Yurddışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bükreş

0 yorum

Meraklı meraklı dokunuyorum ağaçlara, aslında tam karşımda duran ağaç kütüklerinden yapılma bir ev. Hayretle seyrettiğim evin sadece kendi değil, çatısıda ağaçtan.

Herastrau Gölü kıyısında sıralanmış birbirinden güzel Romen çiftlik evlerinden örneklerin sergilendiği 272 adet ağaç ev, değirmenler ve kiliseler ile bir açık hava müzesi burası. (Dimitri Gusti, National Village Museum)

 
National Village Museum
Bükreş’e geldiğimiz ilk gün havaalanından hemen buraya geldik. 1936 yılında kurulmuş Ulusal Köy Müzesi, Hanri Coanda Havaalanına 15 km uzaklıkta. 

Göl kenarında evlerin arasında geziniyoruz, bu ağaç evler yüzyıllardır burada sanki, zaman ve mekan değişse de ağaç aynı, hissi yaratıyor.



Palatul Parlamentului 

Doğa harikası bu yerden şehrin merkezine doğru yol alırken gördüğüm Parlamento Sarayını hüzünle karşılıyorum. 

Dönemin lideri Nikolay Çavuşesku tarafından 1984 de 19 Ortodoks kilise, 6 sinagog, 3 protestan kilise ve 30.000 tarihi konut yıkılarak yerine bu 1.100 odalı Parlamento binası yaptırılmış.


Dambovita nehiri kesen Calea Victoriei Caddesi boyunca ilerlemeye devam ediyoruz. En lüks ve en eski cadde olarak anılan Calea Victoriei boyunca görebileceğiniz birçok müze var. 

National Museum of Romanian History

İlk karşımıza çıkan Romen tarihi Ulusal Müzesi (National Museum of Romanian History)

Odeon Tiyatrosu (Teatrul Odeon ) önüne geldiğimizde Atatürk Büstü ile karşılaşıyoruz bizim için büyük süpriz oluyor.


Yeni binaların arasında tarih sayfasından kopmuş gibi duran Kretzulescu Kilisesi (Doğu Ortodoks Kilisesi) 1720 yılında inşaa edilmiş. 1940 yılındaki depremde hasar görsede bugün hala eski tarihi görünümünü koruyor.
Romanian Athenaeum
Kilisenin yanında Ulusal Sanat Müzesi (The National Museum of Art of Romania) ve karşı sırasında 1888 yılında açılan ihtişamlı kubbesiyle göz kamaştıran Konser salonu Athenaeum (Romanian Athenaeum). Bükreş’de gezilebilecek yerler arasında.

Hiç gittiğiniz şehrin sokakların da kaybolup, kendinizi bulduğunuz oldu mu?

Cartureşti
Yürürken yolda her köşeyi bir kitapçı tutmuş gibi geliyor bana. İkinci el kitapları dizmişler yol kenarına, her gelen bir karıştırıyor "okumadığım ne kaldı" diye. En az ikinci el kitaba olan ilgi kadar yeni basımlara da ilgi var.

Kitaplar sokaklardan dükkanlara taşınmış, Kitapların gücüne inanların gizlice yaşadığı bir yer, Cartureşti… 
Carte, ceai, muzica (kitap-çay-müzik)...
Beyaz, hiç birşeye bu kadar yakışmamıştı. Raflarda kitapları karıştırıp en yakın rahat koltukta kitabı tanımaya çalışabilirim yada en üst kata çıkıp çayımı ve kahvaltımı yudumlarken okuyabilirim.

Tabi birde olmassa olmazı tarihi eski şehir (Old Center). Masaların dükkanlardan dışarılara taştığı, yemek, müzik ve eğlencenin keyfini çıkaracağınız, restaurantların kafe ve barların olduğu nostaljik kent.





Fotoğraf makinemiz elimizde yollardayız….

Bükreşten yola çıkıp Braşov'a giden büyülü yol boyunca sırasıyla Sinaia, Busteni, Azuga, Predeal ve Poiana Broasov kayak merkezlerinden geçtik.

Şanslıyız, baharın habercisi güneş, yolların kenarına bıraktığı tüm renklerden yansıyan güzelliğini, dağların tepesindeki beyaz şapkalara inat, tatlı bir tezatla bize sunuyor.

Sinaia Manastrı
Yol boyu elimden fotoğraf makinesini düşürmüyorum ama yine de gözümün gördüğünü, yüreğimin hissettiğini bu küçük kutuya hapsedemiyorum.

ilk durağımız Sinaia,

Bahçe içinde en fazla iki katlı evlerin yol boyu sıralandığı, çocuksu bir heyecanla karşıladığımız yol kenarındaki kırmızı telefon kulubeleri ve yeşillikler içindeki kasaba, huzur dolu bir yer olarak hafızama kazındı.

Tepede ki Sinaia Manastrı’nda verdiğimiz fotoğraf molası sırasında tanıştığımız görevliler Türk olduğumuzu duyunca ilk söyledikleri “Muhteşem Süleyman!"  Anlaşılan dizi uluslararası boyutta ün kazanmış. Fotoğraflar çekiliyor, sohbet koyulaşmadan biz ağaçların arasından tırmanışa devam ediyoruz.  

Yeşilin binbir tonu ve su şırıltısı eşliğinde ilerlerken tepede gördüğüm muhteşem yapı bana, Alice’in tavşanının önümüze çıkıp bizi Şatoya giden gizli yoldan yukarı çıkaracak gibi hissettiriyor.

Masalsı yapısıyla önce heyecanlandıran sonra merak ettiren saray, şato, kale adına ne derseniz deyin Kral I.Carol’un yazlık sarayıymış. Ben yaz- kış kalabilirim burada.

I.Carol Yazlık Sarayı / Peleş Castle

Karpat dağlarının arasında muhteşem bir manzarası var. 1873 de inşatı başlanan bu sarayın en önemli özelliği; Avrupa’da ilk merkezi ısıtma ve aydınlatma tesisatının döşendiği ve ilk asansörün yapıldığı saray olmasıymış. Duvar resimleri, tavan süslemeleri, dış cephesindeki freskler, bahçe düzenlemeleri en ince detayın bile atlanmadığı 170 oda ve 30 banyodan oluşan bu sarayın yapımı 10 yıl sürmüş. Ne diyelim “Müsaitseniz, bizde güle güle oturuna gelmek istiyoruz”...

Yollar bizim bu gün, git git bitmiyor. Sinaia’dan sonra Braşov’a doğru yola çıkıp  Drakula’nın mekanı Bran Kalesini ziyarete gidiyoruz. Acaba Bran Kalesi'nin avlusunda oturan 5 Drakula biz olabilir miyiz?

Meraklısı için detaylar  Braşov yazısında...


































Devamını Oku »

Braşov

0 yorum

Okuduğum kitapların etkisinde kalıp anlatılan mekanları, şehirleri ziyaret ettiğim çok olmuştur. Bu sefer zamanlama süpriz oldu benim için, bu ziyaret beklediğimden erken geldi.

Gülşah Elikbank, Yalancılar ve Sevgililer basım aşamasındayken yaptığı bir söyleşide Romanya’da ki, Drakula efsanesinden bahsetmişti. Ben hafızamın gidilecek yerler listesi bölümüne bir not etmiştim. Kitabı okuduğumda ise emindim artık buraya gitmek istediğimden.

Merak, tesadüf, mucize, evren herşey benden yana, tabii birde iflah olmaz bir gezgin olan kızkardeşimin süpriz gezi planları…

Bu gezide, kızkardeşim ve üniversite arkadaşlarının yıllar sonraki buluşmalarına ben sonradan dahil oldum. Uluslararası bir buluşma oldu.

Herkes farklı şehir ve ülkelerden geldi İstanbul’a ve oradan Romanya’ya, bizi bekleyen dünya tatlısı sevgi dolu, konuksever ikiliyle buluşmaya…

Yılların verdiği dostluk, araya giren onca zamana karşı mesafeleri kısalttı, gönülleri bir yaptı.

