Şibumi

0 yorum


"Korkaklar her zaman cesur insanlardan daha tehlikeli olurlardı."

"Bir kere sayıları daha fazlaydı. Sonra, arkadan vururlardı. Vurdukları zaman da kötü vururlardı. Çünkü sağ kalırsanız öç alacağınızdan korkarlardı."

Macera, polisiye, siyaset, mistik yaşam, aşk, tutku, hırs, intikam, adalet, vicdan, sadelik, huzur, Şibumi ve Go oyunu daha nasıl anlatılır bilemiyorum.

Beni en etkileyen bölüm kahramanımız Hel’in hapiste fiziksel ve ruhsal acılar içinde aciz durumda iken bile doğasında var olan gücü kullanarak dezavantajı avantaja çevirmesi.

3 yıl türlü işkencelerle hapiste bir hücrede tek başına kalan Hel’in bir gün CIA Ajanı tarafından ziyaret edilmesi ve aralarında geçen ilginç diyalog.

“Sanırım sizi buradan çıkarabilirim Bay Hel”

“Bana neye mal olacak ?”

“Yapılacak bir işimiz var. Siz bunu yapabilecek yetenektesiniz. Karşılığını özgürlüğünüzle ödeyeceğiz”

“Özgürlüğüm zaten var.  Siz herhalde serbestlikle ödeyeceksiniz”
“Ne?”

“Ne yapmakta serbest olacağım?”

“Bu sözünüzü anlamadım. Serbestlik işte. Özgürlük. Ne isterseniz yapabilir, nereye isterseniz gidebilirsiniz.”

“Şimdi anlıyorum. Bana bir vatandaşlık ve oldukça yüklü bir para öneriyorsunuz yani.”

“ Şeyy… Hayır demek istediğim…Ben size özgürlüğünüzü vermeye yetkiliyim.”

“Sizi doğru anladığımdan emin olmak istiyorum. Sizin bana önerdiğiniz serbestlik, Japonya’da başıboş dolaşmak, her an tutuklanma tehlikesiyle yüz yüze kalmak, hiç bir ülkenin vatandaşı olmadan yaşamak ve para gerektirmeyen her yere gidebilmek ve her şeyi yapabilmek… Doğru mu?”

“Şeyy.. Benim demek istediğim, para ve vatandaşlık konularının görüşülmemiş olduğu.”

“Anlıyorum” dedi Hel. “O halde önerinizin ayrıntılarını saptadıktan sonra gelseniz daha iyi olur.”


Kitabın kahramanı Hel kendi sevdikleri için birşeyler yapabilme çabası gösteren, onları kurtarmak için canını tehlikeye atan biri. Hem fiziksel hemde düşünsel olarak kendini kontrol edebiliyor. Bu güç;  azim, irade ve zeka ile tüm zor koşullardan ortaya çıkıyor.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde, “Ekonomi mi siyaseti yönetir, siyaset mi ekomomiyi yönetir”i gözlemliyoruz.

İlk defa okuduğum kitabın yazarını çok merak edip tanışmak istedim. Ne yazık ki Rodney William Whitaker 14 Aralık 2005 yılında hayata veda etmiş. Trevanian takma adı ile bir çok kitap yazmış. yaşamı süresince hiç ortaya çıkmayarak kendisini gizlemeyi başarmış.

Trevanian'ın kaleminden Şibumi E Yayınları'nın 8. basımı ile tekrar okuyucuyla buluşuyor. 
Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler.






Devamını Oku »

Poşetto

0 yorum
Bir değişim yolculuğu... 

Hiç düşündünüzmü evde kullandığımız ama çöp olarak gördüğümüz atıklarımızın aslında çöp olmadığını?

Soda içiyoruz cam şişe çöpe.

Meyva suyu içiyoruz kutusu çöpe.

Toz detarjan kullanıyoruz poşeti çöpe.

Aslında hepsi yeniden dönüştürülebilir meteryallerden yapılıyorlar. Tekrar tekrar kullanılabilir.

Tetrapak kutular (süt, meyva suyu vb. kutu içecekler) 

Cam şişeler,

Metal kutular,

Naylon poşetler,

Plastik deterjan kutuları,

Pet şişeler,  daha saymakla bitmez.

Ceren Kerimoğlu’nun kaleminden Poşetto evlerde yapabileceğimiz basit bir işlemle doğaya , ekonomiye, hayata bir değer katabileceğimizi gösteriyor.

Bir naylon poşetin geri dönüşüm yolculuğu bu , o şimdi hayatına minik mavi bir araba olarak devam edecek kimbilir kaç çocuk onunla severek oynayacak.

