Tatil mi?

0 yorum


Tatil deyince benim ilk aklıma gelen, gideceğim noktaya yakın çevrede nereleri gezebilirim? Nereleri görebilirim?

Hal böyle olunca tatil rotası mesafe hesaplanarak çizildi bile. Hedef Akdeniz, Merkez Antalya’nın doğusu ve çocuklarla gidilecek eğlenceli yerler ve sulu şakalar. Daha önce Antalya’nın Batısına küçük bir gezi yapmıştık ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz.

Tersimiz döndü


İstanbul’dan sabah yola çıktık, çocuklar büyüdükçe araba yolculuğu giderek daha eğlenceli olmaya başladı. Akşam üstü Antalya’ya girer girmez, sıcağın etkisiyle bir tersimiz döndü. Lara yolu üzerinde Aktif Atraksiyon Parkı’nı ararken, gördüğümüz manzara karşısında düşündüğümüz şey “Burada Ters Giden Birşeyler Var…“

Evet, ev ters çatısı yerde, tabanı yukarıda, evin kapısı ters, içeri girdiğimizde ise her şey tavanda monte edilmiş duruyor. Masa, sandalye, koltuklar, mutfak tezgahı, dolap, yatak, banyoda küvet her şey ama herşey tavana monte edilmiş. Veee asıl eğlenceli kısım, öyle bir poz veriyorsunuz ki çektiğiniz fotoğrafı ters çevirdiğinizde ortaya çıkan manzara doğa üstü.

Havada uçan, Herkül gibi koltuğun üstünde, masanın ucunda amuda kalkan. Duvarda yürüyen, yer çekimine meydan okuyan… Daha neler neler.
Tatile tersden başlamış olduk. Ters Ev Türkiye

Sulu şakalar sevilmez mi?

Yaz tatilinin olmazsa olmazı su. Ister havuz, ister deniz , dere veya göl olsun insan o sıcakta kendini atacağı bir su arıyor. Eh birazda macera eklenirse keyif süper olur tabi.

Bu gün Belek de çok büyük bir Aqua Parkdayız. The Land Of Lagends Tema Park

Önce bileklerimize dijital bileklikler taktık, ve içeri daldık. Etrafı öğrenene kadar zaman kaybetmemek için bir harita şart. Susadım, acıktım, dondurma istiyorum, atraksiyon sonunda fotoğraf alacağım falan bu gibi durumlarda dijital bileklik devreye giriyor. Bir nevi kredi kartı kıvamında.

Gün boyu rahat rahat o kaydırak benim bu kaydırak senin gezebilmek adına eşyalarımızı güvenle dolaplara kitlemek için yine dijital
bileklik iş başında.

Tabi dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Kaydırağın iniş güzargahanı bilmeden, kalabalığın etkisiyle sıraya girip birde sıra size gelince dönüş yapamamak var.

“Sea Voyager”a dikkat. Mavi botlarla kaymakta bir sorun yok, ama macera istiyorum derseniz sarı botu alıp yukarı çıkın derim. En çok sıra orda var aynı zamanda hat safhada adranalin de var.

Bitmediiii bu parka heyecan için geldik tabi birde keşif için, sıradaki “Space Rocet” i görmediğim için adranalini sarı botlarda sanıyorum. Çok dik kaydırak lafı hafif kalır. Yukarıdan bu kadar hızla aşağıya inen birinin duramayacağını düşünüyordum. Durdu valla, ama inenler dağılmış biçimde sallanarak iniyorlardı. Tabi birde o hızla kayınca aşağıya geldiğinizde ayağa kalkmadan önce mayonuzu kontrol etmeniz gerekiyor. Bu kaydırakların hemen karşısında iki şemsiye ve bir çok minder var. Seyretmesi çok zevkli, kayması cesaret işi.


Bir sonraki keşfim “Secret Lagoon” Space Rocet kadar dik olmasa da yine de mayonuzu geride bırakma riski taşıyacak kadar dik ve hızlı. Birde onun hemen yan tarafında süprizli bir kaydırak daha var Botlarla kayılıyor, bu sefer tek renk sadece sarı bot var. Süpriz ne mi? Söylemiyeyim süprizi kaçmasın.

Benim bu parkta en sevdiğim “Typoon Coaster” yani hızlıdan da öte hız treni. Sonu sulu bitiyor. Sulu şakalar sevilmez mi? biz çok sevdik.

Tüm gün ıslak gezdikten sonra gün batımını Aqua Parkın dışında mağazaların ve restaurantların olduğu bölümde karşılıyoruz. Önce kanalda tekne ile kısa bir gezinti yaparak yemek yiyeceğimiz yeri seçtik sonra da gece boyunca fıskıyeli havuzların su ve ışık ile dansını seyretme fırsatını yakaladık.

Müzede bir gece

Gündüzler çuvala mı girdi? Tabiki hayır, sadece sıcaktan eridi. Girişi Lara plajı tarafında olan bir müze arıyoruz. Bu müze hakkında çok şeyler okudum. O devasal kumdan heykelleri görmek için sabırsızlanıyorum.

Sıcak gündüze göre daha az hissedilse de alev gibi esen rüzgar güneşin yakıcılığını hiç aratmıyor. Gece ile gündüz birbirine karışmış vaziyette. Lara plajını gece hiç böyle görmemiştim. Sahil boyunca yürürken, denize girenler, piknik yapanlar sanki günün herhangi bir saatiymiş gibi eğlenenlerle doluydu.

