BEYNİNE BİR KEZ HAVA DEĞMEYE GÖRSÜN

0 yorum





Gecenin sessizliğini yırtarak ortalığı çınlatan telefonun ziliyle uyandı, el yordamıyla önce baş ucundaki ışığı açtı sonra telefonu.

“Alo”

“İyi geceler, XXL’dan arıyorum, ekip toplandı, şu an ortaya çıkan bir vaka hakkında acil karar vermeniz geriyor, sizi bekliyoruz.”

Saate baktı, sabah 03.35…

İnsan düşünmeden edemiyor. Hangi meslek gurubu bu davranışı normalmiş gibi onaylar?

Tüm bunlar çoğu insana saçma gibi gözükebilir. Akla gelen ilk soru; Çoğunluğun katlanamayacağı çalışma koşullarına neden bazılarımız gönüllü olur?

Karantina döneminde okumaya başladığım kitaplardan biri Dr.Frank Vertosick Jr.’ın yazdığı “Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün”.  Beyin ve sinir cerrahisi olma yolunda bir doktorun yaşadığı serüveni esprili bir dille anlatırken; sıradan hastalar, doktorların zor hastalıklar karşısındaki davranışları ve olağan üstü cesaretle alınan kararların çarpıcı sonuçlarını akıcı bir üslupla kaleme almış Dr.Frank Vertosick Jr.

“Bir kez beynine hava değmeye görsün, bir daha asla eskisi gibi olamazsın. Evet yüce Tanrı bu nesneyi iyice sarıp sarmalamış, herhalde boşuna değil. Kimse onunla oynamasın diye. Bak! Beyin dediğin şey, bir bakıma 66 Cadillac gibidir. Sekiz bujiyi değiştirmeye kalkarsan, motoru tamamen indirmen gerekir. Alet, performans için yapılmış; kolay servis için değil.”


İnsan vücudu olağan üstü işleyişiyle her an sürprizlerle dolu. Vücudumuzun herhangi bir bölgesindeki aksaklığın, kopmuş bir kolun bile, öyle ya da böyle onarılması sonucu yaşamımıza devam edebilirken buna karşın beynimizin ölmeden oksijensiz kalabileceği süre yalnızca 3 dakika.

Evet, kendi kendini tamir edebilen bir işletim sisteminin var olduğu olağan üstü güçlü bir makineden bahsediyoruz, aynı zamanda bir o kadar da savunmasız, kırılgan olması insanı şaşırtıyor.

Biyolojinin baş mücevheri narin ve dokunulmaz bir biçimde kemikten bir kasanın içinde öylece dururken o kasayı açma, ona dokunma veya onu yönetme yetkisi iki kişiye ait. 

Dokunmak eylemini her ne kadar cerrahlar gibi fiziki olarak yapamasak da covid-19 karantina zamanı kemik kasanın içindeki mücevherle tüm hesaplaşmalarımızı yaparak ona dokunabildik. Biraz hava değdirmiş olabiliriz…

Tüm dikenli yollar bir şey öğretirmiş ya! Kimilerinin, yeni normalleşme sürecinde, “eski normal halimize dönsek de eski olağan dışı davranışlarımızı tekrar normal karşılasak” diye bir umudu var.

Kimileri de konulan kurallara rağmen birbirinden uzak duramayıp, “bana bir şey olmaz” ya da “ne olacaksa olsun” diyerek her şeyi doğalına bırakma eylemi var.

Bu süreçte akla gelen, Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim teorisine göre doğa, hasta bireylerin iyileştirilmesinden, ameliyat edilmesinden değil, ölüp gömülmesinden yanaysa buna karşın uygarlık artık yalnız güçlülerin yaşamasından yana değil midir?

“Doğa bireyleri kolayca çıkarıp atar, cerrahlar atmaz. Bırakın türün sürekliliğini doğa düşünsün; bizim işimiz teker teker bireyleri yaşatmak.”

Peki bu tesadüf ya da kader ya da doğanın döngüsü, adına her ne dersek diyelim, doktorların tüm çabalarına rağmen kendi bildiğini yapıyor olabilir mi? 90 yaşındaki covid-19 geçirmiş hastanın alkışlar içinde elini kolunu sallayarak hastaneden çıkması buna karşın aynı hastalıktan muzdarip 20li, 30lu yaşlardaki gencecik hastaların yaşamlarının sona ermesi bir tesadüf mü?

Gerçek olan bir şey varsa o da hepimizin, sahip olduğumuz potansiyeli beynimize hava girse de girmese de fark edip onu işlemesi.

Doğal seçilim ya da değil hepimiz ektiğimizi biçiyoruz.

Şimdi hasat zamanı





































































Gerçi beyin cerrahları gibi fiziki dokunma şansımız olmasa da o mücevheri yönetme şansımız var.





Tüm dünyanın Covid-19 salgın günlerini yaşadığı bu dönemde, çoğumuzun aklını yitirme noktasına geldiği bir süreç yaşadık hatta azalarak da olsa yaşamaya devam ediyoruz.



3 dakika bile ara vermeden aldığımız her nefesi idrak etmeyi başarabilseydik bugün dünya üzerinde geldiğimiz nokta bambaşka olurdu.









Tüm dikenli yollar bir şey öğretirmiş ya, şimdi yeni normalleşme sürecinde bazılarımız dikenlerini temizleyip yeniye doğru adım atarken bazılarımız da eski normal halindeki kaldığı yerden devam etmek üzere yola çıktı. Her birey aynı düzeyde aynı farkındalıkla ilerlemiyor. Kalanlara geçmiş olsun, gelenlere hoş geldin.























Bu süreçte akla gelen, Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim teorisine göre doğa, hasta bireylerin ameliyat edilmesinden değil, ölüp gömülmesinden yanaysa buna karşın uygarlık artık yalnız güçlülerin yaşamasından yana değil midir?



“Doğa bireyleri kolayca çıkarıp atar, cerrahlar atmaz. Bırakın türün sürekliliğini doğa düşünsün; bizim işimiz teker teker bireyleri yaşatmak.”







Doktorların tüm çabalarına rağmen doğa yine kendi bildiğini yapıyor olabilir mi? 90 yaşındaki hastanın alkışlar içinde elini kolunu sallayarak hastaneden çıkması buna karşın 20li, 30lu yaşlardaki gencecik hastaların yaşamlarının sona ermesi bir tesadüf mü?



covid-19 kimi covit-19 geçirmiş 90 yaşındaki hasta iyileşti, elini kolunu sallayarak hastaneden çıktı.

Kimi 30 yaşlarında gencecik hastaların yaşamları sona erdi.