Vampir efsanelerinin dilden dile dolaştığı, soğuk, kasvetli ama bir o kadar da bilmece gibi olan, kuşların bile zor ulaştığı dağın eteklerindeki şatolar kadar şaşırtıcı; 

Baharda yeşilin her tonunu görebileceğiniz, gökkuşağı rengi çiçeklerin yerlere serildiği, suların şırıltısı ve kuş sesleri arasında gezebileceğiniz kadar da doğal güzellikleri olan Transilvanya bölgesi, bu gezimizin konusu.

Drakula Şatosuna yada gerçek adıyla Bran Kalesi’ne ziyaret için gittiğimizde, girişten önce kurulan mini pazar tezgahları arasında dolaşırken, önce çığlıkları duydum sonrasında şapkam başımdan gitti. Arkamı döndüğümde bak, bak bitmeyen maskeli yaratık elinde benim şapkamı sallıyordu. Bizi, şatoya girmeden önce korku evine davet ediyormuş meğer.



13.yy inşa edilen Bran Kalesi stratejik bir konuma sahip, bir dönem gümrük olarak bile kullanılmış. 

Tarihi kaynaklara göre, Eflak hükümdarı Vlad Ţepeş'in (Kazıklı Voyvoda) bir kaç kere Bran geçidinden geçmişliği varmış (1448-1476 yılları arasında) ama bu kalenin tarihinde önemli bir rol oynamamış.  Bizim bu tarihe bir katkımız olsun dedik, hepimiz Drakula olduk, avluda toplandık.

1920 yılında kale Romanya Krallığı'nın resmi ikametgahı olmuş. İçeride Kraliçe Marie tarafından toplanan mobilya ve sanat eserleri sergileniyor. İçerisi labirent gibi merdiven in çık bir odaya gel, koridordan geç merdiven çık başka bir odaya gel. Güncel yaşamda yorucu tabii. Birde şatonun alt bahçesi yani büyük bir park alanı var. 1937 de Kraliçe Marie yorulmasın diye park ile şato arasına asansör konmuş.

Tüm bunlar biryana Kralice Marie’den çok, Abraham Bram Stoker’ın 1897 de yazdığı Drakula, bu şatoda daha çok ünlü. Hatta bu yaz etkinlikler arasında Drakula Müzik ve filmin galası var.

“Oscar'a Aday besteci Philip Glass ve Grammy Ödülü Kronos Quartet ‘ın sahne aldığı Drakula Müzik ve Filmin galası 2-5 Temmuz da Bran Kalesi 'nde.”

Bir zamanlar kuşların bile zor ulaştığı bu kale, manzarasıyla beni büyüledi. Gezi ekibi gurme olmasa ben yine yemek yemeği unutabilirdim.

Broşov da şehrin kalbinin attığı Piata Sfatului meydanındayız. Bu meydan sayısız restaurantlara, kafelere, büyük ve küçük otellere ev sahipliği yapıyor. Prato italyan mutfağının lezzetli yemeklerini damak tadınıza göre hazırlıyor, yemekler kadar tatlılarda muhteşem.

Sıradışı dekore edilmiş yerler, bana ilgi çekici gelir. Tavana kadar yükselen kütüphanenin yanındaki masada yemek yerken kendimi zaman tünelinden geçmiş gibi hissettiğim Festival 39 ve içeri girer girmez tavanda asılı sandalyeler ile dikkat çeken İtalyan mutfağından lezzetli makarnaları ile Trattorian Artisan Food ve sabahın serinliğinde bile turkuaz ve pembenin sıcaklığında kahvelerimizi yudumlarken mavi kadehlerde ışık oyunlarını seyrettiğimiz sevimli kış bahçesi Hirscher

Meydanda Braşov Tarih Müzesi ve saat kulesi (Muzeul de Istorie Brasov) var. Müzenin tam çaprazında ki sokak arasından Kara Kilise (Biserica Neagră ) göze çarpıyor. 

13. yy dan bu yana deprem ve yangınlar sonucu değişikliklerle günümüze kadar gelmiş olan bu kilisenin adının neden kara kilise olduğunu merak ediyorum doğrusu.

Öğrendiğime göre 1689 yılındaki büyük yangından sonra dış cephe duvarları kararınca kilisenin yeni adı Kara kilise olmuş. Daha birsürü efsane var ama inanın en gerçekçisi buydu. Kilise içinde ki org ve Osmanlı halıları dikkat çekici.


Yukarı doğru sokak aralarında dolaşmaya devam ederken daracık bir sokak (Strada Sforii) dikkatimizi çekiyor. Sokağın ortasında kollarımı iki yana açtığımda sanki kucaklar gibi duvara değebiliyorum. 120 cm eninde, 80 m uzunluğundaki bu sokağında bir hikayesi var elbet. 17.yy da itfaye çalışmalarına yardımcı olmak amacıyla açılmış ancak şimdilerde turistik bir mekan olmuş desek yalan olmaz. Fotoğraf çektirebilmek için sıra bekliyoruz.
 
Yola devam ederken Tiberiu Brediceanu Parkı'na çıkıyoruz. Karpat (Tâmpa) Dağlarının eteklerinden karınca misali yukarı çıkanları seyrederken azım açık kaldı. Neyseki yukarı teleferikle 3 dakikada çıkıldığını öğreniyorum. Içim rahat.

Braşov Karpat dağları arasında doğasıyla insanı büyüleyen harika bir yer. Çevrede çok fazla kayak merkezi var. Sinaia, Busteni, Azuga, Predeal ve Poiana Broasov bunlardan bir kaçı.

Baharda burası yeşilin binbir tonu ile çok güzel, eminim kışın her yer karla kaplıyken de yine güzel olur.

Çok yoğun bir o kadar da keyifli bir hafta sonu geçirdik. Ayrılık vakti geldiğinde sanki bir haftadır buradaymışız hissine kapıldım.

Gönlümden geçen yerlere gitmek için önce hayal etmem, istemem sonra niyet etmem gerekiyormuş daha sonrasında, zaman, yol, yöntem hepsi bir olup gerçekleşiyormuş yeterki gönüller bir olsun.

 
Braşov’da yeni kurulan dostluklara…

Sevgiyle …














Devamını Oku »

Bologna

0 yorum




Akrep yelkovanı son hızla kovalarken, geç kalacağımızı düşünmenin heyecanı ile kalbim iki katı hızla atıyor.

1800’lü yıllardan kalma olduğunu düşündüğüm Milano Central Station’nın heybetli ihtişamına kapılıyorum.

Binanın içine girdiğimde gözlerimi alamadığım tavan süslemelerini bir fotoğraf gibi hafızama kazıyorum. 

Milan Cenral Station
Adımlarım peşi sıra birbirini kovalarken attığım her adımda 50, 100, 150, 200 yıl birden değişim gösteren bir zaman makinesinde gibiyim…

21. yy hızlı trenine bindiğimizde perondaki tek eksiğimiz elinde gül ile bizi uğurlayan bir sevgiliydi.
1,5 saatlik bir yolculuk sonrası Bologna’ya vardık.


Camdan manzara seyretme fırsatım oldu fakat ne yalan söyleyeyim görüntü çok net değildi, hızlı teren cidden hızlı…

Bologna tren istasyonu eski şehir merkezine yürüme mesafesinde. Sabahın erken saati meydanı boş bulduk, bol bol fotoğraf çekiyoruz.

İlk işimiz en zoru başarmak, 12. yy dan kalma iki kuleye çıkmak. (the two towers Asinelli and Garisenda).