200 metrelik bir yürüş ile nihayet müzeye ulaştık. Sandland. 10.000 metrekare alanda, 10.000 ton kum kullanarak 9 ülkeden 22 heykeltraşın yaptığı 100 den fazla heykel var burda. Bu müzeyi özel kılan da bu bence.



Ailecek girdiğimiz müzede bir anda herkes ilgisini çeken heykelin yanına gidiyor. Saatleri ayarlayıp çıkışta buluşmak üzere kumdan heykellerin arasına dalıp, tek tek incelemeye koyuluyoruz.

Sfenks, Troya atı, Medusa, Ganesha, Pramit, Tac Mahal, Chchen Itza, Halikarnas Mozolesi , Eyfel kulesi ilk aklıma gelenler arasında. Metrelerce yükseklikteki bu muhteşem heykellerin sadece su ve kumdan oluştuğunu bilmek beni şaşkına çeviriyor.

Öğrendiğime göre Kum Heykel sanatı “Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı ve herşeyin bir gün yok olacağı felsefesini taşıyor” muş. Bu yüzden bu eserler yapıldıkdan ve sergilendikten bir dönem sonra yıkılarak tamamen ortadan kaldırılıyormuş. Gece sıcak falan ama geldiğimize deydi doğrusu. Müzede bir gece geçirdik, keyifle…

Hiç bilmediğim düşmanlarım

Havanın sıcaklığı 42, deniz suyun sıcaklığı 30 derece olunca haliyle bizimde daha yüksek ve serin yerlere gitmemiz gerekti. Beşkonaklar Rafting bölgesi bu sıcaklarda bulunmaz nimet. Küçük araştırmalarım sonucu öğrendim ki sadece Rafting değil, macera parkuru, jeep safari, paintbaal, dağcılık gibi aktivitelerinde yapıldığı gece konaklamalı mekanlar da varmış.

Bu arada kaptanımızdan öğreniyoruz ki bundan 20 yıl önce rafting yaptığımız parkur üzerinde oynama yapılmış. Kayalarla bazı yerleri doldurarak suyun şiddetli aktığı yerleri hafifletmişler. Bende diyorum bu rafting maceramız benim aklımda niye korkutucu kalmış. Eğlenceli kısmını unutmuşum.

Bu seferki benim için daha heyecan vericiydi çocuklarımızla yapacaktık. Unuttuğumuz şey ise iki bot çıkıp birbirini batırmacasına mücadele edildiğiydi. İnsan gençken daha mı cesur oluyor yoksa?

Suya indiğimiz andan itibaren karşı bottakiler bizim ezeli rakibimiz, hiç bilmediğimiz düşmanlarımızdı. Kurallar basit, birbirini geç, geçerken ıslat, kürekle botu dürt, hatta devrilmelerini sağla sonra yanlarından hızla geç ve bir daha ki geçişe kadar yanına yanaştırma ama arayı da açma.

Her ne kadar düşmanmış gibi davransak da suyun üstünde iki bot birbirinden sorumlu.

Derece 42 yi göstersede hissedilen daha fazla yada benim sıcaktan devrelerim yanmış. Tek tesellim botla üzerinde durduğumuz suyun 10 derece kadar soğuk olması. Üzerime su gelince bildiğin cosss sesi çıkıyor.

Suyun üzerinde 2 saat 45 dakikalık verdiğimiz mücadeleden sonra, yarı ıslak vaziyette yarım saatte jeeplerle kamp alanına geri döndük. Bir oh çekelim oturalım dinlenelim derken çocuklardan birini macera parkındaki zipline’nın tepesinde, diğerini tırmanma duvarında gördüm.

Bize dinlenmek yoooook. Ama yine de gezmeye devam

Nar

Side Liman yolu üzerinde, şaşkınlıktan gözümü ne tarafa döndüreceğimi bilemiyorum. Eski ile yeni, fermuar dişlileri gibi adeta iç içe geçmiş. Anadolu dilinde Nar anlamına gelen Side kentinin adı gibi toprağıda bereketli.

Sağlı sollu Liman yolunu seyrederek sonuna geldiğimizde ışık, güzellik ve sanat tanrısı olarak hafızalarımıza kazınmış Apollon Tapınağı tüm heybetiyle bizi karşılıyor. Sanki ışıklar altında gece görünen yüzü bize bir şeyler fısıldıyor gibi.


Eldeki yazıtlardan öğrenildiği kadarıyla, M.Ö. 7 yy göçlerle gelen Yunanlılar, hâlâ tam olarak çözülemeyen Hint-Avrupa dillerinden olduğu tahmin edilen kente özgü bir dil konuşmuşlar.

Bir zamanlar köle ticaretinin yapıldığı ticaret limanları ile ünlü, 2.yüzyıl boyunca bilim ve kültür merkezi olarak anılan bu kente kimler ayak basmış acaba?

Lidyalılar, Persler ve İskender, Suriye Krallığı, Bergama Krallığı, Roma…
Ancak her kentin bir sonu vardır, her yaşamın son bulduğu gibi… Arap akınları, yangınlar ve depremler şehrin terkedilmesine sebep olmuş.  Side Kenti; Hamitoğlulları Beyliği, Selçuklu ve Osmanlı himayesine girsede bir süre uzun ve derin bir karanlığa gömülmüş.

Gün batımını Limanda seyredip Apollon Tapınağının yakınındaki Apollonik Kafeye oturuyoruz. Antik kentin duvarları yanıbaşımızda, o duvarların ardında neler neler yaşandı kim bilir?

Toprağın kokusu, suyun sesi, ağaç dalları … yaşamın anlamı…


Sıcak vurmuş yine benim başıma, doğal serinlik istiyor insan, öyle klima falan kesmiyor. Tamam Willis Carrier’i saygıyla ve minnetle anıyorum ama yine de ağacın, suyun verdiği serinlik başka.