Doktorların tüm çabalarına rağmen























































Mesleğinin başında kalp cerrahı olmak isterken tesadüf eseri Beyin cerrahisinde bulmuş kendini. Bence tesadüf diye bir şey yoktur. Kitabın sonunda benimle aynı düşünceyi paylaşıyor Dr.Frank.





Sayfalar ilerledikçe doktorlarla birlikte her sağlık çalışanında 7/24 çalışma şartlarını gönüllü olarak kabul ettiği









pandemi döneminde doktor olmayı isteyenlerin daha ilk günden 7/24 şartları gönüllü olarak kabul ettiğini



Olayları ve vakaları okurken fark ediyorum ki doktor olmayı kabul edenlerin 7/24 şartları gönüllü olarak kabul ettiği bir gerçek. Covid-19 virüsünün kısa sürede tüm dünyayı sarmasıyla başlayan pandemi sürecinde bunu da tüm dünya gayet net görmüş oldu.





Bu süreçte birçok doktorun önceliği hastaları ve hastanedeki göreviydi, ailelerinden de önce.

























Akla gelen soru şu, “Nefes alıp oksijen yolluyorum ya yetmiyor mu?”

Aldığımız her nefesi idrak etmeyi başarabilseydik bugün covid-19 ‘un dünya üzerinde geldiği nokta bambaşka olurdu.





Cevap olarak kabul edilmiyor söyleyeyim.



Tüm dünyanın Covid-19 salgın günlerini yaşadığı bu dönemde, çoğumuzun aklını yitirme noktasına geldiği bir süreç yaşadık hatta azalarak da olsa yaşamaya devam ediyoruz.





Aldığımız her nefesi idrak etmeyi başarabilseydik bugün covid-19 ‘un dünya üzerinde geldiği nokta bambaşka olurdu.









Bir çiçeği her gün sulamak yetmiyor mesela, ne kadar süre güneş ışığı aldığı, hava koşullarının uygunluğu hatta toprağının mineraline kadar önemli. Bir de bu çiçeğin açması için onunla konuşan, şarkılar söyleyen birilerinin de olması önemli yani çevrede pozitif enerji olmalı.



Biz bedenimizin fiziki ihtiyaçlarını karşılıyor olabiliriz.





Tüm dünyanın Covid-19 salgın günlerini yaşadığı bu dönemde,





















Eğer doktorsanız hele bir de cerrahsanız, gece 03,35 de gelen telefonu gayet sakin karşılar ve en hızlı bir şekilde vücudunu ve beynini ayıltıp o hastaneye, ameliyathaneye gider ve bir başkası için hayati kararlar alırsınız.



Olayda sadece hasta ve doktor varmış gibi görünebilir. Arka planda koşturan hemşireler, anestezi uzmanları, tomografi gibi aletleri çalıştıran teknisyenler ve daha adlarını bilmediğimiz kocaman bir ekip günün her saati orada yatan hasta için çabalar.







Düşünüyorum da lisede fizik ya da matematikte sınav kağıtlarını verirken çözdüğümüz sorunun gidiş yoluna da puan verirlerdi. Gittiğin yol doğru ama bir sebepten sonucu bulamamışsın. Ya artı eksi yanlışı ya da virgülden sonraki sayılarda yanlış. Ama yine de birkaç puan alırdık. Sonuç doğru olmasa bile formül doğru, gidilen yol doğru.



Yaşam için bu geçerli mi? Hele ki ameliyat masasındaysanız. Formül kurulmuş, doktorlar, hemşireler ve bütün alet edevat orada hazır. Ameliyathanede doktorun ya da yardımcı ekibinin yaptığı yöntem doğru ama birinin en ufak bir ters hareketi, birkaç saniyelik gecikme ya da erken müdahale sonucu olan bir terslik hastanın hayatına sebep olabilir.



“Dünyanın bütün meslekleri belirli düzeyde bir başarının sağlanmasını öngörür. Ancak, doktora gelince, onun başarısı kusursuz olmak zorundadır ve bu kusursuzluk hemen şimdi, o anda sağlanmalıdır.”



Doktor-hasta iletişimi, başka hiçbir ilişkideki iletişime benzemiyor. Tanımadığın ya da çok az tanıdığın birine - beyaz önlüğü ile karşınıza dikilmiş sizin en mahrem ruhsal ya da bedensel yaralarınızı açtığınız, güvendiğiniz birine- tüm yetkiyi vermek. Üstelik bir kişinin becerisinin diğerinin yaşam kalitesi ile değiş tokuş edilmesi söz konusuyken.



“Birçok meslekteki insanların -banka memurları, garsonlar, makine tamircileri vb.gibi- her yıl toplumun üyeleriyle binler düzeyinde iletişim içinde olmalarına karşın, bir doktorun insanlarla olan ilişkisi bunların hiçbirine benzemez. Banka memurları müşterilerinin yaşam öykülerini dinlemez. Garsonlar insana bir yıl ömrün kaldı demez.”











Olayları ve vakaları okurken 7/24 çalışan sağlık personeline ve özellikle doktorların meslek aşkına hayran olmamak elde değil.



Covid-19 virüsünün kısa sürede tüm dünyayı sarmasıyla başlayan pandemi sürecinde birçok doktorun önceliği hastaları ve hastanedeki göreviydi, ailelerinden de önce.











Bu süreçte akla gelen, Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim teorisine göre doğa, hasta bireylerin ameliyat edilmesinden değil, ölüp gömülmesinden yanaysa buna karşın uygarlık artık yalnız güçlülerin yaşamasından yana değil midir?



“Doğa bireyleri kolayca çıkarıp atar, cerrahlar atmaz. Bırakın türün sürekliliğini doğa düşünsün; bizim işimiz teker teker bireyleri yaşatmak.”



covid-19 kimi covit-19 geçirmiş 90 yaşındaki hasta iyileşti, elini kolunu sallayarak hastaneden çıktı.

Kimi 30 yaşlarında gencecik hastaların yaşamları sona erdi.



Doktorların tüm çabalarına rağmen





Sağlıkla kalın

Hüma



















Bazen hastanın başında sabahlar, bazen minik bir bebeğin hayatını kurtardığı için mutlu olur, bazen de o üzücü haberi dışarıda bekleyen aileye haber verir.



Çalışma saatlerini hayatına göre değil de hayatını çalışma saatlerine göre ayarlamak gerektiğini öğrenir.