Elma Çocuk yayınevi aracılığla okurlarla buluşan Poşetto okurken düşündürüyor.

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler.

Devamını Oku »

Mavi Tüy

0 yorum
Bilgisizliğinin belirtisi,

Adaletsizlik ve trajediye olan

İnancının derinliğidir.

                      Tırtılın dünyanın sonu

                      dediğine

                      usta

                      kelebek der.

Tesadüfleri severim zira onların planlanmış gelecek olduğuna inanırım. Bu düşüncelerimin benzerlerini Mavi Tüy’ü okurken görünce çok mutlu oldum.

Kitabın ön sözünde şöyle demiş yazar ; “ Belki de bu kitabı elinizde tutuyor olmanız bir rastlantı değildir; belki bu serüvenlerde sizin buraya hatırlamak için geldiğiniz bir şeyler vardır.”

Richard Bach’ın kaleminden “Mavi Tüy” Epsilon yayınlarından okuyucu ile buluştu. Gönülsüz bir mesihin serüvenlerini anlatıyor. Kitaptan etkilendiğim bir kaç cümleyi paylaşmak istiyorum.

“Mutluluğun bir başkasının yapacağı şeye dayanırsa sorunun vardır.”

“Yaşamının her olayı ve bütün insanları sen onları oraya çektiğin için oradadırlar. Onlarla ne yapacağın sana kalmış bir şey.”

“Ben dünyayı etkilemek için var olmuş değilim. Ben yaşamımı beni mutlu edecek biçimde yaşamak için varım.”

Veeee en çarpıcı cümle…

“İşte sana yeryüzündeki görevinin tamamlanıp tamamlanmadığını anlamak için bir test : Eğer yaşıyorsan, tamamlanmamış demektir.”

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler.






Devamını Oku »

Diyeceğim o ki, değişim kaçınılmaz.

0 yorum
Çocuklar… Ah bu çocuklar!

Onların öğrenme sürecinde biz de öğreniyoruz aslında. Geleceği öğreniyoruz…

Son iki haftadır çocuklarımla etkinliklere katılıyoruz. Onlar istediği için götürüyorum ve ben aracıyım diye düşünüyordum. Etkinlik ile ilgili hiç bir duygum yoktu. Önce “BLAM” daha sonra “Çocuklar ile Müzik” ve “Alis Yıldızların Altında” etkinliğine katıldık. Çocuklar arası 6 yaş olunca etkinlik yelpazesi genişliyor tabii.

BLAM “Nefes kesen fiziksel gösteriler… ve enerji dolu Slap-Stick komedyası”

BLAM’ı seyrederken 13-14 yaş ergen gurubunu getiren anneler olarak bizde sadece tebessüm varken onlar gülmekten katıldılar.

Önce duygum, oğlumu mutlu görmenin verdiği mutluluktu. Ama ya sonra…

Objektif olmak gerekirse BLAM ekibinin sahne performanları beni etkiledi. Sıkıcı ofis düzeninden , uzaylıları, süper kahramanları ve klasikleşmiş filmlerin kötü karakterlerini bir anda sahnede görünce, müzik ve efektler ile tam bir görsel şölene dönüştü.

Yorucu bir günün sonunda tesadüfen orada bulunup bu komediyi seyretmek bana iyi geldi. Aslında tesadüf diye birşey yok.

Çocuklarla Müzik etkinliğine 8 yaşındaki oğlumla katıldım.

Dr. Erman Türkili’nin hazırlayıp sunduğu çocuklara enstrümanları, çok sesli müziği ve bestecileri tanıtmayı amaç edinen bir programdı. Bir saat boyunca çocuklarında kendilerini ifade edebildikleri interaktif bir çalışmaya döndü.  Çocukların aslında algılarının nasıl açık olduğunu ve her an öğrenmeye hazır bulunduklarını gördüm.

Alis Yıldızların Altında ise Süreyya Operası'nda sahnelenen modern dans. İngiliz sanatçı Michael Popper’in ilk defa 1998 de sahneye koyduğu bu dans gösterisi 2014-2015 sezonu için yeniden sahnelenmiş. İsmini duyunca çocuklara hitap ediyormuş gibi düşündürüyor ama Alis Harikalar Diyarında kitabını hangimiz okumadık ki. 7’den 70’e herkese hitap eden bir gösteriydi.

Diyeceğim o ki, değişim kaçınılmaz. Çocuklarımızla, çevremizdeki çocuklarla yeni nesil ile aynı dili konuşmak, onlarla aynı yerde olmak için esnek olmayı, farklılıklara hoşgörü ile bakmayı, farklıyı sevebileceğimi fark ettim, yapabileceğimi gördüm.