Soluğu Manavgat Şelalesinde alıyoruz. Doğal park alanında, ağaçların arasından geçip şelalenin yanına vardığımda gözümü kapatıp bir müddet dinliyorum. Irmak suları geniş bir alan üzerinde yüksek bir debi ile 3-4 metrelik bir yükseklikten aşağıya akıyorlar. Her bir damlacığın çıkardığı ses diğeriyle öyle uyumlu ki gürültüden çok keyifli bir tını gibi geliyor insana. Suyun soğukluğu tahmini 9-10 derece. Etrafına yaydığı serinlik ağaç dallarının tireşimi ile birleşince oluyor size doğal serinlik.

Biraz burada kalıyoruz, toprağın kokusu, suyun sesi, ağaç dalları… yaşamın anlamı… günü burada tamamlayabilirm.

Bir başka alternatif, daha yukarıdaki Oymapınar Barajı ve çevresindek park alanı. Seyir terasından manzara harika.  Park alanına girmeden hemen göze çarpan Antik Side Kentinin su kemerleri hala sağlamlığını koruyor, muhteşemler.


Karanlık hiç bu kadar parlak gözükmemişti

Alanya’nın doğusunda yukarı doğru kıvrıla kıvrıla tırmanışa geçiyoruz. Yol bizi Cebireis Dağ’ının batı yamacında bulunan Dim Mağarası’na kadar götürüyor. Duyduklarım ve okuduklarım Dim Mağrası’nın Türkiyenin en güzel mağaralarından biri, olduğu yönünde. Merak giderek daha da artıyor.

Mağaradan içeri adım atarken karanlığa doğru gömülüyormuşuz hissi uyandırsada; sarkıt, dikit, sütun, perdemakarna ve duvar oluşumlarının ışıklandırılmış olması ve derinlerden gelen Ney sesi insanın içini huzurla kaplıyor. Her adımda sese daha fazla yaklaştığımı hissediyorum ve her adımda görsel şölene dönüşen sarkıt ve dikitleri ışık gölge oyunlarıyla takip ediyorum. Karanlık hiç bu kadar parlak gözükmemişti.

360 metrelik dört ana salonu keyifle, huzurla geziyorum. Evet bence de Türkiyenin en güzel mağaralarından biri…

Şimdi yemek zamanı ve biz aşağıya Dim Çayı’nın yanı başında sıra sıra kurulan salların üzerinde yemek yemeği planlıyoruz. İsteyen 10 derecelik suya dalıp çıkıyor şoklama misali sadece dalıp çıkıyor. Sıcakta yapılacak bir etkinlik daha. Ama güneşi Alanya Kalesinde batırmak daha çok keyifli olacak. Kim demiş tatilde yatılır, uzanılır, uzun oturulur, kısacası kımıldanılmaz, gittiğin yerde kalınır diye? Oturmaya gelmedik tekerlek dönsün lütfen…
























Devamını Oku »

Balmumu Heykelleri

0 yorum


Kapının hemen girişindeyim, içeri girmek ile girmemek arasında gidip geliyorum. İçeriden çığlıklar yaklaştıkça ayaklarım geri adım atıyor ancak korkudan koluna sımsıkı sarıldığım kişi de beni içeri doğru çekince, ne yapacağımı bilemiyorum, nasıl bir çelişki bu?

Çığlık çığlığa bağararak gelen kızların arkasında gördüğüm kişi beni de dehşete soktu. Bir an düşündüm biz Korku Müzesinde miyiz yoksa Madame Tussaud Müzesinde mi?

Çığlıklar ve karmaşa eşliğinde korku koridorunu aşıp tabiri caiz ise ışığı bulduk veeee bambaşka bir dünyadayız.

Siyasetten, spora ve sanata kadar her kesimden insan var. Hepside çok şık giyinmiş ve çok mutlu bakıyorlar. Bizde davete icabet ediyoruz. Gerçi, korku tünelinden sonra mutlu bir suratla poz vermek biraz zor oluyor ama ne yaparsın. İki farklı duyguyu saniyeler içinde peşpeşe yaşamak bu olsa gerek.

Müzenin girişinde böyle bir süpriz olduğunu bileydim? Tüh hazırlıksız yakalandım!

Amsterdam Madame Tussaud

Heykel, balmumu falan denince, haliyle ilk akla Mamade Tussaud geliyor.

Sanıldığının aksine ilk balmumu heykeller Londra da değil, 1770 yılında Dr. Philippe Curtius tarafından Paris’de sergilenmiş.

Doktor olan Curtius, anatomiyi göstermek için hazırladığı balmumu modellerinin günün birinde kendisi için farklı bir kariyerin başlangıcı olacağını tahmin etmiş midir acaba?



Tam da burda Marie Tussaud ile Dr. Curtius’in yolları kesişiyor. Uzun yıllar birlikte çalışan ikili için ayrıllık rüzgarları esmeye başladığında yapılabilecek tek şey kalıyor. Başarıyı ölümsüzleştirmek.

Dr. Curtius’in ölümünün ardından, Marie Tussaud öğrendiği tüm teknikleri ve balmumu heykel koleksiyonunu yanına alarak İngiltereye gitmiş. 1842’ye kadar çalışmalarını Londra’da sürdüren
Marie Tussaud için, zirveye ulaşma fikirleri burada başlıyor. İlk olarak Londra’da açılan Madame Tussaud Müzesi, yıllar içerisinde gelişerek 24 ülkede hayat buluyor.