12. ve 13. yy da zengin ailelerin yaptırdığı kuleler saldırılar sırasında savunma amaçlı kullanılmış. 180 den fazla yapılan kuleden, bu güne kalanlarla yetineceğiz biz malesef. Asinelli kulesi 97m ve Garisenda Kulesi 48m

 
Asinelli Tower

Biz önce Asinelli Kulesine çıkıyoruz. Kule gözüme çok yüksek gözükmüyor nedense, iş merdivenleri tırmanmaya gelince nutkum tutuluyor, dizlerim isyanda. Bu çıkışın birde inişi var. En azından tepeye çıktığımızda güzel manzarada bir iki fotoğraf çekip soluklanıyoruz. İniş bir felaket merdiven dar ve yukarı çıkan sayısı artmış. Birbirimize yol vere vere iniyoruz. Bu yorgunlukla Garisenda kulesini aşağıdan selamlıyorum.

Benim gezilerdeki şansım kızkardeşim, Araştırmış bulmuş, kuleden iner inmez sağ köşesindeki Gelateria Gianni’den Ricotta’lı dondurma ile yorgunluk attıyoruz.

Fountain of Neptune

Kulenin diğer karşı köşesinde Pasajın içinde yer alan Roxy Bar ‘da kahvelerimizi yudumlarken yediğimiz nefis tatlılarla enerji topladık. Geziye kaldığımız yerden devam.

Piazza Maggiore meydanındaki Neptün Çeşmesi’nin çevresi kalabalıklaşmaya başladı, iyiki sabah fotoğraf çekmişim. Kuşlar ve insanlar çeşmeyi sarmalamış.

1567 de yapılmış çeşmenin bir özelliği de dünyanın dört büyük nehrinin (Ganj, Nil, Amazon ve Tuna) simgelendiği yarı insan yarı balık bronz heykellerin bulunması.

Neptün Çeşmesinin hemen karşısında bulunan Salaborsa Kütüphanesine giriyoruz alt katı arkeoloji müzesi.

Piazza Maggiore de Salaborsa Kütüphanesinden çıkınca karşısında bizi bekleyen kırmızılı mavili mini trene atlıyoruz. Oldum olası severim bu oyuncak gibi gözüken trenleri.

Bir saatlik bir şehir turu yapıyoruz, Basilica di Sun Luca‘ya kadar çıkıyor. 12. yy da yapıldığı sanılan bu Basilica yıllar geçtikçe ilave edilen binalar ve yapılan tadilatlarla bu günkü halini almış. Şehrin en tepesinde yer almasına karşın yaz yada kış herkes rahatlıkla gelebilsin diye yapılan yolun üstü kapalı.

Biz trenle yanlarından geçerken yürüyen insanları görüyoruz. Biz enerjimizi kulelere tırmanırken harcadığımız için şuan trende olmaktan çok mutluyuz.

Library of Archiginnasio

Bir sonraki durağımız Piazza Galvani meydanındaki günümüzde Archiginnasio Belediye Kütüphanesi (Biblioteca comunale dell'Archiginnasio) olarak kullanılan bina. Aslında 16.yy da üniversite olarak inşaa edilmiş. Hukuk, felsefe, tıp, matematik, fizik ve fen bilimleri bölümlerinden oluşan bir üniversite.

Anatomikal Theater
Anatomik Tiyatro diye anılan Üniversitenin tıp okutulan salonunu geziyoruz. 

Binada tavan, duvarlar ve tabanın her biri ayrı sanat eseri rengarenk süslemelerle dolu.

Anatomik tiyatro ise bunun aksine sadece ortadaki masa görünümlü  mermerin dışında her yer; tavan, duvarlar, sıralar ve taban dahil ahşap kaplama. Tavanda ve duvarda yapılan her heykel ahşaptan yapılma.

Bugün müze olarak kullanılan bölümlerin dışında kütüphanesinde çok değerli kitaplar, yaklaşık 35.000 el yazması ve incunabula bulunuyor. (1500 yılından önce Avrupa da basılmış kitap)


Bologna da sadece sebze meyve, balık ve çiçek satan dükkanların olduğu dar sokaklarda gezinirken gün hiç bitmesin istiyorum. Ancak akşam treni ile Milano’ya dönüyoruz. Bu keyifli gezi sadece bir gün sürsede hafızamızda bir ömür sürecek gibi gözüküyor.


Devamını Oku »

Milano

0 yorum

Yıl 1893 yer La Scala Operası. Bu gece Verdi’nin, Shakespeare'in oyunlarından uyarlayarak hazırladığı son operası Falstaff’ın prömiyeri var. 

Alt salonda erkekler smokin, kadınlar uzun ve abartılı elbiseler giymişler, gösterinin başlamasını bekliyorlar. 

Biz ise bundan yaklaşık 120 yıl sonra salonda yerimizi aldık. Falstaff Operasının başlaması için sabırsızlanıyoruz. Bulunduğumuz yerden gördüklerime inanamıyorum. Gözlerim beni yanıltmıyorsa alt salonda smokin ve tuvalet giymiş seyirciler oturuyor. Yüzlerce yıl sonra bile gelenek değişmemiş.


İtalya’nın kuzeyinde, bir kültür şehri Milano’dayız. Milano’ya gitmeye karar verdiğimiz tarih aralıkları için uçak biletinden önce La Scala Opera biletlerimizi aldık. Teknolojiyi bu yüzden seviyorum uzaklar yakın oluyor.

Şehrin merkezinde bulunan İtalyan markalarının yer aldığı dükkanlar ve nefis kahvelerin yudumlandığı Galleria Vittorio Emanuelle II’nin hemen arkasında bulunan La Scala Opera binası, gece sergilediği gösterilerin dışında gündüz, gezilebilecek müze ve aynı zamanda değerli sanatçılar yetiştiren bir müzik okulu. Ama ben yine de salonda bir gösteri seyredin derim.

Duomo Meydanına kuş bakışı bakmak nasıl olur diye düşünürken, Avrupa'nın dördüncü büyük Katedrali’nin en tepesinde bulduk kendimizi. Gün batımı manzarası gerçekten de harika. Bu arada Katedralin dışı kadar içi de muhteşem.

 
Milano da Duomo meydanındaki Galleria Vittorio Emanuelle II, La Scala ve Duomo Katedral’i üçlemesinden sonra keyifle gezilecek yerler arasında Sforzesco Kalesini unutmamak gerek, içinde bir çok müze ve sergi alanı var. Hepsini gezmeye kalkınca ayaklarımıza karasular indi.

“Dinlenmek” düşüncesi bile güzel. Randevusunu aylar öncesinden aldığımız “Son Akşam Yemeği” için Santa Maria Dele Grazie de soluğu alıyoruz. Davinci’nin tablosunun gizemi kadar içeri girişimizde esrarengiz. 

İçeriye bir defada 15 kişiden fazla almıyorlar. İlk kapı açılıyor, herkes içeri girmeden ve o kapı kapanmadan diğeri açılmıyor. Böyle üç bölümden geçtik kapılar açıldı, kapandı, açıldı. Ben uzay üssüne mi giriyorum yoksa 500 yıl önce yapılmış bir duvar resmini mi görmeye giriyorum bilemedim. İçerideki oksijenin bile hesabı yapılıyor bizle beraber içeri giren sineğin vay haline…
Tahmin edileceği gibi içeride fotoğraf çekmek yasak. 


İçeride sıra sıra dizilmiş uzun banklar var, girer girmez önlerden bir yere oturduk, dinlenirken duvardaki Davinci’nin eserini inceliyoruz. Şimdi daha farklı bir gözle bakıyorum, bu resime. Masa örtüsünün, tabakların deseni, yiyecekler insanların yüzleri, elleri, bakışları herşey çok detaylı ve gerçekmiş gibi resmedilmiş. Renkler solmuş olsada detaylar gözden kaçmıyor.


14. yy da Leonardo da Vinci Kıbrıs adasını ziyareti sırasında Larnaka bölgesinden aldığı Lefkara işi masa örtüsünü Milano Katadreline hediye ettiğine pişman olduğu için onu son akşam yemeğine resmetmiş olabilir mi? Niye olmasın? 