Duygum onları mutlu görmenin verdiği mutlulukken bende orada bulunmaktan mutlu olabileceğimi gördüm. Öğrenmenin yaşı yok. Yeni şeyler öğrenmenin keyfi çok.

En çok ta bunu BLAM’ı seyrederken düşündüm. 13-14 yaş ergen gurubunu getiren anneler olarak bizde sadece tebessüm varken niye onlar gülmekten katılıyorlardı ? Biz neyi kaçırıyorduk?

Bizim geçmiş tecrübemiz var onlarla birlikte geleceği öğreniyoruz.

Çocuklarımızla iletişim kurmak onları anlamak, onların zevklerini, hobilerini, ilgi alanlarını anlamaya çalışmak demek; onlar büyürken iyi birer birey (özgüvenli, saygılı, paylaşımcı…) olarak yetişmelerine katkı sağlamak demek…

Sevgiyle Kalın






Devamını Oku »

Kyrenia / Girne

0 yorum
Dinlendirici bir tatil için Akdeniz’in incisi Girne.

Sıcağı sevmediğimi göz önünde bulundurursak en güzel zaman bahar, bana göre ilk bahar da son bahar da ayrı ayrı güzel.

İlk Ağustos sonunda gitmem gerekti Girne’ye, deniz –kum- güneş üçlüsünden gezmeye vakit kalmayacak diye düşünürken, denizin en az dışarısı kadar sıcak olmasından dolayı gezmeye daha fazla vakit ayırmış olduk.

Girne denince akla ilk gelen yer Limanı ve Kalesi. Roma dönemi ile başlayarak ve ardından Bizans, Lüzinyan, Cenevizlilerin ve Venediklilerin hakimiyetine geçmiş Girne Kalesi.
1570 yılında ise Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından fethi sırasında Girne savaşsız olarak teslim alınmış. Kalenin günümüze kadar gelmesinde bunun payının büyük olduğunu düşünüyorum.  Kıbrıs’a bir başka gidişimde Mağosa kalesi ve kale içi tarihi binaların savaştan sonra kalan hallerini görmüştüm. Girne Kale’si İngiliz Sömürgesi döneminde (1878-1960) polis okulu ve hapishane olarak kullanılmış.


Girne‘nin tarihi çok eski M.Ö. 10. yy kadar gidiyor. Zamanla bu ıssız sahil kasabası denizciler tarafından keşfediliyor ve her liman kentinin yaşadığı zorluklar neticesinde MS. 7.yy da Girne Kalesi inşaa ediliyor. Her dönem kaleye hakim olan milletler, ihtiyaçlar neticesinde Girne Kalesine ilaveler yapmışlar.

Kaleyi gezerken her köşede tarihin bir başka boyutuna geçiyorsunuz adeta. Kalenin dört biryanında yükselen Venedik kuleleri, Venedik savunma platformu, sarnıç, cephanelik ve top mazgalları. Lüzinyan dönemine ait bekçi odası, Bizans dönemine ait kule ve Bizans Kilisesi.

Bir Bizans Kilisesi olan St. George Kilisesi 12. yüzyılda yapılmış. Bu yapı Bizans ve Lüzinyan zamanlarında kalenin dışındaymış. Venedik döneminde ise bazı değişiklikler yapılarak kalenin içine dahil edilmiş. Girne Kalesin’e girerken sağda küçük bir kapı ve tabelası var.

Ben, Girne Kalesinde ki en güzel yerlerden birinin Batık Gemi Müzesi ve diğerinin ise Girişin üstündeki Manzara terası olduğunu düşünüyorum. Seyir terasına çıktığımızda o eşsiz güzellikteki Girne Limanını bir kez daha fotoğraflama şansımız oldu.

Batık Gemi Müzesi

Bu güne kadar ele geçen en eski batık gemiler arasında olan bu gemi Helenistik Dönem’e aitmiş. Yaklaşık 2300 yıllık olduğu söylenen bu geminin gövdesi Halep çamından yapılmış, gemide bulunan 413 adet anforanın Rodos ile Sisam kaynaklı olduğu tahmin ediliyormuş. Gemiyi 1965 yılında bir sünger avcısı tespit etmiş. Daha sonra Pennsylvania Üniversitesi araştırmacıları tarafından yapılan çalışmalarla su yüzüne çıkarılmış.

Biz Batık Gemi müzesini Ağustos sıcağında geziyorduk. Her ne kadar saat, akşam üzeri beş olsada havanın sıcaklığını tahmin edersiniz. Geminin iskeletinin olduğu oda özel klima ile soğutuluyor. Camlı bir bölmenin ardından ona bakabiliyorsunuz. Gemi çok titiz bir koruma altında.

