SAVAŞÇI

0 yorum

Bobby Dixon
(Ali Muhammed)
Dipten zirveye... 



“Anneeee, bunu mutlaka sen de okumalısın!” dedi, elinde salladığı kitabı burnuma doğru sokarak. Çok yakın bir dostumuzun karne hediyesiydi “Savaşçı”

Onun bu ısrarcılığı beni daha çok meraklandırdı. İlk bakışta Fenerbahçe’li bir basketbolcunun yaşam öyküsü diye adlandırabileceğim sıradanlık yavaş yavaş yerini gizemli bir merak duygusuna bıraktı…

Oğlumun eline aldığı kitabı aynı gün içinde bir solukta bitirmesinden anlamlıydım. Satırlar arasında ilerledikçe farkına vardım ki bu kitap, mücadelenin, çok çalışmanın, başarının yanında hiç pes etmemenin kitabıymış… 

“En dibe vurduğunda gidebilecek başka yer olmadığına göre tek yapman gereken yukarı çıkmaya başlamaktır.”

Doğduğumuz coğrafya ve doğuştan sahip olduğumuz din, dil, ırk gibi bazı özellikler bize, şansı ve şanssızlığı beraberinde getirirmiş.

“Bizim ise tek yapmamız gereken değiştiremediklerimizin değil, değiştirebildiklerimizin üzerine odaklanmak” diyor 1983 Chicago doğumlu Bobby Dixon. Uyuşturucu batağının içindeki ailesiyle verdiği yoksulluk mücadelesi, hayata 1-0 yenik başlamasını sağlasa da, hatalarla dolu yaşamından zirveye doğru tırmanırken aldığı dersler, sabır ve azimle çalışmaya devam ettiği cesaret dolu mücadelesini anlattığı hayat hikayesi “Savaşçı” Nemesis Kitap tarafından okurlarla buluştu.

“Bu benim hayatımda aradığım başlangıçtı..." dediği Kankakee Devlet Üniversitesi’inde deneme idmanından sonra aldığı burs sayesinde basketbol hayatı resmen başlıyor. Sanmayın ki ilk başvurduğu okul ona burs verdi. Kabarık sabıka dosyasını, onun daha sonraları sorun çıkaracağının işareti olarak algılayan bir çok okul sergilediği performansa rağmen red cevabı veriyor.

Ama yılmadan çalışmaya devam eden Dixon, çabaları ve azimli çalışmaları sayesinde burslu girdiği Troy Üniversitesi'nin sağlık bölümünü yüksek bir dereceyle bitirmeyi başarıyor.

Hayaller büyük, gidilecek yol uzun, daha çoooook çalışmak gerek!

“O günlerle ilgili hatırladığım şeylerden biri de, öyle bir hayat yaşamak istemediğimin farkına varmamdı. Daha fazlasını istiyordum. İçinde doğup büyüdüğüm aile belliydi, bunu değiştiremezdim. Sonuçta hiçbirimiz nerede ve kim olarak doğacağımızı seçemeyiz. Değişitremeyeceğim şeyler karşısında bir şeyler yapabiliridim ama. Özgürlük hissine ihtiyacım vardı belki. Ya da kaçmaya. Ve bu ikisini bana aynı anda hissettirebilen tek şey spordu.” Syf 58

Hayal kırıklıklarını en aza indirmek için zaman zaman gidilen yolu, tercihleri değiştirmekle yeni kapıların açılmasına şans vermeyi deniyor Dixon.

“1.78 metre boyun NBA'de bir kadroda yer almak için yetersiz olduğunu biliyordum.”

NBA hayalinden vaz geçerek Avrupa basketbolunda şansını denemeye karar vermesi de onun için hayatında açılan yeni kapılar, yeni başlangıçlar demekti.

Gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Ona inanan antrenörler ve takım arkadaşları sayesinde adım adım zirveye tırmanıyor.

“Kuzenimle birlikteaynı evde kalıyordum. Kendime zar zor yetiyordum. Kuzenim ise yeniden uyuşturucu satarak para kazanabileceğimi söyledi. Bunu birdaha asla yapmayacaktım. Hiç uzatmadım ve evden ayrıldım. Beni yanlışa sevk ettiğini hissettiğim her yerden ve herkesten uzaklaşmaya kararlıydım.” Syf 81

Büyürken kendi hayatında yaşadığı zorluklar sırasında eksikliğini hissettiği bir çok şeyi şimdi o çevresindeki gençlere sağlamaya çalışıyor. Chicago'da kurucusu olduğu "Lionheart" vakfı sayesinde yaz döneminde gençler için basketbol kampları düzenliyor. Amacı 10-17 yaş arasındaki gençlere hem basketbolu sevdirmek hem de hayatta karşılaştıkları zorluklarla mücadele etmelerini sağlamak.
Kitap bittiğinde şunu düşündüm “Yapabilirsin! Yadaaaa yapmamayı da tercih edebilirsin. 
Hayat senin! Seçim senin!”


Temmuz 2019
Hüma Oktay

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır





Devamını Oku »

Çıtır Çıtır Felsefe

0 yorum

Hayatı anlatan kitaplar…





“Anne dürüst olmak ne demek?” 

“Anne öğretmen, siz iyi ahlaklı çocuklarsınız dedi. İyi ahlak ne? Kötü ahlak nasıl olur?”

“İnsanlar neden ölür?”

“Büyüyünce herkes işe gidiyor. İş ne demek?” 

“O makinelerden para geliyor ya, para sihirli mi?”

Ben diyeyim 10 yıl siz deyin 13 yıl önce…

Ben o zamanlar tek çocuklu bir anne iken, anaokulu çağındaki oğluma iyi ve kötüyü, aşk ve dostluğu, şiddet ve şiddetsizliği, yaşam ve ölümü...  ve bunun gibi daha nice soyut kavramı anlatmaya çabalarken keşfettiğim Çıtır Çıtır Felsefe serisi sayesinde bir çok soru cevapsız kalmaktan kurtuldu. 

Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi gören Brigitte Labbé‘in yazdığı ve Paris Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Michel Puech‘ın ve lise felsefe öğretmeni Pierre-François Dupont-Beurier katkılarıyla ortaya çıkan Çıtır Çıtır Felsefe serisi Günışığı Kitaplığı aracılığıyla okuyucuları ile buluşmaya devam ediyor. 

Hayat bu! Yıllar geçtikçe konular birikti, kitapların sayısı artı ve doğal olarak kitaba olan ilgi daha da arttı. Sonunda olan oldu, ağabeyinin odasına gire çıka kitaplıktan aldığı bütün seriyi kendi kitaplığına taşıdı. Kullanım hakkını saklı tutmak kaydıyla ağabey ağabeyliğini yaptı kitapların yeni yerine gitmesine ses çıkarmadı.

Yaşadığımız gezeni anlamaya çalışan çocukları, doğru sorular sorarak düşündüren, hayatın içinden örneklerle temel kavramları anlamalarına yardımcı olan Çıtır Çıtır Felsefe serisi her kitapta ayrı bir kavramı ele alıyor. 

“Bir gün ölümün geleceğini unutursak, her zaman her şeyi yarına bırakabiliriz. Her gün işlerin bekleyebileceğini, bir sürü zamanımız olduğunu, onları yarın yapacağımızı, sonra öbür gün yapacağımızı ve sonra tekrar, yarın yapacağımızı düşünür, sonuçta hiç bir şey yapamayız. 

Hayallerine ve amaçlarına ulaşma isteği duymak için insanın, yaşamın sonsuza kadar sürmeyeceğini hatırlaması gerekir. Yoksa niye kendimizi yoralım, neden çaba harcayalım ki? 


Sonuç olarak, yaşamın bir gün bitecek olması bizi, onu doğru yönlendirmek ve başarılı olmak için çaba göstermeye iter. 

O halde gerçek soru, "Neden ölürüz?" değil, "Nasıl yaşamalıyız?" sorusudur.”

Çıtır Çıtır Felsefe / Yaşam ve Ölüm /syf 38


Üzerinde düşünülecek, konuşulacak tüm kavramların olduğu bu seri, zaman zaman, tekrar tekrar okunacak kitaplar listesinde olmaya devam ediyor. 

