Tarihten Yapraklar

0 yorum
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı

Tek bir oyun beni, tarihin tozlu raflarından aldığım kitapların sayfalarında yaprak yaprak dolaştırdı.

Sadece ismini bildiklerim, ismini bilip ne iş yaptığını bildiklerim ve adını ilk kez duyduklarım. Hepsi ama hepsi bu oyunda toplanmış. Hepsi de döneminin değerli insanları ve Türk Tiyatrosuna emeği geçmiş oyuncular, yazarlar, çevirmenler, tiyatro severler…
Tek bir oyun “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” 
Ahmet Vefik Paşa

Haldun Taner’in 1969 da yazdığı bu oyun, Fransız yazarı Molière’in George Dandin adlı ünlü eserini sahneleyen Tomas Fasulyeciyan Tiyatro Grubu’nun, çektikleri sıkıntıları, Bursa’da valilik yapan gerçek bir tiyatro aşığı Ahmet Vefik Paşa’nın desteği ile ayakta kalmaya çalışmaları ve tiyatroyu halka sevdirmeleri konu ediliyor.

Sahnede kimler yok ki Tomas Fasulyeciyan, Ahmed Fehim, Virjinya Zagakyan, Küçük İsmail, Hıranuş, Holas, Satenik, Vizental Efendi, Şebrenk Bacı ve Ahmet Vefik Paşa …

Kuşkusuz tiyatronun bugünlere gelmesinde onların, ve sonrasında bu bayrağı devir alan çocuklarının, torunlarının emeği çok büyük.

Tiyatro aşığı Ahmet Vefik Paşa, Bursa da kurduğu Osmanlı’nın Anadolu’daki ilk tiyatrosu, (1879) “Temâşâhâne-i Osmânî” ile Molière’den çevirdiği 30 dan fazla oyunun da 3 yıl boyunca burada sahnelenmesine ön ayak oluyor. Provaları bizzat seyrederek oyunlara katkıda bulunur.

Tanzimat döneminde batılılaşmaya çalışan toplumdaki değişimlerin geleneksel değerlerle çatışması beklenen birşeydir. Ancak kaçınılmaz son ise yeterince anlaşılamayan Paşa'nın sürgün edilmesi, tiyatronun kapısına kilit vurulması…

Haldun Taner

Temâşâhâne-i Osmânî ile ilgili bilgiyi Bursa Devlet Tiyatrosu’nun internet sitesinde okuyunca hüzünlendim. Bu tiyatro binasının 1916 yılında bir kış günü çatısı çökmüş, 1918 yılında geriye kalanlar sökülmüş ve 1923 yılında ise arsanın sinema olması planlansa da 1939 yılında satılmış. Daha sonra da buraya Ziraat bankası yapılmış.

Devlet Tiyatroları Doğumunun 100. Yılında Haldun Taner’i bu oyunla anmak istemiş. Bu vesileyle Türk Tiyatrosuna emeği geçen değerli sanatçıları yeni nesile tanıtmış, benimde rafların tozunu alarak, bu satırları biraraya getirmeme yardımcı oldular..

Sevgiyle, saygıyla anıyorum…

Devamını Oku »

Rotterdam

0 yorum


İlginç, sıra dışı görünümlü objeleri severim, özellikle mimari alanda olanları daha heyecan verici gözükürler. Devasa boyutta yer çekimine aykırı gibi görünen bir çok bina gördüm Rotterdam’da.

Bayram rotamız toplamda 1500 km sürdü ve bazen aynı günde iki ayrı şehre uğradığımız oldu.   (Bayram rotamız ; Amsterdam- Brüksel- Lüksenburg-  Brugge – Rotterdam – Den Haag – Zaanse Schans)  
Bu gezi sırasında Rotterdam ve Den Haag için aynı günü planlamıştım ve akşamına Zaanse  Schans da otelimize varacaktık. Zamanı iyi kullanmak açısından ve gece yollarda süprizlerle karşılaşmayalım diye Rotterdam‘da gezilecek iki nokta seçip sonra yola devam etmeye karar vermiştik. Ama planlananın ötesinde çok daha fazla görülmeye değer yer olduğunu görmek beni heyecanlandırdı.

Rotterdam da Kruisplein meydanında bulunan Küp Evler (Kijk-Kubus) en çok ilgimizi çekenleri idi.

Mimar Piet Blom’un yaptığı bu 45 derece eğik duran küplerin içindeki yaşamı çok merak ediyorum doğrusu. Apartman dairesi olan bu yaşam alanlarının içini gezmemiz mümkün olmadı malesef.

Dairelerden birinin camına yapıştırılan kiralık yazısı birden bende yeşil ışık yaktıysa da, önceden randevu almayışımız ve 2 saat içinde şehirden ayrılacak olmamız küp dairelerin sadece dışını görmekle yetinmemiz gerektiğinin habercisiydi.

Rotterdam şehri II Dünya savaşı sırasında bonbalanmış. Harabe haldeki bu şehri 1950’den 1970’e kadar yeniden inşaa etmişler.

Rotterdam’da bir diğer görmeyi istediğim yer Erasmus köprüsüydü. Ben van Berkel tarafından tasarlanmış bu köprü şehrin kuzey ve güney yakalarını birbirine bağlıyor. Kübik evlerden çıkarak Erasmus köprüsünün üstünden nehrin karşı tarafına geçtik. Bir çok yüksek ama bir o kadar da ilginç şekilli binaların bulunduğu bir yer. Köprüden geri dönerken sanki çölün ortasında bulunan vaha gibi parlayan Noordereiland adasını gördük.

