvanı ve geliştirilmesi yeni başlatılmış olan Bulvarın Birinci Başkanıymış. Acara sahilinin muhteşemliğini ilk defa o farketmiş ve zengin peyzajdan yararlanarak, sahilde mükemmel dinlenme tesislerin kurulmasını sağlamış. 

Park ve Sahil gerçekten çok güzel düzenlenmiş. Denize girmek içinde ideal. Sahildeki masalarda oturmak isterseniz ilave ücret ödeniyor yaklaşık 10 Lari, aklınızda bulunsun.

Ne Yenir?  Ne İçilir? 

Batum'da ne yenir? Ne içilir? En mühim soru bu, benim gibi yemek seçen ve açlığını hissetmeyen biri için aynı zamanda zor bir soru. Neyseki yalnız gezmiyorum yemekle arası iyi olan birileri hep var yanımda. Batum’un en ünlü yemeği Khachapuri. (Haçapuri) Ortasında yumurta kırılan kaşarlı pide diye basite indirgemek istemem ama yiyenler parmaklarını yedi. Bir de meşhur içeceği armut suyu var. Tadı armut sulu gazoz gibi.


Batum yürüyerek gezilebilecek bir şehir. Taksilerde taksimetre yok. Önce pazarlık yapıp sonra biniyorsunuz malesef. Para birimi Lari.

Aynı gün içinde giriş çıkış yaptığınızda gümrükten yararlanamıyorsunuz, en az üç gün kalmanız gerekiyor.

Aslında Batum tek bir güne sıkıştırılacak bir şehir değil en azından bir gece, bir de gündüz hali görülmeye değer.










































Devamını Oku »

Kaos hayatımızda hep var, ya sonra?

0 yorum
Huzurlu, dingin ve hem beden hem düşüncesel esneklik için, hayatı daha verimli yaşayabilmek için yoga…
Dengeye ulaşmak için dengesizlik bazen kaçınılmazmış, benimde dengeyi aradığım bir dönemde karşıma çıktı Sevgili Monika ve Sevgili Sultan.

Bazen kendini bulmak için kaybolmak gerekirmiş ya, kendi içinde kaybolmak. Bazen toparlanmak için dağılmak. Tıpkı dinginlik öncesi kaos gibi…

Bodrum’un karmaşası içinde sıkışıp kalmışken, Sevgili Amber’in peşine takıldım, İyiki de takılmışım, kendi dinginliğimi yakaladım. “Hayatta hep iyiki’leriniz keşke’lerinizden çok olsun” der Doğan Cüceloğlu. Seviyorum ‘iyiki’lerimi…

Çiçekler içindeki bahçeden süzülen sabah güneşi ile içeri girdiğimde, sanki güneşin enerjisi evin içine yansımış gibi huzur doluydu. Bahçe o kadar büyüleyiciydi ki benim için, Bodrum Yoga Center tabelasını neden sonra farkettim.

Hem Sevgili Monika ile hemde Sevgili Sultan’la yoga yapma fırsatını yakaladığım ve onlarla tanıştığım için çok mutluyum. Benim için çok keyifliydi. Yeni doslar edindim. Sevgili Fügen Hanım yoga hareketlerini fotoğraflamama izin verdi. Yazı güzel bitirdim, kışa hazırım diyebilirim. Seneye yaza yine birlikte olmak için sözleşerek ayrıldık.

Bir gün bir yerlerde yolumuz tekrar kesişir ve biz yazdan önce mutlaka bir çalışma fırsatı yakalarız. Tesadüf diye bir şey yok, yaşayacaklarımızın zamanı geldiği için yaşıyoruz sadece.

Hayatta her şeyin bir zamanı vardır diye düşünürüm hep. Sen kovalarsın ama senin için daha zamanı gelmemiştir, kaçar gider uzaklara….  En ihtiyacın olduğu durumlarda çıka gelir ansızın…

Her varlık mutlu, her varlık huzurlu olsun.