Devam ediyor diyorum otuzbirinci son kitap Şans ve Şanssızlık raflarda ve tabiki bizim kitaplığımızda yerini aldı. Arkadaşı ile birlikte kitabı aldığımız gün okumak için eve kadar sabredin dedim ama nafile. 


İyi okumalar 

Sevgiyle kalın

Hüma 
Ocak 2019






















Devamını Oku »

Karadankaçanlar

0 yorum

Ben diyeyim Denizekaçanlar, sen de Karadankaçanlar...






Uzun yıllardır gezenti bir babadan olma, biraz çatlak ancak iyi kalpli ve çalışkan bir anneden doğma Tomris’in ve hikayeler uydura uydura yelkenli ile ülke ülke gezen annesinin hikayesi Karadankaçanlar...

Tabi bu hikayede sadece Tomris ve annesi yok.

Merakını yenemeyip herşeyi birbirine karıştıran Sütliman hanım, üç küçük yavrusunu arayan Demir Ejderhaları’ndan Mine Dörtkafa, korkunç OkurCanına Cadısı’ndan kaçan şehir halkı ve cadının tepelerden birinin zirvesinde mağranın derinliklerinde sakladığı üç küçük ejderha yavrusu…

“O yüzden madem hâlâ buradasın ve kararlısın dinlemeye devamını hikâyenin… Yada kararlı değilsin de, sıkıcılar sıkıcısı bir yetişkin ısrarla dikiliyor tepende, oku diye devamını kitabın… Anlatayım da, başladığı işi yarım bıraktı deme hakkımda sakın. Hem zaten… hiç istemesem de koparmayı ödünü yada hoplatmayı yüreğini… tutamayacağım galiba çenemi ve her durumda anlatacağım hikâyenin gerisini.”

Maceracı ikili Tomris ve annesinin yolları intikam peşindeki bir cadıyla kesişirse, merak dolu sorular gelmez mi insanın aklına?  Cadının büyüsü altındaki liman kentindeki çocuklara ne olacak? Yavru ejderhaları kim kurtaracak? OkurCanına Cadısının da bir kalbi var mı? Cadının uçan süpürgesine ne oldu?

Tüm soruların cevapları, şiirsel ve neşeli anlatımı ile  Aslı Tohumcu’nun kaleminden “Karadankaçanlar”da…

İyi okumalar.
Sevgiyle Kalın
Hüma





Devamını Oku »

Eskimus Serüvenleri

0 yorum


“Yaaa, böyle bitmemeliydi!”

İki gündür elimizden düşürmediğimiz Eksimus Serüvenleri’nin kahramanları adeta zihnimizi istila etmiş durumda. Oğlumla birlikte, zaman zaman kahramanların yerine geçip, sen olsan ne yapardın? Ben olsam şöyle yapardım gibi yorumlarla maceranın kritiğini yaparken bulduk kendimizi.

Her şey kış sezonunda Yasemin Sungurla Kitap İle Sohbet etkinliğinde kullandığım mini not defterimi bulup, karıştırmakla başladı.

Yazar etkinliğine katılan Aslı Tohumcuyla kitaplarını konuşurken araya minik harflerle eklediği çocuk kitapları yazdığı bilgisini kendime not etmişim. Yaz boyunca okunacaklar listesine de eklemeyi unutmamışım. İyiki de yapmışım. Geçenlerde internet siparişlerim geldi merakla önce çocuk kitaplarından başladım. Kitap öyle sarmış ki sesli yorum yapmışım. Oğlum merakla yanıma gelerek kitap hakkında sorular sormaya başladı. Ben heyecanla anlatırken “Dur anlatma, ben de okuyacağım” demesiyle kitaplar aramızda dolaşmaya başalamasın mı?

Birinci kitap “Üç Kişilik Ordu”yu benden sonra okumaya başlamasına rağmen ikinci kitap “Yalancı Cennet”i ben bitiremeden yetişti kerata.

Gün içinde verdiğim zorunlu kısa molalar uzun soluklu okumama engel olsada, onun gibi saatlerce aynı koltukta kalıp heyecanla, kesintisiz kitap okumayı çok isterdim. Çocuk olmayı özlediğimi farkettim.

Tabiki üçüncü kitap “Her Çocuğun Rüyası”nı benden önce bitirdi. Kitap biter bitmez, -daha önce yaptığı gibi- yanıma gelip sonunu anlatmadığına göre kesin katil uşak!

İçimdeki merak kelebekleri pırpır etse de yinede soramam, bilirim ki merakla seyrettiğim filmlerin ve okuduğum kitapların sonunu birinin söylemesi bütün büyüyü bozar.

Sonunda bende seriyi bitirdim. Evet yaaa böyle bitmemeliydi!

Kitapların en sevdiğim yanı, sonrasında yapılan sohbet. Konu konuyu açıyor, sorular, cevaplar havada uçuyor. Hatta biz olayları devam ettirip dördüncü kitabın konusunu belirleyip, hızımızı alamayıp serinin tamamının filmi çekilseydi sahnelerin nasıl olabileceğini bile hayal ettik.

İkiz kardeşlerin ailevi sırları ortaya çıkarmak isterken yaşadıkları maceralar, aile üyelerinin düştüğü zor durumlar, yeni kazanılan dostluklarla kurulan işbirliği ve hiç hesapta yokken ortaya çıkan düşmanlar.

Acaba kazanan kim olacak? Dr.Eksimus mu? Profesör Devküçük mü? Yoksa ikizler mi? Sizce savaşın kazananı olur mu? Macera boyunca kimin eli kimin cebinde? Acaba dost bildiklerimiz bizim düşmanımız mı yoksa düşmanımız bir gün gelir dostumuz olur mu?

Tüm soruların cevapları Aslı Tohumcu’nun kaleminden “Eksimus Serüvenleri”nde…

İyi okumalar.
Sevgiyle Kalın
Hüma


Haaa unutmadan katil uşak!

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.






Devamını Oku »

Şu Acayip ...

0 yorum

Ah Şu Acayip Şeyler 






Anneee….

-Yarasalar gece nasıl avlanırlar?

-Neden Hindistandaki fillerin kulakları Afrika fillerinin kulakları kadar büyük değil?

-Kulağakaçan böceği gerçekten kulağa kaçar mı?

-Balıkların kulak delikleri var mıdır?

-Neden iki kulağımız var?


Sorular ardı ardına gelince oğlumun yeni öğrendiği bilgileri benimle paylaşmak istediğini tahmin ederek,

“Bilmiyorum ama cevabını merak ettim” demem yeterli. Sonrasında onu susturabilene aşkolsun.

Kulakların Hayat Bilgisi ve Fen Bilgisi kitaplarında yazmayan, çok acayip gerçekleri, Tarık Uslu’nun kaleminden Şu Acayip Kulaklar kitabında.

Aslında “Şu Acayip Kulaklar” serinin yirminci kitabı.

İki yıl önce kitapçıda kitapları karıştırırken oğlumun ilgi alanı olan Hücre, Atom, Işık ve Renk sayesinde tesadüfen keşfettiği Tarık Uslu’nun bu serisi Fen Bilgisi derslerinin vazgeçilmez eğlencesi…


Bu seriden aldığı keyif, kitapları okurken kıkırdamasından belli.


Yaz döneminde evi karıncaların basması “Şu Acayip Karıncalar”, hiç durmadan öten cırcır böcekleri, kulağa kaçanlar, tesbih böcekleri sayesinde de “Şu Acayip Böcekler” ve daha niceleri kitaplıktaki yerlerini almaya başladılar, yeryüzü, gökyüzü, uzay derken bir bakmışız yirminci kitaba gelmişiz.


Kitabı okuduktan sonra acayip sorularla bizi sıkıştırması, “Biliyormusun anne?” diye başlayan cümleler ile uzun uzun okuduklarını anlatması sayesinde ister istemez ev halkı olarak biz de bu serinin müptelası olduk.

Tüm çocuklara, çocuk kalanlara ve ömür boyu öğrenci olanlara iyi okumalar.

Sevgiyle kalın
Hüma 







Şu Acayip Şeyler  serisi hakkındaki düşüncelerini benle paylaşır mısın?

“O kadar bilimsel ve zor şeyleri son derece espritüel bir dilde anlatmış. Ders kitaplarından daha eğlenceli. Anlatılan her şey çok kolay kafaya oturuyor. Ben böyle anlattım anne ama sen cümleleri düzenlersin.”