 Peki masadaki tabaklar oturanların ellerinin her bir duruşu her detay bize mesaj veriyor olabilir mi? Da Vinci’nin bunları resmederken aklından neler geçtiğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz. 

Bu duvar resmi bir çok kereler restaurasyondan geçirilsede ilk günkü gizemli mesajını korumaya devam ediyor.

Gün bitti gibi gözüksede yeni yerler için hazırlıklar devam ediyor. Ertesi gün Bologna'yı gezebilmek için tren saatini kontrol ediyorum. Yeni  yerler, yeni heyecanlar...







Devamını Oku »

Brüksel

0 yorum
Palais Royal de Bruxelles

İnternet varsa dünya elinizin altında deniyor ama ben yazılan çizilenin ötesini görmek, anı biriktirmek için gidiyorum.


Gideceğim yeri önceden araştırmak gibi bir huyum var. Haritadan kalacağım oteli ve gezeceğim yerleri işaretleyerek havaalanı ve şehir içi ulaşımı kontrol ederim. Şehrin önemli yapılarının tarihlerini okur hangilerini gezmem gerektiğini planlarım. Müzelerin bazıları için önceden alınması gereken biletler varsa onları internetten alırım. Bildiğin ders çalışır gibi, tabi dersime çalışmadığım bir konu var, o da yemek malesef. O konuda da benimle seyehat edenlere güveniyorum.

Üç gün Brüksel’de kalarak yakın çevreyi gezme şansını yakaladık. Batının Venedik'i Brugge ve diplomasi şehri Lüksemburg ve daha sonra kübik evler gibi ilginç mimarisi ile Roterddam ve ilüzyon müzesi ile bizi şaşırtan Den Hag gezi rotamız oldu.

Çocuklara Brüksel’e gideceğiz dediğimde bana ilk söyledikleri çikolata ve waffle yemek konusunda sınırsız olmak istedikleriydi. Oraya vardığımızda sokakların bile waffle ve çikolata koktuğuna şahit olunca sınırsız yeme hakkını kendime de verdim. Bir müddet sonra alışkanlık yapıyor sanırım, artık sokaktaki koku, dükkandan gelen davet bizi hiç etkilemedi. O ilk gün yediğimiz kadar bir daha hiç yemek istemedik.

Brüksel’e gitmeye karar verdikten sonra yaptığım tüm araştırmalarda Manneken Pis hakkında o kadar çok efsane okudum ki doğrusu onu görmeyi ben de merak ediyordum.

Sabah otelden çıkmadan şehir haritasında işaretlediğim gezilecek yerleri gözden geçirirken dikkatimi çekti Manneken Pis’e göre Jeanneke Pis ile ilgili hiçbirşey bilmiyordum. 

Tabi sağolsun Wikipedia hemen cevap verdi. Bu işeyen minik kız çocuğu 1600’lerden bu yana gelen Manneken Pis efsanelerine inat 1985 den beri fotoğraflar için poz veriyormuş.

Fakat gerçeğini bulmak internetteki kadar kolay olmadı. Adresi haritada bizim kaldığımız otele çok yakın gözüküyor. Yürüme mesafesinde. Otuzdan fazla restauranın olduğu dar sokaklarda dolaşırken çıkmaz sokağın birinde rastladık izine.

Beklediğimden daha sade, duvarın içine doğru yerleştirilmiş önünde de demir parmaklıklar var. Adeta saklanmış gibiydi. Jeanneke Pis’in aksine işeyerek kahraman olan efsanevi Manneken Pis çocuk heykelinin fotoğrafını çekmek için önünde tahminimizden daha uzun bir süre sıra beklememiz gerekti.

Brüksel’in simgesi haline geldiğinden neredeyse geçtiğim her dükkanın önünde onun her boyuttan halini görmüştüm. Bizi en çok şaşırtanı ise Waffel dükkanında dev boyutttaki Manneken Pis idi.

Herçeşit kıyafetle görebilirsiniz onu. Gerçekte de küçük heykelin kıyafet değişim zamanlarını törenle yaparlarmış, bir çok ülkeden özel kıyafet göndermişler, bizlerde olmayan bir gardroba sahip kerata.

Pazar günü sokaklardaki bisikletlileri takip ederek bulduğumuz Brüksel Kraliyet Sarayı Bahçesi (Palais Royal de Bruxelles) bir panayıra ev sahipliği yapıyordu. Müzik, oyun, dans, yemek herşey var. Park alanında çiftlik hayvanlarının bulunduğu bölümde yavru domuzların birbirleri ile oynamalarını seyretmek çocukların ilgisini çekti.


Kraliyet Sarayının hemen yakınında bulunan  Kiliseyi  (St Jacques sur Coudenberg) ziyaretimiz sırasında Belçika Kral’ı ve ailesinin girişteki panoda fotoğraflarını gördüm. Sessiz sedasız tahta geçen Prens Philip, eşi ve birbirinden güzel dört sarışın çocuğuyla birlikte…

Kilise’nin hemen karşı cadesinde bulunan Müzik Enstrümanları Müzesi (Musical Instrument Museum) önüne geldiğimizde bu şehir beni birkez daha şaşırttı.

Beş katlı bu müzede 1200 den fazla müzik aleti bulunuyor. İçeride mini konser alanı, atelyeler ve müzik konulu kütüphane var. 

Katlarda gezinirken müze girişinde aldığımız sesli rehber kulaklıklarla her müzik aletinin tınısını dinleyebilme şansını yakalıyoruz.
Muhteşem şehir manzarasıyla çatı katında bulunan restaurant ise bize bonus oldu.

Bu şehirde dikkatimi çeken birşey Brüksel de çok fazla opera binası var. Bizim otelimizin hemen yakınındaki en eski olanı 1700lü yıllarda inşaa edilmiş, La Monnaie Opera binası. (Theatre Royal de La Monnaie)

İçinde opera ve bale gösterileri dışında sergi alanları ve resim atelyeleri de mevcut. Tüm bunların yanında hafta sonları Opera binasının önündeki meydana bisiklet, kaykay ve scooter tutkunları için platform hazırlanmış, büyük küçük her yaştan insan orada. Bizde keyifle izledik onları.

Pazar günü Brugge’a gitmek için yola çıktığımızda yolları bisikletliler için trafiğe kapattıklarından navigasyonun kafası karıştı ve bizi otobana çıkartmak için epey dolaştırdı. İyiki de öyle olmuş. Koekelberg Tepesi'nde bulunan Sacred Heart Basilikasının (National Basilica of the Sacred Heart in Koekelberg) yeşillikli arazisinden geçme şansımız olmayacaktı. 1905 yılında Çok geniş bir arazi üzerine kurulan Basilika‘nın bahçesi Brüksel’i en iyi panaromik olarak seyredebileceğiniz yerlerden biri.

Brüksel deyince elbette akla gelen yiyeceklerde var; balık, midye, bira, patates kızartması, wafale ve çikolata gibi… 

Foodsquare Grand Place da lezzetli yemeklerin, restaurantların olduğu meydan da Chocolates Factory’de lezzetli çikolataların tadına bakabilir ve birbirinden ünlü markaların olduğu  Galeries Royales St. Hubert Pasajı’nda alışveriş yapabilirsiniz.

Yada Cumartesileri kurulan halk pazarından çilek, böğürtlen, yabanmersini gibi meyveler, tahta oyuncaklar ve Brüksel danteli mini örtüler alabilirsiniz. Her tezgahta el emeği yapılan yerel lezzetlerin tadına bakmak da cabası...
Bazen yaptığım planı bozup yakaladığım anı değerlendiririm, bunu kız kardeşimden öğrendim. Onun her an yapılacak B planı, olmadı C planı vardır. Hiç olmadı E planı der. E planı eve dönüş.