Yoga sayesinde yeni keşfettiğim bir dergi Yoga Journal Türkiye. İçinde A ‘dan Z‘ye Yoga hakkında akla gelebilecek her sorunun cevabı var. Yeni başlayanlar için Yoga hareketlerini anlatan resimli kısım çok işime yarıyor doğrusu. Ekim ayında yapılacak Eğitimler-Atölyeler-Sohbetler ve Festivaller ile ilgili duyurular var.

İstanbul- Ankara gibi karmaşanın ve koşuşturmanın çok olduğu şehirlerde yaşıyorsanız, hayatı yeniden planlamak, anı doya doya yaşamak için es vermeye ihtiyaç duyuyor insan.

Sevgili Yoga eğitmenim Sultan Hanım’ın sözleri her daim kulaklarımda “Her varlık mutlu, her varlık huzurlu olsun. Namaste”

Sevgiyle Kalın

Meraklısı için :  Bodrum Yoga Center, Ankara Yogakil ve Yoga Journal Türkiye web adreslerine ulaşmak için  ismin üstüne tıklayınız.

Devamını Oku »

Genç Werther’in Acıları

0 yorum
Gençlik, aşk, tutku…

Romantik kahramanın duygularının dışa vurumu…

Genç Werther’in Charlotte'a olan aşkına karşılık bulamamasının acısıyla intihara sürüklenmesinin  hikayesi…

Goethe’nin henüz 25 yaşlarındayken yazdığı bu duygusal romanın yazıldığı dönemde gençliği etkisi altına alarak bir çok kişinin intihar etmesine neden olduğu; Werther’in giydiği mavi frak, sarı yelek ve çizmelerin o yıllarda moda haline geldiği; Napoleon’un bile kitabı sürekli yanında taşıdığı söyleniyor.

Adeta Werther akımı oluşmuş, Almanya'da o dönemde. Bir çok gencin ona özenmesi, onu taklit etmeleri, romanın esiri olmaları, bir tek şeye bağlanabilir romandaki  güçlü duygu aktarımına...

Salt aşk acısı değil, duyguların açıkça dışa vurumu beni derinden etkileyen.
Son derece duygusal olan kahramanımız Werther’in düşsel dost’u Wilhelm’e yazdığı mektuplardan oluşan romanın, yazım sitili şimdilerde bizim aşina olduğumuz bir tarz olabilir. Ancak 18.yy da Alman edebiyatında ilk mektup-roman olma özelliği taşıyormuş.

Klasikleşmiş  bir eser ama bir o kadar da güncel, duyguların ifade edilişi. Johann Wolfgang Von Goethe’nin kaleminden Nihat Ülner’in çevirisiyle  Genç Werther’in Acıları Can yayınlarından okuyucuyla buluşuyor.

Meraklısı için  İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin sahnelediği eser bu sezon 4 defa  Süreyya Operası'nda seyirciyle buluşuyor.

25-28 Ekim ve 1-4 Kasım tarihlerinde oynanacak eser ile ilgili ayrıntılı bilgi ve bilet satışa buradan ulaşabilirsiniz.  

Not: Biletler şu an satışta






Devamını Oku »

Dile Kolay 200…

0 yorum
Zaman su gibi akıp gidiyor...

Bazen duygularımıza kapılıp keyifle geçince o anın hiç bitmesini istemiyoruz. Tadı damağımızda kalıyor. 

Biz de her salı Yasemin Sungur’la böyle keyifli sohbetler ediyoruz, Kitap İle Sohbet…
Oyuncak Müzesin’de Yasemin Sungur ile bu keyifli sohbetlerden 7. Sezon 200. Buluşma gerçekleşti. 5 yazar konuğumuz vardı.

Bugün daha bir özel, daha bir güzel oldu. Kahramanlarıyla tanıştığımız kitapların asıl kahramanları, onların yaratıcıları olan yazarlarıyla tanıştık.

Sohbetimiz sıcak samimi bir o kadar içtendi. Şiirlerle açtık sohbeti. Yazıya başlama yolculuklarını anlattılar bize, yeni projelerinden bahsettiler. Onları en çok etkileyen, en sevdikleri kendi kahramanlarını anlattılar. Yazma yolculuklarında yaşadıkları acı, tatlı anılarını paylaştılar bizlerle.