Devamını Oku »

Bahar Sarıkaya

0 yorum


O BİR ÖĞRETMEN

O BİR YAZAR

O BİR ANNE


Tesadüfleri severim, aslında tesadüfün planlı bir kader olduğuna inanırım. Bazı insanlarla yollarınız kesişir ve kalpleriniz aynı amaç için atar ya, işte benim için de öyle bir gündü bugün. Öğrencilerinden “benim çocuklarım” diye bahseden, cıvıl cıvıl enerjisi ile çevresindekileri etkileyen, yaptıklarını anlatırken mütevaziliği elden bırakmayan öğretmen, yazar ve anne Bahar Sarıkaya ile Kendisi Bir Mekan’da, yazdığı kitapları, çocukları ve yeni projelerini konuştuk. 

Çocuklar için yazdığınız Atatürk konulu etkinlik kitaplarınızın yazılış hikayesinden bahseder misiniz? 

Bizler her çocuğa anaokulundan itibaren Atatürk’ü anlatmaya çalışıyoruz Fakat fark ettimki o yaş çocuğunun anlamadığı kelimelerle anlatıyoruz. Savaşlar, kongreler, genelgeler gibi…

Bugün bu ülkede kadın olarak çalışabiliyorsam ve öğrencilerimle öğretmenlik yapabiliyorsam, bu özgürlüğü ona borçluyum. Öğretmen, anne ve yazar olarak yetiştirdiğim, ulaşabildiğim her çocuğa Atatürk’ü anlatmalı tanıtmalıyım, bu benim manevi borcum. 

18 yıllık öğretmenim, dolayısıyla çocukların okulda neyi yapamadıklarını ve neye ihtiyaç duyduklarını gözlemleme şansım oluyor. Sınıfta çocuklara Atatürk ile ilgili savaşları, yaptığı yenilikleri anlatırken çocukların ilginç soruları olurdu, “Nelerden korkar? O da benim gibi ballı süt sever mi?” Benim anlatmak istediğim Atatürk ile onların merak ettiği Atatürk bambaşka. Düşündüm, bu çocuklara kendi yaş dilimlerinde anlayabilecekleri şekilde Atatürk’ü anlatmalıyım.

 
İlk kitap anaokul gurubuna, 5-6 yaş için yazdığım “Atatürk ve Ben”. 

Kitabın içerisinde Atatürk’ün sevdiği yemek, sevdiği kitap, en sevdiği hayvan gibi bilgiler var sonuç olarak çocukların onunla bir özdeşim kurmalarını istedim. 

“Onun ve senin, sevdiğiniz şeyleri öğrendin, belkide ortak noktalarınız var. Neden sende bir gün onun gibi bir lider olmayasın?” mesajını vermekti amacım. 

Sonra ikinci kitap devreye girdi, “Her Çocuk Biraz Atatürk’tür” ilkokul 3. sınıf etkinlik kitabı. Yaşlar biraz daha büyüdüğü için etkinlikteki sorular değişti, derinleşti. İçerisindeki her soru çocuğun birşeyleri analiz etmesini, kendiyle özdeşleştirmesini sağlıyor. 

Aslında anlatmaya çalıştığım O’nun da sevdiği şeylerin yanında korkuları, kaygıları var, senin de var. O bunlarla baş etmeyi başarabilmiş? Sen de baş edebilirsin? Çocukların kendilerini bir lider ile özdeşleştirerek her yönüyle analiz etmelerini, kendilerini tanımalarını, sorun çözme becerilerini geliştirmelerini istedim. 

Buradaki soruların tamamının tarzı zaten bizim yaratıcı soru dediğimiz tarzda. İçerisinde çocuğun birikimini katmasını beklediğimiz şeyler. Kitabın en güzel noktası, Uzman Klinik Psikolog Selin Sönmez tarafından yönlendirilmesi ve sınıflarımda çocuklarla yaptığımız değerlendirmelerde onların bakış açılarıyla şekillenmesiydi. Bu süreçte çocuklar çok keyif aldılar, kendi yaptıkları şeyleri bir ürün olarak karşılarında görmek onların çok hoşlarına gidiyor. Neticede emek verdikleri bir şey somut olarak ellerinde duruyor. 

Üçüncü kitabım “Unutulmayan Sözlerle Atatürk” 19 Mayıs’ta piyasaya çıktı. Bir insanı davranışları ile anlatmak ayrı bir şeydir ama bazen bir cümle söylersiniz ve o cümle sizin saatlerce anlatmak istediğiniz şeye bedeldir. 

İlk kitabınız Atatürk ve Ben ile bir proje başlattınız, bize bu projeden bahseder misiniz? 

Bizler İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşadığımız için kitaplara özellikle yeni çıkan kitaplara ulaşmamız daha kolay ama baktığınızda başka bir şehirde yaşayan çocuk için durum böyle değil. Biz özel okullardaki öğretmenler zaman zaman kampanyalar yaparız, sosyal sorumluluk projesi kapsamında devlet okullarına kitaplar göndeririz. Bu kampanyalarla kitap yardımı alan bir çocuk vardı hayatımda, şöyle demişti; “Benim hiç yapılmamış, yıpranmamış bir kitabım olacak mı?” O beni çok etkilemişti. Kendi kitabım çıkınca böyle bir proje başlatmak istedim ve bence her çocuğun bir tane yeni kitabı olmalı, kendine ait bir kitabı olmalı.

Atatürk ve Ben kitabı piyasaya Mart ayında çıktı, Projeyi 23 Nisan’a özel başlattım. 23 Nisan Atatürk’ün bize armağanı, kitapta bizden çocuklara armağan olsun istedim.

“5000 Öğrenciye Atatürk ve Ben” projesini başlattığımda çok heyecanlanmıştım, Türkiye’nin her yerindeki devlet okullarına, ihtiyacı olan çocuklara gidecek ve ilk kez kitabı olacak o çocukların. Kitap Atatürk ile ilgili ve 23 Nisan geliyor, ben heyecanla bu işe girişirken sponsor bulma konusunda bu kadar zorlanacağımı hiç düşünmemiştim. Bir çok firma ile yazıştım sosyal sorumluluk projesi kapsamında bu projeye sponsor bulamadım maalesef. Çok üzüldüm tabii ama yılmadım sosyal medya hesabımdan tüm akrabalarıma, arkadaşlarıma hatta ilkokul arkadaşlarıma kadar ulaştım. Bu proje için destek istedim. Arkadaşlar, dostlar ve onların dostları sayesinde ufak ufak başlayan yardımlar birikti en sonunda 5000 öğrenciye bu kitabı ulaştıracak bütçeyi temin ettim. 

O çocuklara o kitaplar gitti. Ve yeni bir süreç başladı benim için. İnstagramda #5000öğrenciyeatatürkveben hesabı açmıştım. Kitabımın ulaştığı öğrencilerden, öğretmenlerinden o kadar muhteşem fotoğraflar ve videolar gelmeye başladı ki çok duygulandım, çok mutlu oldum. Bu süreçte çektiğim sıkıntı apayrı ama diğer taraftan teşekkür eden mesajları, mektupları size yapılan o boyamalar gönderdikleri fotoğraflar muhteşemdi. 

Bu proje hayatımızda başka güzelliklere yol açtı. Öğretmelerle yaptığımız yazışmalar sonucu sınıflarda başlattığımız sosyal sorumluluk projesi kapsamında 7-8 yaşlarındaki çocuklarım başka okullara yardım ettiler.

İlk öğretim çağı çocuklarının kitap okuma alışkanlıklarını nasıl buluyorsunuz? 

Genel olarak baktığınızda çocuklar okumaktan çok hoşlanmıyorlar çünkü teknoloji hayatlarının içerisinde. Ancak suçlu sadece teknoloji olamaz. Kitap okuma alışkanlığı çocukların hayatlarına ilkokula geldiklerinde kazandırılacak bir şey değil. Ebeveynler en büyük hatayı burada yapıyorlar. Kitap okuma eylemi, çocuğun hayatında doğduğu andan itibaren varolacak bir şeydir. Okula başlayana kadarki yedi yıl çok uzun bir zaman. Yedi yıl boyunca hiç bir şekilde kitap okumamış bir çocuğu okula başlatıyoruz, böyle çocuklar var maalesef ve biz o çocuğa hem ödev yapmasını hemde günde 15 dakika kitap okumasını mecbur ediyoruz. Doğal olarak bu ona eziyet geliyor.