Sanırım kenardaki sorunun cevabı geldi. Bu kadar zor şartlarda çalışıyor olmak için mesleğine sonsuz aşkla bağlı olmak gerekir. Koşulsuz sevgi, koşulsuz kabul…





“Arteriyel spazm, vücudun kanamalara karşı doğal savunmasıdır. Bu savunma sayesinde, kolu harman biçme makinesi tarafından koparılan Kansaslı çiftçi yamağı, kolunu eline alarak kan kaybından ölmeden en yakın hastaneye kadar koşabilmiştir. Kol, saatlerce kansız kalıp gene de hayata dönebilir. Beynin ise ölmeden oksijensiz kalabileceği süre yalnız üç dakikadır.”





Devamını Oku »

KENDİSİ BAŞLADI...

0 yorum


CORONA GÜNLÜKLERİ 11/





01 Haziran 2020 Pazartesi

Vaka sayısı 164.769
Ölüm sayısı    4.563

Bütün dünya hep birlikte çıktığımız, beraber keşfettiğimiz tek yolculuk bu olsa gerek. Sonunda yolculuğun hazırlık safhası bitti...

Bu karantina sürecinde iki şeyi çok iyi öğrendik.
İlki ellerimizi yıkamayı; ikincisi ekmek yapmayı…

Şaka bir yana, korku, panik ve endişe ile geçen iki buçuk ayın sonunda, her birimiz yayından çıkmayı bekleyen gergin oklar gibiyiz.

Güneş sıcak yüzünü gösterdikçe içimizdeki Akdeniz ateşi bizi dışarı atmaya çalışıyor. Alınan kararlar, gevşetilen yasaklar, dağılan ekonomiye rağmen, endişelerimiz cebimizde yaşam denilen ince çizginin üzerinde iki adım ileri bir adım geri, tereddütle gidip geliyoruz.

Hepimizin aklını kurcalayan sorular zinciri dönüp duruyor beynimizin içinde.

Karantina bitiminde, hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza kaldığımız yerden devam etme şansımız var mı?

Yoğun çalışan, çalışmak zorunda kalan birçok ebeveynin olduğu bu süreçte, çocuklar doyasıya sarılabilecek mi anne ya da babalarına?

Köşedeki çiçek satan güler yüzlü ablayı tekrar görebilecek miyim mesela ya da el arabasında enginar satan tatlı dilli amcayı?

Ya mahallemizin el açma yufkaları ile meşhur gül yanaklı teyzesini…

Hayat, kimleri kim bilir nerelere sürükledi? Yoksa Korona mı demeliydim?

Restoranlar açıldığında birbirimize en uzak köşelerdeki masalara oturup, şüpheli gözlerle etrafı mı süzeceğiz? Ya da mağazalarda aynı reyonu paylaşmayalım diye kapıda sosyal mesafeli sıralar mı oluşturacağız?


2020 yılı için her birimiz kim bilir neler hayal etmiştik?

Hayaller ve gerçekler…

Karantina sürecinde; unuttuklarımızı hatırladığımız, hayata bakış açımızın değiştiği, her şeyi yeniden sorguladığımız bir zamandan geçtik. Şimdi yeni donanımlarımızla öğrendiklerimizi uygulama ve yeni yolumuzda yürüme zamanı.

Oruç Aruoba “Yürüme” adlı kitabında derki, “Yola çıkan kişi, nereye ulaşabileceğini ancak yürüyüp, yolu aşıp, vararak bilebilir. Yol yürünmeden, bilinmez.


Yolumuz açık olsun























Devamını Oku »

RAKAMLAR

0 yorum

CORONA GÜNLÜKLERİ 10 /





07 Mayıs 2020 Perşembe

Vaka sayısı 131.721
Ölüm sayısı 3.641

 



3.641… 7,25… 65… 20… 395…

Rakamlar…

Hayatımızı alt üst edende, dengeyi bulanda o rakamlar…

Hatta ne zaman eski halimize döneceğimizi, ne zaman dışarı çıkabileceğimizi bize söyleyen de hep o rakamlar…

Kimileri her sabah ekonomi, her akşam korona vaka haberleri ile bıçak sırtında gelecek planları yapıyor. Makineye bağlı, hayatla mücadele veren kimi insan ise sessiz sedasız bu dünyadan göçüp giderken geriye sadece bir rakam olarak kalıyor.

Rakamlar, yaşamımızda bu kadar önemli bir rol oynarken haliyle hayatımızın bir son kullanma tarihi olduğunu hatırlayıp, sonrasında üzerinde rakam yazmadığını fark edince panikliyoruz.

Hayatımızdaki rakamlarla dengemiz bozulduğunda, doğanın var olan döngüsü içerisindeki muhteşem dengeyi görebilmeyi umut ediyorum.

Dün yaşandı bitti, yarın var mı bilinmez, bir tek şu an var elimizde yaşanacak…

Zaman, hepimizde az çok değişiklikler yapıyor maalesef. Tüm bu yaşananlarla birlikte karantina sürecinin de bir bilançosu var elbet…


Dibe vuran ekonomi,
Değişen gelecek…


Zorunlu yeni yaşama düzeni,
Bozulan ilişkiler…


Alınan temizlik tedbirleri,
Gerilen sinirler…


Bozulan yeme düzeni,
Alınan kilolar…


Kademeli normalleşme süreci,
Hoş geldin Covit-19 bayramı…


Normalleşme süreci denilen adım adım korona’dan çıkma planı, korkuları, endişeleri bertaraf edebilir mi bilmiyorum. Ama ekonomiyi canlandırma adına bireysel çırpınışlarımızın, bütünsel olarak topluca çöküşlerimizi hızlandırmamasını dilerim.

Her gün yeni bir gün ve o yeni güne herkes gibi umutla bakmak istiyorum. Özdemir Asaf’ın da dediği gibi, “Bugün ve bugün var, yarın yok ki!”


Akşam Haberleri 

* Dolar hafta kapanışına 1 gün kala yukarı yönlü değişimini sürdürüyor. 7 Mayıs 2020 Perşembe günü Bigpara’dan alınan son dakika Dolar kuru verilerine göre yüzde 0,83'lük son artışla birlikte Dolar 7,25 TL oldu.

* Son 24 saatte 57 hasta vefat etti, 4 bin 782 hasta iyileşti. Toplam test sayısı 1 milyon 265 bin 119, vaka sayısı 133 bin 721 ve vefat sayısı 3 bin 641 oldu.

Devamını Oku »

AĞAÇLARIN GİZLİ YAŞAMI

0 yorum


Bir yaz akşamı oğlum bahçeyi sulamaya çalışıyor. Ama bütün derdi kendi boyundan büyük ağaçların tepe yapraklarını sulamak. Haliyle ağaçlarla birlikte kendini de suluyor. Baktım dede sakince bir şeyler anlatıyor torununa.

Ama bizim ki itirazda “Sadece toprağı sularsam ağacın tepesindeki yapraklar kurur, onlar çok güneş alıyorlar” diyor.

