18 Mart

0 yorum
Sözün bittiği, mucizelerin gerçek olduğu yer Çanakkale


Erkek-kadın, genç-yaşlı, çoluk-çocuk bir kurtuluşun hikayesi... Bir çok kitapta anlatılan bu destansı gerçek hikaye Turgut Özakman'ın "Diriliş Çanakkale 1915" romanında tüm detaylarıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor.

"Emrindeki orduyu yönetmekten aciz, karar almakta korkak davranan bir Alman Generalin kaybedecek hiç bir şeyi yoktu. Ama bizler vatanımızı kaybedebilirdik."

General Liman Von Sanders'in bu savaşa kayıtsız kalmasına dayanamayan kolordu komutanlarından  Esat Paşa yetki için izin ister. Ancak saldırı başladıktan 2 saat sonra izin veren general hala savaşa ve onun sonuçlarına kayıtsızlığını korumaktadır.

Acaba Esat Paşa, Alman geralin iki gün önce stratejik konumda yerleşmiş askerlerin yerlerini değiştirerek bozduğu planın büyük Türk halkının sonunu getirebileceğini biliyor muydu?

Bu iki saat içinde çok şey değişmişti, çok hayat baharındayken sönmüştü. İlk önce telefon irtabatı kesilir. Bölükler birbirlerinden uzaktır yoğun saldırı sırasında hepsi kendi yerinde çaresiz kalmışken, Yarbay M.Kemal'in insiyatifi ele alması, kimseden izin istemeden emrindeki tüm askerleri stratejik konumu olan bölgelere ivedilikle sevk etmesi, belli buluşma noktalarında diğer tümen komutanlarına kendi hareket planını anlatıp destek istemesi sonucu bu savaş kazanılmıştır.

Ortada bir tarihi başarı var ve bu başarı lider ruhlu, cesur komutanlarla beraber onların emrinde disiplinli, korkusuz, vatan için canını feda edebilecek erlerin, çavuşların, teğmenlerin başarısıdır.

Yokluğun, sefilliğin, eğitimsizliğin içinde yoktan varoluşun, Diriliş'in başarısıdır.


Devamını Oku »

Geyikli Park

0 yorum
Anlatılanların dışında, anlatılan "Çanakkale Zaferi"

Öğrendiklerini, her fırsatta okuyucuyla paylaşan, olaylara farklı bakış açılarından bakmamızı sağlayan Türkiye’nin en sevilen yazarlarından biridir Sunay Akın.

Çanakkale’nin kıyılarını dolaşarak Çanakkale’de yaşananların izini sürerek, dinlediği farklı öyküleri, hikayeleri Geyikli Park isimli kitabında toplamış ve tüm bunları bizlere Çanakkale Zaferini analtılanların dışında anlatabilmek için yapmıştır.

Yazar, hayatta gizli kalmış kahramanların varlığından haberdar ediyor bizi. Birazda bakış açımızı sorgulatıyor, araştırmaya teşvik ediyor. Alışılanın aksine görünmeyeni gösteriyor bizlere.

Her hikayede farklı bir tat bulabileceğiniz, her biri birbirinden özel 46 hikaye var Geyikli Park’ta. Bu hikayelerden sadece birini, hatta birinin özetini paylaşacağım sizlerle. Kitabın tamamını zaman zaman keyifle, zaman zaman çok şaşırarak okuyacağınıza eminim.

Korkusuz

Çağın en modern silahları ve makineleriyle donatılmış Fransız ve İngiliz savaş gemilerindeki askerler, güverteden saydıkları, üstlerine dönük 2.000 civarında top namlusunun yarısından fazlasının Türkler tarafından korkutmak amacıyla konulan soba borusu olduğunu bilmeseler de, alınan tüm önlemlerin Çanakkale Boğazı’nı geçmelerine engel olamayacağına yürekten inanmaktadırlar! Ne de olsa, işgal donanmasındaki çağın en güçlü savaş gemileri olan “Drednot”un Türkçesi “Korkusuz”dur.