Çocuğun küçük yaştan itibaren kitapla bir arada olması, konsantrasyon, dikkat becerisi, kelime haznesinin artması, anlama becerisinin gelişmesi, el kasları ve büyük-küçük kas uyumunun gelişmesini sağlar. Bizim normalde okul hayatına başladıklarında çocuklardan beklenen küçük kas denetimi dediğimiz şey aslında sayfa çevirmek kadar basit bir eylemi yapabilmesi içindir.

Çocuklar ailenin bir yansıması, davranışsal olarak, kelime becerisi, oturma kalkma alışkanlıkları, erdem anlayışı, ahlak anlayışı, ailelerin kitap okumaya verdiği önem, eğitim açlığına öğrenme becerisine gösterdiği değer tüm bunlar ailelerin çocuğa kazandırdıkları. Çocuk okula geldiğinde bunun üzerine biz ilave yapabiliyoruz. Doğal olarak ailesinden öğrendiği kitap okuma alışkanlığı okulda pekişiyor. 

Çocukların öğrenme becerileri, zihinsel gelişimleri açışından bakıldığında, okul öncesi kitap okuma alışkanlığı kazanmamış çocuklarla bu kazanımı edinmiş çocuklar arasında açık ara fark gözlemleniyor. 


Kitap okuma alışkanlığı edinmeleri konusunda ailelere tavsiyeleriniz nelerdir?

Kitap okumayı eğlenceli hale getirerek başlanabilir. Mesela kenarları ışıklı okuma gözlükleri var, çocukların hoşuna gidiyor yada çocuklar gizli köşelerde saklanıp kitap okumayı da severler. Masanın altında veya evde kurulan basit bir çadırın içinde gibi. Okul öncesi çocuklar ise aile bireyleriyle kucak kucağa olup, o sıcaklığı hissetmek ve ortak bir şeyler paylaşmak istiyorlar. Her çocuğa özel bir yöntem vardır. Sanırım aileler doğru teknikleri uygularlarsa, çocukların kitap okuma alışkanlığını kazanmaları çok yüksek olacaktır. 

Bir de kitap seçme süreci var. Kitapçıya gittiklerinde kitaplar dışında oyuncak, kırtasiye malzemesi vs olan yerlerde dikkat dağıldığı için konusu sadece kitap olan yerleri tercih etmeli aileler. Çocuk, kitapları inceleyip seçim yapabilir yada sadece onları kısaca okuyup bakmış da olabilir, her kitapçıya girdiğinizde kitap almak zorunda değilsiniz. Kitaplarla geçirdiği süre arttıkça ve yaş ilerledikçe mahalle kütüphaneleri, okul kütüphanelerine de gidecek, kitapçıdan da kendine uygun kitap seçmeyi öğrenecek. Çocuğun kitap okuma alışkanlığını kazanması, ailelerin bu süreci sabırla, istikrarlı bir şekilde nasıl yönettiğiyle çok alakalı. 


Yeni kitap projeleriniz var mı? 

Halihazırda hazırlıkları tamamlanan iki kitabım var. Yazmaya devam ettiğim kitaplar da var ve konusu Atatürk ile ilgili. 3-12 arası yaş guruplarına özel Atatürk kitapları yazmayı tamamladığımda başka birşeyler yazmaya devam edeceğim. 

3 yaş çocuklar, anaokuluna başladıklarında Atatürk’ü tanır, hayatını ve yaptıklarını bilir diye öğretilmesi zorunlu bir kazanım var ama konuyla ilgili bu yaş gurubuna göre bir kitap yok. Bu konuda tamamen çocuğa görelik ilkesinden yola çıkarak Anaokulu ve ilkokul 1. sınıf yaş gurubuna hitap eden içerisinde çeşitli etkinliklerin olduğu iki ayrı kitap Eylülde çıkacak. Adı yine “Her Çocuk Biraz Atatürk’tür” ama hitap ettiği yaş gurubu farklı. 

Gerçekten aslında her çocuk biraz Atatürk, sadece biraz ama daha da fazlası olabilir. Ne kadar olduğunu çocuğun kendisi belirliyor. 


Röportaj Hüma Oktay 

Bu röportaj Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır
























Devamını Oku »

Babalardan Babalara

0 yorum


“Ben annemle birlikte yaşıyorum, babam ara sıra geliyor. Sen kiminle yaşıyorsun?”

3,5 yaşında bir çocuğun sözleriydi bunlar. O dönem iş yoğunluğu nedeni ile çok seyahat eden eşim her cuma akşamı evde olmaya çalışır hafta sonunu oğluyla geçirmeye özen gösterirdi. Oğlum, başka ülkelerin, şehirlerin varlığını o dönemde öğrenmişti. Ve ben de yine o dönemde öğrenmiştim, çocuğunla kaliteli zaman geçirmek demenin ne demek olduğunu.

Yıllar çabuk geçiyor şimdi bazı iş seyahatlerine, lansman toplantılarına birlikte gidiyorlar.

“Babalarından, çocukluğun erken dönemlerinde -2,3,5 yaşlarında- yeterince sevgi alabilen çocukların, bir binanın temelini sağlam attıklarını ve o binanın kolay kolay sarsılmayacağını düşünüyorum.” Demiş Prof. Dr. Kemal Sayar /Syf 88

Çocuklarımız büyürken ben de eşim de doğru davranışlar sergileyebilmek adına onların okullarının düzenlediği bir çok eğitime katıldık, zaman zaman okuduklarımızı paylaştık, yeri geldi bir uzmana danıştık. Haa rağmen hata yapmadık mı? Yaptık tabi… Biz çocuklarımızla geliştik ve çocuklarımız sayesinde anne ve babalarımızı anladık.


Bu ara elimden düşüremediğim, Sevilay Acar’ın “Babalardan Babalara” adlı kitabı yeni bilgileri hafızama kaydederken, eski anıları da canlandırdı.

Birbirinden değerli, mesleklerinin duayenleri ile yapılan müthiş bir röportaj.  Konu babalardan, çocukluklarından, kendi çocuklarına kadar uzanıyor, sadece baba –çocuk ilişkisinin konuşulacağını sanırken, kadın-erkek ilişkileri, evlilik, aile olma bilinci, ailede babanın–annenin rolü, Türk toplumunda aile hayatında kadının ve erkeğin değişmeyen kalıplar içine sıkışmış rollerinin de konuşulduğunu okurken buluyorum kendimi.

Konu konuyu açıyor, altını çizdiğim yerlerin ve not aldığım kaynak kitapların sayısı artıyor. Babalık psikolojisinden, hormonlu çocuklara ve çağımızın hastalığı diyebileceğimiz internet bağımlılığına ve Narsisizm’e kadar uzanan konular, sonunda baba adaylarına ve yeni baba olmuş babalara bilgiler ile son buluyor. Ama benim için dolu dolu bir başucu kitabı olarak hayatıma giriyor.

Sevilay Acar‘ın özenle seçtiği sorular, değerli hocalarımız Prof. Dr. Özcan Köknel, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Prof. Dr. Kemal Sayar ve Pedogog Ali Çankırılı‘nın detaylı verdiği cevaplar ve konu özetlenirken gösterilen müthiş kaynak kitaplar…

Bu kitabı okurken hep aklımdan geçen ve olmasını dilediğim, babalar gününün yaklaştığı şu günlerde, baba- çocuk ilişkisini yaşayabilen şanslı azınlıkta ki çocukların sayısının artmasıydı.

“Baba demek –bir kız çocuğu için de bir erkek çocuğu için de- dünya demek. Çocukların gelecekte oluşturacakları hayata şekil veren, onların ruhsal ve fiziksel gelişimlerini olumlu ya da olumsuz etkileyen en önemli değer.