Nieuwe Maas Nehri üzerinde bulunan Noordereiland yeşil alanları, sıra sıra kırmızı kiremitli evleri ile tarihi dokusunu korumaya devam ediyor. II Dünya savaşı sırasında bombalanan binaların yerine benzerlerini yaparak bu adanın tarihi dokusunu korumayı başarmışlar.


Rotterdam’a gelmişken birde şehri tepeden görelim derseniz Euromast kulesi tam da size göre. 

Hugh Maskant tarafından tasarlanan Euromast kulesi 1960 yılında Rotterdam’ın en yüksek binası olarak inşaa edilmiş. Rotterdam da giderek artan yüksek binalar 1970 yılına kuleye ilave seyir terası konmasına sebep olmuş. Halen Roterdam’ın en yüksek binası konumunda.

Hollanda’nın Amsterdam’dan sonraki en büyük şehri (nüfus olarak) Rotterdam benim için görsel bir şölen gibiydi. Bu kadar çabuk gitmek zorunda olmasak  heralde oradan günlerce ayrılmazdım.












Devamını Oku »

Deli Kadın Hikayeleri

0 yorum
“Bırak evi bok götürsün!” dedi. Ben söz dinleyen biriyim, bıraktım gitti.

Çarşafların ütüsüz serilmeyeceği, havluların ve iç çamaşırların ütülenmesi bilgisini de, üzerime yapışan köle etiketinide bir kenara bıraktım. Bu gazla greve bile gidebilirim.

Kadınlığın hallerini düşündüren yazar Mine Söğüt her köşe yazısında beni biraz daha derinlere götürüyor. Düşünmenin ötesinde eyleme geçme isteği uyandırıyor.

Mine Söğüt’ün kaleminden “Deli Kadın Hikayeleri”, köşe yazıları kadar düşündürürken gülümseten cinsten değil ne yazıkki. Daha derin, daha da derin içine çekiyor, düşündürüyor, üzüyor, yaralara tuz basıyor.

İlk okuduğum hikaye iki tokat patlattı, uykum kaçtı.

Ben kitaplarımı ya akşam yatarken yada gün içerisinde bekleme eylemi içindeyken okurum. Bazı kitaplar vardır kalabalığın içinde bile rahatlıkla okunur. Onlar benim yolculuk kitaplarımdır. Çantamda dolaşırlar, şehir içi, şehir dışı, ülke dışı…

Bazı kitaplar vardır okuması keyiflidir ama her an elimden bırakabilirim, onlar bekleme kitaplarımdır. Doktor sırası beklerim, çocukların aktivitesinin bitmesini beklerim, okuldan gelmelerini beklerim.

“Deli Kadın Hikayeleri”ni kendi hayatımda hiçbir katagoride sınıflandıramadım. Okurken ağlamam gerekebilir mesela, bağırmam da gerekebilir. Kitabı fırlatıp bu düzene bir küfür patlatasım gelebilir. Sonra oturup bir daha, bir daha ama bir daha okurum. Çünkü rahatım kaçtı birkere… Korunaklı kabuğumdan başımı çıkarıp gerçek dünya ile yüzleştim birkere… Gerçekler canımı yaktı.

“Deli Kadın Hikayeleri” ile tanıştım. Ama nasıl tanışmak … Her bir hikaye birbirinden gerçek, birbirinden etkili. Günümüzün hikayeleri, geçmişin hikayeleri, hiçbirşey yapmadan devam edersek geleceğin hikayeleri de olmaya devam edecek.

Belki de yazılanlardan birinin bile gerçek olma olasılığını düşünmek beni korkuttu. Üzdü, hemde çok üzdü… Ben böyle düşünürken Mine Söğüt ile yapılan röportajlardan biri gözüme çarptı. Cevap hazır…

-Soru ; Sizin için yapılan gerçeküstücü yazar tanımına katılıyor musunuz?

-M. Söğüt ; Ben son derece gerçekçi yazarım. Tam tersine belki can sıkıcı gerçekçiliğe sahip bile olabilirim. Tamam hepsi masallar, efsaneler ama onların masal, efsane ve inanç olduğunun altı çizilerek yer alıyor üç kitabımda da. Ve bütün bunların gerçek hayatlar, gerçek karakterler, dokunabileceğiniz, kafanızı çevirirseniz yanınızda görebileceğiniz kadar tanıdık insanların hikayeleri ve üstümde bıraktıkları etkilerden yararlanarak yazılıyor. Kanatlı, ayakları yere basmayan şeyler değil. 
Hepsi tam tersine gerçekçi romanlar. (Mine Söğüt ile Röportaj Radikal gazetesi 15/5/2007)

Evet gerçekçi hikayeler, gerçek romanlar. Hemde can acıtan cinsten.

Kitapdaşım Didem Pektok der ki “Deli Kadın Hikayeleri'ni okuyacak hiçbir kadın eski aklı ile kalmayacak”

Değişime hazır mısınız?

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 

Devamını Oku »

Den Haag

0 yorum

İlizyon, çocukluğumdan beri beni büyüleyen bir kelimedir. Merak uyandırır, düşündürür. Hatta öyle düşündürür ki körükörüne inanmak yerine işin mantığını aratır.