Fransız Amiral Guépratte, yüzbaşının imzaladığı, sudaki mayınların temizlendiğini belirten rapora güvenerek, 18 Mart günü, işgal güçleri donanmasının en öndeki gemisi Suffren’in Çanakkale Boğazı’na girmesi emrini verir! Zavallı amiral, küçümsediği Türklerin düşmüş bir uçağı Kaz Dağı’nın eteğinden getirip onardıklarını ve o uçağın yaptığı keşif uçuşu sayesinde mayınların temizlendiğinin anlaşılması, bunun üzerine Nusrat’ın suya yeniden mayın bıraktığını nereden bilecekti!...

Bir uçak enkazından doğan tarihin acı faturasını Amiral Guépratte o gün, donanmasının enkaza dönüşmesiyle öğrenecektir, ama 7 Mart gününün gecesinde Nusrat’ı hatırlayan bir millet, aynı günün sabahındaki Ertuğrul adlı uçağının kahramanlığını unutacaktır!

Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.


Devamını Oku »

İnsan uyurken mi hayattadır, hayattayken mi rüyada?

0 yorum

Rüyalar, Tanrı’nın insanlarla konuşma yolu olabilir mi? Peki ya Evren, Tanrı’nın rüyasından ibaretse?


Bir lanetle, kaderle, gölgelerle ve rüyalarla boğuşan Nina’nın sürükleyici macerasına sahne olan Uykusuzlar, fantastik dünyaların felsefeyle yoğrulduğu bir aşk hikâyesi diye başlayıp aşkla beraber macerayıda peşi sıra getiriyor. 

Kitaplar bizi başka dünyalara götürür, kimi zaman içinde kendimizi buluruz, kimi zaman içinde olmayı hayel ederiz. Yaşamı, hayatın amacını sorgularken, anı yaşamayı öğreniriz.

Aslında, okuduğumuz her kitap, hayatımıza küçük küçük hatta bazen büyük dokunuşlarla yön verir. Yaşamın kendini sorgulatır. 

Gülşah Elikbank'ın yazdığı "Uykusuzlar" romanı sizi, "İnsan uyurken mi hayattadır, hayattayken mi rüyada?" sorusu ile baş başa bırakıyor. 

Kitabı satınalmak isteyenler buradan ulaşabilirler.


Devamını Oku »

Artık sadece ses vardı, hisler onu takip etti...

0 yorum
Eskiden renkleri seçebilirdim, şimdi sadece hayatımda siyah var...

Dünya üzerinde 130 kentte 7 milyondan fazla insana “dokunmuş” Karanlıkta Diyalog deneyimi, HE Projects ve S360 işbirliğiyle şimdi ve ilk kez Türkiye’de ve İstanbul’da…
Karanlıkta Diyalog, 1988’de Almanya’da Prof. Dr. Andreas Heinecke tarafından oluşturulup, hayata geçirilmiş.

Sanılanın aksine bu sergide konuşmak ve herşeye dokunmak serbest.

Gerçek hayattan bir farkı bu sefer sizin rehberleriniz görme engelli. Sizin dokunarak, koklayarak, tadarak ve duyarak "yeni, hemde çok yeni ve farklı" bir biçimde görmenizi sağlayarak, duyularınızı uyandırarak ve farkındalığınızı derinleştirerek… sizi unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyorlar.

“Oraya girmeden o insanların ne hissettiğini asla bilemezsiniz “

Sergiye ilk girerken 8 kişiydik,  kimse birbirini tanımıyordu. Ben 14 yaşındaki oğlumla katıldım.
Labirentte, loş karanlıktan zifir karanlığa geçerken aklımda düşünceler dönüp dolaşmaya başladı “Ben tamam da, oğlumu neden getirdim? Dur bakalım neler olacak”

İçeride rehberimiz ile tanıştık, 1.5 saat boyunca, neler olacak darken o bizlerin hayatını kolaylaştırdı. Hepimizle ayrı ayrı empati kurdu, ama bir bütün içinde uyumu bozmadan, hepimize kendi hayatından kesitler yaşattı. Pazarda sebzeleri tanımaya çalıştık, vapura binerken suya düşmemeye, tranvaya binerken basamaklarda tökezlenmemeye özen gösterdik, bizi evine konuk ettiğinde onunla Televizyonda film “dinledik”. En son Diyalog Cafe’de oturup sohbet ettik. Ve ayrılış noktasına geldiğimizde aslında herbirimiz bambaşka bir insan olarak dışarı çıkıyorduk. Aynı ama farkında…

Sergi sonrası oğlumla konuşurken onu buraya getirmekle çok doğru bir karar verdiğimi anladım. Bana “Oraya girmeden o insanların ne hissettiğini asla bilemezsin “ dedi.