Baban mı var, dünya var!” syf 239

Herkes şanslı olmuyor maalesef, bazı çocuklar bir eksik girecekler bu özel güne ve hüzünleri günler belki de haftalar öncesinden başlayacak. Çünkü biraz erken gitti onların kahramanları, sırtlarını yasladıkları koca çınarları…

Kimi zaman minik yürekler göz yaşlarıyla babalarını uğurladılar… Kimi zaman babalar gencecik oğullarını toprağa verdiler sımsıkı tuttuğu minik ellerle birlikte…

Seyircisiyiz olan bitenin. Yanında olup, bir şeyler yapmaya çalışsak da, hiçbirimiz bir çocuğun babasının yerini tutamayacağız ya da dindiremeyeceğiz bir babanın evladına özlemini…

Bizler şanslıysak eğer, babalarımızla ve bir baba olarak evlatlarımızla hâlâ daha birlikte vakit geçirme şansını yakalayabiliyorsak, ‘yarın’ değil, ‘sonra’ ya da ‘bir ara’ hiç değil ‘şimdi’ tam zamanı…


Her çocuğun kahramanı, babaların günü kutlu olsun.

Sevgiyle kalın, daima…

Hüma Oktay


Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.






Devamını Oku »

Karlarla kaplı gizemli şehir Kars

0 yorum
Kars Kalesi ve Oniki Havariler Kilisesi
Yerde 1cm kar biriksinde kar topu yapalım diye saatlerce camın önünde güvenli sıcacık evlerimizde kalıp yağışını izlediğimiz kar, burada diz boyu…

“Kar onda hayatın güzelliği ve kısalığı duygusunu uyandırıyor, bütün düşmanlıklara rağmen aslında insanların birbirlerine benzediğini, alemin ve zamanın geniş, insanın dünyasının dar olduğunu hissettiriyordu. Bu yüzden kar yağınca insanlar birbirlerine sokuluyorlardı. Kar düşmanlıkların, hırsların, öfkelerin üstüne yağarak onları birbirine yaklaştırıyordu.” *

Kar kristallerinin aylarca yerden kalkmadığı, çağlar öncesinden bu yana antik kalıntılar, doğal bitki örtüsü, kayak pistleri, lezzetli yemekleri ile dört mevsim turistlerin uğrak yeri Kars şehrindeyiz.

Tepede, her yere hakim dimdik duran dış cephe surlarıyla 900 yıldır şehre gelenleri gözetleyen Kars Kalesi tüm heybetiyle bize bakıyor.

“Erişilmez savunma mevzilerine ve yalçın bir kaya üstüne kurulmuş kaleye baktıkça, Kars’ı nasıl ele geçirebildiğimize şaşıp kalıyorum.” **

Kalenin eteklerinde yer alan, yüzyıllar içerisinde kiliseden camiye, camiden kiliseye çevrilmiş hatta bir dönem Arkeoloji Müzesi olarak da kullanılmış Oniki Havariler Kilisesi tam karşımda. Ona büyülenmiş bakarken farkediyorum ki tek gerçek, ne amaçla kullanılırsa kullanılsın 937 yılından beri hâlâ sapasağlam ayakta kullanılır durumda olması…

Cheltikov Otel
Biraz ileride Taş Köprü’nün iki yakasındaki Mazlumağa hamamı ve hemen tam karşı kıyıda Muradiye hamamı nehrin iki yakasını mesken tutmuş bize gülümseyen 250 yıllık yapılar.

Bir zamanlar Rus şair Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in bile Muradiye hamamına uğradığı söyleniyor Moskova’dan Erzurum’a kadar uzanan yolculuğu sırasında. * *

Uzun kış gecelerinin neşesi, aşık atışmalarının yapıldığı Namık Kemal Kültür evi ve Rus Cheltikov Ailesinin bir zamanlar yaşadığı konak bugünkü Otel Cheltikov, şehir içindeki gezi noktalarımız.

Arkeoloji Müzesi / Ani Katedrali kapısı
Veeee Kars Müzesi (Arkeoloji Müzesi) , Ani Harabelerinde gördüğümüz arslan kabartmalı dış cephe süslemeleriyle dikkatimi çeken, kapıları ve kubbesi olmamasına rağmen muhteşem bir akustik yapısıyla da beni büyülüyen Ani Katedrali’nin o dantel gibi oymalı ceviz kapılarını aradı gözlerim ve yine büyülendim el işliğine, sanatına, yıllara direnmesine…

Ve en son şimdi çeşitli devlet daireleri olarak kullanılan Ruslardan kalma binaların olduğu ızgara planlı iki ana caddeden geçerek Sarıkamış’a otelimize doğru yola devam ediyoruz.




Küçük bir kaçamak

Kars şehrini geride bırakıp artık tatile kayak yaparak devam edeceğiz ailece yaptığımız plan bu. Fakat aramızda bir oyun bozan var. Tabiki ben! Benim kalbim Kars’da kaldı. Sokaklarında gezip, Ruslardan kalma taş binaları yakından görmek istiyorum. Puşkin Restaurantta kaz eti yemek istiyorum. 

Orhan Pamuk’un Kar romanında bahsetiği Karpalas oteli bulmak istiyorum, hatta en son biz gezemeden kapanan Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesin’i görmeden dönmek istemediğim için de havanın güneşli olduğu bir gün, tüm ekibi kayak pistinde bırakıp Sarıkamış’tan Minibüslere binerek Kars’a gidiyorum.
Kars’da sabah -11 ile başlayan günün soğuğu, güneşe rağmen iliklerime kadar işledi.

“Soğuk bir an şaşırttı Ka’yı, insanın isteklerinin ve hayallerinin, siyasetin ve günlük dalaverelerin Kars’ın soğuğu yanında ne kadar da küçük ve zayıf kaldığını hissetti.”**

Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı 

Adım adım gezdiğim sokakların birinde savaş zamanı karargah olarak da kullanılan Gazi Ahmet Muhtar Paşa konağına rastlıyorum.  

Konağın tarihi özelliğinin dışında; güney cephesindeki ahşap balkonuyla ve iç mekan duvarlarından geçirilen borular sayesinde tüm evi ısıtan Peç isimli ısıtma sistemi ile mimari yapısı da ilgimi çekiyor.

Şehirdeki son durağım, doğu sınırlarının korunması için Osmanlı imparatorluğu tarafından inşaa edilen 46 adet Tabya’dan biri. 


Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi

1828’de Rusların Kars’a yaptığı gece baskınında tabyadaki tüm askerlerin şehit edilmesi üzerine tarihte Kanlı Tabya olarak da anılan bu yeri, şimdi 1677-1918 arasındaki Osmanlı -Rus savaşlarının ve yapılan antlaşmaların detaylarının sunulduğu Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi olarak geziyorum.

Son gün havaalanı yolunda herşeyin üstünü usulca örtmüş karlara bakıp buraları yeşil görmeyi hayal ederken yazın gelirim umuduyla, çocuklar ise karları geride bıraktıkları için üzgün evimize döndüyoruz.

Mart 2019



* Orhan Pamuk / Kar / İletişim Yayınları 2001

* *Aleksandr Sergeyeviç Puşkin / Erzurum Yolculuğu / Cumhuriyet Yayınları 1999/ Çeviren Ataol Behramoğlu

Kars Çevresi gezilecek yerleri anlatan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.




Devamını Oku »

Kars çevresi

0 yorum


Sevinçle “Kar var! Kar!” dedi. Parmaklarının ucu ile minik bir şeyi tutar gibi işaret ederek, “Biz şu kadarcık karı yerde görmek için üç saat yağışını seyrediyoruz, camın önünde bekliyoruz, burada diz boyu kar var. İnanabiliyor musun anne?”

Kar kristallerinin aylarca yerden kalkmadığı, çağlar öncesinden bu yana antik kalıntılar, doğal bitki örtüsü, kayak pistleri, lezzetli yemekleri ile dört mevsim turistlerin uğrak yeri Kars şehrindeyiz.

Havaalanından Ocaklı köyüne kadar bir saat yol boyu sağlı sollu her yanı gözümüzün alabildiğine beyaz bir örtüye teslim olmuş irili ufaklı dağları seyrederek çocukların daha gelmedik mi sorularına cevap vermekten bıkarak yol alıyoruz. Yolculuğumuzun sonu Ermenistan sınırında yer alan Ani Şehri.

