Kariyer yapmak mı? Çocuğuna annelik yapmak mı?

Hayatınızı “el alem ne der” diye düşüne düşüne yönlendiriyorsanız size şimdiden geçmiş olsun.

Kariyerli, 30’lu yaşlarda, güzel, havalı denecek kadar güzel, ancak evlenip boşanmış yada hiç evlenmemiş kadınlarımız ne ister. Tabi ki iyi bir eş, şöyle şahsiyetli kariyerli hatta mümkünse zengin(!) bir eş. Çünkü kendileri 30’lu yaşlarda olduklarından, hayatlarını kendileri kazanır durumda olmaktan sıkıldıklarından aslında kendileri de evlenip hemen çocuk sahibi olup evlerinin ve çocuklarının yanında kalmak istediklerinden, iyi bir eş, iyi bir baba adayı isterler.

Biyolojik saat tıkır tıkır işlemektedir. Yaş 35’e vardığında “dönülmez akşamın ufkunda“ hayatlarında bir şeylerin yanlış gittiğinin farkına varırlar; kariyer sahibi olalım derken evde kaldık, üstüne üstlük çocuksuz kaldık. Bu dünyada yalnız kalma korkusu her insanda olduğu gibi onlarında hücrelerinin son noktasına kadar dolar.

Önce özgür yaşamaktan bahsederler, evlilik onlara esaret gibi gelir. Çünkü onlar Feministtir. Çünkü onlar erkeğin kadınla eşit haklara sahip olmasını savunurlar. Yalnız eşitlik öyle boyutlara varmıştır ki artık haklar değil kadın ve erkeğin her alanda, her olguda (iş, kariyer,ev ...vb) eşit olduğu yargısı savunulmuştur. Ancak bunu savunanlar sonunda pes etti. Evde kaldık bizi kurtarınϑ

Kariyerli kadınlarımızın gözünde evlilik hayatlarının sonuydu. Kendilerinden başka birinin daha hayatını düşünmek, onun sorumluluğunu almak, özgürlüklerin sonu sorumlulukların, hesaplar almanın ve hesaplar vermenin başlangıcı.

Evliliklerde yeterince özgür, gereğince sınırlı olmanın büyüsünü hiçbir zaman yakalayamayacaklar.

Bu kariyerli kadınlarımız, kariyerinin belli bir noktasından sonra çocuğu ile mutlu mesut bir ev yaşamını seçen kadınlardan ne isterler. Daha doğrusu neyi kıskanırlar, çocuklarını mı, huzurlarını mı, çalışmadan da gezip tozarak hayatı yaşayabilme imkanı sağlayan kocalarını mı?

Bir insana hayat vermek, bir canı yaşatabilmek hayata getirmek mucizevi bir olaydır. Çocuğunu kucağına alan bir anne onu kimselere kaptırmamak için mücadele verir. Hatta uğrunda işini, kariyerini de bırakabilir. Çocuklar her şeyleriyle size muhtaçtırlar, düşünsenize küçücük bir yaratık yemek yedirmezseniz, altını değiştirmezseniz, ona şarkılar söylemez, onu koklayıp öpmezseniz o küçücük bebek nasıl büyüyüp bir çocuk olabilir ki .

Sevgili müdürüm bana “çocukların altını değiştirecek, ağzına mamasını verecek birileri her zaman bulunur ancak şu anda sahip olduğun iş imkanını bir daha bulamazsın” demişti. Bunu düşünerek oğlum iki yaşına gelene kadar çalıştım. İlk istifa sinyalleri beynimde yanmaya başladığında oğlum dadısına anne diyordu. Nasıl demesin ki günün 14 saatini birlikte geçirdiği, kucağında sallandığı, şarkılarını dinlediği, oyun oynadığı kadın annesinden başkası olamazdı.(!) İkinci istifa sinyalleri yanmaya başladığında oğlum yerde namaz kılmaya başlamıştı. Daha sonraki aşamaları düşünemedim bile. Çocuklar iki yaşından sonra merakla sordukları sorulara cevap ararlar ve en çok da soruları onunla en fazla ilgilenen kişiye yani anneye veya dadıya sorarlar.

Sanırım yanıldığımı şimdi anlıyorum. Kucağınıza aldığınız bu çocuğu yetiştirmek, ona eğriyi doğruyu öğretmek, çocuğunuza kendi değer yargılarınızı, kendi inançlarınızı öğretmek annenin en doğal hakkıdır.