M.C. Escher (Maurits Cornelis Escher) grafiker, matematik ve simetri üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda 2 boyutlu ve 3 boyutlu ögeleri aynı anda içeren birçok çalışmaları ve çizimleriyle ünlü.

Hiç duymadığınız bir isim olabilir. Kısa zamana kadar benim içinde öyleydi. Hayat bu tesadüflerle dolu. Bayram rotamıza Den Haag (Lahey) de bulunan Escher in Het Paleis müzesini de ekledim. Birkaç yüz km daha yol yapmamız gerekti ama değdi doğrusu.
 (Bayram rotamız ; Amsterdam- Brüksel- Lüksenburg- BruggeRotterdam – Den Haag – Zaanse Schans)

Tarifi mümkün olmayan görsel bir yolculuk

2002 yılından itibaren müze vakfı Esceher’in eserlerini bir arada sergilemeye karar veriyor. Köşkün her odasında bulunan ilginç ayrıntılar var.  Mesela her odanın avizesi devasa boyutta gitar, vazo, dünya, şapka vb… Yada odaya girdiğinizde aynalar aracılığıyla odanın diğer bölümlerini de görüyorsunuz.

Her o da bir başka süpriz. Fazla kafa yormak istemeyenler için “Aslında hepsi göz aldatmacası” deyip çıkılabilir. Her birinde üzerinde düşünülmesi gereken ayrıntılar gizli.

Karşınızda duran resme uzaktan baktığınızda yanyana duran üç tane benzer binanın ön cephesini görebilirsiniz. Biraz sola kayarak bakın binaların yan yüzleri de gözükmeye başladı. Biraz yaklaşın artık binaların yan iç cephelerini görüyorsunuz. Bunun nasıl yapıldığını keşfetmek için dibine girip incelemek gerekiyor ama arkada meraklı bir gurup hemen beklemeye başlayınca diğer resme geçiyorsunuz.






Benim en sevdiğim oda, mercek şakası. Aklı tırmalayan soru; aynı boyda iki insanın aynı mekanda durup nasıl oluyorda birinin devasa diğerinin küçük gözüküyor olmasıydı. Ama fotoğraflar çekilirken biz çok eğlendik.

Sonraki oda da aynalı küreyi al eline, odanın her bir köşesinde saklanmış arkadaşlarınla özçekim yap. 


Den Haag’a kadar gelmişken bu kadarla kalmayalım diyorsanız
Hollanda’nın tamamını birkaç adımda keşfetmek isteyenler -hemde tepeden bakarak- Minyatür Hollanda var. ( Madurodam )

Ya da karikatüre meraklıysanız. Dick Matena’nın 200 den fazla orjinal çizimlerinin ve kitaplarının sergilendiği Museum Meermanno var.

Kraliyet sanat müzesi Mauritshuis ve Hollanda miras alanında korunan Binnenhof bölgesi var. 13. yy. Gotik tarzda inşaa edilen binalar bugün parlamento binası olarak kullanılıyor. İçlerini görmeyi isterdim doğrusu.

Keyifli bir gezi ve keşif oldu bizim için. Merak bütün kapıları aralar.






Devamını Oku »

Yaşar Kemal ve İnce Memed

0 yorum
Mucizelere inanır mısınız? Ben inanırım, hayatın kendisi mucizedir.

Herkesin hayatında onları değiştiren, farkındalıklarını arttıran dönüm noktaları vardır. Kimileri bu uyarıları, tesadüfleri dikkate almaz aynı yönde devam eder, kimileri bu mucizeleri fark eder, hayatına katar yürür gider.

Kütüphanemde sayısını unuttuğum ve her geçen gün alma açlığıyla yenilerini eklediğim kitaplarım var. Aldığım yenileri değilde zaman zaman okuduklarımı yeniden okurum. Yıllar sonra farklı bir ben olarak okurum. 18’inde ki ben ile 30’unda ki ben farklı bakar roman kahramanına. 40’ından sonra ki ben ise Önce yazara bakar onun hayatını inceler, romanın geçtiği dönemi inceler sonra romanı bir daha okur. Bu sefer yazarın gözünden görmeye çalışırım kahramanı.

2014 yılı benim için böyle bir yıldı, yeniden ama yeniden herşeyi keşfetmeye çalıştığım bir yıl. Yaşar Kemal’in hayatı ile romanları arasında gidip geldiğim bir yıl. Yaşar Kemal’in hayatını internetten araştırmak bana yetmedi. Hastalığı dolayısıyla kimselerin ulaşamadığı bir dönemde, onu tanıyan bilen birilerinden dinlemeyi daha çok istedim.

Tesadüf diye birşey yok, sadece zamanı geldiğinde ve üstünde düşündüğünde, olmasını istediklerin birer birer gerçekleşiyor. Feridun Andaç’ın Edebiyat Seminerlerinden biri “ Yaşar Kemal- Değişimin Anakara’sını Yaratmak” idi. (şubat 2015) Hemen kayıt oldum. Artık Yaşar Kemal’in romanlarına bir başka açıdan bakabilecektim.

Fark yaratan anlar 

Gördüm ki Yaşar Kemal’in hayatında da fark yaratan anlar ve kişiler var. İster mucizeler, açılan kapılar de, ister dönüm noktaları. Adına her ne dersen de yaşamı değiştirip bir başka yöne akmasını sağlayan farkındalıklarımızdır onlar.