Ani Harabeleri

Surp Kirkor Kilisesi

Kale surları arasından antik şehre giriş yaptığımızda, geniş bir alana yayılmış doğaya ve insana direnme çabasından yorgun düşmüş ortaçağın en önemli kentlerinden biri, ipek yolunun Anadoludaki gümrük kapısı sayılan bu şehir her şeye rağmen ayakta kalan kalıntıları ile hikayesini anlatıyor bize, sessizce…

Aşağıda usul usul akan Arpa çayını sınır bellemiş Ermenistan’la karşı karşıya kalan uçurumun hemen yanı başındaki muhteşem freskleriyle Surp Kirkor kilisesi, (Surp Amenap’rkitch Kilisesi)

Dikdörtgen planlı yapısı, sekizgen minaresiyle Anadoludaki ilk Türk camisi olma özelliğini taşıyan Ebû’l Manuçehr Camii 



Ani Katedrali 

Arslan kabartmalı dış cephe süslemeleriyle dikkat çeken, kapıları ve kubbesi olmamasına rağmen muhteşem bir akustik yapısıyla bizi büyülüyen Ani Katedrali. 
(Surp Asdvadzadzin Katedrali) 

Sonradan şehir merkezindeki Arkeoloji müzesinde o dantel gibi oymalı ceviz kapıları gördüğümde de Ani Katedralini gördüğüm zamanki gibi büyüleneceğimi henüz bilmiyordum.

Adını sayamadığım daha niceleri bu şehrin topraklarında sonsuz anılar biriktirmişler. Tarihin sayfalarında adları yer almayan kim bilir kimler geldi, hangi kervanlar geçti, kimler yaşadı, kimler savaştı, can verdi bu topraklarda…



Çıldır Gölü

Sonraki durağımız Doğu Anadolu’nun en büyük ikinci gölü olan bir metrelik buz kalınlığı ile kışın cirit atma, atlı okçuluk, kızak, kayak ve buz pateni yarışlarıyla festivallere konuk olan en geniş buz pisti; yazın sıcağında yöre halkının serinleme yeri, balıkçıların yaz kış balık tutuğu Çıldır gölü. Dedim ya dört mevsim güzel buralar…

Çıldır Gölü
Donmuş gölün üzerinde yürümenin heyecanı sonrası Çıldır Gölünün yakınında kurulan büyük beyaz ahşap evde bu göle özel sazan balığının tadına bakıyoruz.
Merak edip soruyorum. Kışın bu balıklar, bu donmuş gölden nasıl tutuluyor diye, cevap çok basit “Buzu kesip balık tutuyoruz.” 

Ama asıl şaşırtan cevap, kar yağmadan önce attıkları ağlara bağladıkları iplerle işaret koymaları ve kendi ağlarının olduğu yerdeki buzu kesip balıkları toplamaları ve boşalan ağları yeniden suyun altına bırakmaları, böylece müşterilerine kış boyunca taze balık sunabiliyorlarmış.
Tabi bu işin en zor yanı, her gün yeniden buz kesmeleriymiş. çünkü sabah kestikleri yer akşama donuyormuş…

Çıldır Gölü Şehre 1,5 saat uzaklıkta, dolayısıyla şehir merkezine gitmek için yine yollardayız. ilk önce Arkeoloji müzesine uğrayarak şehir* içinde küçük bir tur yapıp Sarıkamış’a otelimize gidiyoruz. Tatilin sonraki günleri Kayak pistlerinde geçiyor.

Son gün havaalanı yolunda herşeyin üstünü usulca örtmüş karlara bakıp buraları yeşil görmeyi hayal ederken yazın gelirim umuduyla, çocuklar ise karları geride bıraktıkları için üzgün evimize döndüyoruz.

Mart 2019


*Kars şerin içini anlatan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.








Devamını Oku »

Aklın Kutsal Kitabı

0 yorum


Hız sınırını aşalı çok oldu, yavaşlama hissi geldiği gibi gidiyor. Zaman mı beni kovalıyor ben mi zamanı bilemiyorum henüz. Kuyruğunu kovalayan şaşkın kedi gibiyim.

Evde hepi topu dört kişiyiz, buna rağmen aynı anda sofraya oturmakta zorlanıyoruz. Etkinlik saatleri, trafikten kaynaklı gecikmeler, seyahatler bizim minik engellerimiz.

Rağmen üçlü, ikili yada hep birlikte sofraya oturmak, o masa başında sohbet etmek hayatımın akışında en sevdiğim anlardan biri.

“Günün nasıl geçti?” sorusu yerine, “Bugün şöyle birşey öğrendim” cümlesi ile başlayıp okuduğum yada duyduğum birşeyi paylaşmak onların da bu konu hakkında ki fikirlerini almak, sohbeti daha da eğlenceli hale getiriyor. Konu konuyu açıyor, sohbet güzelleşiyor e haliyle yemek de uzuyor.

Uzasın varsın. Sohbet şahane yemek bahane!

Uzun zamandır, mutfak masasının alt rafında duran bir kitabım var. İçerisinde, biraz felsefe, biraz bilim, biraz tarih, çok özel insanların hayatlarından ders alınacak sıra dışı kesitler, yanlış bildiğimiz doğrular… daha neler neler. Doç. Dr. Şafak Nakajima’nın kaleminden Aklın Kutsal Kitabı.

"Üç maymunun kökenleri, eski Japon Koshin folk geleneklerine dayanır.
İki eliyle gözünü kapatan maymun Mizaru, kötü gözle bakmamayı simgeler.
Kulaklarını kapatan Kikazaru’nun mesajı, kötüyü dinlememektir.
Ağzını kapatan İwazaru, kötü söz söylememeyi öğütler.
Bazen onlara bir başka bilge maymun, Şhizaru da eklenir.
Kollarını kavuşturan Shizaru, kötü şeyler yapmamanın sembolüdür.

Düşünmeye değer!
Üç maymunu sorumluluk ve kayıtsızlığın sembolü gibi mi algılıyoruz, edepli olmanın bir yolu mu?" Sayfa 73

Özellikle ilgilerini çekeceğini bildiğim şeyleri kendi cümlelerim ile anlatmak yerine kitaptan okumayı tercih ediyorum. Onun içinde kitabın sağı solu, renkli etiketlerle dolu. Maviler çocuklarla konuşulacak konular. Diğer renkler ise kendime not.

Bir filozof olduğu kadar bir anadolu bilgini olan Thales’den kaşif, şair, müzisyen, şarkıcı, güzellik uzmanı, moda tasarımcısı, astronom, botanikçi ve çoğrafyacı Ziyab’a; mini minnacık bir deniz canlısı olan Sacculina‘nın yengeçlere yaptığı akıl almaz numaralardan, Toxoplazmaların farelerin beynine yaptığı etkiye kadar geniş bir yelpazade konuş konuş bitmeyecek konular.


Bilgi, insanı şüpheden; iyilik acı çekmekten, kararlı olmaksa korkudan kurtarır. Konfüçyüs


Hayatın bu akıl almaz hızında, hepimiz zaman polisi gibi dakikaları kovalayıp oradan oraya savrulurken bile avucumuzdaki mini aletlerin içinde bir yerlerde seyrüsefer halindeyiz. Bedenimiz bir yerde, ruhumuz başka bir yerde.

Aklın Kutsal Kitabı’nı okurken de, okuduğumu paylaşırken de anda ve şimdide kaldığımı hissettim ve zamanın genişlediğinin farkına varmam ise yemeğin üzerine yenen lezzetli bir tatlı gibiydi.

Daha çok kitap…

Daha çok bilgi…

Daha çok sohbet…

Daha çok anı…

"Sevdiğimiz birini yitirdiğimizde, o bir anda gitmez. Yavaş yavaş gider…
Önce haber alamaz oluruz…
Sonra yastığındaki, giderek evdeki kokusu kaybolur…
Gerçek manada kaybı ise ancak zihnimizdeki izlerinin kaybıyla yani unutmamızla olur…
Onları zihinlerde ve gönüllerde en güzel şekilde yaşatmamız, ışıklarının hâlâ yanıyor olması demektir…"  sayfa 230

Sevdiklerinizle güzel anılar biriktirmeniz dileğiyle…

Hüma Oktay
Şubat 2019

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.