Dışarı çıktığımızda çevremize bir başka gözle bakıyorduk; yüksek kaldırımlar, orantısız basamaklar, Metro ve Metrobüs arası geçişlerdeki merdivenler, köprüler, kaldırımlara park etmiş arabalar, sanki hepsini yeni fark ediyorduk. İçeride rehberimiz bizim hayatımızı kolaylaştırırken bizler dışarıda onların hayatlarını zorlaştırıyorduk.

"Eskiden renkleri seçebilirdim, şimdi sadece hayatımda siyah var." 

Bu sergi müthiş bir deneyimdi. İnsanların hayatlarında bir fark yaratmış, farkındalığı arttırmıştı.
Teşekkürler Recep, 1,5 saat boyunca rehberliğinle bizim hayatımızı kolaylaştırdın.
Teşekkürler Murat, espirilerinle, konukseverliğinle bizi Dialog Cafe'de ağırladın.
Bu müthiş deneyim için sonsuz teşekkürler

Unutmadan, meraklısı için biletler Biletix'de

Gelin sesinizle karanlığı aydınlatın…

Dünya Göz Vakfı ve GETEM (Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Merkezi) işbirliğiyle gerçekleştirilen “Konuşan Kitaplar” projesinde siz de sesinizle kitaplara hayat verin ve seslendirdiğiniz kitaplar GETEM kütüphanesinde görme engelli dostlarla buluşsun.

Başvuru için info@dunyagozvakfi.org   www.dunyagozvakfi.org














Devamını Oku »

Yaşamlarında fark yaratan kadınlar

0 yorum
Farklı ve farkında kadınlar... Dünya üzerindeki yanlış giden sistemin bir parçası olduklarının farkında, her biri yaşamlarında fark yaratan kadınlar.

Yüzyıllardır süre gelen ezilmiş, hor görülmüş, dışlanmış dişil enerjinin farkında, ezilmeye, dışlanmaya, cinsel bir tema olarak görülmeye baş kaldıran, boyun eğmeyen kadınlar...

Yirmi birinci yüzyılda farklı kadınlar; Bankacı, eğitmen, ressam, gurme, sef, modalist, yazar, çevreci, organizatör, gönül elçisi, yardımsever, karşısındakiyle empati kuran, doğayı koruyan, dost canlısı,  milletine ve vatanına bağlı
farklı ve farkında kadınlar...

Bugün çok özelmiş gibi etkinlikler yapıp, paneller, konserler, ödül törenleri düzenleyip, gülüp, konuşup eğlenebiliriz. Çalıştığımız şirketlerden hediyeler alabiliriz. Alış veriş yaptığımız mağazalardan özel indirimler alabiliriz. Ya ertesi günü, kaldığımız yerden devam edeceğiz hayatımıza.

Bu bir günün coşkusunu, gücünü 365 gün yaşayalım. Gelin hep birlikte, bu bir günde yaşananları her güne taşıyalım. Birilerinin hayatlarına sevgiyle dokunalım, fark yaratalım, farkındalığı arttıralım. Ama önce kendimizden başlayalım, küçük, narin bir kelebeğin kanat çırpışları gibi güçlü ve cesur yüreğimizi sevgiyle dolduralım. Dolduralım ki çocuk gelinlere, çocuk işçilere engel olabilelim, şiddete hayır diyebilelim, gelin-kaynana, gelin–görümce, anne–kız sürtüşmesini bitirebilelim. Hırs, intikam, kin, kıskançlık duygularımızı bir kenara bırakıp bu dünyaya sevgiyle bakalım.