Beni en çok etkileyen, daha 5 yaşındayken camide gözü önünde babasını öldürmeleri ve yaşadığı şok etkisiyle dilinin tutulması.  Hayata zor başlamış Yaşar Kemal, tıpkı kahramanı İnce Memed gibi… Yaşamları hep mücadele içinde, zor şartlarda…

Feridun Andaç ile söyleşisinde şöyle der;

“Ben de İnce Memed gibi mecbur insanım. O, Abdi Ağa’ya başkaldırıp dağa çıkmaya mecburdu; ben de okumaya yöneldiğim günden beri mecburdum yazmaya… Anlayacağın aga, ben de İnce Memed de mecbur insanlarız…”

Yaşar Kemal Romanlarındaki Görsel Yolculuk

Lise yıllarımda, sadece eşkiya gerçeğine bakış, dönemsel bir olayın anlatımı olarak gözlemlediğim İnce Memed, bugünkü ben olarak baktığımda uyanışın, başkaldırının, cesaretin, merhametin yer aldığı, adaletin sorgulandığı, irdelendiği bir roman. Bununla birlikte okuduğumda beni adeta içine alan, muhteşem doğa betimlemeleri…

O çakır dikeninin acısını, sazlıkların sesini, sarı çiğdem çiçeklerini, ırmağın dağların taşlara açtığı oyukları hepsini ama hepsini görüp, hissettim… Okurken karşıma çıkan görsel bir yolculuktu benimkisi.

“Çakırdikeni bittiği yerde bir iki, üç dört tane bitmez. Öyle üst üste, öyle sık biter ki arasından yılan geçemez. İğne atsan çakırdikeninden yere düşmez.
Baharda zayıf, açık yeşildir. Hafif bir yel esse, toprağa değecekmiş gibi yatar. Yaz ortalarında, dikende, önce mavi damarlar peyda olur. Sonra yavaş yavaş dikenin dalları, gövdesi mavileşir. Açıkça bir mavidir bu… Sonra mavi gittikçe koyulaşır. Bu en güzel mavidir. Bir tarla, uçsuz bucaksız bir ova tüm maviye keser. Gün batarken eğer bir yel eserse mavi dalgalanır, hışırdar, aynen deniz gibi. Gün batarken sular nasıl kızarır, çakır dikeni tarlasıda öyle kızarır.”


Kitaplar her okuyanı ne kadar etkiler hiç bilinmez. Ama Yaşar Kemal’in hayatını derinden etkileyen kitapları veren Güzin Dino, onun hayatındaki dönüm noktalarından biri. Seminerden kısa bir not;

“Yazar Güzin Dino, okumayı seven, araştıran, gözlemleyen Yaşar Kemal’e bir çok kitap temin eder. Kitapların arasında Cervantes’in Don Kişot kitabından 3 adet görünce ertesi gün ikisini geri götüren Yaşar Kemal’e 'Yaşar, ben sana Don Kişot’u üç kere okuyasın diye verdim' der.”

“Yaşar Kemal’in anlatım yolculuğunun ardında okuma eylemi yatıyordu, evet. Hayatı, okuma bilgisinin zenginliğini ayrıştran okumayı bir uğraşa dönüştürmüştü kendisi de.” (Feridun Andaç’ın Yaşar Kemal’i anlattığı Sözün Büyücüsü kitabından)

Hayat bize bir kapı açar bizde seçim yaparız. O kapıdan geçmeye, o yoldan gitmeye yada gitmemeye. seçim bizim… İnce Memed’in de seçimleri var hayatında, birde vaz geçemedikleri… ilk göz ağrısı, sevdiceği Hatçe ...

Yaşar Kemal’in de hayatında büyük rol oynayan, hayat arkadaşı, dostu, aşkı, sırdaşı, öğretmeni, editörü, çevirmeni kısacası herşeyi, dünyaya açılan penceresi Tilda. Yaşar Kemal’in yazarlık yolunda önemli bir dönemeç bu aşk dolu başlangıç. En güzel romanlarını bundan sonra yazdığı söyleniyor.

Ağaları, jandarmayı, zalimliği, zulmü, acıyı, ölümü bir kelime ile anlat deseler hiç düşünmeden “Diken” derdi İnce Memed. Köylülerin dikeni ateşe vermesi ise direnci, başkaldırıyı simgeliyor olsa gerek.

Her ciltte başka bir dikenin hikayesini anlatmış Yaşar Kemal. İlkinde Çakır dikeni, ikincisinde Karaçalı, üçüncüsünde Keven ve dördüncüsünde ise Deve dikeni.

Dünya, Yaşar Kemal’i İnce Memed ile tanımış, aşkı Tilda sayesinde. Kırkdan fazla dile çevrilen İnce Memed’i ilk yayımlandığı yıldan iki yıl sonra tüm dünya okurları ile paylaşmışız ve halen paylaşmaya devam ediyoruz.

Yaşar Kemal “Edebiyat bir mucizedir “ der;

Semih Gümüş ise “Yaşar Kemal bize bir mucizedir” der.

Ben mucizlere inanırım, ya siz?


Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.

Devamını Oku »

Cumhuriyet ve Kadın

0 yorum

Bugün Cumhuriyet tarihinde kısa ama anlamlı bir gezi yaptık.

