Havadan Sudan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Uçurtma Müzesi

0 yorum

Çocukluğunuza dönmek ister misiniz? Hemde çocuğunuzla birlikte!



İçeri doğru bir adım atmamla, birden büyülü dünyanın kapıları aralandı. Başımı kaldırdım, eski bir masaldan kopup gelmiş alev saçan ejderha ile göz göze geldik. Bir yanımda, rengarenk kanatlarını açmış dev kelebek, fillerin üzerinde gezintiye çıkmış Hintli kızlar olan uçurtmalar. Diğer yanımda şekilleri, renkleri, desenleriyle farklı kültürlerden gelen uçurtmalar. Hayranlıkla izliyorum. Kimi kuyruklu, kimi kuyruksuz. Kimi yıldız şeklinde, kimi fener… Her birinin bir anısı var. Gökyüzünden getirdikleri, haberleri var.

Beni en çok etkileyen uçurtmaların eğlence aracı sanıldığının aksine, tarih boyunca bilimsel deneylerde kullanılarak bir çok icadın gerçekleştirilmesine esin kaynağı olmaları.

1893 yılında Hangreve’in kutulardan oluşan tren şeklindeki uçurtmasıyla yeterli kaldırma kuvveti sayesinde insanın ayağını yerden kesmeyi başardığında, Wright kardeşlerin onun buluşundan esinlenerek ilk uçağı tasarlayacaklarını biliyor muydu?

Yada 1887 yılında İngiliz Meteorolog ED Archibald arkeolojik alanların ve resiflerin uçurtmalar yardımıyla ilk defa havadan fotoğraflarını çektiğinde Drone’un atası uçurtmadır deneceğini biliyor muydu?

Tutkuyla bağlandığı uçurtmalar sayesinde uluslararası alanda Türkiye’nin tanınırlığını sağlayan, günümüz kuşağına uçurtmayı yeniden sevdiren Mehmet Naci Aköz’ün kurduğu Uçurtma Müzesi’ndeyim bugün. Daha önce çocuklarımın okul gezilerinde gittiği ve anlatırken yüzlerindeki mutluluğu yüreğimde hissettiğim bu müzeyi bende görmek istedim. Müzeyi gezerken ve sohbet sırasında öğrendiğim şeylerle anladım ki çocuklar çok haklı, burada ruhunuz dinleniyor.

Uçurtmanın tarihini, kültürümüzdeki yerini, uçurtma tutkusunun nasıl uluslararası festivallere ve müzeciliğe dönüştüğünü ve yeni projeleri konuşurken, uçurtma tarihinde Türkiye’de ve Dünyada gerçekleştirdiği faaliyetlerle bir ilke imza attığını öğreniyorum.

Yaptığımız keyifli söyleşiden satırbaşları...

Uçurtma tutkusu nasıl başladı? 

Uçurtma, hayatımın bir parçasıydı. İlk okulda birinci sınıftan itibaren uçurtma uçururdum. Uçurtmamı kendim yapardım ama yıldız uçurtmayı yapamazdım. Yıldız uçurtmada dengeyi sağlamak önemli. Yıldız uçurtmayı yapınca mahallede yardım isteyeceğimiz abiler arardık. Şeytan uçurtma ise hem en kolayı hemde eğlenceliydi. Defter sayfalarını koparır şeytan uçurtmalar yapardım.

1984 yılında Türkiye’nin ilk uçurtma yarışmasını düzenlediniz. Yarışma fikri nasıl ortaya çıktı?

Asıl süreç 1980’de başladı. Ben aslında terziydim. 1980 yılında evlendikten sonrada babam ile çalışmaya devam ediyorum Ama uçurtmalar hâlâ benim gündemimde ve tutkum. O dönemde uçurtmalar yapıp kırtasiyelere satmaya başladım. Daha sonra 1983’de Bulvar gazetesinin düzenlediği “Uçurtma Bayramı”na katıldım. 2m boyutunda bir uçurtma yaptım ve en güzel uçurtma birincisi oldum.
Uçurtma Bayramı etkinliği bitti, benim gibi derece alanlar var. Tabi biz ödül bekliyoruz. Bu sadece uçurtma bayramı dendi, ödül falan yok. Bir derecelendirme yapıldı ve derecelendirme varsa ödülde olmalı. Ben niye böyle bir yarışma yapmıyorum diye düşünmeye başladım.

1983-1984 yılları arasında hem benim için hem Türkiye de uçurtma tarihi açısından kırılma noktası oldu. Ve ben 1984 yılında Türkiye’nin ilk uçurtma yarışmasını düzenledim. 

Biraz Uçurtma Festivallerinden bahsedelim istiyorum. 1997 yılında Türkiye’nin ilk uluslararası uçurtma festivalini siz gerçekleştirdiniz. Daha önce hiç uluslararası bir uçurtma festivaline katılmışmıydınız?

1995 yılı sonları Hollandaya gitmiştim. Oradaki arkadaşlarım bana “Uluslararası Uçurtma Festivali var, katılır mısın?” dediler. Hemen düşündüm ne yapmalıyım diye. Kocaman bir Türk Bayrağı

uçurtması yaptım. Bir havalandırayım herkes görsün diye düşünüyorum. Uçurtma festival alanına geldik. Bir baktım gökyüzü muhteşem, her yer rengarenk, çeşitli şekillerde uçurtmalarla dolu. Kuyruklusu , kanatlısı, yıldızı, üçgeni… Adeta uçurtma cenneti. Uçurtmanın bambaşka birşey olduğunu ben orada anladım. 
 

1995 yılında İstanbul’a döndümdüğünde uluslararası festival yapma fikri kafamda iyice şekillendi. Proje üzerinde biraz çalıştım ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sponsorluğunda 1997 de Moda sahilinde ilk Uluslararası Uçurtma Festivalini gerçekleştirdik. ikincisini 1998 yılında yine Moda sahilinde yaptık o dönemde Barış Manço da katıldı.

Dünyada yapılan uluslararası festivaller kaç yıldır sürüyor?

Çin’de bu yıl otuzdokuzuncusu yapıldı. Çin, Japonya ve Malezya her yıl uçurtma festivali yapıyor. Hemde yılda birkaç sefer ve farklı farklı şehirlerde yapılıyor.

Festivallerin tanınırlığı ve katılımcı sayısı, katılımcıların niteliği çok önemli. Biz bütün davetlerimizi Uçurtmacılar Derneği adına yapıyoruz.

Uluslararası Festivaller ve yarışmalarla gelen ödüller var. Bu süreçte bir koleksiyon oluşmaya başlamışmıydı?