Bugün bir başlangıç olsun hepimiz için. Gelin her günü bu farkındalıkla yaşayalım.

Her yeni gün bir öncekinden daha güzel, daha farkındalık dolu olsun. Yüzünüzden tebessüm, yüreğinizden sevgi eksik olmasın.

8 Mart 2014




Devamını Oku »

Bank-ı Osmanî-i Şahane ve onun Mimarı Alexandre Vallauri

2 yorum
Hiç merak edeniniz oldu mu? Eski yıllarda neler olduğunu. Tarih kitaplarında yazmayan ama sizin gezip görerek deneyimleyebileceğiniz neler olabileceğini… hiç düşündünüz mü?

Oysa ben, tarihin akışında kaybolup gitmiş bir günü, yeniden deneyimlemek isterdim. Zaman zaman Eski İstanbul’a uğrar oradaki tarihi binaları gezerim. Her bina ayrı ayrı yaşanmışlık, hissi verir bana. Acılar, umutlar, neşe, keder … sanki ağzı var dili yok duvarların, eşyaların. Müzelerin yeri başka benim hayatımda...
 Bugün Osmanlı Bankası’nı görmeye gittim. Karaköy Galata mevkiinde, Bankalar Caddesinde eski adıyla Voyvoda Caddesinde, kendi gibi tarihi binaların arasına sıkışıp kalmış olmasına rağmen, tüm heybetiyle orada dimdik durmaya devam ediyordu.

1856 yılında İngiliz sermaye ile kurulan Bank-ı Osmanî-i Şahane, şimdilerde Merkez Bankasının İstanbul Şube binası olarak kullanılıyor.

Osmanlı Bankası’ndan kalan, bu güne ulaşmış bir çok evrak binanın -2 katında sergileniyor.

Bu müze’de ; Personel fotoğrafları ve dosyaları,
müşteri kartları ve dosyaları Sultan Abdülaziz’in büyük oğlu ve Sultan Reşad’ın veliahtı Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’in cari hesap ekstresi bile var. (1916);
Kesik banknot köşeleri (deste deste) Senetler, fotoğraflar, anılar var. Oda büyüklüğünde kasalar var.  Kasalarda artık sadece kitaplar var. Binanın giriş katında kütüphane olarak kullanılan bir bölüm var. 
Her bir köşesine sinmiş yaşanmışlık var. Ama yinede içinden çok, binanın dışını sevdim ben.

Bu bina Mimar Alexandre Vallauri’nin imzasını taşıyor. Doğu ve Batı arasında yer alan bir kuruluşun merkezi olarak inşaa edilmiş olan Osmanlı Bankası’nın; 

Beyoğlu’na bakan cephesinde neoklasik, Haliç ve İstanbul’a bakan cephesinde ise neo-oryantalist bir uslup kullanmış Mimar Vallauri. Bina dışında yaptığı bu şaşırtmalara içeride de devam etmiş. Bankanın giriş holünde asılı iki levhaya yazdığı yazılarla bankaya adeta “çifte kimlik” vermiş.

İlk tabelada Latince olarak “Dostlardan aldığın her şey kaderin dışında kalır. Ancak vermiş oldukların her zaman için servetin olacaktır.” yazar.

Arapça olan diğer levhadaysa, “Para kazanan, Allah’ın sevgili kuludur.” diye yazar.

Binayı incelerken Mimar Vallauri’yi düşündüm. Bunun gibi daha nice eserler bırakmış olabilir İstanbul’a. Yaptığı eserlerinde yarattığı akıl oyunlarının neler olabileceğini merak ettim doğrusu.