İkon Müzesi

1860 yılında yapılmış Archangelos Michael Kilisesi ve İkon Müzesi Girne limanına çok yakın, Kilisenin yapımından 25 yıl sonra ilave edilen çan kulesi, Girne'nin her yerinden görülebiliniyor.

Kilise günümüzde Girne ve çevresinden toplanan 17.-19. yüzyıllar arasında yapılmış çeşitli örneklerden ikonların sergilendiği bir İkon Müzesi olarak kullanılıyor.


Bellapais

Girne’ye tepeden bakmak için ayrı bir fırsat olduğunu düşündüğüm bir yer. Semtin adı Beylerbeyi olarak geçiyor. 12.yy da kurulmuş olan Manastır tepeden Girne’ye hakim.

1158-1205 yılları arasında Kudüs’ten göç eden Augustinian meshebi rahipleri tarafından yapılmış.

Günümüzde ayakta kalan kısım ise Fransa Kralı III. Hugh(1267-1284) tarafından inşaa ettirilmiş. Adanın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinden sonra Kilise, ibadet amacıyla kullanılmak üzere Ortodoks Rumlara verilmiş.

Kilise ve yemekhane bugüne kadar korunabilmiş durumda. Hatta Yemakhane bölümünde yerli yabancı virtiyözlerin mini konserleri olabiliyor.

Ekim-Kasım aylarında Uluslararası Kuzey Kıbrıs Müzik Festivali’nin 12’incisi yapılıyordu.

Yemekhane gotik sanatının kusursuz örnekleri ile dolu. Yemekhane Kapısının mermer üst sövesinin üzerinde sırayla Kıbrıs, Kudüs ve Lüzinyan krallıklarının armaları asılı. Yemekhane kapısının karşısında üst üste duran Roma dönemi’ne ait iki muhteşem mermer lahit var.

Beni en çok etkileyen avlunun etrafını çeviren revakların muhteşemliği oldu. Gündüz güneşin aydınlığında, gece ışıklar altında her anı ayrı güzeldi.

Kıbrıs’a her iki gelişimde de Girne Kalesi’ni ve Bellapais Manastırı’nı tekrar gezdim. Birdaha gitsem yine gezerim. Atmosferi beni çok etkiledi. Her ayrıntıda başka bir dönemi yakalabiliyorsunuz. Tarihler arası bir gezi yapılabilir.

 

Ağa Cafer Paşa Camii

Kalenin yanında, limandan kent merkezine doğru, taş döşeli dar yoldan yokuş yukarı ağır ağır çıkarken aynı ada sahip sokağın arasında gördüğümüz Camii Kıbrıs Valisi Ağa Cafer Paşa tarafından 1589 yılında yaptırılmış.

Bugün dar bir sokak arasında sıkışıp kalmış gibi gözüksede tarihi caminin ziyaretçisi çok.

Tek şerefesi bulunan ve tek minareli kesme taştan yapılmış cami dikdörtgen planlı. Caminin duvarındaki ahşap kafesler dikkat çekiyor.




Mavi Köşk

İtalyan asıllı Rum olan Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılmış bu köşk içinde konuşulanlarda, yapılanlarda tarihe imza atmış.

Köşkü dışarıdan kimsenin göremeyeceği ancak tepeden bakıldığında her tarafa hakim Çamlıbel Mevkiinde dağlık bir bölgede 20. yy modern mimari teknikler kullanılarak yapılmış. Köşk içinde kullanılan bir çok mermer, karo taşı, fayans vb. malzemeler İtalya’dan gelmiş.

Evin bu kadar özel olması sahibinden kaynaklanıyor elbet. Köşkün sahibi bir avukat ve aynı zamanda dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Baş piskopos Makarios'un avukatlığını yapıyormuş. Buraya kadar herşey normal. Normal olmayan şey ise Paolides’in Avukatlık mesleğinin yanı sıra Ortadoğunun en büyük silah tüccarı olması. Bölgedeki çetelere silah sağlayarak 1963 Kanlı Noel olaylarının başlamasına yardım ettiği söyleniyor.

Köşkün bahçesinde cephanelik deposu ve gözetleme merkezi var. Silahların deniz yolu ile geldiği, katırlarla yukarı çıkarılıp, depolanıp daha sonra sevkedildiği söyleniyor.

Biz eve vardığımızda içeri gezmek için sıra bekledik. 10’ar kişlik guruplar halinde alıyorlar. Evin içinde fotoğraf çekmek yasak. Günümüzde evin bulunduğu bölge Askeri bölge sınırları içinde, Türk Silahli Kuvvetleri'nin himayesinde. Ev hakkında söylenecek söz çok, fotoğraf yok.