İlk gezdiğim Madame Tussaud Amsterdam Müzesi girişteki korku koridoru karmaşasından sonra içine düştüğüm balmumu heykelleri ile adeta beni büyüleyen ilk yerlerden biriydi.

Geçtiğimiz Kasım ayında 60 balmumu heykel ile Madame Tussaud İstanbul’da meraklısı için kapılarını araladığında çok heyecanlandım. Neyseki İstanbul’da ki Müzenin girişinde sizi tranvay hatırası bekliyor. Korkacak birşey yok!

İstanbul Madame Tussaud

Yaklaşık 250 yıl önce başlayan balmumu heykel serüveni sayesinde, Mustafa Kemal Atatürk, Mimar Sinan, Sabiha Gökçen ve Yaşar Kemal gibi dünyadaki yerli yabancı daha nice değerli kişilerle fotoğraf çektirme şansını yakalıyorum.
Balmumu heykellerinin müzecilik kavramı ile dünyaya açılmasında ön ayak olan Madame Tussaud, ilk müze olma özelliğini korumaya devam ediyor.



Yılmaz Büyükerşen’in kendisinin yaptığı 160 yerli yabancı balmumu heykelin yer aldığı 2013 de Eskişehir’de açılan Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykelleri Müzesi, gururla söyleyebilirim ki Türkiye’de bir ilke imza atmış. 


Yolunuz düşerse, yada özellikle yönünüzü değiştirip yolunuz düşerse, tüm müzeleri keyifle gezmeniz dileğiyle




Devamını Oku »

Ara Karne 2017

0 yorum

Yaşasın! Bugün karne günü…. Çocukların karne yerine tatil heyecanı, annelerin ne yapacağız endişesi, sosyal medyanın bunu da yapın, buraya da gidin bombardımanı… Hadi hayırlısı!

Okul sonrası kurslar aktivitelerden başını kaldırabilen çocuklar için şimdi şubat tatilinde ayrı bir maraton başlıyor. Biz anneler bilgisayar başında araştırıp bulup, onların yerine karar veriyoruz, heyecanlanıyoruz ve çocuklarımızında bizim heyecanımızı paylaşmasını istiyoruz. Peki çocuklar ne istiyor?

10 yaşındaki oğlum akşam yatmaya yakın gün içinde yaşadığı sevinç, hüzün, hayal kırıklığı ne varsa bir bir anlatmaya başlar. O yüzden bende yatma hazırlığı yapılırken yanında olmaya özen gösteririm. Geçen akşam bana “şöyle odamda oyuncaklarımla hayal kuramıyorum hep yarım kalıyor” dedi.

Düşündüm çocuk haklıydı hafta içi okuldan eve varması beş buçuğu buluyor. Zaten zamanının çoğu ya okulda ya trafikte geçiyor. Haftaiçi iki gün okul sonrası etkinliği var. Bu da eve daha geç gelmesi demek. Akşam sadece zorunlu ihtiyaçlar karşılanıyor keyif yapacak vakit ara ki bulasın.


Çocukların istediği, gün içinde ne olursa olsun; akşam sıcak bir gülümseme, kocaman bir kucaklaşma, gözlerinin içine bakarak birbirini gözleriyle dinleyen bir anne / babasının olduğunu bilmesi. Gözlerinin içinden taaaa kalbine kadar giden yolu sevgiyle doldurabilen çocuğun önünde, dağlar bile küçücük kalır.

Zaman çok hızlı akıyor biz de onu yakalamaya çalışan tavşan gibi koşup duruyoruz. Her sabah işe giderken arkamdan ağlayıp “anne ditme” diyen çocuk şimdi boyumu geçti. Arkadaşlarımla buluşuyorum diye kapıdan çıkarken ben arkasından bakıyorum bu sefer. Tek farkla ben “gitme” demiyorum.

Bu şubat tatilinde tek çocuk için program yapacağım zira diğeri kendi programını kendi yapıyor artık.


Sosyal medyadan ve internetten gözüme çarpan bir kaç etkinlik.
Bazıları her yıl tekrarlanıyor. Bu yıl kontenjan dolmuş olsa bile seneye hedeflenebilir etkinlikler. 

Bunlardan ilki İzmir’de yapılan Aile Çocuk Uzay Kampı

27-29 Ocak ve 3-5 Şubat olmak üzere iki dönemde yapılan kamplara daha önce  bizimkiler baba oğul  katılmışlardı. Oğlumun 11 yaşındayken katıldığı kampın ayrıntılarını anlattığı yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Uzay Kampı’nın yaz döneminde çocuklar için hazırladığı İngilizce ve Türkçe olmak üzere 6 günlük kampları da var.




AKUT Doğada Yaşam Kampları

Milli sporcularla birlikte Kayak ve Snowboard eğitiminin dışında, Kış koşullarında hayatta kalma, İglo ve kar mağarası yapma gibi etkinlikleri görünce benimde katılasım geldi. Yaş sınırı 8-17 malesef. Ben şimdi çocuk olmak istiyorum diye sızlanırken birde ne göreyim kışın aynı kampın yetişkinler için olanıda var. Çok mutluyummmmmm.
Ayrıca, AKUT’un yaz ayları için düzenlenmiş, kamplarıda mevcut şimdiden haber vereyim dedim.



12- 15 Yaşa uygun Zihin Haritaları Atölyesi

Beyaz kağıt ve renkli kalemler elimizde beklerken herkes resim atölyesine geldik sanabilir. Beyin gördüklerinin ve işleyişin, bize çaktırmadan fotoğrafını çekermiş. Ancak bu sefer 12-15 yaş için hazırlanan Zihin Harıtalarıyla öğrenilen bilgiyi, not almadan kalıcı hafızaya atmayı öğrenecekler

Bu etkinlik hafta sonları yetişkinler içinde mevcut.