Onların kitaplarını konuşurken kah hüzünlendik kah güldük eğlendik. Duygularımız sel oldu aktı. Ara vermeyi unuttuk, kunuştuk konuştuk, paylaştık…

Yeni Projeler

Kitaplarını bizim için imzaladılar  ve en son yazarlarımız bize yeni projelerinden bahsettiler,

Ayşe Erbulak’ın bir gün önce açılışını yaptığı Oyunculuk ve Yazarlık Evi’n de birbirinden değerli santçıların eğitim vereceğinin müjdesini verdi.

Mehmet Zaman Saçlıoğlu kitabı General Uçtu’nun senoryosunu yazdığını ve yakında çekimlere başlanacağını bize haber verdi.

Orhan Bahtiyar yazmaya başladığı yeni kitabı Osmanlı dönemindeki İtalyan bir ressamın gözünden İstanbul’u anlatacağını duyurdu bizlere

Aslı Perker önce seneryosunu yazdığı yakında çekimlere başlanacak olan çalışmasını kitap olarak da yazacağını bizlerle paylaştı.

Emre Caner son kitabının Aralıktan önce okuyucularla buluşacağının müjdesini verdi.

Yeni projelerde de yanlış anlaşılmalar olacakmıydı acaba?

Bir cinayet romanı olan "Çok Şekerli Ölüm"ü diyet kitaplarının arasında; 
Hayatı sorgulayan 3 ayrı ülkede, üç ayrı kahramının romanı "Sufle"yi yemek kitapları arasında gördükten sonra yeni süprizlere açığız...

Her geçen gün, yeni katılımlarla çoğalarak büyüyen Yasemin Sungur’la Kitap ile Sohbet’te her salı Oyuncak Müzesin’de Kitaplardan konuşulmaya devam ediliyor.

Keyifli sohbetler…

Devamını Oku »

Yaşam dediğin şey bir pamuk ipliğine bağlı...

0 yorum
Onlar, olayların yaşandığı an hafızamızda varlar, ya sonra…

Yaşam dediğin şey bir pamuk ipliğine bağlı. Hayat bize süprizler yapmaya devam ediyor ve bizlerde bu süprizlere rağmen yaşama sımsıkı sarılıyoruz. Bazılarımız da yaşama bağlanmayı bırakıyor.

Bu hafta sonu hem gururlandığım hemde çok hüzünlendiğim hatta bazen isyan edip kızdığım anlar oldu. Yıllardır süre gelen bir gerçek…

Tesadüf diye bir şey yok bu hayatta. Bizler hayatımızı idame ederken aynı anda bir başka yerde Şırnak’ta, Şemdinli’de, Hakkari’de yurdun en ücra köşelerinde, sınır noktalarında oğullarımız, kardeşlerimiz, babamız, dayımız, amcamız sırf bizler rahat edelim diye… Bu vatan için, bizler için, Türkiye Cumhuriyeti için, çatışmaya giriyorlar.

Kimi kolunu, kimi bacağını, kimi gözünü kaybetmiş, Gazilerimiz bu vatan uğruna canları pahasına mücadele vermişler. Bu cesur insanlarımızın sağlıklı yaşamlara kavuşmaları için hizmet veren TSK’nın Ankara Bilkent’te Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi bulunuyor.

Milyonlarca insan için, onlar sadece anlık TV haberinden ibaret. Olayların yaşandığı an varlar, ya sonra…
Yaşanan gerçekleri daha çok paylaşarak, onları anlamaya çalışarak kalplere dokunabilmek için sene de bir günde olsa ‘yetmez ama bu bir başlangıç’ Gaziler günü anma etkinlikleri yapılıyor.

19 Eylül 1921 TBMM’in Mustafa Kemal Paşa'ya, Mareşal rütbesiyle Gazi unvanı verdiği gün. Bu anlamlı günü Gazilerimizle paylaşmak için 2002 den bu yana çeşitli etkinliklerle ve törenlerle 19 Eylül günü, Gaziler Günü olarak anılıyor.