Küçük bir araştırma sonucu Mimar Alexandre Vallauri’nin Eserlerinde öne çıkanlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istedim; İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdin’den esinlenerek yapmış olduğu İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binası,


Haydarpaşa’daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası (günümüzde Marmara Üniversitesi Tıp ve Hukuk Fakültesi olarak kullanılıyor.),

Beyoğlu Pera Palas Oteli,

Cağaloğlu’nda Düyun-u Umumiye Binası (günümüzde İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılıyor),

Club des Chasseurs ( ilk olarak Avcılar kulübü olarak açılan daha sonra sırasıyla Nouveau Cirque (Yeni Sirk), Skating Palace (Tekerlekli Paten Pisti), Yeni Tiyatro, Melek Sineması, 1924 de Emek Sineması olarak kullanılan ve şuanda tamamen yıkılan bina)


Artık Kadıköy den vapura bindiğimde Haydarpaşa önlerinden geçerken tepede gördüğüm ve seyrine doyamadığım muhteşem binanın kimin tarafından yapıldığını biliyorum. 
Vapur ilerledikçe gözümü kırpmadan ama hayranlıkla seyrettiğim üç bina Haydarpaşa Tren Garı, Selimiye Kışlası ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane...
Daha nice tarihi binalar yeterince onurlandırılmayarak yok olup gidecekler, bizlerde eskiyi özlemle anacağız...








Devamını Oku »

Mandalinanın binbir halinden sadece biri

0 yorum
Soğuk kış günlerinin vazgeçilmez meyvesi mandalina, kimi zaman meyve olarak, kimi zaman tatlıların içinde, kimi zamanda sadece suyuyla sofralarımızı şenlendirir.

Sonbaharın başlarından, kış ortasına kadar yeme şansını elde ettiğimiz meyvelerden biri olması ve ayrıca fosfor, kalsiyum, potasyum, magnezyum, folik asit ve C vitamini gibi zengin besin değerlerine sahip olması mandalinanın soframızdaki ayrıcalığını korumasını sağlar. Hal böyle olunca, mandalinalı tarifler bize cazip gözüküyor. Bu gün sizlerle Nihal’in Sofrası’n mandalinalı kek’in tarfini paylaşacağım.

Malzemeler
- 2 yumurta
- 1,5 çaybardağı tozşeker
- 2 mandalina
- 1 çaybardağı sıvıyağı

- 1 çaybardağı mısır unu
- 1 su bardağı  un
- 1 vanilya
- 1/2 kabartmatozu

Sos için malzemeler 
1 tatlıkaşığı nişasta,
2 kaşık tozşeker,
1 çaybardağı mandalina suyu

Yapılışı; Mandalinalar robottan geçirilir. Bir kapta yumurta ve şekeri birlikte çırparız, püre haline getirdiğimiz mandalinaları da bu karışama ekler birlikte karıştırırız.

Daha sonra sırasıyla sıvıyağ, un, mısır unu ve kabartma tozunu teker teker ilave edip, malzemelerin iyice karışmasına özen gösteririz. Kek kalıbına koyduğumuz mandalinalı kek karışımını 170 derecede fırında pişiririz.

Sos yapılışı; Kekimiz pişerken, sos için 2 mandalina suyuyla 2 kaşık şekeri ateşte karıştırırız. Şeker eriyince karışımdan biraz başka bir kaba alarak nişastayı ıslatırız.  Islattığımız nişastayı yavaş yavaş ocaktaki karışıma katıp devamlı karıştırırız.

Altını kapattıktan sonra ılıyınca kadar karıştırırız. Fırından çıkarınca Kekin de ılınmasını bekleriz ve sosu kekin üzerine dökeriz. Servise hazır.

Afiyet olsun.




Devamını Oku »

Kar, güneş ve kayak… Bu üçlüye dikkat.

0 yorum
Kayak tutkunlarının uğrak yeri Pamporovo Bulgaristan’ın önemli  kayak merkezlerinden biri. Rodop dağlarının zirvesindeki Snejanka Tepesindeki bölgenin  özelliği kar ve güneşin bir arada bulunması. Aralık’tan Nisan ayına kadar kayak yapmak mümkün.
 
Otobüs veya özel araçla gitme imkanı bulunan İstanbul’a yakın ve Türkiye’ye göre daha uygun fiyatla Kayak Keyfi yapabileceğiniz bir bölge. Her yaşta, her seviyeden insanların kayabileceği, Türkçe bilen öğretmenlerden kayak dersi alabileceği, dileğenin karda güneşlenip sıcak şarabını yudumlayacağı bir yer.