1986 da Eyüp uçurtmacılar birliğini kurdum. Koşuşturma var, bir heyecan var, bir şeyler yapmak istiyorum. Organizasyonunu yaptığım yarışmalar var ve katıldığım yarışmalardan da kazandığım 6-7 kupam var. Ama koleksiyon fikri daha oluşmamış, yaptığım uçurtmayı satıyorum.

Oturduğumuz evin üst katında oturan komşumuzun İngiltereden gelen oğlu ile sohbet sırasında bana sorduğu bir soru, benim hayatımda yeni bir dönem başlattı.

“Bu kadar uçurtmalarla uğraşıyorsun, dünyadaki yarışmalardan, uçurtmacılardan haberin var mı?” dedi. “Ben onlarla nasıl iletişim kurabilirim ki benim İngilizcem yok” diye cevap verince.

“Sen uçurtma derneklerine ne yazmak istiyorsan yaz ben çeviririm” dedi. Taksimdeki İngiliz kütüphanesinden dünyadaki uçurtma derneklerinin adreslerini aldım. 26 ayrı adrese mektup gönderdim.

İlk gelen cevap Japonya’dandı. Bir katolag ve beraberinde mektup göndermişler. Mektupta “Türkiyede uçurtma olduğunu sizin mektubunuzla öğrendik, çok mutlu olduk.” yazıyordu. O kataloğun benim kuracağım Uçurtma Müzesinin ilk parçası olacağını bilmiyordum.

Çeşitli ülkelerden katolog geliyor, broşür geliyor, Dünyadaki uçurtma müzeleri ile yazışıyoruz, elimde bir sürü materyal birikiyor ama zihnimde hâlâ koleksiyon yapma diye bir tanım yok.

Peki, müze kurma fikri ne zaman oluştu? 

Uçurtmayı hiç bırakmadım, yarışmalara gidiyorum, tek tük yurddışına gidiyorum. Festivallere katılıyorum. Festivaller düzenliyorum. Her gördüğüm yeni kişi bana uçurtma veriyor, kitap veriyor albüm veriyor. Bütün bunlar sizin zihninizdeki birikimleri arttırıyor. Elinizdeki malzemeleri arttırıyor, öz güveninizi arttırıyor.

Bu süreçte müze kurma fikri kafamda oluşmaya başladı ama müze nasıl kurulur onu bilmiyorum. Bizim kuşağın bildiği müze Topkapı Sarayı gibi büyük bir alan büyük duvarları olan bir yer. Içinde sergileyeceklerin ya padişahtan kalan şeyler yada toprak altından çıkanlar olmalı.

Büyükşehir Belediyesi ile görüştüm. Biraz ışık alıyorum ama kafamda daha oturtamamışım. 2005 senesinde 3. Uluslararası Uçurtma Festivalini yaptık. Amerika, Japonya , Endonezya ve Avrupa uçurtma federasyon başkanları hepsi geldi. Çok ürün geldi. Davet ettiğimiz ülkelerden yayınlar ve uçurtmalar istedim, ileride müze kuracağız demeye başladım.

Aynı yıl Sunay Akın İstanbul Oyuncak Müzesini açtı. Bir, bir buçuk ay sonra Sunay Beyden randevu aldım gittim oraya. İkimizde aslında birbirimizi basından tanıyoruz. Uçurtma Müzesi fikrimi anlattım.

“Müze açacağım ama müze nasıl açılır bilmiyorum ne yapmam lazım“ dedim. Bana biraz yol yöntem gösterdi. Akıl verdi. Özeti şuydu “Senin derneğin var, Uçurtma kültürünü geliştirilmesi, yaygınlaştırılması, yeni kuşağa tanıtılması ve dünyaya tanıtılması için bir müzenin kurulması kararını al ve tabelanı as.”

Sunay Bey kişisel müzeler ve çocuk müzesi noktasında çok ciddi örnek, bir duayen. Verdiği bilgi belki küçük gibi gözükebilir ama benim büyük adımlar atmamı sağladı.

Müzenin koleksiyon parçalarının temeli festivaller ama Uçurtma Müzesinin kurulması fikrinin gerçeğe dönüşmesinde kırılma noktası Sunay Bey’dir.

Dünyada 13 ülkede 18 Uçurtma Müzesi var. Bu müzelerin dünyadaki öncüsü Japonya. Peki siz, ilk hangi müzeyi gezdiniz ve sizde bıraktığı etkiler nelerdi?

Aslında 22 Uçurtma Müzesi var 4 tanesi sivil havacılık müzelerinin içinde bir sergi olduğu için onlar müze olarak sayılmıyor. Onun için 18 diye biliniyor. İlk gezdiğim müze Çin. 2011 de gezme fırsatım olmuştu. 

Bu arada uçurtmanın atası Çin ama Japonya müzecilik anlamında ondan önce davranmış. Japonya da 5 tane uçurtma müzesi var ama Çin’deki müze dünyadaki en büyük uçurtma müzesi. 

Her biri çok özel olan uçurtmaların bir ustası var. Her biri bir sanat eseri gibi cemakanlar ardında sergileniyor. Herkes hayranlıkla izliyor. 

Müzenin bahçesinde büyük bir alan var. Uluslararası festivaller yapan ülkeleri simgeleyen plaketler konmuş, bu plaketler arasında Türkiyedeki Uçurtma Müzesinin de olması beni çok gururlandırdı.

Daha sonra Malezyadaki müzeyi gezdim. Türk Bayraklı uçurtma yapıp hediye ettim. Tabi gittiğinizde sadece uçurtma müzelerini veya festivalleri değil uçurtma imalatçılarınıda geziyorsunuz. Müzedeki ürünler böyle böyle çoğalıyor.


Uçurtma Müzesinde açıldığında kaç ürün sergileniyordu?

Müze açıldığında 300-350 civarı ürün vardı. Şimdi, 6 kıtadan 33 ülkeden toplanmış, 2500 üzerinde ürün var. Hindistan 150 ürün ile temsil ediyor. Farklı kültürleri bir araya koyduk. Çin hayvan şeklinde rengarenk uçurtmalar yapıyor. Endonezya daha az renk kullanıyor. Japon uçurtmalarının üzerine yapılan resimler bir ressamın elinden çıkmış gibi adeta birer sanat eseri. Farklı kültürlere baktığınızda uçurtmanında çok ciddi anlamda değişime uğradığını görüyorsunuz. Uçurtma dünyada binlerce değil onbinlerce modeli olan birşey.

Müzenizi şu ana kadar kaç çocuk ziyaret etti?

Biz burayı açtığımızda sadece yetişkinlerin geleceğini düşünmüştük. Evet çocuklarla alakalı bir müze açtığımın farkındayım ama hep yetişkin gelecek diye düşünüyorum. Bir iki tane okul geldi, 2-3 haftada bir okullar geliyordu. Şimdi günde birkaç okul geliyor.