Gazi Sürüşü

Bu sene 6.sı düzenlenen H.O.G. (Harley Owners Group) Ankara üyelerinin yaptığı organizasyona ben ilk defa katıldım. Türkiye’nin çeşitli illerinden  katılan üyeler Motorların arkasına Gazileri alarak Ankara’da şehir turu atıyorlar. Sırf bu güne özel İzmir'den, İstanbul'dan, Antalya'dan, Eskişehir'den geliyor H.O.G üyeleri. Gaziler de bu anlamlı günde onlarla buluşmak için Ankara'ya geliyorlar.

Motorun arkasına binemeyecek durumda olan
Gazilerimiz ve bu etkinliğe aileleriyle, çocukları ile katılmış olan Gazilerimizle birlikte biz otobüse bindik.

İlk gün Ankara T.S.K. ait Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’nden konvoy halinde Motorlarla beraber 2 otobüs Ankara da şehir turu attık.

Yolculuk boyunca elimizde Türk bayrakları sallayarak marşlar söyleyerek yol aldık. Otobüste çalınan marşlardan biri benim için yeniydi bir o kadar da içimde çoşku ve hüzün duygularını aynı anda yaşatan beni büyüleyen bir marştı. Nakarat kısmı takıldı dilime, içimde hüzün kaldı…

“Ölmekten korkmadan
  Dönmeyi düşünmeden
  
  Bu vatan uğrunda
  Ölmeyi şeref bildin”


İkinci günü sabah Rehabilitasyon Merkezinde toplanıp tekrar motorlar ve otobüsler ile Anıtkabir’i ziyaret ettik. Sonrasında Gazi Uyum Evi' nde tanışma ve kaynaşma organizasyonu ve Seğmen Gösterisi vardı. Gazilerimizi ve ailelerini daha yakından tanıma fırsatı bulduk.

Aslında tarihler çok uzak değil daha yeni 2012 de Şırnak’ta çatışmada dizinden yaralanarak gazi olmuş kardeşimiz Özer, sohbetiyle bize eşlik etti. “motorlarla şehir turu yapmak, moral oldu bize” diyordu. En çok da yol kenarında bekleyen halkın alkışlaması hepimizi duygulandırdı. Hatırlanmak güzel şey…

Gazi Marşı

Bu anlamlı günde bazı gazilerimize plaketler verildi. Gaziler için yazılan marş’ın yaratıcıları Söz ve Müzik Zeynep Karalar ve düzenleme Kaan Oter‘e de plaketleri verildi. Bir gün önce şehir turu sırasında otobüste çalan marştı bu beni derinden etkileyen. Bu anlamlı Marşın yaratıcıları ile de tanışmak çok gurur vericiydi. 

Yaşamda fark yaratan insanlar onlar, Gazilerimizin ve bizlerin kalplerimize dokundular, gören gözlerimiz oldular…

Yaşam sırf ‘BEN’ ’den ibaret değil amaç yaşamımızın her anında ‘BİZ’ olabilmeyi başarmak.

Gazilerimize minnettarız...
Eylül 2014




Devamını Oku »

Yeşilin rengi Rize

0 yorum
Doğayla bir bütün olmak diye buna derim...

Dik ve taşlı bir yolda, bir yanımız uçurum diğer yanımız dağ, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkıyoruz. Bu güzel manzaraya kavuşmak bu kadar zor olmasaydı diye aklımdan geçiriyorum.

Kaçkarların eteklerine sağ sağlimen çıkmayı başardığımızda bulutların arasından yeşilin her tonunu, aralara serpiştirilmiş gibi duran Rize’nin yayla evlerini seyretmenin keyfini çıkarıyoruz.

Rize’yi tanımak demek yaylalarında dolaşmak, yazın yakıp kavuran sıcakların yerini serinliğe bırakttığı doğa ile iç içe olmak demek …

Her yıl Mayıs ayında Çay hasadı, Haziran ayında Ayder şenlikleri, Fırtına deresinde Rafting, derken yılın her mevsimi Ayder Kaplıcalarında şifa bulmak için Rize’ye gelmek yeter…


Rize denince akla ilk gelen çay olsa da benim aklıma derelerin üzerine kondurulmuş irili ufaklı taş kemer köprüler geliyor. 

