Üç Kare Üç Anı Kamboçya

0 yorum



12.Yüzyılda inşa edilen Angkor Wat Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.

Bu muazzam yapı tam bir mühendislik harikası … 

Bol yağışlı, kaygan, bataklık bir zeminde olmasına rağmen temelindeki çoklu havuz sistemi ile yağış mevsimine göre dengelenip yapının  yüzlerce yıldır ayakta kalmasını sağlanmış… 

Hem oraya gittiğinizde kendinizi Tomb Raider gibi hissediyorsunuz.  







Unesco Dünya Miras Listesinde olan bu tapınaklar şehri 12.yy da inşa edilmiş.

1800’lü yıllarda yoğun bitki örtüsünün  altından keşfedilen bu tapınaklardaki ağaçlar, antik yapılara hasar verdiğinden tarih bilimcilerin ağaçları kesmek istemesine karşın çevre bilimciler ağaçlara dokunulmasını istemiyorlar…

Ağaçlar Versus yapılar… Çok zor bir ikilem…







Böyle kahkahalarla güldüğüme bakmayın…
Bu anı fotoğraflandırmak istedik tek kare ve bulanık çekebildi eşim…

Sonraki karemiz şöyle devam etti. Boğayılanı bacağımdan dolanmaya başlayıp ben panik olunca…

Eşim elindeki fotoğraf makinesini fırlatıp yılanın bakıcısı kadın ile boğayılanından beni kurtarmaya çalıştılar.

Sanırım boğayılanına verilen uyuşturucunun etkisi geçmeye başlamıştı…

Devamını Oku »

Her derde deva nadide bir çiçek

0 yorum
Sıra sıra dizilmiş dükkanlardan sokağa taşan tezgahlar arasında yol almaya çalışan turistler, ısrarla lokum tattırmaya çalışan esnafa yakalanmadan geçmek için taş döşeli yolda akrobasi yaparak ilerlemeye çalışıyorlar.

Onların açtığı yoldan bende geçiyorum hızlı hızlı. Kalabalık bir arkadaş gurubu ile Safranbolu sokaklarındayız. Benden başka esnafın lokum ısrarından kaçan yok, hepsinin tadına bakıyorlar afiyetle.

Herşeyde safran var, safranlı çay, safranlı lokum, safranlı kolanya, safranlı vazalin… saymakla bitmiyor. Her derde deva nadide bir çiçek Safran.  Gıda, kimya, ilaç ve kozmetik alanlarında kullanılıyormuş. Türkiye’de sadece dört bölgede yetiştirilen safranın fiyatı altın fiyatıyla eşdeğer.

Yola devam, Köprülü Mehmet Paşa Camisinin avlusunda güneş saatiyle saatlerimize ayar çekip diğer kapıdan bir arka sokağa çıkıyoruz. Sanki zaman tünelinden geçtik. El sanatlarının sergilendiği minik dükkanlar sıralanmış. Deriden yapılma ayakkabılar (mest), çanta, telkırma masa örtüleri, para keseleri ve en güzeli de sokağın ortasında “Közde Türk Kahvesi” içebileceğiniz masa sandalyeler var. Tabiki de boş yer yok ve biz 13 kişiyiz, masalar 2 veya 4 kişilik. Hepimizin aynı anda yer bulması mümkün değil. Kahve kokusunu içimize çeke çeke tezgahları inceliyoruz, bir yer buluruz umuduyla.

Cinci Han İç Avlu
Her sokak yeni bir macera, Cinci Hamam’ın kapısını uzaktan görünce bağırıyorum “buldum buldum” diye. 1645 yılında yapılan Hamam hala kullanılıyor, dışarıdan fotoğraflıyoruz. Bir dahaki sefere vakit ayırmayı planlıyorum, peştamalimi ve kesemi getireceğim…

Bir arka sokağa geçince Cinci Han’ın kapısının önünde buluyoruz kendimizi. İçeriyi gezip kahvelerimizi ve nargileleri burada içiyoruz.

Cinci Han‘ın önü herdaim hınca hınç dolu, fotoğraf çekmek mümkün değil. Boş anını yakalamak için ertesi sabah 7.00 de gidiyoruz meraklı üç arkadaş ama nafile kapının önünde minibüs var bavulları yüklüyorlar, Japon Turist kafilesi Han’dan ayrılıyormuş. Bizim şaşkınlığımızı gören kapıdaki görevli 10 dakikaya araç gitmiş olur deyince bizde iç mekanı fotoğraflamak için avluya geçiyoruz.