İstanbul Oyuncak Müzesi

Yeniden çocuk olmak isteyenler, kendini hep çocuk gibi özgür hissedenler ve çocuklar için İstanbul Oyuncak Müzesi içerisinde tahta ahşap boyamadan, origami sanat atölyesine kadar çeşitli atölyeler ve tiyatrolar var.

Müzenin her katı ayrı bir dünya, ayrı bir düş ... Ben ne zaman gitsem hep en çok sevdiğim içinde minik minik evlerin olduğu odaya giderim. Her ayrıntıyı tekrar tekrar incelerim ve her gittiğimde de başka bir ayrıntı yakalarım.
Kimisi eczacı, kimisi kasap, kimisi şapkacı, kimisi çantacı hatta müzik aletleri satan mini dükkanda piyano başında zarif bir kadın oturur.

Veee Sanat

Biraz da sanat diyoruz tabii ilk akla gelen minikler için hazırlanan Çocuk Dans Atölyeleri ve Çocuk Atölyeleri ile Akbank Sanat.

Okul öncesi minikler için Sanat

Kidsnook

“Hikaye Anlatıcılığı Sanatı” ile önce çocuklara sabırlı olma, dinleme, ve hayal kurma becerilerini kazandırmayı hedefleyen Kids Nook’un. Mottosu “Okumak Özgürlüğe Uçmaktır”

Çocukların hikayeleri deneyimlemeleri için duygusal oyunlarla hikayeleri birleştiren Kids Nook bu sömestrde de minikler için atölyeler devam ediyormuş.

2-6 yaş için Sensory Storytime ; 4-9 yaş için Mini Masal Okulu ; 9+ yaş için Minik Yazarlar ve Anlatıcılar eğitimleri,
Yetişkinleri de unutmamışlar Kids Nook Hikaye Anlatıcılığı Eğitimleri.

Masal anlatıcılığı değince benim aklıma ilk gelen Judith Liberman.

22 Ocak da saat 11.20 de NTV Radyoda Masal Bu Ya! Programında Kids Nook konuk ve konu Şubat tatilinde çocuklarla ne yapalım?

Rahmi Koç Müzesi

Gezdim, Gördüm, Tasarladım...

Evet evet çocuklar önce müzedeki tüm sergileri geziyorlar, gördüklerini tasarlıyorlar ve geriye sadece hayal etmek kalıyor.

Matematik, Biyoloji, Heykel, Boyama, Ahşap ve Tasarım  Atölyeleri sömestr boyunca  4 ile 13 yaş arası her yaş gurubuna hitap eden keyifli  atölyelerle çocukları bekliyor

Müzeyi en son oğlum 6 yaşındayken gezmiştim. İkimiz içinde keyifli bir deneyimdi.  Bu geziyi anlatan "Bugün bir iyilik yapın kendinize, içinizdeki çocuğu şımartın..." adlı yazıma buradan ulaşabilirsisiniz.



Tatilin olmazsa olmazı Sinema

Cuma günü güzel bir film vizyona giriyor Moana, hem kız hem de erkek çocuklarının ilgisini çekebilecek bir film. Karne günü malum okullar yarım gün annelerin çoğu çalışıyor ve bazıların izin alması mümkün değil. Çalışmayan koca yürekli annelerden biri sıkı çalıştı ve okula yakın bir sinemaya gelebilecek çocuklara bilet ayarladı. Ben de gönüllü anneyim, çocukları sinemaya götürme konusunda. Hadi hayırlısı!

Sindrella; 
Leonardo Da Vinci İle Müzede Bir Gün; 
 Külkedisi Harikalar Diyarında; 
Zaman Makinesi 2 - Albert Einstein gibi çocuk tiyatroları; Profesyonel bale sanatçılarının rol aldığı Balerin Prensesler Müzikali; 
 Gate Sahne Sanatları’nın 110 kişilik dev kadrosuyla sahnelenen Animals Musical;

Dans, müzik, tiyatro ve daha fazlası için benim başvuru adresim Biletix.
Sizin için zaman ve mekan önemliyse çocuğunuzun yaş aralığına göre seçebileceğiniz birden fazla seçeneğe burada ulaşmanız mümkün.

Anne olarak etkinlikleri ortaya koydum , oğlum seçti. Zamanı iyi değerlendirebileceğimiz sayıda etkinlikler seçmeye çalışalım istemiştim. Ama oğlum, haftada bir günü etkinliğe bir günü de arkadaşlarıyla evde buluşmak için ayaırmaya karar verdi. Hayatımız bu kadar koşturma içindeyken, bu kadar çok etkinlikler gözümüze sokulurken arada bir evde kalıp oyuncaklarıyla hasret gidermeye ihtiyacı varmış demek ki, zira oyuncaklarıyla hayal kurması hep yarım kalıyor…  

İyi tatiller

Sevgiyle kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.













Devamını Oku »

İyi ki Doğdun Zeki Müren

0 yorum

Yazın bıktıran sıcaklarından sonbaharın tatlı esintisine teslim olmaya hazırlanırken manolya kokulu bir bahçede buluyorum kendimi. Döktüğü yapraklara rağmen kokusu burnumda, kulağımda ise “koklamaya kıyamam benim güzel manolyam” sözleri dolaşıyor.

Yazın uzun gecelerinin sonunda insanların önünden geçip gittiği, belki farkettiği, belkide hiç farkına varmadığı; bahçesi manolya ağaçları ile dolu şirin, sade iki katlı bir ev.
Zeki Müren Sanat Müzesi...