Edirne Kapıkule sınır kapısından geçince 5 saat sonra otelimize varmıştık. Otelimiz IVA & ELENA Küçük bir otel ama konum itibariyle çok iyi bir noktada. Kayakları kiraladığımız yere ve dolayısıyla pistlere çok yakın,

Chevermeto

Şehir merkezindeki restaurantlar gurup
rezervasyonu yaparsanız size araç gönderip otelinizden aldırıyorlar. Yada otel kendi aracını tahsis ediyor. 

Lezzetli bir Kuzu çevirme yemek isteyenlere Chevermeto restaurant; Canlı müzik eşliğinde Dünya mutfağı yemeklerinden dilediğimi yemek isterim diyenlere Gloria Mar Restaurant tavsiye ederim.

Pistlerdedi yorgunluğunuzu atabileceğiniz, manzara eşliğinde yemek yiyebileceğiniz, yada kahvenizi yudumlayacağınız bir kaç mekan önerisi, Snejanka Tower ve Black Horse Cafe. 

Snejanka Tower
Black Horse Cafe, ev yapımı sofra şaraplarıyla ünlü, şarabı elma ve yaban mersini ile sunuyorlar. denemeye değer. Fiyatları diğer yerlere göre çok uygun.

Pist Özellikleri 

Yaklaşık toplam uzunluğu 37 km. bulan 13 pist bulunuyor. Zorluk derecelerine göre renklerle anılıyor bu pistler. Siyah, kırmızı, yeşil ve sarı.

Ayrıca yeni öğrenenler için 4 adet eğitim pisti, cross- country`ciler için 3 adet track mevcut. Pistlere ulasim 5 telesiyej / lift ve değişik noktalardaki teleskiler ile sağlanmakta. 

Pamporovo ayrıca gece kayak yapma olanağı da sunarak farklı, heyecanlı ve değişik bir eğlence alternatifi de yaratıyor ziyaretçilerine. Pistlerin zorluk düzeyi; dik ve daha düz bölgelerin sıralanması sayesinde yoğun ve daha rahat kullanıma izin verir. 

Ulaşım; Bir çok tur firması otobüsle ulaşım sağlıyor. Edirne Kapıkule sınır kapısından geçtikten sonra 5 saatte Pamporovo’ya ulaşmak mümkün. Kayak turlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Bulgaristan’a giriş yaptıktan sonra sırasıyla Kapitan Andreevo, Svilengrad, Harmanlı, Hasköy, Asenovgrad adlı temel yerleşim birimlerini geride bıraktıktan sonra Bachkovo’ya doğru Büyük Rodop Dağlarının yollarını tırmanmaya başlıyoruz.

Özel araçla gittiyseniz gezilebilecek yerler.

Shiroka Laka ; 1206 metrede kurulu, Safranbolu evlerine benzer tarihi evleriyle meşhur bir başka dağ köyü. Evlerin çoğu turistik eşyaların satıldığı dükkan, kafe ve restaurant olmuş. 

Kasaba küçük ama şirin, Safranbolu evlerine benzer tarihi evlerin olduğu turistik bir kasaba.  Öğrendiğimize göre, Mart ayının ilk Pazar günü kasaba karnavala ev sahipliği yapıyormuş.  O gün folklor kıyafeti giyip, tahta kılıçlarla evlerin ve insanların üzerinden kötü ruhları kovmak için çeşitli danslar yapıyorlarmış. Kostümlerindeki en önemli ayrıntı sarımsak, fasülye, biber gibi materyellerden oluşan Rodop çan kemerleriymiş. Bir dahaki ziyaretimizi Mart ayında yapmaya karar veriyoruz.
 
Bachkovski Manastrı

Din, matematik, tarih ve müzik derslerinin verildiği, önemli devlet adamlarının ve askeri komutanların yetiştirildiği Manastır 10. Yüzyılda inşaa edilmiş. Bir çok kez yağmalanma sonucu tahrip edilsede çeşitli restorasyonlardan geçirilerek günümüze kadar ulaşmış. 