Oyuncak Müzesi'nde Yasemin Sungurla Kitap ile Sohbet gurubu için  İTK Usakizade Köşkü Müdürü Ahmet Gürel 'in hazırladığı “Cumhuriyet ve Kadın” konulu belgesel gösterimi ile başlayan sohbetimiz, seçtiğimiz birbirinden değerli Cumhuriyet Kadınlarının yaşam öyküleri ile devam etti.

TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi arşiv kayıtlarından ulaştığım “1900 sonrası Türk Biliminsanları” listesinde herbiri birbirinden değerli biliminsanlarının arasından iki kişiyi seçmek çok zor oldu benim için. Hepsinin emeğine saygım sonsuz.

Onlar gurur kaynağımız iki bilim insanı, onlar çalışkan örnek Cumhuriyet kadını…


NASA’da çalışan ilk Türk bilim kadını ünvanı Prof.Dr. Dilhan Eryurt’un

Yaptığı araştırmalarla “Güneş'in parlaklığının oluşumundan bu yana gittikçe artmadığını, geçmişte çok daha parlak ve sıcak olduğunu ortaya koyması yeni başlayan uzay uçuşlarının seyrini değiştirir.


Aya ilk iniş için yaptığı başarılı çalışmalar ve ardından gelen 1969’da Apollo Başarı Ödülü ile ödüllendirilmesi bir tesadüf değil elbet.


Laboratuvarda geçen bir ömür… 

Böcekleri inceleyerek insanların hayatlarını değiştiren bilim insanı Prof. Dr. Semahat Geldiay

İnsanı anlamak için, insanla benzerlik gösteren böceklerde sinir hormonlarını ve onları salgılayan hücreleri kullanarak, devrim yaratan projelere imza atması, yazdığı makalelerle dünyanın öbür ucunda bile onunla çalışmak isteyen bilim insanlarının olması sırf bu yüzden.
Onlar  Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni biliminsanlarını yetiştirdiler. 

Onlar tarihe damga vuracak buluşlarıyla insanların dünyasını değiştirdiler.

Onlar gurur kaynağımız iki bilim insanı, Cumhuriyet kadını…







Devamını Oku »

Gitme Zamanı...

0 yorum

Çok kalabalık, her kafadan bir ses çıkıyor, gürültülü. Herkese laf yetiştiriyorum. Konudan konuya, mekandan mekana atlıyorum. Bir bakıyorum kendimle kavga halindeyim, bir bakıyorum karşımdakiyle.

Kalabalıktan kaçıyorum ama kalabalık kafamın içinde benimle her yere geliyor.

Yoruldum... Benimkisi zihin yorgunluğu. Bu gün sabahtan beri evde yalnızım, sadece kafamın içindeki kalabalık ve ben. Kendi sesimi bile duymadım. Sadece zihnimden geçiyor kelimeler. Ama öyle sakin sakin değil ardından atlı kovalıyormuş gibi…

Kendim soruyorum, cevaplıyorum. Cevabı beğenmiyor reddediyorum, savunmaya geçiyorum. 

Bugün, aklından düşünceler geçen kadınım ben…
Kütüphanemden bir kitap alıp rastgele bir sayfa açıyorum bana iyi gelsin diye.
Sorular var cevaplanmadan önce düşündüren. Sorular var, saniyesinde cevapları karşıma çıkan.
Cevapların arasında sıkışıp kaldığımızda, tüm oklar aynı yönü gösterdiğinde farklılıkları görmek, yeni yollar bulmak adına “Gitme Zamanı” gelmiş demektir.

Aret Vartanyan’ın kaleme aldığı “Gitme Zamanı” elimde, şimdi dudaklarından sözcükler dökülen kadınım…

“Gerçekten hayattan ne beklediğin değil, nasıl bir hayatı şekillendirmek istediğinin cevabını ara.”

Düşünmeden edemiyor insan, sorguluyor bu hayatı ve hayattan beklentisini. Ama hiç düşünmüyor nasıl bir hayatı şekillendirmek istediğini.

Nereden geliyorsun?

Kimsin?

Nesin?

Nereye gidiyorsun?

Bir yanda günlük yaşamın içinde insanın kendisini, çevresini, yaşantısını sorgulaması… Bir yanda görünmeyenin ötesi, gizemli, kadim bilgileri bu güne taşıyan mistik bir yolculuk… Diğer yanda aşkın, kavgaların, ihanetin anlatıldığı bir yaşam…. Her başlangıç bir son…

Bir yanda görünen dünya, diğer yanda ötesi …

“Kendinden, özünden uzaklaşarak yok olmak yerine, varoluşuna saygı duyarak, cesaretle, vazgeçmeden yüreğinde taşıdıklarını yaşayanlar, nasıl görünürse görünsün, ne söylenirse söylensin, her “zaman”da kazanan olacaklardır.”

Yüreğinde sevgiye kocaman yer açmış bir kadınım…



Devamını Oku »

Haritam var yine de kayboldum

0 yorum

Erkeklerin yer ve yön duygusu kadınlara göre daha gelişmiştir. İtiraz edemiyorum bilimsel deneylerle kanıtlanmış bir gerçek bu, onların genlerinde var. 

Binlerce yıldır avlanmak için yaşadıkları yerden uzaklaşıp, zihinsel haritalar yaratarak uzaklık hesaplayan ve tekrar yaşadığı yere geri dönebilen insan cinsi erkekler.