Neyse ki E planına kalmadan yapılacak alternatifler bulduk. 











Devamını Oku »

Rotterdam

0 yorum


İlginç, sıra dışı görünümlü objeleri severim, özellikle mimari alanda olanları daha heyecan verici gözükürler. Devasa boyutta yer çekimine aykırı gibi görünen bir çok bina gördüm Rotterdam’da.

Bayram rotamız toplamda 1500 km sürdü ve bazen aynı günde iki ayrı şehre uğradığımız oldu.   (Bayram rotamız ; Amsterdam- Brüksel- Lüksenburg-  Brugge – Rotterdam – Den Haag – Zaanse Schans)  
Bu gezi sırasında Rotterdam ve Den Haag için aynı günü planlamıştım ve akşamına Zaanse  Schans da otelimize varacaktık. Zamanı iyi kullanmak açısından ve gece yollarda süprizlerle karşılaşmayalım diye Rotterdam‘da gezilecek iki nokta seçip sonra yola devam etmeye karar vermiştik. Ama planlananın ötesinde çok daha fazla görülmeye değer yer olduğunu görmek beni heyecanlandırdı.

Rotterdam da Kruisplein meydanında bulunan Küp Evler (Kijk-Kubus) en çok ilgimizi çekenleri idi.

Mimar Piet Blom’un yaptığı bu 45 derece eğik duran küplerin içindeki yaşamı çok merak ediyorum doğrusu. Apartman dairesi olan bu yaşam alanlarının içini gezmemiz mümkün olmadı malesef.

Dairelerden birinin camına yapıştırılan kiralık yazısı birden bende yeşil ışık yaktıysa da, önceden randevu almayışımız ve 2 saat içinde şehirden ayrılacak olmamız küp dairelerin sadece dışını görmekle yetinmemiz gerektiğinin habercisiydi.

Rotterdam şehri II Dünya savaşı sırasında bonbalanmış. Harabe haldeki bu şehri 1950’den 1970’e kadar yeniden inşaa etmişler.

Rotterdam’da bir diğer görmeyi istediğim yer Erasmus köprüsüydü. Ben van Berkel tarafından tasarlanmış bu köprü şehrin kuzey ve güney yakalarını birbirine bağlıyor. Kübik evlerden çıkarak Erasmus köprüsünün üstünden nehrin karşı tarafına geçtik. Bir çok yüksek ama bir o kadar da ilginç şekilli binaların bulunduğu bir yer. Köprüden geri dönerken sanki çölün ortasında bulunan vaha gibi parlayan Noordereiland adasını gördük.

Nieuwe Maas Nehri üzerinde bulunan Noordereiland yeşil alanları, sıra sıra kırmızı kiremitli evleri ile tarihi dokusunu korumaya devam ediyor. II Dünya savaşı sırasında bombalanan binaların yerine benzerlerini yaparak bu adanın tarihi dokusunu korumayı başarmışlar.


Rotterdam’a gelmişken birde şehri tepeden görelim derseniz Euromast kulesi tam da size göre. 

Hugh Maskant tarafından tasarlanan Euromast kulesi 1960 yılında Rotterdam’ın en yüksek binası olarak inşaa edilmiş. Rotterdam da giderek artan yüksek binalar 1970 yılına kuleye ilave seyir terası konmasına sebep olmuş. Halen Roterdam’ın en yüksek binası konumunda.

Hollanda’nın Amsterdam’dan sonraki en büyük şehri (nüfus olarak) Rotterdam benim için görsel bir şölen gibiydi. Bu kadar çabuk gitmek zorunda olmasak  heralde oradan günlerce ayrılmazdım.












Devamını Oku »

Den Haag

0 yorum

İlizyon, çocukluğumdan beri beni büyüleyen bir kelimedir. Merak uyandırır, düşündürür. Hatta öyle düşündürür ki körükörüne inanmak yerine işin mantığını aratır.

M.C. Escher (Maurits Cornelis Escher) grafiker, matematik ve simetri üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda 2 boyutlu ve 3 boyutlu ögeleri aynı anda içeren birçok çalışmaları ve çizimleriyle ünlü.

Hiç duymadığınız bir isim olabilir. Kısa zamana kadar benim içinde öyleydi. Hayat bu tesadüflerle dolu. Bayram rotamıza Den Haag (Lahey) de bulunan Escher in Het Paleis müzesini de ekledim. Birkaç yüz km daha yol yapmamız gerekti ama değdi doğrusu.
 (Bayram rotamız ; Amsterdam- Brüksel- Lüksenburg- BruggeRotterdam – Den Haag – Zaanse Schans)

Tarifi mümkün olmayan görsel bir yolculuk

2002 yılından itibaren müze vakfı Esceher’in eserlerini bir arada sergilemeye karar veriyor. Köşkün her odasında bulunan ilginç ayrıntılar var.  Mesela her odanın avizesi devasa boyutta gitar, vazo, dünya, şapka vb… Yada odaya girdiğinizde aynalar aracılığıyla odanın diğer bölümlerini de görüyorsunuz.

Her o da bir başka süpriz. Fazla kafa yormak istemeyenler için “Aslında hepsi göz aldatmacası” deyip çıkılabilir. Her birinde üzerinde düşünülmesi gereken ayrıntılar gizli.

Karşınızda duran resme uzaktan baktığınızda yanyana duran üç tane benzer binanın ön cephesini görebilirsiniz. Biraz sola kayarak bakın binaların yan yüzleri de gözükmeye başladı. Biraz yaklaşın artık binaların yan iç cephelerini görüyorsunuz. Bunun nasıl yapıldığını keşfetmek için dibine girip incelemek gerekiyor ama arkada meraklı bir gurup hemen beklemeye başlayınca diğer resme geçiyorsunuz.






Benim en sevdiğim oda, mercek şakası. Aklı tırmalayan soru; aynı boyda iki insanın aynı mekanda durup nasıl oluyorda birinin devasa diğerinin küçük gözüküyor olmasıydı. Ama fotoğraflar çekilirken biz çok eğlendik.

Sonraki oda da aynalı küreyi al eline, odanın her bir köşesinde saklanmış arkadaşlarınla özçekim yap. 


Den Haag’a kadar gelmişken bu kadarla kalmayalım diyorsanız
Hollanda’nın tamamını birkaç adımda keşfetmek isteyenler -hemde tepeden bakarak- Minyatür Hollanda var. ( Madurodam )

Ya da karikatüre meraklıysanız. Dick Matena’nın 200 den fazla orjinal çizimlerinin ve kitaplarının sergilendiği Museum Meermanno var.

Kraliyet sanat müzesi Mauritshuis ve Hollanda miras alanında korunan Binnenhof bölgesi var. 13. yy. Gotik tarzda inşaa edilen binalar bugün parlamento binası olarak kullanılıyor. İçlerini görmeyi isterdim doğrusu.

Keyifli bir gezi ve keşif oldu bizim için. Merak bütün kapıları aralar.






Devamını Oku »

Haritam var yine de kayboldum

0 yorum

Erkeklerin yer ve yön duygusu kadınlara göre daha gelişmiştir. İtiraz edemiyorum bilimsel deneylerle kanıtlanmış bir gerçek bu, onların genlerinde var. 

Binlerce yıldır avlanmak için yaşadıkları yerden uzaklaşıp, zihinsel haritalar yaratarak uzaklık hesaplayan ve tekrar yaşadığı yere geri dönebilen insan cinsi erkekler.

Kadınların genlerinde kodlu olan bulundukları yaşam alanını, çocukları korumak, kollamak ve düzeni sağlamak olsa gerek zira ben elimde harita varken bile kaybolabiliyorum.