Ev’in odalarında renkler hakim Kırmızı oda Mafya görüşmelerinin yapıldığı, Mavi oda genel misafirlerin ağırlandığı, Yeşil oda yatak odası, Sarı oda misafir çocuklar için hazırlanmış. Çocuklar için olan odanın, binanın içinde ama binadan ayrı olarak depreme dayanıklılığı yapılmış. Kendi odasında yatağının baş ucunda geçite çıkan bir kapı var. Baskın günü buradan kaçmış. Geçitin nereye çıktığı bilinmiyor. Çıkarken tüneli havaya uçurduğu söyleniyor.

Paolides sanata düşkün bir kimse olarak biliniyor. Evin içindeki tablolar çok özel bunlardan biri Fransız bir resam tarafından kendisine hediye edilen Meryem Ana tablosu. Tablonun özelliği halesinin som altından elindeki tas ve gerdanlığın ise altın suyuna batırılarak resmedilmiş olması. Tablonun bir diğer özelliği ise odanın neresinden bakarsanız bakın elleri, dizleri ayak ucları ve gözlerinin size dönük olması. Oda biraz küçüktü bu denemeyi odanın en uzak noktalarından bakarak denedik. Gerçekten de gözler bizi takip ediyor gibiydi.

Misafir odasında bulunan içki dolabı bukalemun derisinden yapılmış. İtalya’dan gelen özel bir solisyonla bakımı yapılıyormuş. Her mevsim renk değiştirme özelliği olan bu içki dolabının, Paolides’in ölümünden sonra bakım için solisyonu gelmediğinden en son Sonbahar renginde kalmış.

Köşkte, Paolides’in bayan misafirleri için yaptırdığı bir süt havuzu var. Dönemin ünlü aktristlerinden Sophia Loren'inde köşke gelerek süt banyosu yapan misafirlerden olduğu söyleniyor.

Köşkte, çalışır durumda olan 1957 yapımı Westinghouse marka merkezi klima sistemi, içinde gizemli bir altın anahtar bulunan gizli kasası, özel olarak uzakdoğudan gelen dokuz boyutlu güvenlik aynası, kuş tüyü yastıklı stres koltukları, istenirse 24 saat şarap akan aslanlı çeşmesi, özel sirtaki taverna bölümü, köşkün bir çok yerinde bulunan günah çıkarma noktaları, deprem uyarı cihazı, sesyalıtımlı perdeler, bahçesinde dilek havuzu, Paolides’in konuşma öncesi sesini ayarlamak için çalışma yaptığı akustik özelliği olan küçük meydan var ve köşkün özellikleri saymakla bitecek gibi değil.

Köşk hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayınız.

Barış ve Özgürlük Müzesi

1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nın başladığı 20 Temmuz gecesi, karargah olarak kullanılan evin girişinde çıkan patlama sonucunda birçok asker şehit olmuş.

Bu ev daha sonra tarihi belgelerle yaşatmak, aktarmak, Kıbrıs Barış Harekatı'nı ölümsüzleştirmek adına müzeye çevrilmiş.

50. Piyade Alay Komutanı Albay H.İbrahim Karaoğlanoğlu ile Pilot Binbaşı Fehmi Ercan’ın şehit düştüğü ev ile askeri araç ve silahların, açık havada sergilendiği bu müze ile birlikte Boğaz Şehitliği, Deniz Şehitleri Anıtı, Karaoğlanoğlu Şehitliği, Taşkent Şehitler Anıtı, Limasol Şehitler Anıtı'da Girne' de ziyaret edebileceğimiz ve saygıyla anacağımız şehitlikler arasında.

Girne’de ziyaret edilecek yerler arasında;

Girne Kalesi, Limanı, Bellapais Manastırı, Archangelos Michael Kilisesi ve İkon Müzesi, Barış ve Özgürlük Müzesi, Mavi köşk’den başka Girne çevresinde gidebileceğiniz diğer yerler;

Sokaklarının, evlerinin ve bahçelerinin güzelliği ile ünlü İngiliz Köyü Karmi, Antik Lambousa Şehri Lapta, Beşparmak Dağlarının hakimi St. Hilarion Kalesi ve Esentepe Köyündeki Antiphonitis Manastırı’nın içerisinde yer alan kainatın hakimi İsa freski oldukça etkileyici.