Kadınların genlerinde kodlu olan bulundukları yaşam alanını, çocukları korumak, kollamak ve düzeni sağlamak olsa gerek zira ben elimde harita varken bile kaybolabiliyorum.

Haritada hedefi işaretliyorum, eşime gösteriyorum işte burayı gezmeliyiz. Önce eşim ve çocuklardan gelen itirazlara dayanmalı ve onları ikna etmeliyim, burasının gerçekten görülmeye değer olduğuna. 
Sonraki aşama kolay, eşimin yön bulma duygusuna güveniyorum. Onu takip etmeliyim. Arada küçük bir sorun var. O zihninde haritaladı, yolu belirledi ve hedefe kitlendi, gerisi teferruat. Onda tek çekmece açık “hedefe gidilecek”. 

Bendeki durum daha farklı neredeyse 8 çekmece birden açık. Mesele arayı fazla açmadan takip edebilmekte…

Önden giden, yolu bileni takip et.

Her şekerleme, çikolata, waffle ve elektronik eşya satan dükkana dalan büyük çocuğu takip et, hedefe döndür.

Elinde direksiyon varmış ve vites atıyormuş gibi hayali araba kullanan küçük çocuğu takip et, yön ver, hedefe döndür.

Arada sağa sola bakıp neredeyiz, hangi dükkanlar var, gezilecek ilginç mekanlar var mı, bir şeyler yiyip içmek için mekanlar nasıl, gibisinden etrafı incele.

Arada bir hafızadan alınacaklar listesini gözden geçir.

Beğendiğin yapıların, bisikletin, sokağın, tabelanın ve ilginç gelen yada güzel gelen her şeyin fotoğrafını çek.

Sokağın tadını çıkar…

Aynı anda birden fazla işi yapma becerisi kadınlarda daha fazla gelişmiş deniyor.  Aslında bir çok işi hem kadınlar hem erkekler yapabiliyor. Kadın- Erkek diye kesin çizgilerle ayırmak yanlış olur.

Aklıma yakınlarda okuduğum “Erkekler Soldan Kadınlar Sağdan” adlı  kitap geldi. Davranış Bilimleri Uzmanı Psikolog Aşkım Kapışmak, kadın- erkek arasındaki düşünsel farklılıkları esprili bir dille anlatıyor bu kitabında.

Her ne kadar kadınların beyninin sağ lobunu, erkeklerinde sol lobunu kullandığı söylense de istisnalar mümkün. 

Eşim ve oğullarım kendi ortak konuları olan bir müzeye girdiler. Elimde haritam tek başıma Amsterdam sokaklarındayım, Çanta ve Cüzdan Müzesini arıyorum. Yol boyunca dört ayrı kişiye sormak zorunda kaldım. Sonuncusu, kadın olan haritayı tutuşumu düzeltti, üzerine kalemle yolu çizdi ve karşı caddeye yönlendirdi. Ben müzeyi elimle koymuş gibi buldum. İstisnalar kaideyi bozmaz...

Her şeyin çözümü içimizde sabır,  hoşgörü ve sevgiyle bakalım her şeye ve herkese…

Sevgiyle kalın,

Devamını Oku »

Brugge

0 yorum


Herşey, araç trafiğinin azaldığı bisikletlilerin ve yayaların yollara döküldüğü güneşli bir pazar günü başladı. Bir yanımız yeşillikler arasında üç-dört katlı evler, bir yanımız eski şehri yeniye bağlayan kanal. Ara ara kocaman kapılar kanallar üzerinde bağlandıkları köprüleri açıp teknelerin, geçişine izin veriyorlar.

Etrafta gördüğüm her bisikletliye imrenerek bakıyorum. Elli yaş üstü ve çocuklar en çok kıskandıklarım. Arabamıza bir yer bulmak için uğraş veriyoruz. En sonunda arabadan kurtulduk, yayayız.

Belçika’nın Ortaçağ'dan kalma mimarisi, değişik çikolataları, danteli, kanalları ve Belçika birası ile ünlü turistik kenti Brugge‘dayız.

Kocaman kapıdan şehre giriyoruz, çikolata ve waffle kokusu birbirine karışıyor. Navigasyonu kurduk bizim hedef belli Choco-Story. 

Kakaonun doğuşu, dünyaya yayılışı, çikolata olma hikayesinin analatıldığı dört katlı bir müze. En alt katta mini bir mutfak var, birlikte çikolata yapımını keşfetmemize yardımcı.

Müze girişinde çocuklara mini bir dikkat oyunu veriyorlar. Sonunda ödül var, tabiki çikolata…

Bu keyifli geziden sonra kendimizi müziğin büyüsüne kaptırdık ve tabi patates kızartması kokusunun da etkisi var. Bizi minik bir meydana çıkarttı.

Sokağa kurulan sahnede dört çift tango yapıyor. Yaşları altmışın üzeri ve muhteşem dansediyorlar. Ben büyülenmiş gibi donup kaldım. Kısa bir sure sonra çocuklar uzaktan gelen müziği işaret ederek bizi daha büyük bir meydana sürüklediler. 

 Provinciaal Hof, Historium Brugge ve Belfry of Bruges gibi tarihin çevrelediği Brugge’un ünlü meydanlarından biri, Markt Place. Burada bir rock gurubu konser veriyor. Gençler ayakta onlarla birlikte söylüyorlar, dans ediyorlar. 