Bir gün ulus Musevi ana okulu aradı, randevu ayarladık. Kaç çocuk diye sordum. 15 dedi. Kaç yaşındalar dedim. 3 diye cevap verdi. Peki dedim kapattım telefonu.

“3 yaşındaki çocuk ne anlar?” diye düşündüm. Tekrar telefon açtım, teyid ettim. 
Ben anaokul çocuklarına kültür gezisi yaptıklarını bilmiyordum. 

Ne kadar erken başlarsak eğitime o kadar hızlı yol alıyoruz bunu öğrendim.

Her geçen gün öğrenci sayısı artarak devam etti, kısa bir süre sonra atölyede uçurtma yapma çalışmaları başlattık. Şu anda müzemizin alt salonunda 100 çocuk kapasiteli atölyemiz var. günde 4 ders yapabiliyoruz. Geçen yıl, bizi ziyaret eden 30.000 civarında öğrencimiz vardı.

İstanbul Uçurtma Müzesi içinde birde kütüphane var. Bize Uçurtma kütüphanesinden biraz bahsedebilir misiniz?

2015 yılında Gülen Okumuş Uçurtma Kütüphanesini kurduk. Kataloklar, dergiler afişler ve broşürlerden oluşan 200’e yakın yayın var. Türkiyede hiç Uçurtma Kütüphanesi yok bunun ilkini kuralım diye düşündük ve dernek olarak kararını aldık. Birbuçuk yıl sonra birşey farkettik, değil Türkiye’de meğerse dünyada hiç uçurtma kütüphanesi yokmuş.

Türkiye’deki ilk Uçurtma Kütüphanesi aslında Dünyadaki ilk Uçurtma Kütüphanesi oldu. Farketmeden biz kurmuş olduk. Hemen burda bir parantez açmak istiyorum, Çinde dünyanın en büyük uçurtma müzesi var, İçinde kataloklar yayınlar var ama uçurtma kütüphanesi adıyla açılan bir bölüm yok.

İyiki de böyle bir karar alıp Uçurtma Kütüphanesini açmışız. Şimdi burası içinde ürün topluyoruz. Bir kaç yıl sonra işallah kendi başına bir birim olacak

Kütüpanemizdeki kaynakları dijitalleştirme çalışmalarımız devam ediyor. Web sitemizde bu kitapları tek tek arşivliyoruz. Uçurtma kütüphanesinde ne tür kaynakların olduğunu görsünler istiyorum. Araştırmacılar, üniversite öğrencileri ve basın için kütüphanemiz her zaman açık.

Biraz geçmişe gidelim, uçurtma tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?

Uçurtmanın M.Ö. 300’lü yıllarda Çin’de doğduğu biliniyor. Uzakdoğu kültüründe çeşitli savaşlarda haberleşme ve düşmanı korkutma aracı olarak kullanılmış.

1295 yılından ünlü denizci Marco Polo tarafından Malaya adalarından satın alınarak Hollanda’ya getirilmiş. Böylece, batı ülkelerinin gündemine giren uçurtma burada pek çok bilimsel deney için kullanılmış.

Mesela, 1749 yılında İskoç bilim adamı Alexandre Wilson’un uçurtmaları termometreyi 3000 feet yüksekliğe çıkarıp ısı değişimlerini ölçmek için kullanması;

1752 yılında Benjamin Franklin’in yağmurlu havada uçurtmayı kullanarak uçurtmanın ipine bağladığı metal anahtara yıldırımın düşmesiyle yıldırımın doğal bir elektrik kaynağı olduğunu ispatlaması bunlardan bir kaçı.

Bir başka örnek, 1822 yılında George Pocock uçurtmanın kuvvetinden en ilginç yollarla faydalanan kişilerden biri olmuş. Pocock’un, arabasına uçurtmaları bağlayarak Saatte 32,19 kilometre hız yaptığı kaydedilmiş. O dönemde yol vergileri arabaları çeken at sayısı üzerinden alındığı için de, George Pocock bu vergiden tümüyle muaf kılınmış.

Sir George Caley, Samuel Langley, Lawrence Hagrave, Alexander Graham Bell ve Wright Kardeşler uçakların bulunmasına katkıda bulundukları araştırmalarında hep uçurtmaları kullanmışlar.

2.Dünya Savaşında ise, Harry Saul’un Hücum Uçurtması (Barrage Kite ) uçakların hedeflere yakın olabilecek kadar alçaktan uçmalarını önlemiş.

Yine 2. Dünya Savaşı’nda denizde kaybolan pilotlar bulunmak için Gibson-Girl Box uçurtmalarını kullanmışlar. Ayrıca Dünya Savaşları süresince İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rus orduları, düşmanlarını gözetlemek ve işaret göndermek için uçurtmaları kullanmışlar.

Uçaklardan yararlanılan yerler arttıkça, uçurtmalar daha az kullanılır olmuş ve daha çok eğlence maksatlı uçurulmaya başlanmışlardır.

Türk kültüründe uçurtmanın yerini kısaca anlatabilir misiniz?

Uçurtma M.Ö. 300 yıllarda Çin’de ortaya çıkıyor. 1295 yılında ise İtalyan kâşif Marco Polo ile Avrupa uçurtmayı tanımaya başlıyor demiştik. Ancak bizim kültürümüzde çeşitli kaynaklara göre 1500‘lerin sonlarında görülmeye başlanmış.

Surname-i Hümayun adlı kitapta geçen bir minyatürde Sultan III. Ahmed'in çocuklarının sünnet düğünlerinde Sultanahmet’teki Atmeydanı olarak da bilinen yerde, 1582 yılında Simurg Kuşu şeklinde uçurulan uçurtma yer alıyor.

Bir diğer kaynak 15.-17. yy anlatan Saray Merasimleri adlı kitap. Osmanlı dönemi sokak eğlencelerini anlatılırken, Ramazanlarda teravih namazı sonraları kandil uçurtmalarının gökyüzüne salındığından bahsetmektedir.

Aslında uçurtmanın Anadolu topraklarında görülmesi 15.yy dan çok daha eskilere dayanıyor. Kayıt altına alınmadığı için kesin birşey söylememekle beraber. Bunu destekleyen iki gerekçem var.

Çin’den gelen ve batıya giden İpek Yolu ticaret kervanı bizim topraklarımızdan geçiyor. Ticari alım satımla bizim kültürümüze 15.yy dan daha önce girmiş olabileceğini düşünüyorum. İkincisi, uçurtma çoğrafi anlamda çok rüzgarlı olan yerlerde ön plandadır. Bizim ülkemiz coğrafi olarak çok rüzgarlı.