İlk kat onun yaşadığı zamandaki gibi restore edilmiş. Sanki odalardan birinden çıkıp bize “ Hoşgeldiniz Efendim” diyecekmiş hissi veriyor. Her eşyanın ayrı bir anısı olmalı, camın önündeki sedirde ne sohbetler olmuştur kimbilir. Köşedeki gramafonun, ortadaki sininin dili olsada konuşşa. Aynalar! En çok da aynaların anlatacakları vardır herhalde, geleni gideni görmüş, sohbetleri dinlemiştir o aynalar…

Dost sohbetleri, şarkılar sinmiş evin duvarlarına, ilk katın büyüsünden ağır adımlarla sıyrılırken ikinci kata çıkıyorum. Burası Zeki Müren yaşarken kullanmadığı bir alan olduğu için 2000 yılında Kültür Bakanlığınca Restore edilirken daha çok eserlerinin, fotoğraflarının ve ödüllerinin sergilendiği alan olarak düzenlenmiş.


Şimdi Müzeye girdiğim hissi ağır basıyor işte. Her odanın duvarları ayrı bir zaman tüneli gibi. Dostlarla birlikte, konserlerde ve ödül alırken çekilen fotoğraflarla dolu her yer. Her fotoğraf kendi içinde anlam yüklü, anın güzelliğini siyah beyaz yansıtmış benim renkli dünyama.

Plakları, ödülleri tek tek hepsinini inceliyorum, Yaptığı besteleri ve güfteleri gördükçe hafızam kendini tazeliyor onun sesinin güzel tınısı kulaklarıma bir kez daha geliyor.


Duvarlarda Zeki Müren imzalı eserleri görünce doğrusu biraz şaşırıyorum. Tüm sahne kostümlerini kendisinin tasarladığını biliyordum ancak desen tasarımı ve resimler yaptığını ve dahası bu konuda eğitim aldığını ve sergiler açtığını bilmiyordum.

Duvardaki desen çalışmasından biri çok dikkatimi çekti adıda en az desen kadar ilginç “Ağlama- Gülme- Düşün” başka söze gerek yok desen anlatır herşeyi…
On parmağında on marifet. Odalar yetmiyor verdiği eserleri katagorize etmeye.

Ağlama-Gülme-Düşün

1950 yılında henüz üniversite öğrencisiyken TRT İstanbul Radyosunun açtığı ve 186 adayın katıldığı solist sınavını birincilikle kazanmış.

İlk sahne konserini 1953 tarihinde vermiş ve sahne kıyafetlerini kendi tasarlamakla birlikte Saz heyetine tek tip kıyafet giydirmek ve sahneyi T podyum şeklinde kullanmak gibi yeniliklerle 11 yıl aralıksız sahne almış.

Yirmiye yakın filmde rol almış.

1965 yılında 100'e yakın şiirinin yer aldığı “Bıldırcın Yağmuru” adlı şiir kitabını çıkarmış.

1976'da Londra'daki Royal Albert Hall’da konser vererek bu mekânda sahne alan ilk Türk sanatçı olmuş.



Bütün servetini TSK Mehmetçik Vakfı ve Türk Eğitim Vakfı’na bağışlayacak kadar da gönlü zengin insan, Zeki Müren, sayısı 600’ü aşan plak ve kasetleri ile yaptığı beste ve güftelerle gönüllere taht kurdu ve birden “Sanat Güneşi” olarak parlayan bir yıldız oldu gökyüzünde.

Ama ben sevdiklerimi ölüm yıl dönümünde değilde doğduğu günün yıl dönümünde anmayı istiyorum. 6 Aralık 1931 de dünyaya merhaba dediği ilk günden bu yana varlığıyla, eserleriyle hayatlarımıza dokunmaya devam ediyor.

İyi ki doğdun Zeki Müren

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayımlanmıştır.






Devamını Oku »

29 Ekim 1923 / TEK ADAM / Şevket Süreyya Aydemir

0 yorum


29 Ekim 1923 Pazartesi /  Büyük Millet Meclisi Mütevazi Salonu

“__ Muhterem arkadaşlar! Halletmekte müşkülata uğradığımız meselenin sebep ve illeti bütün arkadaşlarca anlaşılmış olduğu kanaatindeyim. Kusur, takip etmekte olduğumuz usul ve şekildir. Heyeti umumiyenizin hep birden vekiller heyetini seçmeye mecbur olmanızda görülen müşkülatın halli zamanı gelmiştir. 

….

Teklifim kabule mazhar olursa, kuvvetli ve mütesanit (birbirine kaynaşmış) bir hükümet teşkili kabil olacaktır. Devletimizin şekil ve mahiyetini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarını tavzih (açıklığa kavuşturmak) lazımdır. Teklifim şudur”

Gazi Mustafa Kemal tasarısını, Meclis katiplerinden birine verir. Tasarı okunur. Gazi’nin teklifi, cumhuriyeti getirmekteydi…

….

Tartışmalar devam ederken, nihayet Meclisin sarıklı, fakat atılgan, hareketli mebuslarından Antalya mebusu Rasih Hoca (Kaplan) söz aldı. Rasih Hocanın ağır, dokunaklı ve tesirli bir sesi vardı. Açık, kesin konuştu. Sözlerini:

“__ Din bakımından da en uygun muvaffık hükümet şekli cumhuriyettir.” diye bağladı ve haykırdı.

“__ Yaşasın cumhuriyet!...”