Meydanın çevresinde restaurant ve kafelerde oturanlar da konseri dinliyorlar. Biz konserin sonuna denk gelmişiz son yarım saati dinleyebildik. Sonra yavaş yavaş kalabalık dağıldı, sahne toplandı, meydan bana kaldı.

Tarihi çan kulesi Belfry tüm heybetiyle bana bakıyor. Dar ve dik 366 basamağı çıkmayı göze alabilsem yukarı çıkıp en güzel manzara fotoğraflarını çekeceğime eminim. 

E tabi birde zamanlama sorunu var buralarda hayat akşam 5 de bitiyor. Kapanmasına 15 dakika var, bu kadar sürede yukarı çıkıp inemeyeceğim için içeri giremiyorum. 


Bende meydanda ki Ortaçağdan kalma binaların her birini birer sanat eseriymiş gibi tek tek inceliyor ve fotoğraflıyorum, aslında öyleler. 

Deminki kalabalığı, insanları görmesem şimdi bu binalardan 16.yy giyimli insanlar çıkacakmış gibi hissediyorum.

Tarihi binaların arasında, yanında, meydanlarda yeni ve özgün sanat eserlerine rastlamak mümkün. Bu çok hoşuma gitti.

Eski şehirden çıkana kadar her binanın fotoğrafını çekmeye çalışıyorum. Bazı binaların üzerlerinde yapım yılları yazılmış. 1600'den - 1901'e kadar her tarihe rastlamak mümkün. Belki daha fazlasıda vardır benim rastlamadığım, sokak aralarında kalan.

Bir şehri en iyi keşfetmenin yolu ya kanal turu yada şehir turu yapan otobüsler. Biz arabamızla bu turu yapıyoruz.

Daha sonra kanal ile çevrelenen eski şehri geçip yeni şehirin sokak aralarında da biraz dolaşıyoruz. Bahçe içinde evler, ağaçlıklı yollar, yol kenarlarında kanallar. Kanallar öyle bulanık falan değil gayet berrak, içinde kuğular ve ördekler var. Her yolun kenarında bisiklet için ayrı, yayalar için ayrı yollar var.

Önce tatlı bir huzur kaplıyor içimi, büyülendim. Sonra yavaş yavaş bir hüzün çöküyor. Buranın güzelliği, düzenliliği, kurallar ve insanların bu kurallara uyuşu, saygı duyuşu… Çok kıskandım, çok.

Bir pazar günü Brugge bana doğayı, tarihi korur, sever ve sevdirirsem, yaşamı anlamlı kılacağımı hatırlattı.

Yollardayız yine,  radyoda Fransızca şarkılar Brüksel’e otelimize doğru gidiyoruz.  Yeni yerler yeni planlar...  Zihnim enerjik, bedenimde tatlı bir  yorgunluk.




Devamını Oku »

Zaanse Schans

0 yorum
Maceralara açığım, başka neler var bu kasabada diye düşünüyorum.

Gözümün görebildiği noktaya kadar yeşillik ağaçlık; çocuklar, köpekleri ve bisikletleriyle dolaşıyorlar. Su kanalları tarlaların sınırları sanki, her bir yeşil kara parçasında inekler, koyunlar hatta bazılarında domuzlar otluyor. Kasabaya yaklaştıkça büyülü bir yolculuktaymışım gibi hissediyorum, hiç bitmese…

Otobanda gidiyoruz, çıkışa az kaldı. Sağlı sollu yeşilliğin büyüsüne kapılmışım etrafı seyrediyorum. Yan yolda atının sırtında dört nala giden bir binici, görüş alanıma giriyor. Maceralara açığım başka neler var bu kasabada diye düşünüyorum.

Uzaktan gördüğüm değirmenler, giderek yaklaşıyor, sabırsızlanıyorum ancak arabaya park yeri bulmak çok zor. Herkes kurallara sıkı sıkıya bağlı, bisiklet ve yaya yolları daha öncelikli. Arabamıza zar zor bir yer buluyoruz, sonrasında özgürüz. Değirmenlere giden yolda her bir evi, herbir bahçeyi hayranlıkla seyrederek yürüyoruz.

Etrafı seyrettikçe, içimi bir huzur kaplıyor. Evlerin bahçelerine girmek için minik ahşap köprülerden geçiliyor. Kanalda ördekler yüzüyor. Nasıl doğa harikası bir yer kelimelere dökmekte zorlanıyorum.

Zaandam yakınlarında, Zaanse Schans adlı  küçük bir kasaba. Öyle kuru kuru küçük bir kasaba deyip geçmeyelim, dünyanın en eski sanayi bölgesi olmasını sağlayan 1000 yel değirmeni varmış bir zamanlar. Kağıt, arpa, boya, un, baharat ve yağ değirmenlerinden oluşan sanayi bölgesi burası.