Uçurtma eskiden çok yaygındı, sokaklarda çocuklar hep uçurtma uçururdu. Neden azaldı? Bir kültürün yok olmasına izin vermemek için neler yapmalıyız?

Ülkemizdeki sokak oyunları kültürü içinde uçurtmanın ayrı bir yeri var, çünkü uçurtma canlı oyuncak olarak algılanıyor.

Üç çıtayı çakarak kağıtla kapladığınız oyuncağınızın, istediğiniz halde ulaşamadığınız bulutların ardına kadar gitmesi sizi de havalandırır ve onunla birlikte siz de bulutlarla kucaklaşırsınız.

Günümüz büyük şehirlerinde çeşitli sebeplerle çocuklarımızı gönül rahatlığı ile sokaklara bırakamıyoruz. Peki çocuklarımız ne yapıyor? İnternet veya TV başında gün geçiriyorlar.

Önüm arkam, sağım solum, aşağısı yukarısı beton, çocuk sokağa çıktığında asfalta basıyor, okula gittiğinde okul bahçesi beton!... Bu çocuklar enerjisini nerede atacak?!...

Çocuklarımızı betonlar arasında yaşatmakla onlara çok büyük kötülük yapıyoruz, sağlıklı gelişmelerini engelliyoruz.

Çözüm… Hiç olmazsa hafta sonlarında onları doğa ile iç içe olabilecekleri, koşup oynayabilecekleri alanlara götürüp buraya uygun oyunları onların oynamasına yardımcı olmak.

Sözüm anne ve babalara, mesela misket alın, veya topaç, isterseniz ip atlatın, isterseniz uzun eşek oynayın çocuğunuzla. Ama mutlaka birlikte uçurtma yapın ve bunu çocuğunuzla birlikte uçurun onları çocukluğunuzdaki oyunlarla tanıştırın, bunun için en güzel oyuncak uçurtmadır, bir deneyin çocuğunuzun ne kadar mutlu olduğunu kendi gözlerinden anlayacaksınız.

Sorumluluk sadece ebeveynlerde mi? Elbette hayır. Belediyeler, Kültür Bakanlığı ve diğer ilgililer, çocuklarımızın betonlar arasında büyüyerek sağlıksız bireyler olmasının birinci sorumluları arasında sizde varsınız!...

Kendinizi/imkanlarınızı biraz zorlayın ve daha çok yeşil alanlar üretin, yaptığınız ve onlarca milyon harcadığınız festivalleriniz arasına çocuk oyunlarını sıkıştırın ve bu tür kültürel etkinlikleri biraz daha destekleyin, bu çocuklar sizin de çocuklarınız.

Eğitim kurumları, sivil toplum kurumları, programlarınız arasında, çocuklarınızın açık alanda oynayabileceği oyun/oyuncaklara ağırlık verin mükemmel sonuç alırsınız. Uçurtma bunun için en ideal atölye çalışmasını oluşturur.

El becerisini geliştirici, katılımcı, paylaşımcı, eğlenceli, hayal dünyasını geliştirici, matematiksel bakışını zenginleştirici sonuçlar rahatlıkla elde edilir. Üstelik çalışma bittiğinde çok hoş bir oyuncak elde edilmiş olur.

Son olarak bize biraz yeni projelerinizden bahsedebilr misiniz?

5-16 Ocak 2018 Hindistandan daki festivale davet aldık.

20 Nisan 2018 de Çin’de 40.sı yapılacak Uluslararası Festivale katılacağız

2018 için İstanbul’da Uluslararası Festival hazırlığı var

Çeşitli üniversitelerde. “Uçağın atası uçurtma”, “Uçurtmanın tarihi”, “Dünyada uçurtmacılık” konulu konferanslara katılmaya devam ediyorum.

Bunların yanında bizi çok heyecanlandıran iki önemli projemiz var

Şeytan uçurtması çok kolay çok basit ve eğlenceli. Biz bu yıl dernek olarak bir karar verdik. Şeytan uçurtmayı daha çok yaygınlaştıralım, yeni kuşak öğrensin diye 50.000 tane şeytan uçurtma dağıtma kararı aldık.

Bastırdığımız şeytan uçurtma modelleri arka yüzünde yapılış şeması var. Sivil toplum kuruluşları ve okullar aracılığıyla çocuklara ulaştırıyoruz. Metin yazdık, ders gibi işletilsin, herkes kendi uçurtmasını kendi yapsın. Balık vermek yerine tutmayı öğretiyoruz.

Buradan sizler aracılığıyla öğretmenlerimize ulaşmak istiyorum. Türkiyenin neresi olursa olsun bize çocuk sayısını bildirmeleri yeter hemen şeytan ucurtmalarını onlara gönderebiliriz.

Bir diğeri, Nisan ayında başlattığımız bir proje. 18 uçurtma müzesini aynı çatı altında toplayacak bir birlik, çatı kuruluşu aradım. Kaydolalım, Türkiye’nin tanınırlığı artsın diye düşündüm. Farkına vardıkki Dünya Uçurtma Müzeleri Birliği yok.

2017 Uçurtma Festivali sonrası Dünya Uçurtma Müzeleri Birliği kurma kararını aldık. Mayıs 2017 deki Festival kapsamında dünya uçurtma müzelerinden gelen katılımcılarla İstanbul da bir toplantı yaptık ve bu kararımızı konuştuk.

Bütün bunlarla ilgili çalışmaları yapalım ki dünyadaki uçurtma müzeleri çoğalsın. Çünkü Kültürel değişim olayın büyümesine sebep olur, insanların kaynaşmasına sebep olur

Birde ben şuna inanıyorum. Tanınmanın en kestirme yolu ya sportif faaliyetlerde bulunmak yada kültür, sanat faaliyetlerinde bulunmaktır. Dolayısıyla herkes kendi ülkesinin kültürünü geliştirmeye katkıda bulunmalı. Öncelikle ben kendi ülkemdeki çocuklar için birşeyler yapmalıyım. Çocuklar bu müzeden güzel anılarla, mutlu ayrılmalılar. Onların zihinlerinde tekrar tekrar heyecanla anlatacakları eğlenceli anılar bırakabiliyorsak biz doğru yerdeyiz. Bunları yapabiliyorsak başarılıyız.

Çocuklara ne verirseniz onu alırsınız. Çocuklara müzede anlatacaksınız, okulda anlatacaksınız, evde anlatacaksınız, güzellikleri, doğruları, ilimi ve bilimi güzel anlatacaksınız, güzel yerlere götüreceksiniz, o güzelliklerle büyürse düşünceleri davranışları da güzel oluyor. Çocuklar en kıymetli varlığımız. Onlar en kıymetli varlığımızsa onlara iyi bakmalıyız önce anne ve baba sonra devlet ve toplum iyi bakacak.