Dikdörtgen planlı Han’ın üst katından avluyu fotoğraflıyoruz sabah güneşinin eşliğinde.
Cinci Han

Cinci Han, Safranbolu eşrafından Karabaşzade Hüseyin Efendi (Cinci Hoca) tarafından 1645 yılında yaptırılmış. Benim en çok dikkatimi çeken arazi eğimli ve güney cephesinden dere geçiyor bu kadar olumsuz şartlara rağmen yaklaşık 400 yıl öncesinin teknoloji ile tamamen insan gücüne dayalı olarak inşa edilmiş olması.

Sırf bu özelliğinden dolayı bu han Osmanlı’nın en gelişmiş han mimarisinin örneklerinden olma özelliğini taşıyor.

En son Han’ın kapısının da fotoğrafını çekip otelimize dönüyoruz.

Safranbolu konakları her biri ayrı güzel her birinin ayrı bir hikayesi var. Otelimizde eski bir konak hemen yakınında bulunan Kaymakamlar Konağı Müze olarak rehber eşliğinde geziliyor. Eski dönemin yaşamı mankenler aracılığı ile yeniden canlandırılmış. Kına gecesinde ve gelin olarak giyilen kıyafetler sergileniyor.

Bahçede masa sandalyeler var. Keyifle oturup birşeyler içilebilir. Biz sonunda közde kahvelerimizi burada içiyoruz keyifle.

Safranbolu küçük bir yer ancak gezilecek yer sayısı çok. Hıdırlık tepesinden panorama harika… Manifaturacılar, Demirciler ve Bakırcılar Çarşıları, içinde kaybolmak için güzel yerler.

Kale, Kent Tarih Müzesi, Eski Hükümet Konağı ve hemen yanı başındaki saat kulesi Safranbolu tarihine ışık tutan gezilebilecek yerlerden sadece bir kaçı…

“Cam Teras“  ile içindeki korkuyu yen


Gezimiz sırasında yakın çevreyi de görme şansımız oldu. Safranbolu’nun çılgın projesi diye anılan yaklaşık 10 km uzaklıktaki Tokatlı Kanyonun’nun 80m üzerine inşaa edilen cam teras, üzerinde durabilmek için cesaret isteyen bir yer. Adeta nefes kesiyor.

Turnikeden geçerek 30 ‘arlı guruplar halinde cam terasın üstüne çıkıp aşağıdaki manzaranın tadına varacağımızı düşünüyoruz. Kuyrukta beklerken çaylar içiliyor. Sıra bize geldiğinde keyifle terasa doğru yol alıyoruz. Cam’ın üzerine basarken altı görmeye çalışmak birinci hata, en uca giderek aşağıya bakmak ikinci hata, en uçta dururken cam sallanıyor galiba demek üçüncü hata …

300 kişilik planlanan cam seyir terasına neden turnike koyup 30’arlı gurup halinde girişe izin verdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum.

Manzara gerçekten çok güzel, karşıya baktığımda bulunduğum yüksekliği tam olarak algılayamadım. Herkes özçekim yapıyor keyifli.. Mesafeyi ayarlayamadık taaki aşağıya bakana kadar. Biraz ürkütücü olduğunu itiraf etmeliyim. Hele terasın üzerindeki 30 kişiden biri panik atak ise herkesi panikletebiliyor. Cam gerçekten sallanıyor mu? Bilinmez ama ben gördüğüm manzara karşısında büyülendim.

Cam terastan sonra aşağıya kanyonun yürüş parkuruna doğru yol aldık. Yürümek istemeyenler cam terasın bir üst bölümünde bulunan kafeteryada oturdular. Biz gençler daima genç kalanlar kanyonun yürüyüş parkurundan aşağıya doğru salındık. Tahta merdivenler patika yollar , neredeyse 10 adımda bir manzaranın tadına vararak arada çocukları kollayarak indik aşağıya, cam teras aşağıdan da güzel görünüyor.
Kanyonun sonuna doğru atlara binilen bir alan vardı, girişinde arabaya koşulmuş bir Eşek yanında yavrusu Sıpa. Hayvanları bu kadar yakından görmeyen çocuklar yavruyu sevmeye çalıştılar. Sevildiğini anlayan Sıpacık yere sırtüstü yattı ve ayaklarını kaldırdı, Ben at, eşek gibi hayvanların hep dört ayak üzerindeyken başını sırtını sevmişimdir. Hayatımda ilk kez bir sıpanın böyle kedi, köpek yavrusu gibi karnını sevdirdiğini gördüm. Çok sevimli bir yavruydu.

Kanyondan yukarı çıkmamız inmemize göre daha uzun sürdü tabiki. Yukarı çıkarken Sadrazam İzzet Mehmet Paşa’nın 1700’lü yılların ikinci yarısında yaptırdığı İncekaya Sukemerini görme şansımız oldu.

Gördüğünün arkasındaki görünen...