Beş yaşındaki oğluma, ağaçların kökleri aracılığıyla yer çekimine inat, her bir dalının en uç noktasına kadar eşit miktarda suyu alabilme becerisinin olduğuna inandırmamız epey bir zamanımızı almıştı.

Yıllar sonra, Peter Wohlleben’in “Ağaçların Gizli Yaşamı” adlı kitabı okurken fark ediyorum ki o köklerin, suyu dallara göndermenin de ötesinde marifetleri varmış.

Yerin altında birbirini besleyen, destekleyen sosyal yardım sistemini andıran muazzam bir ağ kurmuşlar. Hem ağaçlar arasında hem de toprakta yaşayan birçok canlı organizma arasında.

Sosyal varlıklar olan ağaçlar birbirlerine yardım eder” diyor yazar.


Sadece ağaçlar mı? Faydalı yırtıcıların, rahatsızlık veren böcekleri memnuniyetle yiyerek ağaçlara yardım ettikleri gibi diğer birçok canlı da ağaçların yardım çağrısına cevap veriyor.

Mantar, zengin şekerli ödülü karşılığında ağaç için birkaç karşılıksız yardımda bulunur; mantardan ziyade ağacın köklerine zararı dokunan ağır metallerin ayıklanması, bu yardımlardan biridir. Bu ayrıştırılan zararlı maddeler, her sonbahar evimize getirdiğimiz porcini mantarı adlı sevimli meyvede bulunur.

Okudukça keşfedilecek ne çok şey varmış diye düşünüyorum. Ağaçların susuzlukta çığlık attıklarını tespit etmişler mesela. Bir de taze filizlerini ot oburlar yemesin diye oracıkta salgıladığı koku ile yüz metre çevresindeki ağaçları da uyararak korumaya alma meselesi var.

Bir ağaç yalnızca kendisini çevreleyen orman kadar güçlü olabilirmiş…

Doğada işleyen muhteşem bir mekanizma var. Dünya var olduğundan beri aynı sistem tıkır tıkır işliyor. Doğaya kulak verebilirsek eğer topraktaki mineralden gökyüzündeki güneşe kadar her şeyi eşit paylaştıklarını görebiliriz. “Benim dallarım güneş görsün, bol şeker yapayım. Hepsi benim olsun” demiyor mesela. Kabuğu soyulmuş şeker üretemeyen ağaca, kendi şeker stoklarını veren çevresinde komşu ağaçlar var. Birlikte büyüyorlar, gelişiyorlar.

Doğa paylaşımcı…

Güçlü olan gerektiğinde kendi besinleriyle zayıf olanı besliyor. Böcek istilasını, zürafanın gelip en taze filizleri yemesi gibi acil durumları ise, “Ben kendimi korumaya aldım sen de al” diye salgıladıkları kimyasallarla birbirlerine haber veriyorlar.

Doğa koruyucu…

Fazlasını değil herkes kendine yeteri kadarını alıyor. Depolama yok, aç gözlülük hiç yok. Güçlü zayıf olana yardım ediyor. Öyle herkesin gözüne sokarak değil toprağın altında usulca gizlice yapıyor yardımını. Yardım alan da minnetle alıyor ve imkânı olduğunda bir başkasına yardım ediyor.

Doğa alçak gönüllü…

3,5 milyar yıldır var olan doğanın içinde insan ömrü, kumsalda bir kum tanesi misali. O bütünün bir parçası olduğumuzu fark etmeye başladığımızda tüm sorunlarımızı çözebileceğiz.

Doğanın ayakta kalan son parçası, yaşanacak maceralar ve keşfedilecek sırlarla birlikte kapımızın hemen önündedir” diyor Peter Wohlleben.

Doğa müthiş bir öğretmen, onu dinlemeyi öğrenebilen herkes için…

Sevgiyle
03.05.2020

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.



Devamını Oku »

TEŞEKKÜR EDERİZ ATAM … DEDİM SESSİZCE

0 yorum

“Bugünlerimiz, yarınlarımız için teşekkür ederiz Atam”




O sabah kıyafetlerimi özenle seçtiğimi hatırlıyorum, annemin elini sımsıkı tuttuğum ve beni tören alanına götürünceye kadar bırakmadığım doğrudur.

Birazdan okulları temsilen çocuklar geçecek ellerinde bayraklarla, rengarenk elbiselerle danslarla, şiirlerle süsleyecekler töreni. Kendimi onların yanında hayal ediyorum, bir sonraki yıl okula başladığımda ben de o törende yerimi alacağım.

Çocukluğuma döndüm, Melike Funda Kaynak’ın çocuklar için yazdığı “Teşekkür ederiz ATAM … dedim sessizce” kitabını okurken.

Kitabın kahramanları, her durumda serüven dolu hikayeler uydurabilen Berke, okuduğu tarih kitaplarından edindiği bilgiyle her daim sorulan sorulara doğru cevap veren Egemen, Şafak ve inatçı kardeşi İlke ve onları bu serüvene sürükleyen Aslı’nın zamanda yolculuğuna heyecanla eşlik ettim.

Kahramanlarımız, Himayei Etfal’in içinde ailelerini savaşta kaybetmiş çocuklardan yeni şeyler öğrenirken, geçmişte yaşamanın zorluklarını hep duysalar da tarih kitaplarının dışında olayları yaşayarak görmek onlara bir kez daha ne kadar şanslı Cumhuriyet çocukları olduklarını hatırlatıyor.

“Egemen içtenlikle, “Bizi Himayei Etfal’e kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz,” dedi.

Onun bu davranışı kadını da duygulandırmıştı. Nemlenen gözlerini kırpıştırdı. “Aman çocuğum bana değil, kurtarıcımız Mustafa Kemal Paşa’ya teşekkür edin. O himayesine aldığı çocukların dışında sizleri de düşünerek bu cemiyeti kurdu. Bakın diğer arkadaşlarınız da sizin gibi.”


Beş kafadar yaptıkları zaman yolculuğunda ilk önceleri hangi yılda olduklarını ve nasıl geri geleceklerini bilmeseler de Ankara sokaklarında dolaşırken yakaladıkları ip uçlarını kullanarak birçok şeyin başlangıcına şahitlik ediyorlar.


Heyecanla satır aralarında kaybolurken bir yanda da sorular aklımda dolanıp duruyor. Sakarya Savaşında şehit olmuş Tahsin Çavuş’un peşine düşen bu beş kafadar,

Hangi yılda olduklarını bulabilecekler mi?

Cumhuriyet’in hangi yeniliklerine şahit olacaklar?

23 Nisan da Ata’yı görebilecekler mi?

Nasıl gittiklerini bilemedikleri bu yolculuğun sonunda evlerine dönebilecekler mi?