Uçurtma Müzesi
İletişim : 0216.553.23.37
web adresine buradan ulaşabilirsiniz.

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır. 




Devamını Oku »

Ara Karne 2017

0 yorum

Yaşasın! Bugün karne günü…. Çocukların karne yerine tatil heyecanı, annelerin ne yapacağız endişesi, sosyal medyanın bunu da yapın, buraya da gidin bombardımanı… Hadi hayırlısı!

Okul sonrası kurslar aktivitelerden başını kaldırabilen çocuklar için şimdi şubat tatilinde ayrı bir maraton başlıyor. Biz anneler bilgisayar başında araştırıp bulup, onların yerine karar veriyoruz, heyecanlanıyoruz ve çocuklarımızında bizim heyecanımızı paylaşmasını istiyoruz. Peki çocuklar ne istiyor?

10 yaşındaki oğlum akşam yatmaya yakın gün içinde yaşadığı sevinç, hüzün, hayal kırıklığı ne varsa bir bir anlatmaya başlar. O yüzden bende yatma hazırlığı yapılırken yanında olmaya özen gösteririm. Geçen akşam bana “şöyle odamda oyuncaklarımla hayal kuramıyorum hep yarım kalıyor” dedi.

Düşündüm çocuk haklıydı hafta içi okuldan eve varması beş buçuğu buluyor. Zaten zamanının çoğu ya okulda ya trafikte geçiyor. Haftaiçi iki gün okul sonrası etkinliği var. Bu da eve daha geç gelmesi demek. Akşam sadece zorunlu ihtiyaçlar karşılanıyor keyif yapacak vakit ara ki bulasın.


Çocukların istediği, gün içinde ne olursa olsun; akşam sıcak bir gülümseme, kocaman bir kucaklaşma, gözlerinin içine bakarak birbirini gözleriyle dinleyen bir anne / babasının olduğunu bilmesi. Gözlerinin içinden taaaa kalbine kadar giden yolu sevgiyle doldurabilen çocuğun önünde, dağlar bile küçücük kalır.

Zaman çok hızlı akıyor biz de onu yakalamaya çalışan tavşan gibi koşup duruyoruz. Her sabah işe giderken arkamdan ağlayıp “anne ditme” diyen çocuk şimdi boyumu geçti. Arkadaşlarımla buluşuyorum diye kapıdan çıkarken ben arkasından bakıyorum bu sefer. Tek farkla ben “gitme” demiyorum.

Bu şubat tatilinde tek çocuk için program yapacağım zira diğeri kendi programını kendi yapıyor artık.


Sosyal medyadan ve internetten gözüme çarpan bir kaç etkinlik.
Bazıları her yıl tekrarlanıyor. Bu yıl kontenjan dolmuş olsa bile seneye hedeflenebilir etkinlikler. 

Bunlardan ilki İzmir’de yapılan Aile Çocuk Uzay Kampı

27-29 Ocak ve 3-5 Şubat olmak üzere iki dönemde yapılan kamplara daha önce  bizimkiler baba oğul  katılmışlardı. Oğlumun 11 yaşındayken katıldığı kampın ayrıntılarını anlattığı yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Uzay Kampı’nın yaz döneminde çocuklar için hazırladığı İngilizce ve Türkçe olmak üzere 6 günlük kampları da var.




AKUT Doğada Yaşam Kampları

Milli sporcularla birlikte Kayak ve Snowboard eğitiminin dışında, Kış koşullarında hayatta kalma, İglo ve kar mağarası yapma gibi etkinlikleri görünce benimde katılasım geldi. Yaş sınırı 8-17 malesef. Ben şimdi çocuk olmak istiyorum diye sızlanırken birde ne göreyim kışın aynı kampın yetişkinler için olanıda var. Çok mutluyummmmmm.
Ayrıca, AKUT’un yaz ayları için düzenlenmiş, kamplarıda mevcut şimdiden haber vereyim dedim.



12- 15 Yaşa uygun Zihin Haritaları Atölyesi

Beyaz kağıt ve renkli kalemler elimizde beklerken herkes resim atölyesine geldik sanabilir. Beyin gördüklerinin ve işleyişin, bize çaktırmadan fotoğrafını çekermiş. Ancak bu sefer 12-15 yaş için hazırlanan Zihin Harıtalarıyla öğrenilen bilgiyi, not almadan kalıcı hafızaya atmayı öğrenecekler

Bu etkinlik hafta sonları yetişkinler içinde mevcut.






İstanbul Oyuncak Müzesi

Yeniden çocuk olmak isteyenler, kendini hep çocuk gibi özgür hissedenler ve çocuklar için İstanbul Oyuncak Müzesi içerisinde tahta ahşap boyamadan, origami sanat atölyesine kadar çeşitli atölyeler ve tiyatrolar var.

Müzenin her katı ayrı bir dünya, ayrı bir düş ... Ben ne zaman gitsem hep en çok sevdiğim içinde minik minik evlerin olduğu odaya giderim. Her ayrıntıyı tekrar tekrar incelerim ve her gittiğimde de başka bir ayrıntı yakalarım.
Kimisi eczacı, kimisi kasap, kimisi şapkacı, kimisi çantacı hatta müzik aletleri satan mini dükkanda piyano başında zarif bir kadın oturur.

Veee Sanat

Biraz da sanat diyoruz tabii ilk akla gelen minikler için hazırlanan Çocuk Dans Atölyeleri ve Çocuk Atölyeleri ile Akbank Sanat.

Okul öncesi minikler için Sanat

Kidsnook

“Hikaye Anlatıcılığı Sanatı” ile önce çocuklara sabırlı olma, dinleme, ve hayal kurma becerilerini kazandırmayı hedefleyen Kids Nook’un. Mottosu “Okumak Özgürlüğe Uçmaktır”

Çocukların hikayeleri deneyimlemeleri için duygusal oyunlarla hikayeleri birleştiren Kids Nook bu sömestrde de minikler için atölyeler devam ediyormuş.

2-6 yaş için Sensory Storytime ; 4-9 yaş için Mini Masal Okulu ; 9+ yaş için Minik Yazarlar ve Anlatıcılar eğitimleri,
Yetişkinleri de unutmamışlar Kids Nook Hikaye Anlatıcılığı Eğitimleri.

Masal anlatıcılığı değince benim aklıma ilk gelen Judith Liberman.

22 Ocak da saat 11.20 de NTV Radyoda Masal Bu Ya! Programında Kids Nook konuk ve konu Şubat tatilinde çocuklarla ne yapalım?

Rahmi Koç Müzesi

Gezdim, Gördüm, Tasarladım...