Yeme İçme
Gırbaç Tatlısı
Balık seviyorsanız Girne Liman caddesi üzerinde her bütçeye her damak tadına uygun restaurantlar var. Konu deniz ürünleri olunca birde Akdeniz mutfağı mezeleri ile kendinizi evinizde gibi hissedebilirsiniz. Tabiki ızgara Hellim tadına bakılması gerekenler arasında birinci sırada. 

Tatlı olarak bizim çok beğenerek yediğimiz Gırbaç tatlısı, geceye damgasını vurdu diyebilirim.  Nor peyniri (tadı lor peynirine benziyor) ve pekmez üzerine muz, kivi ve ceviz ile servis yapılıyor. 

İkinci akşam, Beylerbeyi’nde bulunan Bellapais Manstrırına akşam üzeri çıkmıştık. Hemen yanındaki Kybele Restaurant’ta atıştırmalık olarak seçtiğimiz kuşkonmaz çok lezzetliydi. Sunum ve fiyatlar çok uygun ve akşam serinliğinde Girne manzarası da harika.

Girne merkezde, sahile inen yolun sağ köşesinde kalıyor Akpınar Pastanesi. Yemek servisi de var ancak bizim en çok sevdiğimiz ev yapımı reçelleri. Ceviz macunu, patlıcan macunu en favori olanları bizim için. Küçük  boy kavanozlarda satıyorlar  paketlemede yapıyorlar, biz hediyelik olarak almıştık bavulda sorunsuz geldiler.  



Devamını Oku »

Şişkolar ve Sıskalar

0 yorum
Göbekistan ile Kemikistan arasında bitmez tükenmez bir savaş olduğunu biliyor muydunuz?

Göbekyurt'ta yaşayan Şişkolar ile Kemikkent'te yaşayan Sıskaların bir türlü paylaşamadığı ada. Sısko yada Şişka adası. İsmine bile karar veremiyorlar. Birbirlerinden tamamen zıt iki ülke halkı.

Kemikkent'in Zayıflama Bakanı Bay Boştabak, General Cıpcılız ve Göbekyurt'tan Prens Şişgöbek ve Mareşal Pofuduk arasında geçen çekişmenin, inadın nelere mal olduğunu gören iki kardeş, Ünal ve İlkay...

İki ülke halkınında tek sorunları hoşgörü. Farklı olana anlayışla yaklaşmayı öğrendikleri anda sorun çözülüyor.


Dünya çocuk edebiyatının en başarılı örneklerinden biri olan Şişkolarla Sıskalar, Andre Maurois'in kaleminden Can yayınları ile 1982 den beri çocuklarla buluşmaya devam ediyor.

Savaşla bir şey elde edemeyen iki halkın sonunda barışı sağlayarak bir arada yaşamayı öğrenmeleri kahramanlarımız Ünal ile İlkay'ın içini rahatlatıyor. Onlar bu gülünç savaşın birer tanığı, nede olsa onlar kardeş hemde biri şişko biri sıska...

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler.





Devamını Oku »

Hezarfen Uçmak Özgürlüktür

0 yorum
Bin Bilimli 

Yıllar yıllar önce, ülkeleri padişahların yönettiği dönemde, İstanbul’da Ahmed Çelebi adında genç bir adam yaşarmış. Hayaller kuran ve bilime de meraklı bu adamın lakabı “bin bilimli” anlamına gelen Hezarfen’miş.

Hezarfen’in en büyük hayali uçmakmış. Kuşları izler, insanoğlu uçamaz mı diye düşünüp dururmuş.

“Kuşların kanatları varsa insanoğlunun da aklı var” dermis. Günlerden bir gün Hezarfen de uçmuş. 

Galata Kulesinden süzülerek, halkın şaşkın bakışları arasında Üsküdar’daki Doğancılar meydanına konmuş.



1609 – 1640 yıllarında yaşamış bir Türk Bilgini ve takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insan Hezarfen Ahmed Çelebi’nin anlatıldığı bu öykü çocuklar için yazılmış. Çocuklar kadar büyüklerinde hayranlıkla ve keyifle okuyacaklarından eminim.
Ahmet Önel’in kaleminden  “Hezarfen Uçmak Özgürlüktür“  Elma Çocuk Yayınevin aracılığıyla okuyucuyla buluşuyor. Kitabı resimleyen ise Sait Munzur. 

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler.




Devamını Oku »

Haydarpaşa Tren Garı

0 yorum
İstanbul - Bağdat Demiryolu Hattı

Bir vapurun iskeleye ağır ağır yanaşması sırasında hayranlığımı gizleyemeden her ayrıntısını hafızama kazımaya çalıştığım heybetli bina Haydarpaşa Tren Garı. 

Yüzlerce kere fotoğrafını çekmişimdir ve yine yüzlerce kere hayranlıkla seyretmişimdir.