Ana kapıdan geçince, bahçesinde süs havuzu ve lotus ağaçlarının olduğu bir avluya giriyoruz. Bahçede ki görevli fotoğraf çekmemizi istemiyor sadece Kiliseyi ziyaret edebileceğimizi söylüyor.  

Meryem kilisesi 1064 yılında inşaa edilmiş. Bir çok kez restore edilmiş.  Manastırı gezerken,  iç avlu duvarındaki tasvir dikkatimizi çekiyor. Çok canlı renklerle yapılan bu duvar panoraması hakkında bir bilgi edinemeden ayrılıyoruz. 

Daha sonra öğrendiğimize göre Tasvir 1846 tarihinde Alexi Atanasov tarafından yapılmış. Manastır hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 


Devamını Oku »

Yeni başlangıçların, barışın tatlısı AŞURE

0 yorum
Hemen hemen her kültürde yeni başlangıçların, barışın simgesi haline gelmiş Aşure. İçine, her tattan her lezzetten azar azar koysanızda, azken çok olur, bereketli olur Aşure. Paylaştıkça çoğalır, bir evde pişer, tüm mahalle tadına bakar. Çocukluğumdan buyana en sevdiğim tatlılardandır. Bana kalsa her gün yiyebilirim. 
Ben bu sefer Nihal'in Sofrasından Mardin Usulü sütlü Aşure'nin tarifini sizlerle paylaşacağım; 

Sütlü Aşure

Malzemeler;
1 litre süt
3 kaşık un
9 kaşık şeker
1vanilya

Yapılışı; 
Süt, vanilya, un ve şeker muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Daha sonra ılımaya bırakılır.

Servis yapacağınız tabağınızın en alta ceviz, fındık, kayısı, portakal rendesi koyarak üstüne soğuyan muhallebi dökülür, en üste tarçın ve biraz ceviz rendesi serperek dolapta dinlendirilerek servis yapılır. 

Afiyet olsun




Devamını Oku »

7 Şubat

0 yorum
Yaratıcı, özgün, kültürlü, farklı ve farkında bir kadın...
Aysel Gürel  7 Şubat 1929 / 17 Şubat 2008 

Bazı anlar vardır ya kelimeler yetersiz kalır, işte bu anlardan biriydi benim için....  

2004 yılının Ocak ayında karşılaştık. Kısacıkta sürse de sohbetimiz, onun ne kadar  içten, farkındalığı yüksek, sorumluluk sahibi biri olduğu hemen belli oluyordu.  Çevredeki çöplerden yakınıyordu, insanların çevreyi, doğayı yeterince korumadığından  şikayetçiydi.

Sevgiyli Aysel Gürel'i içimize işleyen, bizi anlatan şarkı sözleriyle her an anıyoruz biliyorum. Onu doğum gününde birkez daha sevgiyle analım, hatırlayalım istedim. 

Aysel Gürel hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz 







Devamını Oku »

Kaplumbağ Terbiyecisi

0 yorum
"İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz"

Osman Hamdi Bey’in Romanı, Emre Caner’in kaleminden “Kaplumbağ Terbiyecisi”

Öğrenmeye ve öğretmeye hevesli Osman Hamdi Bey’in başarı dolu hayat hikayesi.  1842- 1910 yılları arasında Osman Hamdi Bey’in hayatı ve onunla beraber, Osmanlı döneminde yaşanan ayaklanmalar, güçlünün gücünü sakınmadan kullandığı iktidar savaşları, ihanetler, devletler arası çıkar çatışmaları kısacası bir devletin ayakta kalma savaşı da anlatılıyor.

Osman Hamdi’nin yaşamı boyunca öğrenmeye hevesli biri olması onun başarısının sırlarından yalnızca biri. O ülkesinde yaptığı yeniliklerle bir döneme damgasını vurmuş bir aydın, eğitimci ve bir çok konuda öncüydü. Onun modern fikirleri; atölyesinde yaptığı yağlıboya tablolarına ve karakalem çalışmalarına kadar yansımıştı.

