Yeşilin rengi Rize

Doğayla bir bütün olmak diye buna derim...

Dik ve taşlı bir yolda, bir yanımız uçurum diğer yanımız dağ, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkıyoruz. Bu güzel manzaraya kavuşmak bu kadar zor olmasaydı diye aklımdan geçiriyorum.

Kaçkarların eteklerine sağ sağlimen çıkmayı başardığımızda bulutların arasından yeşilin her tonunu, aralara serpiştirilmiş gibi duran Rize’nin yayla evlerini seyretmenin keyfini çıkarıyoruz.

Rize’yi tanımak demek yaylalarında dolaşmak, yazın yakıp kavuran sıcakların yerini serinliğe bırakttığı doğa ile iç içe olmak demek …

Her yıl Mayıs ayında Çay hasadı, Haziran ayında Ayder şenlikleri, Fırtına deresinde Rafting, derken yılın her mevsimi Ayder Kaplıcalarında şifa bulmak için Rize’ye gelmek yeter…


Rize denince akla ilk gelen çay olsa da benim aklıma derelerin üzerine kondurulmuş irili ufaklı taş kemer köprüler geliyor. 

Bunlardan en eskisi Fırtına deresi üzerinde bulunan Timisvat Osmanlı Taşkemer Köprüsü. Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor ancak ulaşılabilen ortak kaynaklar sonucu 450 yıl önce yapıldığı sanılıyor.

Ayder yolu üzerinde yemek molası verdiğimiz Osmanlı Alabalık tesisileri aynı zamanda eğlenceli etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.

Fırtına deresinde rafting yapanlar. Derenin üzerinde yukarıdan aşağıya doğru havada süzülerek iplerle kayanlar. Derenin karşı kıyısında çay bahçesinde, çay bitkisinin özelliklerini ve nasıl toplanacağını öğrenenler…


Her etkinliği sırasıyla deneyimleyip yola çıktıktan 100m sonra yolun kenarında bir tabela dikkatimizi çekiyor “Osmanlı Alabalık 100 m geride” eee doğru söze ne denir?

Ayder yaylasına çıkarken kavurucu sıcaklar yerini yavaş yavaş serinliğe bırakıyor. Yukarıdan aşağıya süzüle süzüle inen Gelin Tülü şelalesini keyifle seyrediyoruz.

Daracık yollardan gelen minibüs ve otobüslere inat yolda yavaş yavaş yürüyerek aşağıya inerken korumacı yanımız ağır basıyor çocukları yola inmemeleri, kenarda durmaları konusunda uyarıyoruz, sesimizi duyan esnaf bize cevap veriyor “Rahat ol yeğenim, burası Ayder, burada birşey olmaz”…

Ayder festival alanına doğru yol aldıkça bir çok pansiyon, kaplıca için tabelalar ve küçük küçük dükkanlar göze çarpıyor.

Gelişen pansiyonculuk ve turistler için hediyelik eşya dükkanları ve her yıl yapılan Ayder Festivali ile yayla artık yayla olma özelliğini yitirmiş gibi gözüküyor. Doğa kendini korumaya alır mı? Ne zaman alır ?

Ayder kaplıcası

Osmanlı döneminden beri şifalı suyu ile ilgi odağı olmuş Ayder. Bir çok hastalığa şifa verdiği iddia edilen kaplıcanın suyu 260 metre derinlikten geliyormuş.

50 derece sıcaklığındaki bu kaplıcalardan faydalanabilmek için 1987 den buyana turistik tesisler inşa edilmiş. Kaplıca sularından fayda görmek için havuza girmek, özel banyo almak ya da içmek de mümkün.

Zil kale

Ayderden ayrıldığımızda, Fırtına deresinden 100 m, denizden 750 m yükseklikte konumlandırılmış Kartal yuvasını andıran Zil Kale’ye vardık.
Kayalığın üzerinde bulunan bu eski kalenin içinde insana şaşkınlık veren kemerli binalar ve büyük bir kule vardı.

Bu gün bile kendine hayran bırakan bu kalıntılar hakkında daha fazla şeyler öğrendikçe şaşırıyoruz.

Kalenin alt ucu, tepelerin üzerinde başka kalelere ve eski bir kilise kalıntıları bulunan Fırtına Deresi’ne kadar uzanıyormuş…

Kalenin yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Trabzon İmparatorluğu döneminde ya bizzat Komnenoslar ya da İmparatorluğa bağlı yerli Lordlar tarafından yapıldıkları tahmin edilmekteymiş.






0 yorum :