De Kat Molen
1920’lerde sayıları gitgide azaldığı için korumak amaçlı yeni yasalar çıkarmışlar. Ve günümüzde hala çalışan, üreten 20 adet değirmen var. Tarihi değirmenlerin dünyaya tanıtılması için bir dernekleri var, değirmen müzesi var. Ayrıca her değirmen haftanın belli gününde, bazıları ayda bir ziyaretçilere açık. Bizim gittiğimiz gün Kedi adındaki boya değirmeni (De Kat) geziliyordu. Gişede giriş ücreti öderken bizimle ilgilenen bayan Türk olduğumuzu duyunca tatil için Kemer’e gideceğini söyledi. Ve bize verdiği tanıtım broşürlerinden biri İngilizce diğeri Türkçe idi. Nasıl duygulandım anlatamam. Bu güne kadar girdiğim her müzede İngilizce tanıtım broşürü almak zorunda kalan ben, Türkçeyi görünce çok heyecanlandım. Tabi biraz devrik cümleler ile yazılmış ama olsun yine de bu bir başlangıç.

Soluk Benizli (De Bleeke Dood) 1656 ve Kol (De Koker) 1866 adlı değirmenler un, Kedi (De Kat) 1646 boya ve Pembe (Het Pink) 1620 yağ değirmeni olarak hizmet veren değirmenlerden bazıları. Daha fazlası için www.zaansemolen.nl ziyaret edebilirsiniz.

Burası bisiklet cenneti. Her yaştan insan günlük yaşamlarını bisikletle görüyorlar. Bisikletlerin arkalarında çantaları var yada önde sepetleri. Çocukların ve gençlerin dışında, bizim görmeye alışık olmadığımız 60 yaş üstü insanların da bisikletle dolaştığını, alış veriş yaptığını görünce kıskandım, hemde çok ama çok kıskandım…






Devamını Oku »

“Her ayın ilk Çarşambası”

0 yorum

Ve gün geliyor sizin hayalleriniz başka çocukların hayallerine karışıyor. 


Büyük hayalleriniz var ve onları gerçekleştirdiğinizde yalnızca kendiniz için değil gelecek nesiller için gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
Ve gün geliyor sizin hayalleriniz başka çocukların hayallerine karışıyor.

İki yıldır her ayın ilk çarşambasını iple çekiyorum. Bir hafta öncesinden hava durumunu gözlemliyorum. Hava açık ise gökyüzünde neleri görebileceğimi araştırıyorum.  Ay’ın durumu ne? Dolunay mı? Hilal mi? Satürn ne konumda, Mars ne konumda? …

Ve gün geliyor yağmur, kar var; gün geliyor hava açık ama rezarvasyon dolmuş yada tek ben değil ailece gideceğimiz için birimizin mutlaka bir engeli çıkıyor.

Veee sonunda 2 Eylül Çarşamba günü için taaaaa Haziran ayından alınmış bir rezarvasyonumuz var. Koşa koşa gidiyoruz, çocuklardan daha fazla heyecanlıyım.

Gideceğimiz yer Darüşşafaka’nın P&G ile birlikte yürüttüğü “Hayalden Gerçeğe” projesi kapsamında yapılan Fatin Gökmen Planetaryumu ve Gözlem Evi. Mehmet Fatin Gökmen, Türkiye‘de gözlem ve araştırmaya dayalı astronomi çalışmalarının geliştiricisi ve Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu.

Okulda bizi Astronom Büşra Hanım karşıladı, ilk 45 dakika Planetaryum sunumunu izledik. Katılan çocukların ve yetişkinlerin sorularını yanıtladı. Mavi Ay’dan Kanlı Dolunaya, Burçlardan Takım Yıldızlarına kadar merak ettiğimiz herşeyi sorduk. Bizi sabırla dinledi, sorularımızı yanıtladı.

Daha sonra Satürn’ü incelemek için yukarı gözlem evine çıktık. İşte bizi orada bir süpriz bekliyor. Şehrin ışıkları, gökyüzündeki her şeyi adeta silmiş. Sadece en parlak yıldızı ve Satürn’ü çıplak gözle zar zor seçebiliyoruz o da çok silik. Biraz zor da olsa bir kaç denemeden sonra tespit edilen yere doğru teleskop ayarlanabildi ve bizde görebilmek için sıraya girdik. 

Çocuklar kadar bende heyecanla sıramın gelmesini bekliyorum. Fotoğraflarda gördüğüm yuvarlak ve çevresinde halkasıyla bildiğin Satürn şimdi karşımda durmuş adeta bana gözkırpıyor. Çok heyacanlıyım sanki hayranı olduğum bir sanatçıyla gerçekte karşılaşmışım gibi…

Turuncu ışıl ışıl parlayan bir halde canlı olduğunu belli eden bir tavırla yavaş yavaş görüş alanımdan uzaklaşınca, Satürn yeni bir hayranıyla buluşmak için Teleskopa yeniden ayar yapılıyor.

Her bakan bir daha kendisine sıra gelsin istiyor. Çok keyifli bir akşamdı biraz daha kalsak ayın doğuşunu da izleyebilirdik. Bu keyifli gözlem için Astronom Buşra Gürbak'a çok teşekkür ediyorum.

Aklınızda olsun, her ayın ilk Çarşambası Fatin Gökmen Planetariumu ve Gözlem Evi’nde Halka Açık Gözlem etkinliği var. Hafta içi okullar için Planetarium da sunumlar da var. Çocuklar kadar yetişkinlerinde ilgisini çekeceğine eminim.

Sınırlı kontenjan ve hava koşulları, her zaman gökyüzünün güzelliğini gözler önüne sermek için sizden yana olsun.

Yeni fırsatlar, yeni bakış açıları…

Sevgiyel Kalın

Rezervasyon ve bilgi için  http://www.darussafaka.k12.tr/ , 


Devamını Oku »