Bunlardan en eskisi Fırtına deresi üzerinde bulunan Timisvat Osmanlı Taşkemer Köprüsü. Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor ancak ulaşılabilen ortak kaynaklar sonucu 450 yıl önce yapıldığı sanılıyor.

Ayder yolu üzerinde yemek molası verdiğimiz Osmanlı Alabalık tesisileri aynı zamanda eğlenceli etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.

Fırtına deresinde rafting yapanlar. Derenin üzerinde yukarıdan aşağıya doğru havada süzülerek iplerle kayanlar. Derenin karşı kıyısında çay bahçesinde, çay bitkisinin özelliklerini ve nasıl toplanacağını öğrenenler…


Her etkinliği sırasıyla deneyimleyip yola çıktıktan 100m sonra yolun kenarında bir tabela dikkatimizi çekiyor “Osmanlı Alabalık 100 m geride” eee doğru söze ne denir?

Ayder yaylasına çıkarken kavurucu sıcaklar yerini yavaş yavaş serinliğe bırakıyor. Yukarıdan aşağıya süzüle süzüle inen Gelin Tülü şelalesini keyifle seyrediyoruz.

Daracık yollardan gelen minibüs ve otobüslere inat yolda yavaş yavaş yürüyerek aşağıya inerken korumacı yanımız ağır basıyor çocukları yola inmemeleri, kenarda durmaları konusunda uyarıyoruz, sesimizi duyan esnaf bize cevap veriyor “Rahat ol yeğenim, burası Ayder, burada birşey olmaz”…

Ayder festival alanına doğru yol aldıkça bir çok pansiyon, kaplıca için tabelalar ve küçük küçük dükkanlar göze çarpıyor.

Gelişen pansiyonculuk ve turistler için hediyelik eşya dükkanları ve her yıl yapılan Ayder Festivali ile yayla artık yayla olma özelliğini yitirmiş gibi gözüküyor. Doğa kendini korumaya alır mı? Ne zaman alır ?

Ayder kaplıcası

Osmanlı döneminden beri şifalı suyu ile ilgi odağı olmuş Ayder. Bir çok hastalığa şifa verdiği iddia edilen kaplıcanın suyu 260 metre derinlikten geliyormuş.

50 derece sıcaklığındaki bu kaplıcalardan faydalanabilmek için 1987 den buyana turistik tesisler inşa edilmiş. Kaplıca sularından fayda görmek için havuza girmek, özel banyo almak ya da içmek de mümkün.

Zil kale

Ayderden ayrıldığımızda, Fırtına deresinden 100 m, denizden 750 m yükseklikte konumlandırılmış Kartal yuvasını andıran Zil Kale’ye vardık.
Kayalığın üzerinde bulunan bu eski kalenin içinde insana şaşkınlık veren kemerli binalar ve büyük bir kule vardı.

Bu gün bile kendine hayran bırakan bu kalıntılar hakkında daha fazla şeyler öğrendikçe şaşırıyoruz.

Kalenin alt ucu, tepelerin üzerinde başka kalelere ve eski bir kilise kalıntıları bulunan Fırtına Deresi’ne kadar uzanıyormuş…

Kalenin yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Trabzon İmparatorluğu döneminde ya bizzat Komnenoslar ya da İmparatorluğa bağlı yerli Lordlar tarafından yapıldıkları tahmin edilmekteymiş.






Devamını Oku »

BAŞARIYA GÖTÜREN AİLE

0 yorum
“Çocuğumun yaşamında ‘iyi ki’ler çok olsun, üreterek kazansın, özgüveni ve özsaygısı yüksek, kendi yaşamının oyuncusu olsun” diyorsanız o halde bu kitap sizin için...

Anababalar, sınava hazırlanan çocukların başarısı için onlara çok önemli katkılarda bulunabilir. Bir çok anababa, çocuğunun başarısına destek olmak niyetiyle bazı şeyler yapar, bazı şeyler söyler ve ne yazık ki destek yerine çocuğun başarısına köstek olur. 