Bu keyifli gezinin ardından Yörük Köyünü ziyaret ettik. En eski 450 yıllık en yeni 90 yıllık konaklardan oluşuyor. Her sokak, her ev ayrı detay, ayrı güzel. Bizim gezdiğimiz Sipahioğlu Gezi evi 1750 yılında yapılmış içeride gezerken bize rehberleik eden kişi konağın sahiplerinden 8. kuşaktan. Evin her köşesi Bektaşi kültürünün özelliklerini yansıtıyor.

Yaşam alanlarından birinde odanın tavanında bulunan cam küreye gözüm takıldı ben onu avize sandım ve sonradan takılmış olabileceğini düşündüm. Tavandaki boyamaların çoğu çiçek ve meyve figürlerinden oluşuyor. Köşe oda, camların sırasınca sedirler yerleştirilmiş. Herkes içeri girince rehber anlatmaya başladı. Tavandaki cam küre, gün içinde topladığı güneş ışığı ile odayı aydınlatıyormuş, Gece ise yanan gaz lanbalarının ışığını yansıtarak odanın daha aydınlık olmasını sağlıyormuş. O andan itibaren “Gördüğünün arkasında görüneni öğren” dedim kendi kendime.

Duvardaki boyamalar 1878 yılında yapılmış, her bir çiçek, meyve, vazo figürünün hatta çiçeklerin sayısının bile bir anlamı varmış. Buğday başakları, nar, üzüm figürleri bolluk ve bereketin simgesi. Kavun, karpuz figürleri üremenin simgesiymiş.

Ocak kenar taşlarında hayat ağacı, çarkıfelek figürleri var, aile simgesi. Pancerelerin bol olması, yer döşeme tahtalarının geniş olması zenginliğin göstergesiymiş.

Yerdeki döşeme tahtalarının altına çamur, saman, yumurta akı ve keçi kılından yapılan bir harç konurmuş. Her evin altında bulunan ahırlardan koku yukarı çıkmasın ve tahtanın üstüne basınca da gıcırdamasın diye yapılan bir uygulama, en az 250- 300 yıl öncesinden bahsediliyor açıkçası hayran olmamak elde değil.

Hiçbir ev diğerinin manzarasını kapatmayacak şekilde yapılmış. Köyün kullandığı 300 yıl önce yapılmış çamaşırhane şimdilerde Safranbolu Kültür Derneği sergi alanı olarak kullanılıyor. Çamaşırhane o dönemde aynı zamanda kadınlar için hamam olarak da kullanılmış.

Çamaşırhanede orta bölümdeki daire biçimli taşlık 12 bölümden oluşuyor. Her bölüm arasındaki ince oluklar suyun diğer bölümdelerdeki suya karışmadan aşağı akmasını sağlıyor. 12 bölümün hepsi eşit ayrılmamış ve taşlığın bir tarafı yüksek bir tarafı alçak gibi. İlk baktığımda düzensiz gibi gözüksede “Gördüğünün arkasında görüneni öğren” i hatırlıyorum.

Uzun boylu bir insanın çamaşır yıkarken çok eğilmeden yıkayabilmesi için bir tarafın yüksek yapıldığını, ayrıca şişman insanların rahat çamaşır yıkaması için bölümlerin birbirinden farklı yapılmış olduğunu öğrenmek 300 yıl önce insana verilen değeri gösteriyor.

Hem keyifli, hemde yeni meraklara kapı aralayacak bir hafta sonuydu. Safranbolu sokaklarında kaçmayı başardığım safranlı lokuma tur otobüsünün içindeki ikramlarda yakalandım. Afiyet oldu.

Devamını Oku »

Kuşkucu Ol Ama Dinlemeyi De Bil..

0 yorum

“Kuşkucu ol çünkü duyduklarının çoğu doğru değil. İnsanların sembollerle konuştuklarını ve bu sembollerin hakikat olmadığını biliyorsunuz. Dinlemeyi öğrendiğinizde insanların kullandıkları sembollerin manasını, hikayelerini anlarsınız ve iletişim büyük ölçüde düzelir.”

Don Miguel Ruiz ‘in Dört Anlaşma”sından yıllar sonra oğlu Don Jose Ruiz ile birlikte yazdığı “Beş Anlaşma” bize önce kuşkucu olmayı ama aslında dinlemenin gerçek bir iletişim olduğunu anlatıyor. Sadece kendimiz olursak mutlu ve doyumlu bir hayata kavuşabiliriz. İlk dört anlaşmanın zorlukları beşinci anlaşmayı ister istemez sonraya erteliyor.

Kitabı okurken zaman zaman geri dönüşler yapıp okuduklarımı tekrar tekrar okudum. Yüreğimle dinleyip, yüreğimle anlamayı öğrendim. Rehber kitabım oldu benim.