Haritada hedefi işaretliyorum, eşime gösteriyorum işte burayı gezmeliyiz. Önce eşim ve çocuklardan gelen itirazlara dayanmalı ve onları ikna etmeliyim, burasının gerçekten görülmeye değer olduğuna. 
Sonraki aşama kolay, eşimin yön bulma duygusuna güveniyorum. Onu takip etmeliyim. Arada küçük bir sorun var. O zihninde haritaladı, yolu belirledi ve hedefe kitlendi, gerisi teferruat. Onda tek çekmece açık “hedefe gidilecek”. 

Bendeki durum daha farklı neredeyse 8 çekmece birden açık. Mesele arayı fazla açmadan takip edebilmekte…

Önden giden, yolu bileni takip et.

Her şekerleme, çikolata, waffle ve elektronik eşya satan dükkana dalan büyük çocuğu takip et, hedefe döndür.

Elinde direksiyon varmış ve vites atıyormuş gibi hayali araba kullanan küçük çocuğu takip et, yön ver, hedefe döndür.

Arada sağa sola bakıp neredeyiz, hangi dükkanlar var, gezilecek ilginç mekanlar var mı, bir şeyler yiyip içmek için mekanlar nasıl, gibisinden etrafı incele.

Arada bir hafızadan alınacaklar listesini gözden geçir.

Beğendiğin yapıların, bisikletin, sokağın, tabelanın ve ilginç gelen yada güzel gelen her şeyin fotoğrafını çek.

Sokağın tadını çıkar…

Aynı anda birden fazla işi yapma becerisi kadınlarda daha fazla gelişmiş deniyor.  Aslında bir çok işi hem kadınlar hem erkekler yapabiliyor. Kadın- Erkek diye kesin çizgilerle ayırmak yanlış olur.

Aklıma yakınlarda okuduğum “Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan” adlı  kitap geldi. Davranış Bilimleri Uzmanı Psikolog Aşkım Kapışmak, kadın- erkek arasındaki düşünsel farklılıkları esprili bir dille anlatıyor bu kitabında.

Her ne kadar kadınların beyninin sağ lobunu, erkeklerinde sol lobunu kullandığı söylense de istisnalar mümkün. 

Eşim ve oğullarım kendi ortak konuları olan bir müzeye girdiler. Elimde haritam tek başıma Amsterdam sokaklarındayım, Çanta ve Cüzdan Müzesini arıyorum. Yol boyunca dört ayrı kişiye sormak zorunda kaldım. Sonuncusu, kadın olan haritayı tutuşumu düzeltti, üzerine kalemle yolu çizdi ve karşı caddeye yönlendirdi. Ben müzeyi elimle koymuş gibi buldum. İstisnalar kaideyi bozmaz...

Her şeyin çözümü içimizde sabır,  hoşgörü ve sevgiyle bakalım her şeye ve herkese…

Sevgiyle kalın,

Devamını Oku »

Brugge

0 yorum


Herşey, araç trafiğinin azaldığı bisikletlilerin ve yayaların yollara döküldüğü güneşli bir pazar günü başladı. Bir yanımız yeşillikler arasında üç-dört katlı evler, bir yanımız eski şehri yeniye bağlayan kanal. Ara ara kocaman kapılar kanallar üzerinde bağlandıkları köprüleri açıp teknelerin, geçişine izin veriyorlar.

Etrafta gördüğüm her bisikletliye imrenerek bakıyorum. Elli yaş üstü ve çocuklar en çok kıskandıklarım. Arabamıza bir yer bulmak için uğraş veriyoruz. En sonunda arabadan kurtulduk, yayayız.

Belçika’nın Ortaçağ'dan kalma mimarisi, değişik çikolataları, danteli, kanalları ve Belçika birası ile ünlü turistik kenti Brugge‘dayız.

Kocaman kapıdan şehre giriyoruz, çikolata ve waffle kokusu birbirine karışıyor. Navigasyonu kurduk bizim hedef belli Choco-Story. 

Kakaonun doğuşu, dünyaya yayılışı, çikolata olma hikayesinin analatıldığı dört katlı bir müze. En alt katta mini bir mutfak var, birlikte çikolata yapımını keşfetmemize yardımcı.

Müze girişinde çocuklara mini bir dikkat oyunu veriyorlar. Sonunda ödül var, tabiki çikolata…

Bu keyifli geziden sonra kendimizi müziğin büyüsüne kaptırdık ve tabi patates kızartması kokusunun da etkisi var. Bizi minik bir meydana çıkarttı.

Sokağa kurulan sahnede dört çift tango yapıyor. Yaşları altmışın üzeri ve muhteşem dansediyorlar. Ben büyülenmiş gibi donup kaldım. Kısa bir sure sonra çocuklar uzaktan gelen müziği işaret ederek bizi daha büyük bir meydana sürüklediler. 

 Provinciaal Hof, Historium Brugge ve Belfry of Bruges gibi tarihin çevrelediği Brugge’un ünlü meydanlarından biri, Markt Place. Burada bir rock gurubu konser veriyor. Gençler ayakta onlarla birlikte söylüyorlar, dans ediyorlar. 

Meydanın çevresinde restaurant ve kafelerde oturanlar da konseri dinliyorlar. Biz konserin sonuna denk gelmişiz son yarım saati dinleyebildik. Sonra yavaş yavaş kalabalık dağıldı, sahne toplandı, meydan bana kaldı.

Tarihi çan kulesi Belfry tüm heybetiyle bana bakıyor. Dar ve dik 366 basamağı çıkmayı göze alabilsem yukarı çıkıp en güzel manzara fotoğraflarını çekeceğime eminim. 

E tabi birde zamanlama sorunu var buralarda hayat akşam 5 de bitiyor. Kapanmasına 15 dakika var, bu kadar sürede yukarı çıkıp inemeyeceğim için içeri giremiyorum. 


Bende meydanda ki Ortaçağdan kalma binaların her birini birer sanat eseriymiş gibi tek tek inceliyor ve fotoğraflıyorum, aslında öyleler. 

Deminki kalabalığı, insanları görmesem şimdi bu binalardan 16.yy giyimli insanlar çıkacakmış gibi hissediyorum.

Tarihi binaların arasında, yanında, meydanlarda yeni ve özgün sanat eserlerine rastlamak mümkün. Bu çok hoşuma gitti.

Eski şehirden çıkana kadar her binanın fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Bazı binaların üzerlerinde yapım yılları yazılmış. 1600'den - 1901'e kadar her tarihe rastlamak mümkün. Belki daha fazlasıda vardır benim rastlamadığım, sokak aralarında kalan.

Bir şehri en iyi keşfetmenin yolu ya kanal turu yada şehir turu yapan otobüsler. Biz arabamızla bu turu yapıyoruz.

Daha sonra kanal ile çevrelenen eski şehri geçip yeni şehirin sokak aralarında da biraz dolaşıyoruz. Bahçe içinde evler, ağaçlıklı yollar, yol kenarlarında kanallar. Kanallar öyle bulanık falan değil gayet berrak, içinde kuğular ve ördekler var. Her yolun kenarında bisiklet için ayrı, yayalar için ayrı yollar var.

Önce tatlı bir huzur kaplıyor içimi, büyülendim. Sonra yavaş yavaş bir hüzün çöküyor. Buranın güzelliği, düzenliliği, kurallar ve insanların bu kurallara uyuşu, saygı duyuşu… Çok kıskandım, çok.

Bir pazar günü Brugge bana doğayı, tarihi korur, sever ve sevdirirsem, yaşamı anlamlı kılacağımı hatırlattı.

Yollardayız yine,  radyoda Fransızca şarkılar Brüksel’e otelimize doğru gidiyoruz.  Yeni yerler yeni planlar...  Zihnim enerjik, bedenimde tatlı bir  yorgunluk.




Devamını Oku »

Üç Kare Üç Anı Kamboçya

0 yorum



12.Yüzyılda inşa edilen Angkor Wat Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.