Devamını Oku »
0 yorum


Kendisi Bir Mekan,
Kendisi Bir Sahne
Kendisi Bir Atölye
 Kendisi Bir Kitap
Kendisi Bir Yayınevi

Sınırlar çizilerek, alanı daraltılarak adı, isim veya sıfatın içine hapsolmamış bir mekan. Burası ev gibi değil, kalabalık, her an yeni bir şeylerle karşılaşmaya hazır insanlarla dolup taşan, ama kafe gibi de değil, rahat, huzurlu, dingin; insanlarla yaşayan, yaşatılan bir mekan burası.

Kendisi Bir Mekan’ın gizli kahramanları, enerji dolu, güler yüzlü, içten, samimi, mütevazi ve yaratıcı iki özel insan, Tiyatro, sinema ve ekranlardan tanıdığımız Deniz Celiloğlu ve Sosyolog, eğitmen ve Küçük Prens koleksiyoneri Çağla Gülses.

İkisininde on parmağında on marifet, ben buradan saymaya başladığımda eminim ki onlar bir yandan yenilerini eklemeye devam ediyorlar. Büyük koleksiyonerlerin buluştuğu Küçük Prens’in Dil Serüveni sayesinde tanıştığım, cıvıl cıvıl enerjisine hayran kaldığım Çağla ile Kendisi Bir Mekan’da yeni mekan ve atölyeler hakkında konuştuk.

Kendisi Bir Mekan fikri nasıl oluştu?

Bakanlıkta, sağlığın geliştirilmesi projelerinde Çocuk projeleri koordinatörü olarak çalıştığım bir dönemde Sağlık Çocuk dergisi çıkarmaya başladık. Derginin hem editörlüğünü hem de baştan sona dergi basım aşamasını koordine ediyordum. Bir yandan da bakanlığın reklam tanıtım pazarlama işlerini de yapıyordum. O sürede denetleyen, kontrol eden, işi yöneten kısma geçtim ve üretim kısmından uzaklaştım çünkü vakit yok. Geleni kontrol etmekten üretim yapamıyorum.

Benim için iyi bir deneyimdi. Dergiyi öğretmenlerin ve öğrencilerin beğenmesi beni motive ediyordu. Ancak sorgulama sürecim başladı ben burada mı devam etmeliyim yoksa hayallerimle yaratım sürecinde mi olmalıyım?

Aslında hayalim bir butik otel açmak, alt katta kitap kafe ve içinde çocuklara, gençlere ve yetişkinlere bir sürü atölyelerin yapıldığı bir mekan.

O arada şu kararı almıştım, zaten çocuk hikayeleri yazıyorum bir de Deniz ile benim felsefe, kültür ve sanat alanlarında hem yetişkinler hem çocuklar için yazılmış gerek bizim gerek çeviri olsun birikmiş eserlerimiz vardı, artık bunları basalım istiyorduk. Biz bu işin yayıncı tarafında da olmak istiyoruz çünkü yaratmanın, üretmenin keyfi bambaşka.

O süreçte İstanbul’a geldim, çeşitli atölyeler yapıyorum o dönem. Deniz ile birlikte önce yayıncılık ve organizasyon şirketini kurduk. Ama hâlâ aklımda böyle bir yer yok. Burayı ilk gördüğümüz bana çok büyük geldi. Deniz “Burası senin hep istediğin Kitap Kafe olur, üst kat var atölyeleri de burada yapabilirsin” dedi fikir çok sıcak geldi. Şimdiye kadar hep atölyeler için başka yerleri kullandığımdan dolayı hiç düşünmemiştim.

Mekan nedir? Nasıl yaratılır? süreç başladı. Mart ayında tadilat işleri ile hayal olmaktan çıktı ve somut hale gelmeye başladı. Kendisi bir Mekan 2018’in Temmuz ayında kapılarını açtı.

Kendisi Bir Mekan, etkinliklerinden biraz bahsedebilir misiniz?

Hafta sonları 7-12 yaş arası kavrama dönemine uygun materyaller kullanarak çocuklarla felsefe, kültür ve sanat atölyeleri yapıyorum. Çocuklar bizim önceliğimiz ve onlarla çalışmak benim için çok özel ve anlamlı. Atölye çalışmalarımda onları anlatmaya, düşünmeye, sorgulamaya, felsefe yapmaya teşvik etmeye özen gösteriyorum. Atölyeleri hazırlarken üzerinde çalıştığım çokça başvurduğum kaynak ve danıştığım hocalarım var. Dünyaya bakışımızın ve çabamızın çok önemli bir noktada olması ve ileriye dönük olması gerekiyor sırf çocuklar için.

Hafta içi ve hafta sonu yetişkin atölyelerimiz var, açıkçası bizi çok heyecanlandırıyor. Oyuncu kavramını, oyun kavramını yetişkinlikle ve çocuklukla birbirine bağlamak ve onu ayırmamak çok önemli. Yetişkinlere oyuncak partisi yapmıştık. Atölyenin sonunda da masal anlatımı olsun dedik Pinokyo masal atölyesi de bu sayede ortaya çıktı.

Yaptığımız bazı atölyelerimiz;

Öykü yazdıran E Atölye
Filimlerle Felsefe atölyesi
Çocuk edebiyatı okumalarında yetişkinlerin rolü, Ebeveyn ve çocuk ilişkisi
Çocuklarla Küçük Prens ve felsefe atölyesi
Yaratıcı Drama atölyesi,
Polimer kil atölyesi
Modern pandomim atölyesi

Şubat tatili için her güne bir yayınevi geliyor kendi atölyesini yapmak için. Bunların arasından beni en çok heyecanlandıran Meav Yayıncılıktan Gökçe Gökçeer’in çocuklarla, hayvan haklarını işleyeceği “Hayvan Kurtarma” kitabı ile yapacağı atölye.

Bir de Necdet Neydim Hocamızın gençlerle bir söyleşisi olacak.
Sömestir haftası boyunca da Tepe Nautilus Alış Veriş Merkezinde kitap satışları için standımız olacak.

Sosyal medyada Kaktüs Çocuk olarak bir çok paylaşımınız var. Neden Kaktüs Çocuk ?

Kaktüs çocuk benim bir hikayem. Yakın çevre hariç kimse bu hikayeyi bilmiyor. Hikaye hazır, baştan sona aklımda, öyle çok anlattım ki sadece metinleşmedi. Çizer de belli, Ammar Hattap çizimleri yapacak.

 
Beni düşündüren bu bir sessiz kitap mı olmalı, yoksa bir animasyonun seneryosu mu olmalı? Hatta gençlere yönelik bir metin mi olmalı çünkü kurguda toplumsal bir mesele var. Henüz anlatım diline karar veremedim. Ne yapmalıyım derken internet sitesini açayım o beni yazma ve yaratma sürecine götürür diye düşündüm.

Kaktüs Çocuk adı altında, arada bir illustrasyon paylaşıp altına sevdiğim bir yazı yazıyordum. “Senin önerilerinle alıyorum yeğenime. Çok az paylaştın başka önerin var mı?” demeye başladılar. Çocuk edebiyatını çok okuduğum o süreçte anlatmaya tanıtmaya geçtim. Misyona dönüştü bu durum. Şöyle bir şey oldu Kaktüs Çocuk bana dönüştü.

Çocuk edebiyatına olan ilginiz nasıl başladı?

Öğretmen olmak hiç aklımda yokken öğrencilik yıllarımda saha araştırmaları sırasında sosyal sorumluluk projelerinde 2 yıla yakın görme engellilerin eğitmenliğini yaptım. Okul sonrası Bakanlıkta çalışırken bağımlılık uzmanı eğitimi aldım ve lise öğrencileri ile çalışma fırsatım oldu. Öğretmen olarak birebir çalışırsam çok az bir kitleye ulaşabileceğimi düşünüyordum. Bu arada Eğitim Yönetim Teftiş Planlama yüksek lisansına başlamıştım. Çocukları eğitmek sahada olmak aklımda hep bunlar var.

Gençlerde madde bağımlılığı daha küçük yaşlara inmiş durumda. Çocuklara ulaşmak, onlarla iletişimde olabilmek için bir dil kurabilmek gerekiyor.

Çocuklarla birebir de ne kadar didaktik dil kullanırsanız sizden o kadar uzaklaşırlar. Aile ile paylaşmama nedenleri bu. Bağımlılık uzmanlığı eğitimlerinin bana çok şey kattığını düşünüyorum.