Tüm soruların cevapları, akıcı anlatımı ile Melike Funda Kaynak’ın kaleminden “Teşekkür ederiz ATAM … dedim sessizce” de…





Devamını Oku »

YÜZYILIN ÇOCUKLARINA…

0 yorum

Atamız’dan yüzyılın çocuklarına ve daha nice yüzlerce yıl çocuklara armağan…



Cıvıl cıvıl sesler yankılanıyor dört bir yanda. Her biri çiçek, her biri yıldız gibi parlayan çocuklar dizilmişler tören alanında, ellerinde Türk bayrakları. Şarkılarla, marşlarla geçiyorlar önümüzden. Şiir okuyacaklar yavaşça yerlerini alıyor, tam ortada. Davul, zurna çalanlar ise arkalarına dizilmiş folklor ekibiyle birlikte sıralarının gelmesini bekliyorlar, yanda sessizce…

UNESCO’nun 1979 yılını Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından başlayan TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği, benim hatırlayabildiğim çocukluğumun neşeli anıları arasındadır.

İlk defa o yıldan sonra Çocuk bayramını tüm dünya çocukları ile birlikte kutlamaya başladık. Ve ben her yıl okuldaki törenden sonra televizyonda dünya çocukları ile birlikte kutlanan şenliği izlerdim büyük bir merakla.

23 Nisan, biz Cumhuriyet çocuklarına armağan edilmiş dünya çocuklarıyla paylaştığımız ayrıcalığımızdı. Zor süreçlerden geçip, büyük mücadeleler verilen zaferin başlangıcı. Aynı zamanda bir sonuçtu.

Ya süreç?...

İnanıyorum ki zamanda yolculuk şansımız olsaydı eğer, yine yeniden bir bütün, tek yürek, tek yumruk olurduk bu süreçte yer alırdık hep birlikte.

Tıpkı,

1915’de Çanakkale’de,

1919’da Amasya’da-Erzurum’da-Sivas’ta

1920’de Ankara’da

1921’de Sakarya’da

1922’de Dumlupınar’da olduğu gibi…

Bizim atalarımız, birlik olma gücünü kullandılar, kenetlenerek bizlere Cumhuriyeti armağan ettiler.

Bizler bütünün birer parçalarıyız.

Neden, sıkışıp kaldığımızı sandığımız şu karantina günleri, nelere sahip olduğumuzu hatırladığımız günler olmasın?

Bugün 23 Nisan 2020 Egemenliğin millet iradesine bırakıldığı, Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından birinin 100.yılı. Dışarıda el ele olamasak da, gönülden gönüle kurduğumuz zincirin birer halkalarıyız. Yaşadığımız bu topraklarda, bastığımız her karışta emeği olanlara gönülden teşekkürler.

Teşekkürler Koca Seyit,


Teşekkürler Kınalı Ali

Teşekkürler Nene Hatun,

Teşekkürler Onbaşı Nezahat,

Teşekkürler Kubilay,

Teşekkürler Mareşal Fevzi Çakmak,

Teşekkürler Mustafa Kemal Paşa…

Tek tek az, bir bütünken çok olduğumuzu hatırlama zamanı.


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız Kutlu Olsun.

Teşekkürler Atam…





Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.






Devamını Oku »

ZAMAN BULMACASI

0 yorum


CORONA GÜNLÜKLERİ 9 /





12 Nisan 2020 Pazar

Vaka sayısı 56.956
Ölüm sayısı 1.198

       

Virüsün dünya üzerinde var olduğu ama Türkiye’ye henüz ulaşmadığı endişeli bekleyiş günlerinde başladım puzzle yapmaya. Her şeyden bihaber…

Seçtiğim 2000 parçalı puzzle, Salvador Dali’nin “Belleğin Azmi” (The Persistence of Memory) tablosu. Hani şu saatlerin eriyip aktığı gün batımı resmi. Karantina günlerini önceden bilseydim bu resmi seçer miydim? Kim bilir?

“Hayat siz planlar yaparken başına gelenlerdir” demiş John Lennon…

Tesadüf diye bir şey var mı bilmiyorum ama yaşadığımız şu günlerin ruh haliyle saatlerce bu resme bakmak çok manidar geldi bana. Bir Sanat Tarihçisi değilim, resmi hiç yorumlayamam. Ancak günlerdir bu resme bakarken hissettiğim; her gün, bir önceki güne eklenen ölü sayılarını beklediğimiz gün batımında doğanın saati tıkır tıkır işlerken, biz insanlarınkinin aynı kısır döngü içinde eriyip gittiği…

Görünen o ki bu sıkışıp kaldığımız zamanı değerlendirmek, kendi aleyhimize çevirmek kişinin kendi elinde. Bugüne kadar edindiğimiz tecrübeler, farkındalığımız, stres anında verdiğimiz tepkiler, anlık değişen ruh halimiz hepsi birer etken oluşturuyor.


Her ne kadar sosyal medya ve televizyon programlarının “Evde canınız mı sıkılıyor?” başlıklı kime uyacağı belli olmayan havada kalan mesajları, evde kaldığımız sürece yapmamız gerekenleri empoze etmeye çalışsa da nafile…

Taşıma suyla değirmen dönmezmiş derler, kimin nasıl bir psikoloji ile bu hayata tutunduğu, korkuları, endişe seviyesi ya da geçirdiği sağlık problemleriyle birlikte değişen ruh halini, verdiği yaşam kavgasını bilemeyiz.

Her birey kendinden sorumlu, kendi farkındalığı ile şu zor günlerin getirdiği olumsuzluktan kendi çıkış yolunu bulacak eminim, öyle sanılanın aksine bencilce değil, bütünlük bilinciyle bir olup…

Bense her puzzle parçasını yerleştirdiğimde yenilenen doğa ile insanın arasındaki bağın, bütünün hayrına kurulduğunu düşlemeye devam edeceğim…

Sevgiyle ve Sağlıkla kalın
Hüma


Akşam Haberleri

*İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla görevinden istifa ettiğini duyurdu. Saat 21.30 

*Cumhurbaşkanı, içişleri Bakanının istifasını kabul etmedi. Saat 23.45

*İtalya'da yeni tip corona virüs   (Covit-19) nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 619 artarak, 19 bin 468’e yükseldi. 

*ABD, yeni tip corona virüs bağlantılı 19 bin 715 can kaybı ile İtalya'yı geride bıraktı. ABD'yi 19 bin 468 can kaybıyla İtalya, 16 bin 353 ölümle İspanya takip ediyor.