Bu muazzam yapı tam bir mühendislik harikası … 

Bol yağışlı, kaygan, bataklık bir zeminde olmasına rağmen temelindeki çoklu havuz sistemi ile yağış mevsimine göre dengelenip yapının  yüzlerce yıldır ayakta kalmasını sağlanmış… 

Hem oraya gittiğinizde kendinizi Tomb Raider gibi hissediyorsunuz.  







Unesco Dünya Miras Listesinde olan bu tapınaklar şehri 12.yy da inşa edilmiş.

1800’lü yıllarda yoğun bitki örtüsünün  altından keşfedilen bu tapınaklardaki ağaçlar, antik yapılara hasar verdiğinden tarih bilimcilerin ağaçları kesmek istemesine karşın çevre bilimciler ağaçlara dokunulmasını istemiyorlar…

Ağaçlar Versus yapılar… Çok zor bir ikilem…







Böyle kahkahalarla güldüğüme bakmayın…
Bu anı fotoğraflandırmak istedik tek kare ve bulanık çekebildi eşim…

Sonraki karemiz şöyle devam etti. Boğayılanı bacağımdan dolanmaya başlayıp ben panik olunca…

Eşim elindeki fotoğraf makinesini fırlatıp yılanın bakıcısı kadın ile boğayılanından beni kurtarmaya çalıştılar.

Sanırım boğayılanına verilen uyuşturucunun etkisi geçmeye başlamıştı…

Devamını Oku »

Dubai ve Abu Dhabi

0 yorum

“Anneeee bak, beyaz elbise giymiş adamlar var burda!” 

Dubai Mall / Souk Al Bahar

Havaalanında gümrükten herkesin gözü üstümüzde geçiş yaptık. Zira 8 yaşındaki oğlum beyaz elbise giymiş adamları çok ilginç buldu. Üstelik hepsinin terlikleri vardı, bizde kışlık botlar varken.…

Yıl boyunca hiç kar yağmayan bir ülkedeyiz. Teknolojinin ve turizmin göz bebeği, alış veriş cenneti Dubai...

Herkes için böyle olabilir ama ben Dubai de Alışveriş merkezlerinin dışında da gezilecek görülecek yerler olduğu kanısındayım tabi kışın gitmek şartıyla. Yazın 50 dereceyi bulan sıcaklıklarda kimse dışarı çıkamıyormuş.

En iyi gezme zamanı, Kasım- Şubat ayları arası hem denize girip hemde rahat rahat sokakta dolaşabilirsiniz.

Sokaklarda, binaların etrafında, içinde dolaşırken tarihin dokusunu, izlemek dokunmak isterim. Kim bilir kimler yaşadı yüzyıllar önce bu saraylarda, kalelerde, evlerde diye düşünürüm… 

Tarih dolu sokaklar hep ilgimi çeker. Dubai de bundan bahsedemeyeceğim ancak beni çok şaşırtan şey; son 15 yıl gibi kısa bir zamanda çölü gökdelenler, parklar, bahçeler, 6 şeritli oto yollar, yolun üstünden giden metro sistemi, tüp şeklindeki klimalı yaya geçitleri ve yapay göller, yapay adalarla bir turizm merkezine dönüştürmüşler, hepsi birer teknoloji harikası. Bu arada su olmayan bir şehirden bahsediyoruz. Herşey yoktan var olmuş gibi… 

Şehirde üretim yapan elektrik santrali ve iki fabrika var biri aliminyum diğeri deniz suyunu içme suyuna çeviren fabrika. Geri kalan herşey ithal.

Mutlaka Görülmeli

Gezilecek yerler arasında, Palm Jumeriah (palmiye şeklindeki ada) bizim için birinci sırada idi. Palm Jumeriah haritadan bakıldığında küçük bir adaymış gibi görünüyor ama gezmeye başlayınca işler değişiyor.
Atlantis Hotel / Akvaryum
Adayı gezmek için ayrı bir raylı sistem var. Tren ile yukarıdan etrafı seyrederek gezilebilir. Trenin son durağı ise denizin üzerinden köprüden geçerek Atlantis Hotel’deki Akvaryum.

Palmiyenin gövdesinden en uç noktasındaki Atlantis Hotel’e araba ile 20 dakika sürüyor. Biz araba ile gittik uzun bir süre sağlı sollu yüksek apartmanlar ve yeşillikler vardı, sonrasında Atlantis Hotel’in olduğu yere gelmek için suyun altına inen tünele girdik. Bu ada ayrı bir dünya sanki…

Akvaryumu, su kaydırakları ve spa merkezi olan olan harika bir yer Atlantis Hotel.

Biz içerideki akvaryumu gezdik. Balık çeşitliliği dışında etrafta ilginç yapıtlarla düzenleme yapmışlar, herkesin ilgisini çekiyor.

Skyscraper City / Marina
Deniz doldurularak yapılan yerlerden bir diğeri de Marina bölgesi. Biz Palmiye adasından buraya taksi ile geldik, bir aktarma ile raylı sistemde kullanılabilir.

Çok yüksek binaların arasında oluşturulan yat limanı var. Küçük teknelerin demirlediği bir liman. Bu bölgenin adı Skyscraper city.
Marina Beach
Gerçekten o kadar çok gökdelenin arasından denize ulaşmak ilginç oldu bizim için. 

Deniz kenarında çok güzel bir plajı var, su kaydırakları, çocuk oyun alanı, duşlar, giyinme kabinleri ve çeşitli restaurantların, kafelerin bulunduğu bir alan. 

Cuma günleri her yerde olduğu gibi burası da kalabalıktı. Dönüşte boş taksi bulamadık. Metronun 37 nolu durağı Jumeriah Lakes Towers yürüyerek çok yakın, bizde metro kullandık. Yürürken, gökdelenlerin arasında bulunan göl ve göldeki lüks yatları görebilme imkanımız da oldu.


En yüksek bina Burj Khalifa / Alış Veriş / Yemek 

Metronun 25 nolu durağı Burj Khalifa ve Dubai Mall ‘a gittik.  Metrodan indikten sonra o kadar çok yürüdük ki daha gideceğimiz yere varmadan yorulduk. 

Çoğu ülkede metrolar ve duraklar arası bağlantıları hep yer altında olur burada şanslıyız metrolar yukarıdan gidiyor, klimalı tünelden hiç çıkmadan, etrafı seyrederek Alışveriş Merkezinin içine
Dubai Mall
giriyorsunuz.

Dubai Mall’ın içinden geçerek Burj Khalifa’nın olduğu meydana çıktık. Yapay bir gölün ortasında 3 katlı sadece restaurantların, kafe ve hediyelik eşyaların satıldığı dükkanların bulunduğu bir mekan Souk Al Bahar.
İçeride her damak tadına uygun restaurant var. Urbano ve Bice Mare‘de İtalyan tarzı pizza, Sammach da balık yada Shake Sack de hamburger yiyebilirsiniz.

Caribou ve Starbucks kafede kahve keyfi için ideal mekanlar. Sadece burada değil Dubai Mall’ın içerisinde The Cheesecake Factory de lezzetli yemeklerin yanında mutlaka onların klasik cheesecake’nin tadına bakmanızı öneririm. Bir diğer restaurant ise Texas Road House. Özellikle T-Bone, porsiyonu büyük yeme konusunda kendine güvenenler için ideal.

Dubai Fountain
Akşamları gölde Dubai Fountain da ışıklı, müzikli su gösterisi oluyor. Her akşam 6.00 da başlayıp 10.00 kadar her yarım saat aralıklarla gösteri oluyor. 

 Biz havuz kenarından, köprünün üstünden, metro tünelinden, Dubai Mall’ın arka bahçesinden her yerden seyretme şansını yakaladık.

  Burj Khalifa’nın 124. katından seyretmek için biletleri önceden almanızı tavsiye ederim. En çabuk biten zaman dilimi akşam saatleri. 