Dört Anlaşma, hayatımdaki gereksiz, sinirbozucu binlerce anlaşmayı bozmanın yollarını gösterdi, Beşinci Anlaşma ise doğduğum zamandaki kadar saf olmanın gücünü ve özgür olmamı sağladı. Yaşam içindeki dengemizi sağlayan şey içimizdeki sevgidir aslında…

Sevgiyel kalın, daima…


Birinci Anlaşma : Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin

İkinci Anlaşma : Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Üçüncü Anlaşma : Varsayımda Bulunmayın

Dördüncü Anlaşma : Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Beşinci Anlaşam : Kuşku duyarak dinle

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler




Devamını Oku »

Toltek Bilgelik Kitabı

0 yorum
Elime aldığımdan bu yana bir kitap var ki -başucu kitabı, yol gösterici kitap adını siz koyun- anlattıkları ile her an aklımda, hayatımda…

Hayat seçimlerden oluşur. Yol ayrımına geldiğimizde, arasından en iyisini seçerken kendimizden başka herkesin söylediklerini dinler, etkilenir ve kararı biz vermişiz gibi yaparız.

Aslında hayat boyu iyi kötü söylenen her söz kulağımıza küpe olmuştur. Biz onu içselleştirmiş, çoktan hayatımızın bir parçası gibi görmeye başlamışızdır. Doğru yada yanlış…

Bazen karşımızdakini kendi kelimeleri ile dinlemeden, kafamızın içinde onun hakkında hikayeler yazabiliriz ve bu hikayelere inanarak biz karşımızdakine tavrımızı değiştirir hatta küsebiliriz bile.

Yada bazen kendi ruhsal gelişmişliği içinde davranışlar sergileyen birinin haraketlerinden, sözlerinden rahatsız olur. Sadece bizi kızdırmak için yaptığını düşünebiliriz...

Tüm bunlar size tanıdık geliyor mu?

2004 yılında elime aldığımdan bu yana bir kitap var ki -artık başucu kitabı, yol gösterici kitap adını siz koyun- anlattıkları ile her an aklımda, hayatımda…

Meksikalı yazar Don Miguel Ruiz’in yazdığı “Dört Anlaşma –Toltek Bilgelik Kitabı” 1999 yılında Ötesi yayınlarından Nil Gün çevirisiyle Türkçemize kazandırılmış.

İlk okuduğumda "ben bunu uygularım ne var ki?" diye düşünebilirsiniz. Ben de öyle düşündüm, sonra yaptığım, söylediğim her şeyde geriye dönüp baktığımda gördümki o kadar da kolay değilmiş.

Duygular ön plana çıktığında, öfkemize hakim olamadığımızda ağzımızdan çıkan sözler sevgi içermiyor. Hem kendimize hemde karşımızdakilere zarar veriyoruz. “Dört Anlaşma” işte burada devreye giriyor.

Birinci Anlaşma : Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin

İkinci Anlaşma : Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Üçüncü Anlaşma : Varsayımda Bulunmayın

Dördüncü Anlaşma : Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Tabi bu kadarlada kalmıyor. Don Miguel Ruiz, yaklaşık 10 yıl sonra "Beşinci Anlaşma"yı yazıyor. Beşinci Anlaşma nasıl mı? Onu da haftaya anlatırım.

Yaşam içindeki dengemizi sağlayan şey içimizdeki sevgidir…
Sevgiye  kalın, daima…


Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler












Devamını Oku »

NGBB'de Sakura'lar

0 yorum
Müjdemi isterim, bahar geldi.

Her çiçek açtığını gördüğümde yeni bir başlangıç, tazelik, zindelik gelir aklıma.
Bu sefer çiçekten çok öte bir anlamı olan Sakura’lar girdi hafızamdaki anı sayfasına…

İstanbul’a %12 oranında yeşil alan sağlamasıyla bir nefes alma noktası olan Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nde (NGBB) Sakura’ları görmeye gittik.

Yasemin Sungur’la Kitap İle Sohbet sonrası gittimiz bahçede bizi karşılayan rehberimiz Fatma Hn Sakuraları ve Ertuğrul Adasının adının nerden geldiğini bizimle paylaştı, itiraf ediyorum etkilenmemek elde değil.

Sakura’ların (Japon kiraz çiçeği) açması Japonya’da hayata yeni bir başlangıç ve festivallerle kutlanacak bahar coşkusu anlamına gelmesinin yanısıra; Samuraylar için felsefi bir özelliğide varmış. Bu muhteşem güzellikteki çiçekler en olgun zamanlarında düşerek hem yaşamı hemde ölümün her an yakın olduğunu simgeliyorlarmış.