Evet evet çocuklar önce müzedeki tüm sergileri geziyorlar, gördüklerini tasarlıyorlar ve geriye sadece hayal etmek kalıyor.

Matematik, Biyoloji, Heykel, Boyama, Ahşap ve Tasarım  Atölyeleri sömestr boyunca  4 ile 13 yaş arası her yaş gurubuna hitap eden keyifli  atölyelerle çocukları bekliyor

Müzeyi en son oğlum 6 yaşındayken gezmiştim. İkimiz içinde keyifli bir deneyimdi.  Bu geziyi anlatan "Bugün bir iyilik yapın kendinize, içinizdeki çocuğu şımartın..." adlı yazıma buradan ulaşabilirsisiniz.



Tatilin olmazsa olmazı Sinema

Cuma günü güzel bir film vizyona giriyor Moana, hem kız hem de erkek çocuklarının ilgisini çekebilecek bir film. Karne günü malum okullar yarım gün annelerin çoğu çalışıyor ve bazıların izin alması mümkün değil. Çalışmayan koca yürekli annelerden biri sıkı çalıştı ve okula yakın bir sinemaya gelebilecek çocuklara bilet ayarladı. Ben de gönüllü anneyim, çocukları sinemaya götürme konusunda. Hadi hayırlısı!

Sindrella; 
Leonardo Da Vinci İle Müzede Bir Gün; 
 Külkedisi Harikalar Diyarında; 
Zaman Makinesi 2 - Albert Einstein gibi çocuk tiyatroları; Profesyonel bale sanatçılarının rol aldığı Balerin Prensesler Müzikali; 
 Gate Sahne Sanatları’nın 110 kişilik dev kadrosuyla sahnelenen Animals Musical;

Dans, müzik, tiyatro ve daha fazlası için benim başvuru adresim Biletix.
Sizin için zaman ve mekan önemliyse çocuğunuzun yaş aralığına göre seçebileceğiniz birden fazla seçeneğe burada ulaşmanız mümkün.

Anne olarak etkinlikleri ortaya koydum , oğlum seçti. Zamanı iyi değerlendirebileceğimiz sayıda etkinlikler seçmeye çalışalım istemiştim. Ama oğlum, haftada bir günü etkinliğe bir günü de arkadaşlarıyla evde buluşmak için ayaırmaya karar verdi. Hayatımız bu kadar koşturma içindeyken, bu kadar çok etkinlikler gözümüze sokulurken arada bir evde kalıp oyuncaklarıyla hasret gidermeye ihtiyacı varmış demek ki, zira oyuncaklarıyla hayal kurması hep yarım kalıyor…  

İyi tatiller

Sevgiyle kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.













Devamını Oku »

İyi ki Doğdun Zeki Müren

0 yorum

Yazın bıktıran sıcaklarından sonbaharın tatlı esintisine teslim olmaya hazırlanırken manolya kokulu bir bahçede buluyorum kendimi. Döktüğü yapraklara rağmen kokusu burnumda, kulağımda ise “koklamaya kıyamam benim güzel manolyam” sözleri dolaşıyor.

Yazın uzun gecelerinin sonunda insanların önünden geçip gittiği, belki farkettiği, belkide hiç farkına varmadığı; bahçesi manolya ağaçları ile dolu şirin, sade iki katlı bir ev.
Zeki Müren Sanat Müzesi...


İlk kat onun yaşadığı zamandaki gibi restore edilmiş. Sanki odalardan birinden çıkıp bize “ Hoşgeldiniz Efendim” diyecekmiş hissi veriyor. Her eşyanın ayrı bir anısı olmalı, camın önündeki sedirde ne sohbetler olmuştur kimbilir. Köşedeki gramafonun, ortadaki sininin dili olsada konuşşa. Aynalar! En çok da aynaların anlatacakları vardır herhalde, geleni gideni görmüş, sohbetleri dinlemiştir o aynalar…

Dost sohbetleri, şarkılar sinmiş evin duvarlarına, ilk katın büyüsünden ağır adımlarla sıyrılırken ikinci kata çıkıyorum. Burası Zeki Müren yaşarken kullanmadığı bir alan olduğu için 2000 yılında Kültür Bakanlığınca Restore edilirken daha çok eserlerinin, fotoğraflarının ve ödüllerinin sergilendiği alan olarak düzenlenmiş.


Şimdi Müzeye girdiğim hissi ağır basıyor işte. Her odanın duvarları ayrı bir zaman tüneli gibi. Dostlarla birlikte, konserlerde ve ödül alırken çekilen fotoğraflarla dolu her yer. Her fotoğraf kendi içinde anlam yüklü, anın güzelliğini siyah beyaz yansıtmış benim renkli dünyama.

Plakları, ödülleri tek tek hepsinini inceliyorum, Yaptığı besteleri ve güfteleri gördükçe hafızam kendini tazeliyor onun sesinin güzel tınısı kulaklarıma bir kez daha geliyor.


Duvarlarda Zeki Müren imzalı eserleri görünce doğrusu biraz şaşırıyorum. Tüm sahne kostümlerini kendisinin tasarladığını biliyordum ancak desen tasarımı ve resimler yaptığını ve dahası bu konuda eğitim aldığını ve sergiler açtığını bilmiyordum.

Duvardaki desen çalışmasından biri çok dikkatimi çekti adıda en az desen kadar ilginç “Ağlama- Gülme- Düşün” başka söze gerek yok desen anlatır herşeyi…
On parmağında on marifet. Odalar yetmiyor verdiği eserleri katagorize etmeye.

Ağlama-Gülme-Düşün

1950 yılında henüz üniversite öğrencisiyken TRT İstanbul Radyosunun açtığı ve 186 adayın katıldığı solist sınavını birincilikle kazanmış.

İlk sahne konserini 1953 tarihinde vermiş ve sahne kıyafetlerini kendi tasarlamakla birlikte Saz heyetine tek tip kıyafet giydirmek ve sahneyi T podyum şeklinde kullanmak gibi yeniliklerle 11 yıl aralıksız sahne almış.

Yirmiye yakın filmde rol almış.

1965 yılında 100'e yakın şiirinin yer aldığı “Bıldırcın Yağmuru” adlı şiir kitabını çıkarmış.

1976'da Londra'daki Royal Albert Hall’da konser vererek bu mekânda sahne alan ilk Türk sanatçı olmuş.



Bütün servetini TSK Mehmetçik Vakfı ve Türk Eğitim Vakfı’na bağışlayacak kadar da gönlü zengin insan, Zeki Müren, sayısı 600’ü aşan plak ve kasetleri ile yaptığı beste ve güftelerle gönüllere taht kurdu ve birden “Sanat Güneşi” olarak parlayan bir yıldız oldu gökyüzünde.