Farklı hayatlar farklı mekanlar

Dubai’ye gidilirde çöl safarisi yapılmaz mı? Biz safari için rezarvasyonumuzu gitmeden önce  yaptığımız Knight Tours ‘dan memnun kaldık.
Şanslıydık 6 kişilik arabada 4 kişiydik .

Kumun üstünde hoplaya zıplaya, kumları savura savura giderken arada verdiğimiz kısa molalar olmasa benim içim dışıma çıkmıştı ama çocuklar çok eğlendiler doğrusu.

Safari sonrası çeşitli aktivitelerin yapıldığı kamp alanımıza Shamsi Village’e geldik. Kamp alanında bizi bekleyen develere bindik, kumda motorsikletle gezdik ve benim için en önemlisiydi kollarıma, ellerime kınadan çiçek desenleri yaptırdım, yazılar yazdırdım. Her ne kadar ellerimdeki ilk beşgünde çıksada benim için çok keyifliydi.

Akşam kamp alanında yemek ve dans gösterisi vardı. Gündüz kısa kollular ile terlerken, akşam üstümüze kalın birşeyler giyme ihtiyacı hissettik. Dönüşümüz neyseki normal yoldan oldu. O kadar yemek üstüne tekrar çöl yolları…  Düşünmek bile istemiyorum.

Ertesi sabah Dubai’nin en büyük plajlarından biri Jumeriah Beach’e gittik. Plajın neresine giderseniz gidin 7 yıldızlı Burj Al Arab otelini görmeniz mümkün.
Burj Al Arab

Burj Al Arab‘ın tabanı deniz doldurularak yapılmış. Konum ve şekilden dolayı otel, sanki denizin ortasında giden bir yelkenliyi andırıyor. En üstünde helikopter pisti var. Bu 7 yıldızlı oteli kısa bir gezi ile tanımak, en tepesinden manzara seyretmek ve sabah kahvaltı yapmak isterseniz kişi başı 499 AED / 136 USD gözden çıkarmanız gerekiyor.

Hemen yakınındaki Jumeriah Oteli var içerisindeki su parkı eğlenceli gözüküyordu. Yol kenarları yeşillik dolu, çiçekler, palmiye ağaçları, görüntü süper. Aralık ayında dışarısı 25 derece iken tamam da Temmuz-Ağustos arasında 50 derecede düşünemiyorum, bu çiçekleri…

Çevreyi gezmek için alternatiflerden biri de Big Bus Dubai (kırmızı tur otobüsleri) Geniş bir güzergahı var. Aynı gün içinde in bin yapılabiliyor. Ve en güzeli gece boyunca turlamaya devam etmesi. Malum yazın hava çoooook sıcak.


Yakın Çevre

Dubai’ye bir saatlik mesafede bulunan Abu Dhabi'yi de gezme şansımız oldu.  Burası Dubai’ye göre daha düzenli, temiz ve daha yeşil. Burada da denizi doldurarak yapılan adalar var.  Yas Island bunlardan biri ve sadece eğlence, spor ve alışveriş merkezi olarak planlanmış. 

Sheikh Zayed Camii
Biz önce Sheikh Zayed Camii’ni gezdik. Sabah 9-10 arası en sakin dönemdi biz çıkarken bir çok turist otobüsü geliyordu.

Sheikh Zayed Camii
Otobüsten inen turistlere kıyafet kontrolu yapan bir görevli var. Şortlu, kısa kollu veya başı açık kimseyi almıyor, doğal olarak. 

Sheikh Zayed Camii 2009 yılında yapılmış, Birleşik Arap Emirliklerindeki en büyük ikinci camisi.



Sheikh Zayed Camii



Hergün yüzlerce turist ziyarete geliyor ve her namaz saatinden önce ve sonra ziyarete kapatılarak temizlik yapılıyor. 

İçerideki taş zemin, camlar, sütunlar ve halı çiçek desenleri ile bezenmiş. Her şey beyaz zemin üzerine, pastel tonlarında renklerle süslenerek tasarlanmış. Bu da mekanı çok ferah ve aydınlık yapıyor. 

İçerisi kadar dış mekanda çok güzeldi. Sabah gitmemize sevindim fotoğraf çekerken insanların uzaklaşmasını beklemek zaman alıyor.

Bizim şansımıza sabah hava sisliydi. Dış mekan fotoğrafları çok net olmasa da esrarengiz ve gizemli bir mekan olma özelliğini koruduğunu söyleyebilim. 

Sonraki durağımız, Emirates Palas Hotel çok görkemli bir yer. Kristal avizeler hemen dikkat çekiyor. Bir söylentiye göre 1000 den fazla kristal avizesi varmış. 

Sadece konaklamak için değil görüp, incelemek için de turistlerin uğrak merkezi haline gelmiş bir otel. Konaklamanın dışında içeriyi gezmeye gelen turistlere yapılan bir uygulama terlik, şort ve askılı tişörtlerle içeri girmek yasak, fotoğraf çekmek serbest. 

Şehri gezerken deniz kenarında yol boyunca sıralanmış bir çok lüks otel vardı. Abu Dhabi de denize girmek için Corniche Beach tavsiye ediyordu rehberimiz ama biz deniz yerine vaktimizi Ferrari World’a sakladık.

Abu Dhabi den Dubai’e dönüşte Yas Island’a uğradık. Bu ada eğlence, alışveriş ve spor merkezi olarak tasarlanmış. Küçük bir yat limanı var ve sahil şeridinde konaklayabileceğiniz şık oteller mevcut.

Biz ilk önce Ferrari World’a girdik. Her yaşa uygun hızda araçların olduğu eğlence dünyası burası. 

Bunlardan en hızlısı Formula Rossa, 240 km hızla gidiyor, rayların üstünde baş aşağı turlar atabiliyorsunuz. Yer çekimine karşı koymak eğlenceli… 




Daha sonraki durağımız Yas Marina Circuit. Yarış arabaları ile piste çıkıp hız denemesi yapmaya ne dersiniz? 

Bu alanda seçenek çok, gönlünüzdeki Ferrariyi seçerek öğretmenle veya tek başınıza hız denemesi yapabilirsiniz.

Dubai’ye dönme vakti geldiğinde gün içinde yaşadıklarımızı ve gördüğümüz herşeyi düşününce iyi ki Abu Dhabi’ye gelmişiz dedim.






Yol boyu gördüğüm inşaatlar ve yol kenarındaki reklam panolarından bir şeyi hatırladım. EXPO 2020 yi Kasım 2013 de Paris’te yapılan bir oylama ile Dubai kazanmıştı. 4 Ocak-3 Haziran 2020 de gerçekleşecek bu etkinliğe hazırlık tam gaz sürüyor. Reklam panolarından gördüğüm kadarıyla Legoland, Dubailand, Motion Gate Theme Park, Bollywood ve daha bir çok eğlenceli ve lüks otel yapılması planlanıyor. Onlar 2015’e 2020’nin projeleri ile girdiler.

Bizim için de 2015 değişim, dönüşüm, gelişim yılı olsun.




Meraklısı için Aktiviteler


Uçaktan paraşütsüz atlamışım gibi havada süzülmek istiyorum ama aynı hissi kapalı alanda bir denemek isterim derseniz Sky High Fun.  Ayrıntılar

Burj Khalifa’nın 122. katında bulunan Atmosfer Bar/ restaurant etrafı seyretmek ve romantik bir akşam için ilginç olabilir. Fiyatlar ve rezarvasyon için buradan ulaşabilirsiniz

Köpek balıklarının yanına dalmak  ister misiniz? Ayrıntılar 

Yaz ortasında karlar içinde kayak yapmak nasıl olur?  Ayrıntılar 


Birde Helikopter ile 20 dakika şehir turu var. Ayrıntılar 

Balon ile gezi yapmak isteyenler için ayrıntılar

Atlantis Otel içindeki Akvaryum’da balıkların arasına dolaşmak isterim diyenler tecrübeli dalgıçlar size bekler.  Ayrıntılar




























Devamını Oku »