Çocuklarla bu doğru dili kurabilmemin yolu nedir diye düşünürken çocuk edebiyatı araştırmaya, okumaya başladım. Günde 5-6 saatim çocuk edebiyatı okumakla geçiyordu. Bir yandan da yazıyordum.

Okul yıllarında makale yarışmasında Türkiye ikinciliğiniz var. Yazdıklarınız hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? 

Evet , makale yarışmasında Türkiye ikincisi olmuştum. Bakanlıkta çalıştığım dönemde çocuk edebiyatı metinleri yazıyordum.

Seneryo yazdım UNICEF için, aynı zamanda 12 kitaplık bir seri var yazdığım, onların basım süreci UNICEF tarafından gerçekleşecek.

Hali hazırda çizer sürecinde baskıya hazır bir çocuk kitabım var adı “Çok Tüylü Pembe Gözlüklü” Çizimlerini Özge Haydar yapıyor, tasarımcı ekibiyle kapak çalışması yapacağız işallah Mart’a kadar bitmiş olur.

Felsefe, kültür ve sanat alanında hem yetişkinler hem çocuklar için Deniz ve benim ortak hazırladığımız eserler var. Çizer bizden son hallerini bekliyor. İşin içine çizgi girince çocuk kitabıdır algısını yıkmak istiyoruz. Bu yüzden çizgisi hem yetişkine hem çocuklara hitap eden çizerlerle çalışmayı tercih ettik. Hazırladığımız bu kitaplar için hem metni hem görseli çok beğenip alsınlar istiyoruz.

Yıllardır devam eden “Çocuklarla Küçük Prens ile Felsefe” atölyeleriniz var. Küçük Prens hayatınıza ne zaman dahil oldu?

İlk okul birinci sınıftayım daha Cin Ali okuyoruz babam bana Küçük Prens’i verdi okuyayım diye. Kitapların içinde büyüdüm, kitaplara aşinayım ancak takdir edersiniz ki ilk okumaya başladığımda Küçük Prens’i anlamadım. Ertesi yıl tekrar babam bu kitabı oku diye geldi, “okudum onu ben, anlamıyorum” diye itiraz etsemde babam her yıl yeniden oku diye bana bu kitabı işaret ediyordu. Şimdiki aileleri çok iyi anlıyorum, çocuklar birşey anlamıyor diyorlar. Aslında aktarmak gerek, bir bölüm okutup bu bölüm üzerinden ne düşünüyorsun diye konuşmak gerek. Belki birinci, ikinci, üçüncü bölüm üzerinden konuşulursa sonrası metamatik öğrenmek gibi bir şey. Geri kalan matematiği çocuklar zaten çözüyorlar. Emin olalım ki bizden daha iyiler. Babamdan duyduğum Nazım’ın bir sözü var.

“Ben sadece ölen babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim”

Siz ne derseniz deyin sizden daha ötesini düşünüyor olacaklar, siz sadece bir yol açmış olacaksınız. Ailelerin destek olmaları gerekiyor, bir kitabın nasıl okunabileceğini öğretmek çok önemli.

Lise yıllarımda Latife Tekin’in “Berci Kristin Çöp Masalları” ile başlayan toplumsal meselelerin yer aldığı farklı kitaplar okumamla birlikte, Küçük Prens’i anlamaya başladım.

Üniversite de Etik felsefesi dersi hocamız bize yıl boyu üzerinde çalışacağımız kitapları söylediğinde heyecandan yerimde duramamıştım . Küçük Prens, Martı ve Antigone.

Sonrasında derinlemesine okumaya başladım. Küçük Prens felsefesi üzerine yapılan şeylerle daha fazla ilgilenmeye başladım. Masallarla Felsefe atölyesi yapmak için araştırma yapıyordum. Bir arkadaşım Küçük Prens ile Felsefe atölyesi çok güzel olur neden olmasın ki dedi. Önce itiraz etmiştim ama iyi ki Küçük Prens’i seçmişim, çok keyifli bir atölye çalışması ortaya çıktı.

Ve böylece okullarda ve çeşitli mekanlarda 7-12 yaş Küçük Prens ile Felsefe Atölyeleri başlamış oldu.

Aynı zamanda Küçük Prens Koleksiyonerisiniz. Küçük Prens Müze Girişimi kurucuları ve Küçük Prens koleksiyonerleri ile nasıl tanıştınız ?


Yıldıray Bey’I (Yıldıray Lise) Ankara’dan tanışıyorduk, İstanbul’a geldiğim ilk dönemlerde Kazım Beyle de (Kazım İnal) tanışma fırsatım oldu. Kazım Bey bana iki Küçük Prens Kitabı hediye etmişti, koleksiyonerler arasına hoş geldin dedi.

Normalde koleksiyonerler kendi koleksiyon parçalarını paylaşmazlar. Küçük Prens Müze Girişiminin en sevdiğim özelliği, kendisinde varsa başkasında da olsun eylemi. Küçük Prens’in özüne de çok yakışan bir paylaşım ağı var. Hayata bakışımı bir kere daha güncelledim, güzel insanlar var, ortak felsefe ortak beğeniler var.

TED İstanbul koleji’nde Küçük Prens ve Felsefe Atölyesini birlikte yaptık. Oradan devam eden büyüyen bir bağımız var. 

Ben de koleksiyoner oldum. Her bulduğumda almaya, onun üzerine daha fazla şey okumaya başladım. Küçük Prens ile ilgilenen insanlarla daha başka bir sohbet ortamı var. Obje toplayıcılığı başka bir şey , o artık işin “Ben Küçük Prens’i seviyorum tarafı”, felsefesini bilen, seven insanların bir araya geldiği bir oluşum Müze Girişimi, çünkü orada olmak için kitaplarınızın kıymeti var. Hangi dilde ne çeviriler var dünyada ve Türkçede…

Dil teorisini çok seviyorum, dilin insanı çok fazla etkilediğini, düşünme sistemini değiştirdiğine de inanıyorum.  Küçük Prens dil serüveni ve felsefe serüveni benim hayata bakışımı, algımı etkilediği için derin bağlar kurduk.

Son olarak bize Kendisi Bir Mekan’da yapmayı planladığınız yakın dönemde yeni projelerden bahseder misiniz?

Deniz, tiyatro kökenli ama edebiyat ve felsefeyle çok ilgili ve düşünme pratikleri çok iyi. Disiplinler arası atölye çalışmalarında başarılı performansları, güzel fikirleri var. Ben de disiplinler arası çalışmaya inanıyorum. Kuşaklar arası çalışmalar yapmayı istiyorum.

Disiplinler arası çalışmak hem dünyayı, ötekini, toplumu anlamak için çok fazla yardımcı oluyor. Bir branşla, örneğin sosyoloji ile sinemayı birleştiriyoruz ve ortaya analizde çok güzel şeyler çıkıyor. Sonra birde dönüyorsun kuşaklar arası çalışmaya. Bir dede, nine ile torun aynı anda bir etkinliğe katılabiliyorsa –ki neden olmasın?- o iş gerçekten iyi bir seçkidir.

Birlikte olmak güzel, neden ayrışalım. İşte Kendisi Bir Mekan’da, hem kuşaklar birleşsin çocuklarla yetişkinler beraber kitaplara baksın hem beraber atölyelere katılsın hemde disiplinler arası çalışmalar yapılsın. Alt metinleri hazır, üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.

Bir de masal ve felsefeyi birleştirmek istiyorum. Ama masallar istediğim düzlemde değil. Necdet Nedim hocayla bu konuda çalışmalarım var.

Mart ayından itibaren yapmayı planladığımız her aya bir dosya projemiz var. Her ay için bir kelime seçip, bizim algımızda ki bir kelime, bu bir mesele aslında alt başlığı neyle doldurursanız o kadar çok açılıp ilerleyecek.

Bir mesele seçip sonra onun altında felsefe mi, sinema mı, edebiyat mı hangi disiplinler de bir araya getireceğiz ay ay buna çalışacağız..



Röportaj : Hüma Oktay
Ocak 2019

Röportaj Martı Dergisi'inde yayınlanmıştır.





















Devamını Oku »