Ertuğrul Adasında 527 adet Sakura ağacı var. 1890 yılında, II. Abdülhamit'in emriyle gittiği Japonya'dan dönüşte, fırtınada batan Ertuğrul Firkateyni'ndeki 527 denizcinin anısına facianın 115. yılı olan 2005'te, Japon Sakura Vakfı tarafından bağışlanmış bu ağaçlar. Bahçede birde Denizcilerimiz adına bir anıt bulunuyor.

Her yıl baharın müjdecisi Sakuraların açtığı tarihlerde Ertuğrul Bahçesinde; davetliler, Japon Konsolosluğu, Deniz kuvvetleri bandosu eşliğinde Sakura şenliği yapılıyormuş. Bu yıl 5 Nisan Pazar günü yapılacakmış. Etkinlikle ilgili ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Meraklısı için ;

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB), 1995 yılında Ali Nihat Gökyiğit tarafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş ve amacına yönelik bir bitkilendirme ve ağaçlandırma planı uygulanmış. Daha sonra 2003 yılında adı Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi olarak değiştirilmiş. Şimdilerde halkın ziyaretine açık, İstanbul için bir nefes alma noktası, bir araştırma, eğitim ve öğretim merkezi olarak hizmet görüyor.

Çok emek var bu bahçede, önce yol inşaatı nedeniyle yapısı bozulan toprağın ıslah edilmesiyle işe başlanmış. 32 hektarlık park alanı 5 adadan oluşuyor. Merkez Ada, Ertuğrul Adası, Mesire adası, İstanbul Adası, Arboretum Adası ve Meşe Adaları.

Adalar arası geçişler tüneller aracılığıyla sağlanıyor. Her tünelde farklı sergi alanları mevcut.

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesin’de çeşitli kurslar, sergiler, belgesel gösterimleri, konferanslar, çocuklar ve yetişkinler için atölye çalışmaları yapılıyor.


Atölyelere katılmasanız bile doğanın nimetlerini, harika manzarasını görmek, oksijen solumak için gidebilirsiniz.

3-9 yaş arası çocuklar -bence 3-99 yaş arası- için hazırlanan keşif bahçesinde Bilmece Duvarı oyununu ve İpek Böceği serüvenini yeniden keşfedebilirsiniz.


“İnsan doğayla bütünleştiği oranda doğru davranır” demiş Lao Tzu ,  "Tao Yolu Öğretisi"nde

Sevgiyel kalın, doğada kalın.













Devamını Oku »

OBLOMOV

0 yorum
Bir kitabın adı yazarının adını geçer mi? Geçmiş gerçektende...

1857 yılında  İvan Aleksandroviç Gonçarov  tarafından yazılan “Oblomov” Rus edebiyatında bir devrim yaratmış.
Oblomov ve Oblomovluk kelimeleri bütün Rusya da bilinir olmuş ve yeni bir terim olarak Rus dilinde yerini almış.

Oblomov’luk Rusya’da yıkılmakta olan bir düzenin içinde var oluyor. Çifliği olan, köleleri olan bir düzende onları kahyaya bırakıp büyük şehre, devlet kapısına sığınan, ekmeğini kendi kazananların arasında ne yapacağını şaşıran,  çevresine sıkı sıkıya bağlı, kendi içindeki ataletini yenememiş bir insanın, insanlığın hikayesi…

Kitapta en sevdiğim ve eğlenerek okuduğum bir bölümü sizinle paylaşacağım.

Mektup elden ele geçti. Mektubun ne olacağı, kimden gelebileceği üzerinde herkes bir fikir yürüttü. Kimse işin içinden çıkamıyordu.
İlya İvanoviç gözlüklerini istedi; bir buçuk saat aradılar. Nihayet gözlüklerini taktı ve mektubu açmaya davrandı. Karısı telaşla durdurdu:

_ İlya İvanoviç, sakın açma! Kim bilir neyin nesidir bu mektup. Belki de korkunç birşey, bir felaket haberidir. İnsanlar çok değişti, biliyorsun. Vakit var, yarın yada öbür gün okursun; mektup elinden kaçacak değil ya…

Mektup gözlüklerle beraber dolaba kilitlendi; herkes çaya oturdu. Bu kadar beklenmedik bir olayla herkesin zihni allak bullak olmasaydı mektup dolapta yıllarca bekleyebilirdi. Çayda ve bütün ertesi gün yalnız mektuptan söz edildi.
En sonunda dayanamadılar, dördüncü gün bir araya gelerek mektubu heyecanla açtılar.