*Dünyada vaka sayısı 1 milyon 777 bin 666 ile 2 milyona yaklaşırken yine dünya genelinde ölü sayısı ise 108 bin 867’ye yükseldi.













Devamını Oku »

ALTI BARDAKTA DÜNYA TARİHİ

0 yorum

Sohbet bahane, kahve şahane!



Taze kavrulmuş kahvenin sıcacık kokusuyla beyin hücrelerimi harekete geçiren, sinir uçlarıma kadar yayılan enerji ve ruhumu kaplayan mutluluk hissi ile gülümseyerek güne başlıyorum.

Sabah ayılmak için, yemekten sonra keyif için, gün içerisinde dedikodu eşliğinde, iş, dost, eş ve arkadaşlarla kahve içmeyi kim istemez ki?

Sohbet bahane, kahve şahane!

Gün geçtikçe sosyal medyada yayılan kitap ile kahve fotoğrafları yavaş yavaş yerini kitap kafelerde çekilen fotoğraflara bıraktı. Tarihte kahvenin yollarının kitaplarla buluşması on yedinci yüzyıl ortalarına kadar gidiyormuş meğer yeni öğrendim.

Benim asıl merak ettiğim küçücük kahve çekirdeğinden oluşan bu lezzetin tüm dünyayı nasıl sardığı?


Son zamanlarda keyifle okuduğum Tom Standage’nin yazdığı “Altı Bardakta Dünya Tarihi” ;
Mezopotamya ve Mısır’da keşfedilen “Bira” ile başlayıp, Yunanistan ve Roma’dan tüm ülkelere ticareti yapılan statü simgesi ve asillerin en popüler içkisi “Şarap” ile devam ederken, Arap dünyasından bir kimyacının buluşu olan “Damıtık içkiler” in  ekonomik mala dönüşmesi, tüm dünyaya yayılması sonucu vergilendirme, siyasi güç ve yasakların gelmesiyle gücünü Avrupalıların peşine düştüğü, entelektüellerin içeceği “Kahve”ye bırakanve ardından Çin’den sonra tüm dünyayı fetheden “Çay” ve kapitalizmin simgesi haline gelen “Cola”yı anlatıyor.

Sonuçta başladığımız yere geri döndürüyor bizi. Her şeyin temeli, ana maddesi “Su”…

Bir fincan kahvenin kokusunu içime çekerken tarihte bir kahve çekirdeği için nasıl bir savaş verildiğini okuyorum.

Dünyanın kahve macerası ilk olarak 1470 yılında Yemen’de başlamış. Mekke’den sonra Mısır ve Filistin’e kadar yayılan kahve sevdası keşifler çağının başlamasıyla on yedinci yüzyılın başında Avrupalı gezginler aracılığıyla ve Papa VIII Clenmens’in onayıyla başta Hollanda, Fransa ve İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’ya yayılıyor. Çok popüler olan kahve ve beraberinde açılan kahvehaneler sayesinde Avrupalı kahve çekirdeğini yetiştirmenin peşine düşüyor.

Kim istemez ki dünyaya egemen olan bir kahve tedarikçisi olmayı?



Veee savaş başlıyor. Yüz yıla yakın bir süre gemilere yüklemeden önce kahve çekirdeklerini kavurarak ve yabancıları kahve üretim merkezlerinden uzak tutarak önlem almaya çalışan Arap’ların bu yasaklarını ilk delen Hollandalı Denizciler olmuş. Arap kahve ağaçlarından gizlice kopardıkları bir dal ile başlayan Hollanda’nın kahve macerası kendine uygun toprak bulana kadar sömürü devletlerde dolaşmış.

Veee mutlu son, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Brezilya, dünyaya egemen kahve tedarikçisi oluyor.

Her şeyin bir ilki vardır



1650 yılında Batı Avrupa’da ilk kahvehane’nin bir üniversite kenti olan Oxford’da açılması ve kahvehanelerin çoğalıp popülerleşmesiyle ilk tepkiler de tabi ki üniversite yetkililerinden gelmiş.

“Öğrencilerimiz kahvehanelere kaçtı, derslere gelmiyorlar.”

Sadece öğrenciler mi?

Kısa sürede kahvehaneler benimsenip kitap, şiir, felsefe, bilim hatta akademik tartışma alanlarına dönüşünce, bir fincan kahve fiyatına (1-2 peni) içeri girip birçok şey öğrenmeye yardımcı olduğu için “Peni Üniversiteleri” bile denmiş.

İç mekanın ev gibi dekore edilmesi, rahat koltuklar, kitaplarla dolu raflar, devamlı müşterilerin varlığı ve sıcak kahve sayesinde ev rahatlığı sağlayan kahvehanelerin girişinde sosyal farklılıklar da kapıda bırakılırmış.

“On yedinci yüzyılda Avrupalı bir iş adamı en son ticari haberleri duymak, mal fiyatlarını izlemek, siyasal dedikodulara yetişmek, başka insanların yeni bir kitap hakkında ne düşündüklerini öğrenmek ya da en son bilimsel gelişmelerden haberdar olmak istediğinde, yapması gereken tek şey bir kahvehaneye uğramaktı.

Avrupa’nın kahvehaneleri bilim insanları, iş adamları, yazarlar ve politikacılar için bilgi borsası işlevi görüyordu.” 

Kahvehanelerin siyasi dedikoduların yapıldığı, devrimci heyecanların merkezi haline geldiği zamanlarda olmuş. Ancak tüm yasaklamalar ve baskılar ne kahveden vaz geçirmiş ne de kahvehanelerdeki bilgi akışını bozmuş.

Londra’daki bazı kahvehanelerin denizcilik, matematik ve astronomi derslerinin verildiği yerler olması girişimciler ve bilim insanlarının sanayi devrimini başlatmasına vesile olması şaşırtmıyor beni. Bu kahvehanelerin iyi yanı, bir de ayrımcılığa sahip olması gibi kötü bir yanı var. O dönemde Londra’da ki kahvehanelere kadınların girmesi yasak.

Yirmi birinci yüzyıla gelindiğinde sanat, bilim ve iş dünyası internet üzerine taşınmış oldu. Açık ofis sistemine geçilmesiyle de diz üstü bilgisayarını alan insanlar yeni nesil kahvehanelerde, kitap kafelerde işlerini internet aracılığıyla kahve eşliğinde dünyaya açılarak yapıyorlar. Zaman zaman kitap sohbetleri de bazı kitap kafelerde devam ediyor.

Kahvenin zihinsel yeteneğinin keşfedilmesinden bu yana, masa başında oturarak zihinsel iş yapan, bilim insanlarının, entelektüellerin, tüccarların ve öğrencilerin tercihi kahve, hayatımızda ki en önemli yerini aldı.