Kadıköy –Eminönü vapur seferleri sırasında yaz yada kış mevsim ne olursa olsun dışarıda İstanbul’u seyrederim. Bazen sisli ama gizemli, bazen güneşli net ama esrarengiz haliyle beni büyüler.

Bir yanda Haydarpaşa tren garı, Selimiye kışlası, diğer yanda Tarihi Yarımada ya yaklaşırken Haliç’in iki yakası Sirkeci,  Karaköy, Galata Kulesi ve karşısında tüm heybetiyle selamlar beni Topkapı Sarayı.

Yine güneşli bir gündü. Eminönü’nden Kadıköy’e gitmek için bindiğimiz vapurdan ani bir kararla Haydarpaşa iskelesinde indik. Bu değişiklik çocuklarda önce telaş sonra heyacan uyandırdı.

Önce binanın önündeki lokomatif’i inceledik. Merdivenlerin başında durup binayı doyasıya seyrettik. 1908 de İstanbul-Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak yapılmış Haydarpaşa Tren Garı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ise İstanbul- Şam- Medine seferlerini de yapmış.

II.Abdülhamid’in onayı ile İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından hazırlanan proje sonucu garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmışlar.

Binanın dışı beni çok etkiler hüzün, ayrılık kokar. Ama o geniş merdivenleri birer ikişer çıkıpta içeri girdiğimde, işte içimde bir umut, buluşma, kavuşma sevinci beliriverir.

İçerisi Kemerli sütun, duvar motifleri ve saat her an ellerinde bavulları çıkıp gelecekmiş gibi eski zaman insanlarını bekler…

Bir çok yangın tehlikesi geçirmiş, denizdeki tanker ve gemi çarpışma kazalarından etkilenmiş, patlamada hasar gören kurşun vitraylar yeniden onarılmaya çalışılmış. 

Bina birçok kez onarımdan geçse de 2010 yılında çıkan ağır yangından dolayı çatısı çökmüş ve 4. kat kullanılmaz hale gelmiş.

Şimdi kaderini bekler durur, bir zamanlar treni bekleyen yolcular gibi…






Devamını Oku »

24 Kasım

0 yorum
A'dan başlar aydınlık, 

Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen.

Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek

Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir,

Yeryüzü ile el ele öğretmen.

Öğretmen / Fazıl Hüsnü Dağlarca


Gün olur ilkokul öğretmenimizi, gün olur lisede ki öğretmenlerimizi anarız. 

Yaptığımız şakaları, onları nasıl kızdırdığımızı acı tatlı anılarımızı hatırlar çocuklarımıza anlatırız. 

Üniversite deki öğretmenlerimizi andığımız da olur zaman zaman ama en çok da ilkokul öğretmenlerimiz bizim küçük yüreklerimizde kocaman yer tutarlar. 

Hayatımızda iz bırakan, bizim yaşamımıza yön veren, değerli öğretmenlerimizi yılda bir değil 365 gün hatırlarız biz aslında…

24 Kasım öğretmenler günü olarak kutlanmaya başlayalı tam 33 yıl olmuş. 24 Kasım 1928 Millet Mekteplerinin açılışı ve aynı zamanda Atatürk'ün Başöğretmenliği Kabul ediş tarihi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 100. doğum yılı olan 1981 yılından bu yana her 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor.

Ulu Önder Atatürk bir söylevinde, öyle güzel anlatmış ki öğretmenlerimizi;

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır.”






























Devamını Oku »

Doğu ile Batı’nın birleştiği nokta...

0 yorum
Bir zamanlar Paris’ten kalkan Şark Ekspresi’nin yolcu indirdiği yer... 

Kimbilir hangi ressamlar, mimarlar geldi ilk defa İstanbul’a, oryantalist yaşamı keşfetmeye…
Doğu’ya, Osmanlı’nın topraklarına ….
İstanbul’a hayranlık birkez daha arttı, resmedildi, yazıldı, çizildi…

O günden bu güne değişmeyen tek şey hala İstanbul hakkında hayranlıkla ayrıntılar yazılıp çizilmeye devam ediliyor.

Benim için “Tarihi Yarımada” nın vazgeçilmez duraklarından biri Sirkeci Garı

Bu günkü ziyaretimi çocuklarla birlikte yapmak istedim. Tarihin akışında kaybolanlar gizli kalanlar ve keşfedilenleri görmeleri için.

Binanın ön cephesinde bulunan iki saat kulesi zamanı hiç aksatmadan dakikaları üst üste ekliyor gözüksede zaman durmuş gibiydi benim için. Ama Binanın yan cephesinde garın hizmete girdiği tarihleri hem rumi hemde miladi takvimde görünce zamanın aslında nasıl su gibi hızlı aktığını anladım.