Sonunda hüzün ile karşılaşsam da yer yer yüzümden gülümseme eksik olmadı.
Kitap 619 sayfalık.  Sayfa sayısı gözünüzü korkutmasın,  İvan Aleksandroviç Gonçarov bu romanı bir ay gibi kısa bir sürede yazmış.

Yazar bu durumu ;  “Bu büyük romanın bir ay içinde yazılması imkansız gibi görünür. Ama unutmayın ki, bu eseri yıllarca kafamda taşıdım ve onu ancak kağıda geçirmek kalmıştı.”  sözleri ile açıklar.

“Oblomov” Türkiye de 1945 yılında M.E.B. klasikleri arasında  3 cilt halinde yayımlanmış.  2000  yılından bu yana  Türkiye İşbankası Kültür Yayınları “Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi” 'nin yayımladığı eserler arasında yer alıyor.


Kitabı satın almak isteyenler  buradan ulaşabilirler.



Devamını Oku »

Annem Neden Çıldırdı?

0 yorum
Diyelim ki evde salyangoz beslemeye karar verdiniz yada parkta bulduğunuz ilginç böcekleri kolleksiyon yapmak için kutuda saklamaya.

Sevdiğiniz içeceklerin boşalmış teneke kutularını biriktiriyor da olabilirsiniz yadaaaa yediğiniz balıkların gözlerini kolye yapmak için saklamaya karar verdiniz.

Biz iki kız kardeş çocukken ve benim çocuklarımda dahil hepsini yaptık. Farketmiyor, kolleksiyon yapmaya karar verdiğiniz şey her ne olursa olsun inanın bana anneniz kesin çıldırıyor.  Küçük bir kız çocuğuyken tüm bunları yapmış olsa bile...

“Annem Neden Çıldırdı?” Çocukların hayatlarındaki normal şeylerin biz yetişkinleri nasıl çıldırttığını gösteren, günlük yaşam içindeki komik olaylar dizisinden oluşuyor.

Aytül Akal’ın kaleminden “Annem Neden Çıldırdı?” Uçanbalık Yayınevi aracılığıyla hem çocuklara hemde içimizdeki çocuğu korumaya devam eden biz yetişkinlere keyifli anlar yaşatmaya devam ediyor.

Kitabı satın almak isteyeneler buradan ulaşabilirler.




Devamını Oku »

Mavrovo

0 yorum

Buz mavisi göl, beyaz bulutlarla buluşurda araya ağaçların dalları ve evlerin çatıları renk katmaz mı?

Yollar beni hep heyacanlandırmıştır. Mavrovo gölü çevresinden Kayak merkezine gidene kadar ki manzarayı hafızamın hatıralar başlığında “unutulmaz manzaralar” bölümüne kaydettim daha sonra yazıya dökmek üzere. Zira fotoğraflara yansımayan an ve an değişimleri canlı seyretmek istedim.

Bu seneki kayak maceramız Makedonya’nın başkenti Üsküp’e (Skopje) bir saatlik mesafede ki Mavrovo gölü çevresinde bulunan Kayak merkezindeydi.

Gündüz kayak, akşam keyifli bir yemeğin ardından dinlenmek isterim ben hep. Öyle şamatalı, çalgılı eller havaya eğlence, gündüz yorgunluğumu iki katına çıkarır. Mavrovo Kayak merkezi tam da benim istediğim gibiydi. Pistler sakin, çok fazla sıra beklemeden yukarı çıktık., Kalabalığın getirdiği kazalar da yok. Çocuklar için (12 yaşa kadar ) kayak kiralama, öğretmen ile ders (sabahları 2 saat ) ücretsizmiş. Kaldığımız otelden yazı götürdük, hem kayakları aldığımız yere hemde yukarı çıkmak için günlük bilet aldığımız yere gösterdik.  Keyifli ve ekonomik bir tatil oldu bizim için.
 
Memnuniyet kişiye göre değişiyor tabi. Aramızda usta kayakçılarda vardı. Siyah pistlerin yan taraflarında olması gereken güvenlik şeritlerinin olmadığını, yol düzenleme ve işaretlerin yetersiz olduğunu, yer yer ortaya çıkan toprağın tehlike yarattığını söylediler. Biz sarı ve yeşil pistlerde gezinirken ustalar Mavi pistle yetindiler.

Mavrovo kayak merkezi ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirisiniz.

Son gün uçağımız akşam olduğu için biz Üsküp’ü gezmek istedik.

Şehir 1392'den 1912 Balkan savaşlarına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış. Yenilenme çalışmaları tam gaz devam ediyor. Tadilat yapılan binaları ve meydanları perdelerle kapatmışlar. Her yerde devasa heykeller var. Meydanlar, köprüler ve hatta binaların tepelerinde bile bu heykelleri görmek mümkün. Üsküp bu yeni yüzüyle bir Avrupa başkenti olma özelliğini koruyor.