“Bugünkü kahve kültürünün ve Starbucks kahvehane zincirinin merkezi olan Seattle kentinin aynı zamanda dünyanın en büyük yazılım ve internet firmalarından bazılarının üssü olması şaşırtıcı değil mi? Kahvenin yenilikçilikle, akılla ve ağ oluşturmayla -artı bir tutam devrimci coşkuyla- ilişkinin uzun bir geçmişi vardır.”





Kahve zihin açar, enerji verir.

Kırk yıl hatırı vardır.

Köpüğü bol, tadı yerinde olsun

Afiyet olsun

Hüma



Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.
































Devamını Oku »

9 NİSAN

0 yorum
TEYZELER GÜNÜ

Çocuğu anaokuluna giden tüm anne ve babalar bilirler. Anaokulunda çocuklara anneleri ve babaları için el emeği işler yaptırırlar, anneler ve babalar günü hediyesi olarak. 

Ben hep sevmişimdir bu hamurdan yapılan yaka süslerini, makarna ve boncuk karışımı kolyeleri, taraftar anahtarlıklarını, kitap ayraçlarını, üzerinde el izi bulunan bez çantaları…

Evin dışında da kullanırım, kimsenin ne diyeceğini umursamadan. Çocuklarımın benim gözlerimde ki mutluluğu görüp, onların emeklerinin değerli olduğunu hissettirmek ve onların gözlerindeki mutluluğu görmeyi hiçbir şeye değişmem.

Bundan yaklaşık 8 yıl önce bir Anneler Günü zamanıydı. Ailenin büyükleri ile birlikte yemeğe çıkıyorduk. Benim tutkal hamurundan yapılma yaka süsüm ve el izi boyamalı bez çantam var. Ablam ufak oğlumun marifetlerini çok beğendi, övgü yağdırıyor.
Teyzesi çok içten bir şekilde “Bana da yapar mısın?” dediğinde hiç düşünmeden verdiği cevap, "Sana da Teyzeler gününde yaparım" …
Doğal olarak biz şaşkın gözlerle Teyzeler gününün hangi gün olduğunu sorduğumuzda ise -bizim bunu bilmiyor olmamıza şaşırarak- tabi ki doksan dokuzuncu gün diye cevapladı.

İşte bütün hikâye böyle başladı. O günden beri, her yıl minik etkinliklerle kutladığımız 9 Nisan, bizim için Teyzeler Günü...

Şanslıyım yaratıcılıkta sınır tanımayan bir ailede büyüdüm. Anneannem, annem ve ablam sayesinde öğrendiğim; yaratmak, vermek, almak, mutlu olmak, mutlu etmek kavramlarıyla yaratıcılığın arasındaki ilişkiyi, hayat boyu kullandım.

Anaokullarında öğretilmeye çalışılan el emeği değerlidir kazanımı, yıllar geçtikçe, çocuklar büyüdükçe, anne veya babasına ya da aileden birine kendi el emeğiyle üretmenin tadına varamadan -vardırılamadan demek daha doğru- kapitalist sistemdeki dönüp duran çarkın içinde eriyip gidiyor.

Çocuklarımız evde gördüklerini uyguluyorlarmış, söylenilenleri değil! Buna da bizzat şahit oldum hatalarımdan ders alarak.

Her daim çocuk mutluluğu yaşamak için içinizdeki çocuğu beslediğiniz günler dilerim.

Her an enerjisiyle, yaratıcılığıyla çocuklarımın oyun arkadaşı, yolculuk arkadaşı, moda danışmanı, yeri geldiğinde ablaları yeri geldiğinde anneleri olan güzel yürekli kadın canım kardeşim, karındaşım, ablam, Baobap ağacım Teyzeler Günün kutlu olsun.

Sevgiyle kalın
Hüma


Devamını Oku »

ŞAKA BİTTİ!

0 yorum
CORONA GÜNLÜKLERİ 8 /





1 Nisan 2020 Çarşamba

Vaka sayısı 15.679

Ölüm sayısı 277

Şaka yapan sayısı 0

Fantastik bilim kurgu film karesi içinde birer oyuncuyuz hepimiz. Dünyada olup biten her şey birbirinin aynı, sadece ülke isimleri ve rakamlar değişiyor. İnsan hayatı, her akşam ekran başında seyrettiğimiz tablolardan ve sayılardan ibaret artık.

Bazılarımız sosyal medya üzerinden paylaştığı tekinsiz bilgilerle, etraftaki korku ve endişeyi yükseltiyor. Bazılarımız ise biraz da gülelim neşe olsun bu sıkıntılı günlere diye karikatürler ve korona virüsünü tiye alan videolar paylaşıp ortalığı sakinleştirmeye çalışıyor.

Makineye bağlı olan, hayatla mücadele veren bir sürü insan da tüm olan bitenden habersiz, sessiz sedasız bu dünyadan göçüp giderken geriye bir rakam olarak kalıyor.



Bütün dünya aynı anda tüm insanlık aynı şeyle savaşıyor. Bu sanki dünya dışı bir varlık hatta bir uzaylı. Bilim insanlarının tüm uğraşı ise onu tanımlayabilmek.


Covid-19 dünya üzerinde gezdiği her insanda, mutasyona uğrayarak farklı özellikler gösterip yaşamına devam ederken, insanlık yüzyıllar öncesine geri döndü. Sanayi durdu, ticaret durdu, barınma ve yemek bulma temel ihtiyaç haline geldi.

Elinde pasaportun varmış, bankada paran varmış... Kutular dolusu mücevherin, dolaplar dolusu giysilerin, gökdelenin tepesinde helikopterin, dünyanın birkaç yerinde havuzlu villan varmış. Şu anda hiçbiri hiçbir işe yaramıyor. Bu memleketi beğenmedim ülke değiştireceğim gibi bir seçeneğimiz yok. Tüm dünyadaki insanlar öyle ya da böyle şu anda eşit ve savaş verdikleri şey aynı. Aynı acıyı hep birlikte yaşıyoruz.

Daha önce mahvettiğimiz bu dünyadan kaçışımız yok, Venüs'e ya da Mars'a gitmek isteyen olursa o ayrı, biz mâni olmayalım...

Doğa uyanışta

Covid-19 yüzünden insanlar evlerine kapandıkça, bu yer küre üzerindeki sirkülasyon azaldıkça doğanın sesini duymaya başlıyoruz.

Ne binlerce ton ağırlıktaki trenlerin hızla akıp giderken raylar üzerinde bıraktığı metalin tiz sesini; ne de dere, tepe, orman demeden asfaltlanan yollarda vızır vızır giden araçların motor sesini duyuyoruz.