Ama ben sevdiklerimi ölüm yıl dönümünde değilde doğduğu günün yıl dönümünde anmayı istiyorum. 6 Aralık 1931 de dünyaya merhaba dediği ilk günden bu yana varlığıyla, eserleriyle hayatlarımıza dokunmaya devam ediyor.

İyi ki doğdun Zeki Müren

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayımlanmıştır.






Devamını Oku »

Sinema Televizyon Müzesi

0 yorum


Geçmişe giden zaman makinesi icat edilseydi eğer, en çok hangi zamana gitmek isterdiniz?

Cevap; yaşa, cinsiyete kişinin yaşanmışlıklarına, ilgi alanlarına göre değişir elbet. Herkesin takılı kaldığı bir zaman dilimi vardır. Merak ettiği, görmek istediği. Ben sessiz film dönemini merak ederim mesela. Özellikle şimdilerde dijital çağda kamera arkası görüntülerini gördükçe, 1860’larda yeni keşfedildiği yılları daha çok merak ediyorum doğrusu.

Teknolojinin son sürrat ilerlediği bir zaman dilimindeyiz Yeni çıkanı algılamaya çalışırken bir üst modeli ortaya çıkıyor. Biz daha en baştan 1-0 yenik durumdayız.

Çocukluğumun renkli dünyasının siyah beyaz fotoğraflarına bakarken 9 yaşındaki oğlumun sorusu beni nerelere götürdü. bir bilseniz;

“Bu fotoğraflara bilgisayarda bakarken de böyle siyah beyaz mıydı?” anne.

Çocuk haklı, gözünü açtı dijital makine var. Her çektiğimizi anında gösteriyoruz. Bilgisayardan yüzlerce fotoğraftan beğendiklerimizi seçip bastırıp albüme koyuyoruz. Hal böyle olunca yolumuz mecburen Beyoğlu’nda bulunan TÜRVAK Vakfının açtığı Sinema Televizyon Müzesi’ne doğru gidiyor.
Moviola marka 35mm’lik

“Bu müzede neler var ki?” demişti ilk içeri girerken.

“Sinema, televizyon ve fotoğraf ta kullanılan filmler var” dedim. İlk aklıma geleni söyledim. Ama


beni bekleyen süprizleri bende bilmiyordum doğrusu. 

Bana soru işareti gözlerle bakarken müzede ilk bulduğum film negatiflerini gösterdim. “1950’lerden kalma Moviola marka 35mm’lik Hollywood’un ünlü senkron, montaj ve eşleme cihazı” üzerindeki filmin negatifini birlikte inceledik.

Her salon kendi içinde bir hikaye barındırıyor. Sinema, Televizyon , Tiyatro ve Balmumu Müzesi bölümleri var. Biz en çok Televizyon bölümünde takıldık.

TV kameraları, kayıt cihazları, siyah beyaz dönemi sinyal tabelaları, 70’li yılların stüdyo monitörleri, TRT’nin ilk siyah beyaz ve renkli kamerası, video kaydediciler, özel efekt cihazları (ağır çekim, hızlı çekim), stüdyo ve aktüel kameralar sergileniyor.

Sinema katında, Muhsin Ertuğrul’un ilk sesli çekim yaptığı kamera (İstanbul Sokakları / 1933) sergilenenler arasında en dikkat çekici olanı.

Optik kayıt cihazı
Sinema filmi çekimlerinde kullanılan kamera ve ışıklar, kurgu eşleme, film kopya, bant okuma, tele-sine, projeksiyon, developman (film banyo cihazı) gibi cihazların yanı sıra sualtı kamerası ve tek çekimlik fotoğraf makineleri de bulunuyor.

Bir sonraki en çok önünde durduğumuz makine “Türkiye’ye ilk gelen optik kayıt cihazı. Sesi fotoğraf olarak tespit edermiş, direkt kayıt bu cihazda yapılırmış.”
Biz şaşkınlık içinde herşeyin üzerindeki açıklamayı okuyoruz.
Hayran hayran makineleri inceliyoruz. Böylece, oğlumun soruları eşliğinde tüm cihazları incelemiş olduk.

Sıra geldi Balmumu müzesine, benim için çocukluğumun kahramanlarının bir arada olduğu yerdi burası. Adile Naşit’i Hababam Sınıfı filmindeki rolüyle, Sadri Alışık’ı Turist Ömer filmindeki rolüyle görünce zaman tüneliyle çocukluğuma döndüm adeta.

Sinemanın unutulmaz karakter oyuncularının; Kemal Sunal, Sadri Alışık, Adile Naşit, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Öztürk Serengil, Hulusi Kentmen, Vahi Öz, Necdet Tosun ve Feridun Karakaya ve daha nicelerinin balmumu heykelleri vardı burada.

Katlar arası gezmeye devam, Tiyatro bölümüne geliyor sıra.

Tiyatro bölümünün olmazsa olmazı , Türkiye’de tiyatronun meslek olarak kabul edilmesini sağlayan Muhsin Ertuğrul’un kişisel eşyaları bu salonda sergileniyor.

Muhsin Ertuğrul’un Dragos’taki evinde bulunan çalışma masası, yağlı boya portresi, şahsi eşyaları, eşine ve Beklan Algan’a yazmış olduğu vasiyetler, şapkaları, takım elbiseleri, daktilosu, çalışma koltuğu, özel çalışmaları; kostümleri ve balmumu heykeli.

Odalar arası geziyoruz her oda başka bir dünya. Gezdikçe, Orta Oyunu ve Karagöz-Hacivat bölümleri; Darülbedayi’nin afiş, belge ve fotoğrafları; Vala Somalı karikatürleri, İsmail Dümbüllü’nün balmumu heykeli ve Mengü Ertel afişleri karşıma çıkıyor.


Diğer tarafta Türk Tiyatrosu’nun Osmanlı’dan (Gedikpaşa Tiyatrosu), Darülbedayi’den günümüze 260 yıllık tarihini belgelerle gözler önüne seriyor bu salon. En çok dikkatimi çeken Fransızca, Osmanlıca ve Türkçe el ilanları oldu.

Ödüller, eski tiyatro dergileri, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın imzalı maaş bordroları, masklar, biletler ve afişler hepsi bu salonda.

Her katta birden çok oda var ve her oda adım attıkça insanı içine çekiyor, Tarih yapraklarında gezindiğinizi hissediyorsunuz hemde üç boyutlu olarak.

 Ben ve oğlum ilgiyle belkide biraz merakla her metrekareye düşen eşyayı inceliyoruz, önünde yazan açıklamayı okuyoruz. Bazen oğlum kafasında zamanı oturtamıyor

“Bunlar varken sen doğmuşmuydun” diyor.