Meclis birden dalgalandı. Herkes ayakta ve bütün mebuslar haykırışıyorlardı:

“__ Yaşasın cumhuriyet!...



Bu arada işin en hoş tarifini eski bir Osmanlı, eski bir müderrris ve Osmanlı devletinde de nazırlık ve ayan azalığı yapmış Abdurrahman Şeref bey yaptı.

“__ Hakimiyeti milliye, kayıtsız şartsız milletindir… Kime sorarsanız sonuç, bu, cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama, bu ad bazılarına hoş gelmezmiş… Varsın gelmesin.”


Nihayet takrir oya konuldu. Bir heyet oyları saydı ve sonra Meclis reisi ve yaman bir parlamento idarecisi olan Çorum mebusu İsmet Bey (Eker) sonucu açıkladı: Tasarı müttefikan kabul edilmişti. “Yaşasın Cumhuriyet!” avazeleri bu defa daha gür, daha devamlı bir heyecan fırtınası içinde eski Büyük Millet Meclisinin küçük, mütevazı salonunu çınlattı… Türkiye, artık bir cumhuriyet olmuştu.

Kabul edilen tasarıya göre şimdi, yapılacak bir şey daha kalıyordu: Türkiye Cumhuriyetine bir reisicumhur seçmek.



159 kişi oya katılmış ve 158 oyla Gazi Mustafa Kemal oybirliğiyle Türkiye Reisicumhurluğuna seçilmişti. Çekimser kalan tek oy, Mustafa Kemal’in kendi oyu idi. Bu defa da Meclis binası:

“__ Yaşasın Gazi! Yaşasın Mustafa Kemal Paşa! 

sesleriyle uzun uzun çınladı. Gazi Mustafa Kemal, yerinden yavaş yavaş doğruldu. Sukunetle kürsiye ilerledi. Arkadaşlarına kısa, fakat açık ve özlü bir demeçle teşekkür etti. İkinci Meclisi açış nutkunda iki hedef belirtmişti: 

“1_ Devlet şeklimizin, hakiki halk devleti ve demokratik olabilmesi için tekamül,

  2_ Asri müesseseler kurmak yolunda cesaretle ilerlerken, şahsi müesseseler yoluna sapmamak…” 
 


Teşkilatı Esasiye Kanunundaki değişiklikler aşağıdaki maddelerin şu şekli almaları suretiyle sağlanmıştı.

“Madde 1 __ Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.

Madde 2 __ Türkiye devletinin dini İslam, resmi lisanı Türkçedir.

Madde 4__ Türkiye devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin ayrıldığı idare şubelerini icra vekilleri vasıtasıyla idare eder.

Madde 10 __ Türkiye reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi umumi heyeti tarafından kendi azası arasından bir intihap devresi için seçilir Reislik vazifesi yeni reisicumhurun intihabına kadar devam eder. Tekrar seçilmek caizdir.

Madde 12__ Başvekil, reisicumhur tarafından ve Meclis azası arasından intihap olunur. Diğer vekiller başvekil tarafından ve Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra, heyeti umumiyesi reisicumhur tarafından Meclisin tasvibine arz olunur. Meclis içtima halinde değilse, tasvip keyfiyeti Meclisin içtimaına bırakılır. “

Kabine şöyle teşekkül etti.

Başvekil: İsmet Paşa ( Malatya Mebusu).

Şer’iye Vekili : Mustafa Fevzi Efendi (Saruhan Mebusu)

Erkanı Harbiyei Umumiye Vekili : Müşir Fevzi Paşa (İstanbul Mebusu)

Dahiliye Vekili : Recep Bey (Kütahya Mebusu)

Maliye Vekili : Hasan Bey (Gümüşhane Mebusu)

Müdafai Milliye Vekili: Kazım Paşa (Balıkesir Mebusu)

İktisat Vekili : Hasan Bey ( Trabzon Mebusu)

Adliye Vekili: Seyit Bey ( İzmir Mebusu)

Maarif Vekili : Safa Bey ( Adana Mebusu)

Nafia Vekili: Muhtar Bey ( Trabzon Mebusu)

Sıhhıye Vekili : Refik Saydam Bey ( İstanbul Mebusu)

İmar, İskan Vekili: Mustafa Necati Bey ( İzmir Mebusu)


Tek Adam / Şevket Süreyya Aydemir / 3. Cilt 1922-1938 /Remzi Kitabevi

Devamını Oku »

Sinema Televizyon Müzesi

0 yorum


Geçmişe giden zaman makinesi icat edilseydi eğer, en çok hangi zamana gitmek isterdiniz?

Cevap; yaşa, cinsiyete kişinin yaşanmışlıklarına, ilgi alanlarına göre değişir elbet. Herkesin takılı kaldığı bir zaman dilimi vardır. Merak ettiği, görmek istediği. Ben sessiz film dönemini merak ederim mesela. Özellikle şimdilerde dijital çağda kamera arkası görüntülerini gördükçe, 1860’larda yeni keşfedildiği yılları daha çok merak ediyorum doğrusu.

Teknolojinin son sürrat ilerlediği bir zaman dilimindeyiz Yeni çıkanı algılamaya çalışırken bir üst modeli ortaya çıkıyor. Biz daha en baştan 1-0 yenik durumdayız.

Çocukluğumun renkli dünyasının siyah beyaz fotoğraflarına bakarken 9 yaşındaki oğlumun sorusu beni nerelere götürdü. bir bilseniz;

“Bu fotoğraflara bilgisayarda bakarken de böyle siyah beyaz mıydı?” anne.