“Batılılaştırmaya çalıştırdığı muhafazakar bir toplumda eğitici rolü oynamak gerçekten de iğneyle kuyu kazmaya benziyordu.“

Osman Hamdi Bey’in yaşamında ki başarılarını kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum. Ayrıntılar kitapta …

Paris’te Hukuk Fakültesinde başalayan eğitim hayatı Güzel Sanatlar akademisi Resim Bölümünde şekillendi.  Bağdat Vilayeti Yabancı işler Müdürlüğü sırasında batının ve doğunun sentezini yapma fırsatı yakaladı.  Arkeolojiyi merak ederek araştırmalara başladı. Okuduğu kitaplar ve bölgedeki eserler onu bu konuda daha çok şey öğrenmeye teşvik etti.  Yaşamının daha ilk yıllarında Paris’te medeniyeti, Bağdat’ta kendini tanıma fırsatı buldu. 
“Yazmak da tıpkı resim yapmak gibiydi. İkisinde de bomboş bir kağıdı sadece kendi kafasından geçenlerle dolduruyordu insan” 

Fransız tiyatro geleneğinine uygun piyesler kaleme aldı. İlk sahnelenen oyun “İki karpuz bir koltuğa sığmaz” Osmanlı sahnesinde oynandı. “Uçurtma” isimli, Fransızca yazdığı oyun Beyoğlu’ndaki Fransız tiyatrosu’nda oynandı.

Hariciye Nazırlığı Protokol Müdür Muavini ve 6. Bölge Belediye Müdürlüğü görevlerinde bulundu. (Galata –Pera – Beyoğlu bölgesi)

İlk Müze kurucusu ve müdürü, ilk Arkeolog ve Güzel sanatlar Akademisi müdürü. Ülkemizdeki tarihi eserlerin yabancı arkeologlar tarafından yurt dışına kaçırılmasını engellemek için yeni nizamnameler (yasalar) hazırladı.
Müzeyi planlarken; "Müzenin sadece eski eserleri ziyaretçilere teşhir eden bir bina anlamına gelmediğini, hayalindeki müzeyi gezenlerin kendi kökleriyle önyargısız ilişkiler kurmasını ve medeniyetin geçirdiği aşamaları gözlemleyip içinde bulundukları zamanı daha iyi kavramalarını istiyordu"

"Bir ülkenin gelişmişliği müzeleriyle ölçülür" 


Osman Hamdi, 30 yıl Müze Müdürlüğü ve Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü yaptı. Ve bu süre zarfında; 

Fransız hükümeti tarafından Legion d’honneur nişanına layık görüldü. 
Atina Arkeoloji Enstitüsü’nün verdiği Şeref üyeliği ünvanı aldı.
Londra Kraliyet Sanat Akademisi üyeliğine layık görüldü.

Leibzig Üniversitesi fahri felsefe doktoru ve sanat uzmanı payesi aldı.

Ve  Oxford Üniversitesi Osman Hamdi Bey’e fahri doktora unvanı verdi.

Müzecilikteki 25. Yılı dolayısıyla Berlin, Paris ve Viyana’dan nişanlar, madalyalar ve takdirnameler aldı. Yerli ve yabancı basında övgü dolu haberler yayınlandı.

Üstelik Müzede sergilenen eserlerin hepsi imparatorluğun kendi topraklarından bulunup getirilmişti. Avrupa müzelerinde olduğu gibi dünyanın dört bir tarafından şaibeli yollarla elde edilmiş eserler yoktu İstanbul’da.

Osman Hamdi Bey'in Eskihisar'da 26 yıl boyunca en güzel eserlerini yaptığı evi bugün müze olarak gezilebiliyor. Adres ve iletişim bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.
Ayrıca kitabın özetini fotoğraflarla, yazarın kendi kaleminden okumak isteyenler buradan ulaşabilirler.

Eskihisar Osman Hamdi
1842- 24 Şubat 1910

Emre Caner'in yazarlığa başlama hikayesini Yasemin Sungurla Kitap İle Sohbet söyleşisinde buradan izleyebilirizsiniz.





Devamını Oku »