Ben de “Değil ben, deden bile dünyada yokmuş daha diyorum.” Tepkisi çok oluyor o zaman. “Vaaay o kadar eski yani”
 "Eski değil, tarihi ve değerli”...

Biz bugün kendi zaman makinemizi yaptık ve bir geziye çıktık. İnanıyorum ki hayal etmeye devam eden, hayallerini gerçekleştiren insanlar var oldukça bu geziler çoğalmaya devam edecek.

Sevgiyle kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır.






Devamını Oku »

Kampa gidelim mi baba?

0 yorum



Son iki yıldır düzenli olarak doğada kamp yapmanın çadırda yatmanın nasıl olacağını düşünüp duruyorum. Araştırıyorum, evdeki ahaliyi yokluyorum. Nelerden vaz geçemeyiz? Sınırımız nedir?
Yaşamadan bilemeyiz deyip 9 yaşındaki oğlum ve ben yola çıktık. Çok hazırız biz bu kampa!

Tüm hayal gücüm, oyunlarım, masallarım cebimde. Kamptaki çocuklarla eğleneceğiz, ben çok hazırım. Aylar öncesinden hazırım hatta.

“Hayat sen plan yaparken başına gelenlerdir”

Kamptan iki gün önce, gelecek korkularım endişelerim hortladı yeniden. Bu kampa gelirkenki heyecanımın yerini aldılar. İçi boşaltılmış gibi zoraki gittim kampa. Planladıklarımı yapamadım ama içimdeki fırtınaları dindirip doğanın beni iyileştirmesine tanık oldum.

Küçükkuyu, Dedetepe Ekolojik Çocuk Kampı, yaklaşık 5 yıldır yapılan bir kamp. Sevgili Ayça ve Alpay Oğuş, çocuklar için bu kampı organize ediyorlar. Fikirlerine, emeklerine sağlık. İsmi sizi yanıltmasın sadece babalar ve çocuklar yok bu kampta tüm aile fertleri var. Ayça’nın “Benimle oynar mısın anne?“ etkinliğinden sonra çocukları büyüyünce Alpay’ın “Kampa gidelim mi baba?” etkinliği başlamış. Yaşasın Doğa - Macera …


Bu arada, kamp alanı sanıldığı gibi mahrumiyet bölgesi falan değil, sadece alışkanlıklarımızı kısa bir süreliğine terk edip yeni deneyimler kazanacağımız bir yer. Bir de unuttuklarımızı hatırlayacağımız…

Kimisi vejeteryan beslenme konusunda zorlandı. Kimisi toprağa yalınayak basma konusunda. Kimisi de tuvaletleri ortak kullanma konusunda zorlandı. Ben mi? Ah ben, doğanın seslerini geceleri kabul etme konusunda zorlandım. Sadece geceleri…



Gece, şırıl şırıl akan derenin yanında vıraklayan kurbağalarla başlıyor ve cırcır böcekleri bu orkestraya katkıda bulunuyor. Bu arada çocuklar yatmış büyükler ateş başında sohbet ediyor oluyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde kampın çevresine (çitlerden içeri giremedikleri için ) gelen köpekler havlamaya başlıyor, bu durumda kamp alanı içindeki köpeklere cevap hakkı doğuyor, doğal olarak. Tabi bu sesler sabaha kadar aralıklarla devam ediyor diye düşünüyorum, zira her uyuyup uyandığımda sesleri yeniden duyuyorum. 5.15 de öten horoz ile gece konseri nihayet son buluyor, çevre sessizliğe bürünüyor. (Dere şırıltısı hariç ama artık ben o sese alıştım) Sekize kadar deliksiz uyuyabiliyorum çünkü 8.30 da “kahvaltı hazır” diye koro halinde bağıranların arasında bende olmak istiyorum. 

Kamp boyunca çocuklar ayrı masada oturup yemek yediler, oğlumun yemez dediğim bir çok şeyi tabağına alıp yediğini de gördüm. “Bu akşam yemekte görünmez yemek var anne” deyip boş tabakla oturduğunu da!

Her öğün bulaşıklarını kendi yıkadı. Siyah horozun kovalamalarını göze alarak, folluklardan yumurta almayı öğrendi. Her yaştan bir çok arkadaş edindi. Kendinden küçüklere sabır göstermeyi öğrendi. Kamp boyunca çeşit çeşit çekirge yakaladı, inceledi herkese tek tek gösterdi, onlara isimler taktı ve serbest bıraktı. Çekirgelere fısıldayan çocuk olarak nam saldı.

Derenin içinden yürüyerek geçtik. Kâh toz toprak, kâh ağaçlı yollardan yürüdük sonunda şelaleye vardık ve kayalardan buz gibi suya atladık. Şelale yollarında atılan cam ve pet şişeleri birlikte toplayarak kampın geri dönüşüm alanına taşıdık. Karpuz kabuklarını beyaz ata götürdük, yanlış anlaşılmasın üzerinde prens yoktu biz sadece atı besledik. Dolunayda yoga yaptık. Kara bir kedi o gece bize eşlik etti. Kimimiz mutfağa girip marifetlerini sergiledi, afiyetle hep birlikte yedik. Kimimiz el becerilerini paylaştı keyifle, etkinlik alanını boyadık çocuklarla, resimler yaptık. Firari tavukları bile yakalayıp kendi güvenli alanlarına geri koyduk.

Akşamları ateş başında doğal, beslenmeyi, organik tarımı, permakültürü konuştuk, evimizdeki zehirli kimyasalları konuştuk. Bireysel olarak ne yapabiliriz? Elimizden ne gelir? Zamansız sohbetler yaptık…
Birlikte çok eğlendik, birbirimizden çok şey öğrendik ve çok güzel dostluklar kurduk.

Kampa gelirken ön yargılarım, korkularım, gelecek endişelerim cebimdeydi. Dönüşte içimde uçuşan yeni heyecanlar ve cebimde yeni deneyimler vardı.

Sonunda Dedetepe Çiftliğinin, duvarda resmi bile oldu, bizden hatıra. 

Kamp bir hafta sürdü bana daha uzunmuş gibi geldi Hatta kampta yapılacak daha çok iş var bir ara yine bu kampa gelmeliyiz diye düşünüyorum.

17-23 Temmuz Dedetepe Ekolojik Çocuk Kampı katılımcıları, çalışanlar, kurucular, gönüllü çalışanlar ve doğal kamp sakinleri her şey için çok teşekkürler. Keyifli bir hafta geçirdik eminim bir gün bir yerde mutlaka yeniden biraraya geleceğiz. 



Bu yazı Martı Dergisi'inde yayınlanmıştır.






































Devamını Oku »