Kitap, anababanın çocuğunun başarısına destek olmasını nasıl sağlayacak?

Gerçeklerin bilincine varmasını  sağlayarak. Anababa yeni kazandığı bilinçle davranmaya başladığı zaman, çocuğunun başarısına destek olacaktır.

Kitaptan bir bölüm sizlerle paylaşmak istiyorum. 

"Her anababa çocuğunun başarılı olmasını ister. Şimdi takma adıyla Kemal Bey dediğim baba da 17 yaşındaki kızının başarılı olması için dersine çok çalışarak üniversite giriş sınavlarında başarılı olmasını istiyordu. "Biz memur adamız; varımızı yoğumuzu senin için dershaneye veriyoruz; aklını başına al çalış. Üniversiteye giremezsen gözüme gözükme," dedi.

Baba bu sözleri Nisan 2004'te söylemişti. Mayıs 2004'te kızın gittiği dershaneye bir konuşmacı geldi ve "Öyle bir sistem içindesiniz ki, daha baştan, sınava giren her 10 öğrenciden 8'i başarısız olmaya mahkum edilmiştir. Elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmeniz gerekir," dedi.

2004 Mayıs'ının o günü kız intihar etti.

Bu baba uzun süre herkesi, okulu, dershaneyi, konuşmacıyı, eğitim sistemini suçladı, ama kendine düşen sorumluluğu göremedi.

Kemal Bey'in durumunda çok anababa var toplumumuzda. Ve bu anababaların bu zor sınav döneminde çocuklarına daha bilinçli anababalık yapmaları gerekir."

Sorumluluk duygusu insanda bilgi arayışına götürür. "Başarıya Götüren Aile: Sınav Döneminde Anababalık" kitabı, böyle bir sorumluluk duyan anababalar için yazıldı.

Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz


Devamını Oku »

Çok Şekerli Ölüm

0 yorum
Kendine özgü tutarlı, sürükleyici, kıvrak dili, inandırıcı ve ayrıntılara önem veren, yer yer edebiyat tadı alacağınız bir yapıtla ortaya çıkıyor Ayşe Erbulak.

Romanda yaratılan karakterker, her yerde rastlanabilecek bizlerle yaşayan gerçek karakterler. İnandırıcılık gücü buradan geliyor, merak ve ilgiyle okunacak gerçek bir polisiye…

Çok Şekerli Ölüm, Ayşe Erbulak’ın ilk polisiye romanı, kitabın okuyucuyla buluşması, beğenilmesi seriye yenilerinin eklenmesini sağladı.

Limoni Ölüm, Ödüllü Ölüm ve Dokuz Oda Cinayetleri ise son kitabı.

Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz

Ayşe Erbulak'ın yazmaya başlama hikayesini Yasemin Sungurla Kitap İle Sohbet söyleşilerini buradan izleyebilirsiniz.





Devamını Oku »

Gölgeler ve Hayaller Şehrinde

0 yorum
Herşey Sahaflarda bulunan eski bir defterle başlar...

Bulunan defter Yarı Fransız bir gazeteciye ait. Gazeteci Fransa'da ki bir arkadaşına yazdığı mektupları defterine geçirmiş ve sonra defter günlüğe dönüşmüş. Tabi hikaye bu kadarla kalmıyor. Bu günlük İstanbul da Ağustos 1908’den başlayıp 1909 sonlarına kadar devam ettiği için tanıdık bir çok isimle karşılaşmak mümkün.

Süprizlerle dolu bu kitabı elinizden bırakamayacaksınız…

“Burası Dersaadet, yani Osmanlı Devleti'nin, imparatorluğun başşehri ama sadece öyle mi? Bir yanda Avrupa devletleri, öte yanda Rusya ve diğer komşular, hepsinin menfaatlerinin sürekli olarak çatıştığı bir kumar masası gibi. Her yeni doğan günle birlikte yeni bir el dağıtılıyor, yeni oyunlar tezgahlanıyor...”

Kitabı satınalmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz

Devamını Oku »