Zaman zaman kuşların göç yolları ile çakışan gökyüzündeki milyonlarca uçağın sesini ise hiç duymuyoruz.


İnsanlığın endüstriyel üretim ve beraberinde getirdiği haraketliliğin bir virüs sayesinde durması, yer kabuğunun titreşimlerinin büyük oranda azalmasına sebep oldu.

Doğa bahar uyanışı içerisinde, bu hep böyleydi ama biz duymuyorduk. Şimdi biz susunca doğanın sesini duymaya başlayacağız. Doğanın kendini nasıl yenilediğine şahit olacağız.

Bugüne kadar güldük eğlendik, artık şaka bitti!

Covit-19 bize, insanlığa mesaj yolluyor. İnsana ve doğaya daha fazla önem verin. Bilime önem verin. Doğanın sesine kulak verin, toprakla bir olun diyor.

Doğa şakayı sevmez…

Şu an çok zor günler yaşıyoruz. Umudu yitirmeden farkındalıkla, doğayla bir olma zamanı.

Nazım'ın da dediği gibi “Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak.”

Sevgiyle, sağlıkla…

Hüma



Akşam Haberleri

*Türkiye, corona virüsten en çok etkilenen ülkeler arasında yer alan İtalya ve İspanya'ya sağlık malzemeleri gönderdi.

*Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus,corona nedeniyle meydana gelen ölüm oranının yüzde 3.4 olduğunu duyurdu. ABD Başkanı Donald Trump ise bu oranı abartılı bulduğunu ifade ederek ölüm oranının yüzde 1’lerde olduğunu iddia etmişti.

*Türkiye’de ilk corona virüs tanısını koyan ve Corona virüs tedavisi gören İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Dahiliye Profesörü Cemil Taşçıoğlu hayatını kaybetti. 





Devamını Oku »

SINIFTA KALDI!

0 yorum

CORONA GÜNLÜKLERİ 7/ 





29 Mart 2020 Pazar

Vaka sayısı 9.217
Ölüm sayısı 131
Göktaşı yağmuru bekleyenlerin sayısı dünya nüfusuyla aynı.

Bu yaşadığımız dünya bir okulsa eğer, her daim okul birincisi, kendini her fırsatta sınıf başkanı ilan eden öğrenci, Amerika sınıfta kaldı.

İspanya sınıfta kaldı,

İtalya sınıfta kaldı,

Fransa sınıfta kaldı.

Her zaman Avrupalı öğrencilere sahip çıkan öğrenci birliğinin tutunacak dalı kalmadı.

Okulun ne yapsa popülerliğe ulaşamayan öğrencisi Çin’in yarısı, zeki ve vicdanlı çıktı, öğrenci birliğine üye olmamasına rağmen İtalya’ya yardım etti. Diğer yarısı fırsatçı çıktı, İspanya’ya sahte test, Hollanda’ya yeterli standardı taşımayan malzeme sattı.

Kara gün dostu olan Türkiye ilk önce Çin’nin imdadına yetişti, sonrasında öğrenci birliğine aday olduğunda ona oy vermeyen İspanya ve İtalya’ya da yardım elini uzattı. Hem Asya hem de Avrupalı olduğunu ispatladı.

Rusya’nın sınıf geçme notu belirlenemedi en ketum öğrenci seçildi. Kol kırılır yen içinde kalır. Buna rağmen sınıf geçmenin ilacını bulduğunu açıklayarak en çalışkan öğrenci unvanını almaya aday oldu.

Hindistan okulun en zorba öğrencisi seçildi. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Almanya, cesur ve en çalışkan öğrenci seçilmek için yakalanma korkusu olmadan İtalya ve Fransa’ya kopya verdi. Kendi sınıfı içinde sonradan gelen öğrencilere aynı özeni göstermedi ama.

Pandemiydi, çekirge istilasıydı, göktaşıydı derken dünya büyük bir sınav veriyor. Görünen o ki her ne olursa olsun bu sınavdan Dünya başarıyla çıkacak, kendini yenileyecek, doğa dengelenecek ama insanlık sınıfta kalacak…

Umutları yitirmeden, bütünün hayrı için birlikte ama bir bütünmüş gibi sevgiyle kalalım

Hüma


Akşam Haberleri / Haftalık Dünya haberlerinden derleme...

*Türkiye’nin, Koca Yusuf askeri kargo uçağıyla Vuhan kentine tıbbi ekipman göndermesi, ülke basınının manşetlerine yansıdı. Çinliler, “Türkiye bu olayda kara gün dostu olduğunu gösterdi” yorumunu yaptı. (2 Şubat 2020)

*Rusya, 146 milyonluk nüfusuna ve Çin ile olan geniş sınır bağlantısına rağmen ülkesinde 500'e bile yaklaşmayan sayıda corona virüs vakası barındırıyor. Rusya'nın bunu nasıl başardığı merak edilen konu olurken gerçek vaka sayılarının da saklandığı yönünde iddialar yer alıyor. (23 Mart 2020)

*Sokağa çıkma yasağını delen Hint vatandaşlarına polis sert müdahale etti… Bazı güvenlik güçleri sopalarla sokağa çıkan vatandaşı dövdü. (25 Mart 2020)

*Hollanda, yeni tip corona virüsün (covid-19) yayılmasını önlemek amacıyla Çin’den ithal ettiği 1,3 milyon maskenin 600 bininin yeterli standartları taşımadığı gerekçesiyle toplatılmasına karar verdi. (28 Mart 2020)

*Rusya Federal Biyomedikal Ajansı (FMBA), corona virüsü tedavi edecek ilacın geliştirildiğini duyurdu. FMBA, sıtmaya karşı kullanılan Meflokin bazlı yeni ilacı tanıttı. (28 Mart 2020)

*Coronavirüs salgını nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayan Fransa’nın imdadına Almanya yetişti. Alman ordusuna ait askeri uçaklar İtalya’dan sonra Fransa’dan salgını yakalanan hastaları Almanya’ya taşıdı. (29 Mart 2020)

*Avusturalya, yeni tip corona virüs (Covid-19) hastalarının özel bir monitör sistemiyle evlerinde tedavi olmalarını öngören pilot proje için kolları sıvadı.
Yerel "The Age" gazetesinin haberine göre, "sanal hastane" olarak adlandırılan projeyle yoğun bakım servisi dışında tedavi gören covid-19 hastaları, evlerine yerleştirilecek özel bir sistemle takip edilecek. (29 Mart 2020)

 

*Türkiye, corona virüsten en çok etkilenen ülkeler arasında yer alan İtalya ve İspanya'ya sağlık malzemeleri gönderdi. (01.04.2020)

Devamını Oku »