Bina yapıldığı dönemde deniz kenarındaymış, Çevresi zamanla çok değişime uğramış. Binanın içinde üç büyük lokanta ve ayrıca binanın arkasında da geniş bir bira bahçesi ile açık hava lokantası bulunuyormuş. Bugün, saat kuleleri, vitraylar binanın içindeki iki lokanta ve müze günümüze kalanlardan sadece bir kaçı.

Gar, II.Abdülhamit döneminde 11 Şubat 1888 günü büyük bir törenle temeli atılmış. 03 Kasım 1890'da da hizmete açılmış. Bu görkemli gar binasının mimarı Alman mimar ve mühendis August Jachmund, Sultan II.Abdülhamit'in güvenini kazanarak daha sonra sarayın danışman mimarı olmuş.

Batı’nın bitip Doğu’nun başladığı bir başka değişle Doğu ile Batı’nın birleştiği nokta Sirkeci Garı.

Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısından içeri girdiğimde sanki zaman tünelinden geçen bir yolcu gibi hissettim kendimi. Burada ki lokantalarda kimbilir kimler oturmuştu. Kimlerin buluşma, kavuşma noktası olmuştu… Her ayrıntı seyretmeye değer. Sivri kemerli pencereler ve Vitraylar göz doldurmaya devam ediyor.

Bekleme salonlarına, Avusturya'dan getirilmiş büyük çini sobalar konulmuş o dönemde, tabi bu sobalardan biri şimdi içerideki müzede sergileniyor.

Önce restoranlardan birinde oturup sabah kahvemi yudumlarken garın eski halini hayal etmeye çalıştım. Yedikule'de yapımına başlanan demiryolu hattının Sarayburnu'na kadar uzanan Topkapı Sarayı bahçesinden geçirilmesi konusu uzun tartışmalara yol açmış o dönemde. Abdülaziz'in izniyle hat Sirkeci'ye ulaşmış ancak Sirkeci'ye ulaşan demiryollarının yapımında istimlak amacıyla tarihi değerine paha biçilemeyen Bizans ve Osmanlı saray ve köşkleri yıkılmış malesef.

İçeride bulunan müze, küçük olmasına karşın günümüze birkaç şeyin ulaşmış olması sevindirici. Çocuklarımın ilgisini çekti.

Müzede sergilenenlerden bazıları; Bilet dolabı, seyyar telgraf makinesi, bilet baskı makinesi, Anadolu-Osmanlı Demiryolu Şirketine ait istasyon çanı.(19.yy), Orient Ekspres ve Yemekli - Yataklı Vagonlara ait servis takımları (19-20.yy), Büro Malzemeleri, Tren Plakaları ve İstanbul(Sirkeci) Gar bekleme salonunun ısıtılmasında kullanılan çini soba 1890.

Yolculukları severim, Tren İstasyonları bana hep kavuşmaları hatırlatır, Avrupa Yakasının Sirkeci Garı gibi Anadolu Yakasının Haydarpaşa Garı da benim için özel yerlerden biri olmaya devam ediyor.

Müze pazar ve pazartesi kapalı. Müze hakkında daha ayrıntılı bilgi için buraya tıklayınız



Devamını Oku »

Satranç

0 yorum
Siyah ve Beyaz ...
Şah ve Mat ...

Viyana doğumlu Stefan Zweig savaş karşıtı kişiliği ile dikkatleri çekiyor. Nazilerin baskısından dolayı Brezilya’ya giden ve burada yaşadığı dönemde yazdığı Satranç bu anlamda bir vedadır aslında.

Satranç oyunu çerçevesinde birbirleriyle zıt iki politik sistemin temsil edildiği söylenebilir. Satranç şampiyonu Czentovic İlkelliğiyle “küçük bir Hitler” modeli çizerken, Gestapo gözetiminde bir otel odasına kapatıldığında kendi kendine satranç oynayan ve “hem siyah hem beyaz “olarak kişilik bölünmesi yaşayan Dr.B de “yok olmaya mahkum edilen bir dünyayı” simgeliyor.

Satranç, Stefan Zweig’in şiddetin egemenliğine karşı koyamayan bir dünyanın ve mat edilen özgürlüğü son bir kez daha ele aldığı yapıtıdır.

1942’den beri okuyucuyla buluşan Satranç, Stefan Zweig ‘in kaleminden, Ayça Sabuncuoğlu’nun çevirisi ile 42. Basım Can Yayınlarından yine raflarda yerini aldı.

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler.


Devamını Oku »