Ancak aynı özeni şehrin “Old Bazaar” bölümünde göremedim. Burada Osmanlı döneminden kalan, cami, han, hamam ve eski evlerin olduğu mahallelere rastlamak mümkün. Umarım tamir bakım sırası onlarada gelir. Zira 16.yy yapılmış Kursumli An (Kurşunlu Han) ‘ın içi boşaltılmış ve kapılarına zincir vurulmuş, artık kullanılmıyor.

Şehrin merkezine, Vardar nehrinden karşıya geçmek için kullanılan en eski köprü Fatih Sultan Mehmet tarafından 1421-1451 yılında yapılan Taş Köprü.

Hemen yakınında yeni yapılan Arkeoloji Müzesinin önünde her biri birbirinden güzel heykellerle süslü yeni köprü gözüküyor. Gece ışıklar altında her iki köprüde çok güzel bir görünüme sahip.

Biz yemeğimizi Eski Çarşı içinde tarihi bir restaurant olan Destan’da yedik. Yoğurt, turşu ve kurufasülye var. Türkçe menü mevcut. Menüde köfte için kebap diye yazıyor. Hem lezzetli hemde ekonomik.

Üsküp de gezilecek yerlerin ayrıntılarına Skopje başlıklı yazıdan ulaşabilirsiniz.
















Devamını Oku »

Skopje

0 yorum


Avrupa'nın yenilenen şehri Üsküp...
Bu seneki kayak maceramız Makedonya’nın başkenti Üsküp’e (Skopje) bir saatlik mesafede ki Mavrovo gölü çevresinde bulunan Kayak merkezindeydi. Son gün uçağımız akşam olduğu için başkenti gezmeden, görmeden dönmeyelim dedik.

Şehir 1392 den 1912 Balkan savaşlarına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış. Şehri gezerken bir yanda yeniden inşaa edilen müzeler, tiyatro binaları ve anıtlar diğer yanda bakımsız kalmış tarihi han, hamam, cami ve kiliseler dikkat çekiyor

Yenilenme çalışmaları tam gaz devam ediyor. Tadilat yapılan binaları ve meydanları perdelerle kapatmışlar. Her yerde devasa heykeller var. Meydan , köprü, hatta binaların tepelerinde bile bu heykelleri görmek mümkün. Üsküp bu yeni yüzüyle bir Avrupa başkenti olma özelliğini koruyor.

Vardar nehrinden karşıya geçmek için kullanılan en eski köprü Fatih Sultan Mehmet tarafından 1421-1451 yılında yapılan Taş Köprü, her yönüyle görmeye değer.

Arkeoloji Müzesi
Hemen yakınında yeni yapılan Arkeoloji Müzesinin önünde her biri birbirinden güzel heykellerle süslü yeni köprü gözüküyor.

Biz yemeğimizi Eski Çarşı içinde tarihi bir restaurant olan Destan’da yedik. Yoğurt, turşu ve kurufasülye var.Türkçe Menüde mevcut. Menüde Köfte için Kebap diye yazıyor. Hem lezzetli hemde ekonomik.


Üsküp’te gezilecek yerler denince ilk akla gelenler

Makedonya Meydanı: Şehir merkezinde Vardar Nehrinin hemen yanında bulunuyor. şehrin kalbi adeta burada atıyor, denebilir tüm festivaller, kültürel ve politik olaylar burada düzenleniyormuş. Biz gezerken meydanda yenileme çalışmaları vardı, perdelerle kapatılmıştı. dolayısıyla fotoğraf çekmekte biraz zorlandım. Ama ortada Büyük İskenderin anıtı bulunuyordu.
Makedonya Takı
Makedonya Takı : Pella Meydanında bulunan zafer anıtı çatı katında seyir terası mevcut. Yanında iki kocaman devasa heykeller var.

Makedonya Mücadele Müzesi : (Museum of the Macedonian Struggle) Ulusal müze, Vardar Nehri kıyısında Arkeoloji Müzesi ve Tiyatro Binasının arasında çok merkezi bir yerde. 

Balmumundan yapılan heykeller çok ilgi çekiciydi. Müzede bir çok görsellik kullanılarak Makedon mücadelesinin anlatıldığı ve 1991 Bağımsızlık Bildirgesi’nin önünde biten 13 sergi alanı var. 

Rahibe Terasa'nın evi
Rahibe Teresa Evi: Rahibe Terasanın yaşadığı ev günümüze kadar ulaşmadığı için evin yerine yapılan şapel ziyaretcilere açık. Avluda Rahibe Terasa’nın yaptığı çalışmaların fotoğrafları bulunuyor.