Çocuk haklı, gözünü açtı dijital makine var. Her çektiğimizi anında gösteriyoruz. Bilgisayardan yüzlerce fotoğraftan beğendiklerimizi seçip bastırıp albüme koyuyoruz. Hal böyle olunca yolumuz mecburen Beyoğlu’nda bulunan TÜRVAK Vakfının açtığı Sinema Televizyon Müzesi’ne doğru gidiyor.
Moviola marka 35mm’lik

“Bu müzede neler var ki?” demişti ilk içeri girerken.

“Sinema, televizyon ve fotoğraf ta kullanılan filmler var” dedim. İlk aklıma geleni söyledim. Ama


beni bekleyen süprizleri bende bilmiyordum doğrusu. 

Bana soru işareti gözlerle bakarken müzede ilk bulduğum film negatiflerini gösterdim. “1950’lerden kalma Moviola marka 35mm’lik Hollywood’un ünlü senkron, montaj ve eşleme cihazı” üzerindeki filmin negatifini birlikte inceledik.

Her salon kendi içinde bir hikaye barındırıyor. Sinema, Televizyon , Tiyatro ve Balmumu Müzesi bölümleri var. Biz en çok Televizyon bölümünde takıldık.

TV kameraları, kayıt cihazları, siyah beyaz dönemi sinyal tabelaları, 70’li yılların stüdyo monitörleri, TRT’nin ilk siyah beyaz ve renkli kamerası, video kaydediciler, özel efekt cihazları (ağır çekim, hızlı çekim), stüdyo ve aktüel kameralar sergileniyor.

Sinema katında, Muhsin Ertuğrul’un ilk sesli çekim yaptığı kamera (İstanbul Sokakları / 1933) sergilenenler arasında en dikkat çekici olanı.

Optik kayıt cihazı
Sinema filmi çekimlerinde kullanılan kamera ve ışıklar, kurgu eşleme, film kopya, bant okuma, tele-sine, projeksiyon, developman (film banyo cihazı) gibi cihazların yanı sıra sualtı kamerası ve tek çekimlik fotoğraf makineleri de bulunuyor.

Bir sonraki en çok önünde durduğumuz makine “Türkiye’ye ilk gelen optik kayıt cihazı. Sesi fotoğraf olarak tespit edermiş, direkt kayıt bu cihazda yapılırmış.”
Biz şaşkınlık içinde herşeyin üzerindeki açıklamayı okuyoruz.
Hayran hayran makineleri inceliyoruz. Böylece, oğlumun soruları eşliğinde tüm cihazları incelemiş olduk.

Sıra geldi Balmumu müzesine, benim için çocukluğumun kahramanlarının bir arada olduğu yerdi burası. Adile Naşit’i Hababam Sınıfı filmindeki rolüyle, Sadri Alışık’ı Turist Ömer filmindeki rolüyle görünce zaman tüneliyle çocukluğuma döndüm adeta.

Sinemanın unutulmaz karakter oyuncularının; Kemal Sunal, Sadri Alışık, Adile Naşit, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Öztürk Serengil, Hulusi Kentmen, Vahi Öz, Necdet Tosun ve Feridun Karakaya ve daha nicelerinin balmumu heykelleri vardı burada.

Katlar arası gezmeye devam, Tiyatro bölümüne geliyor sıra.

Tiyatro bölümünün olmazsa olmazı , Türkiye’de tiyatronun meslek olarak kabul edilmesini sağlayan Muhsin Ertuğrul’un kişisel eşyaları bu salonda sergileniyor.

Muhsin Ertuğrul’un Dragos’taki evinde bulunan çalışma masası, yağlı boya portresi, şahsi eşyaları, eşine ve Beklan Algan’a yazmış olduğu vasiyetler, şapkaları, takım elbiseleri, daktilosu, çalışma koltuğu, özel çalışmaları; kostümleri ve balmumu heykeli.

Odalar arası geziyoruz her oda başka bir dünya. Gezdikçe, Orta Oyunu ve Karagöz-Hacivat bölümleri; Darülbedayi’nin afiş, belge ve fotoğrafları; Vala Somalı karikatürleri, İsmail Dümbüllü’nün balmumu heykeli ve Mengü Ertel afişleri karşıma çıkıyor.


Diğer tarafta Türk Tiyatrosu’nun Osmanlı’dan (Gedikpaşa Tiyatrosu), Darülbedayi’den günümüze 260 yıllık tarihini belgelerle gözler önüne seriyor bu salon. En çok dikkatimi çeken Fransızca, Osmanlıca ve Türkçe el ilanları oldu.

Ödüller, eski tiyatro dergileri, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın imzalı maaş bordroları, masklar, biletler ve afişler hepsi bu salonda.

Her katta birden çok oda var ve her oda adım attıkça insanı içine çekiyor, Tarih yapraklarında gezindiğinizi hissediyorsunuz hemde üç boyutlu olarak.

 Ben ve oğlum ilgiyle belkide biraz merakla her metrekareye düşen eşyayı inceliyoruz, önünde yazan açıklamayı okuyoruz. Bazen oğlum kafasında zamanı oturtamıyor

“Bunlar varken sen doğmuşmuydun” diyor.

Ben de “Değil ben, deden bile dünyada yokmuş daha diyorum.” Tepkisi çok oluyor o zaman. “Vaaay o kadar eski yani”
 "Eski değil, tarihi ve değerli”...

Biz bugün kendi zaman makinemizi yaptık ve bir geziye çıktık. İnanıyorum ki hayal etmeye devam eden, hayallerini gerçekleştiren insanlar var oldukça bu geziler çoğalmaya devam edecek.

Sevgiyle kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.






Devamını Oku »