Makedonya Ulusal Müzesi : eski şehir bölgesinde çarşı içinde kalan müze Kale’ye yakın bir konumda. Müzede Makedon tarihsel ve kültürel mirası sergileniyor.


Üsküp Kalesi: MS 6. yüzyılda inşa edildiği düşünülen yapı bir çok kez depremler ve saldırılar sonucu hasar görmüş, tekrar inşa edilmiş. Ancak 1963 deki büyük depremde gördüğü ciddi hasar ne yazıkki tamir edilememiş. Ancak bugün hala kalenin büyük bir bölümü gezilebilir konumda.

Eski Tren İstasyonu: ( Skopje City Museum ) Günümüzde sanat galerisi olarak kullanılan eski Tren İstasyonu, 1963 de ki büyük depremde çok hasar görmüş. O günün anısına depremin olduğu an 05.17 de saat durduğu haliyle bırakılmış tekrar çalıştırılmamış.

Eski Tren İstasyon'u

Üsküp Arkeoloji Müzesi : Müze artık yeni yerinde Vardar nehrinin kıyısında ziyaretcilerini bekliyor. Müzenin hemen önüne yapılan heykellerle bezenmiş köprüden Taş köprüyü seyretme şansınız var. Müze içinde yaptığımız tarihi gezinti sırasında o dönemin insanını tasvirleyen balmumu heykelleri çok gerçekciydi. En alt katta İskender Lahti’nin bir kopyasını ziyaret ettik. Orjinalini daha önce İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görme şansımız olmuştu.

Çifte Hamam : 15. yüzyılda İsa Bey denetiminde yapılan hamam 1915 yılına kadar kullanılmış. 1963 depreminde ciddi hasar almış ve yeniden onarılarak Modern Sanat Galerisi olarak hizmet vermeye başlamış. Deprem sonrası bir çok ülke ünlülerinin eserlerini müzenin kurulumu için bağışlamışlar.

Taş Köprü: Vardar Nehri üzerinde yer alan yapı 1421 -1451 yılları arasında II. Mehmet himayesinde yapılmış. (Fatih Sultan Mehmet) bir çok kere depremden zarar gördüysede yeniden onarılmış, bugün halen kullanılabilir durumda.
 
Taş Köprü
Aziz Savior Kilisesi: Mustafa Paşa Camisine yakın küçük bir kilise. Bahçesinde Goce Delchev’in mezarı ve kilise içinde Delcehev ile ilgili küçük bir müze bunuyor.

Mustafa Paşa Camisi : 1492 yılında inşaası tamamlanan cami, Yavuz Sultan Selim’in veziri Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Cami eski çarşı içinde Üsküp Kalesine yakın bir konumda.

Ulusal Tiyatro: (National Theatre Skopje) Vardar nehrinin kıyısına yapılan Opera ve Tiyatro binası dışındaki heykeller kadar çatısındakilerle de ilgi çekiyor. Bizim için zaman kısıtlıydı bir gün daha kalıp burada bir eser seyretmeyi isterdim doğrusu.

Ulusal Tiyatro 
Şehir Parkı: Üsküp merkezindeki göller, spor alanları, lunaparklar, hayvanat bahçesi, kafe ve
restauranların bulunduğu büyük yeşillik alan. Bahar ayları için gezilebilecek en gözde mekan.

Milenyum Haçı : Millennium Cross 2002 yılında Vodno dağına inşa edilen haç 66 metre yüksekliğinde. Gece ışıklandırıyorlar, şehirden çıplak gözle görülebilmesi için tasarlanmış, 2008 de içine asansör, restaurant ve hediyelik eşya dükkanı ilave edilerek ziyarete açılmış. 

Kurşunlu Han (Kursumli An): Eski şehir bölümünde çarşı içinde bulunan Hanlardan en büyük olanı ve günümüze kadar ulaşanı Kurşunlu Han. 16.yy yapılmış. Çatısının kurşunla kaplı olmasından dolayı Kurşunlu Han olarak anılan Han’ın I.Dünya Savaşı sırasında kurşunları sökülmüş.

Kurşunlu Han


Biz gittiğimizde kapısı kilitliydi, artık kullanılmıyor. Seviyorum bu eski kapıları kilitleselerde mutlaka içeriyi görecek bir aralık bulunuyor. Kemerli sütunlardan oluşan iki katlı bir yapı. Avlusunda küçük bir çeşme bulunuyor.

Murat Paşa Camisi, İsa Bey camisi, İshak Bey Camisi ve Yahya Paşa Camisi Üsküp’te görülecek camilerden bir kaçı. Hepside tarih boyu yaşanan depremlerden nasibini almış ve tadilatlar geçirerek bugünkü hallerine kavuşmuşlar.







Devamını Oku »