Çocuk yetiştirmek öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Yorgun eve gelen anne ve baba akşam kendi ruh hallerini düzeltecekleri yerde bir de yeni yetişmeye başlayan çocuğun sorularına maruz kalırlar. Oğlum üç yaşına geldiğinde sorular hat safhadaydı. “Fillerin neden hortumları vardır? Ve bu hortumlar olmasaydı ne olurdu?” , “neden kemiklerimiz var?”,”neden kusarken konuşamıyorum?”, “ ağlarken neden göz yaşım akar?”,” ben bir kız kardeş istiyorum neden hala sen ve babam bana bir kız kardeş veremediniz?” Bu sorulara cevap vermek için çocuklara yönelik basit bir dille anlatılan ama bu sorulara cevap bulabileceğiniz resimli ansiklopediler aldım. Bu kitapları okudum, eledim. Her sorusunda birlikte açtık ve birlikte okuduk.

Psikolojik anlamda hangi yaşta ne sorarlar, hangi davranışı gösterirler, hangi sorumlulukları alırlar, kısacası kendi ayakları üzerinde durabilen, kendine güvenen bir çocuk nasıl yetiştirilir, eskiler nasıl yetiştirmişler, anneanneler, babaanneler neler diyor onları dinlemeden eski bilgileri silerek sadece okudum, uzmanlara danıştım, öğrendim. Oğlumla yaşadığım bu öğrenme süreci benim için iyi bir deneyim oldu.

Çocuk yetiştirmek öyle ilginç bir şey ki her daim kendinizi geliştirmeniz gerekiyor çünkü sizden sonrası için yeni bir nesil yetiştiriyorsunuz her şeyiyle yeni ve çağı yakalayan bir nesil. Onun okuduğu dergi ve kitapları takip etmek, onun dinlediği müziği dinlemek, hatta mümkünse onun öğrendiği yabancı dili öğrenmekle ona yardımcı olabilirsiniz. Biliyorum boynuz kulağı geçermiş çocuğunuzla yarışa kalkın demiyorum ama çağı yakalayacak kadar onunla arkadaş olacak kadar çaba sarf edin. Bu çabanın boşa çıkmadığını göreceksiniz.

Öyle kariyerden ayrılıp evde çocuk bakıyorum diye çocuklarını dadılara ve ev işlerine yardımcılara sanıldığı gibi teslim edip gezmekle olmuyor bu işler. Zaten çocuğu uğruna kariyerini bırakan anne bu işin her boyutunu düşünecek kadar akıllıdır. Çocuğunu TV bağımlısı, her istediği yapılan doyumsuz, şımarık, bencil, mutsuz, uyuşturucu bağımlısı ve obez yetiştirmeyecek kadar akıllıdır.

Çocuklar 7 yaşına geldiklerinde günlerinin büyük bir bölümünü okullarında geçirmeye başlıyorlar. Uğruna kariyerini bırakan annede büyük bir boşlukta buluyor kendini. Ama bana göre böyle bir durumda dahi boş durmayacağına inandığım akıllı anneler var. Zaten var olan potansiyellerini er yada geç kullanıyorlar, atıl iş gücü diye bir şey kalmıyor.

Tek sorun çevredeki insanların size bakış açısı. Hayatınızı “el alem ne der” diye düşüne düşüne yönlendiriyorsanız size şimdiden geçmiş olsun.

Ev hanımlarımız eskiden onlar annelerimizdi, dedikodulu gün toplantıları, akraba gezmeleri ve çocuk yetiştirmek adı altında sadece çocuklarının fiziksel ihtiyaçlarını karşılama, ev işi vs. bunlarla geçirirlerdi günlerini. “Bu tasvir sadece genelleme amacı ile kullanılmıştır. Tarih boyunca kendini geliştiren kadını kapsamaz, kimse üstüne alınmasın” Hal böyle iken kariyer yaptıktan sonra evinde çocuk bakmayı seçen kadına da bu gözle bakılır. Ev hanımlığına hoş geldin. “Gelişmeyi durdurdu, hayatı sadece çocuktan ibaret, ekmek elden su gölden, paranın nasıl kazanıldığını bilmiyor, bir çocuk doğurdu diye iş stresini çekemedi kolaya kaçtı... vs....vs... “ Tüm bu çekişmeler, bu düşünceler çocuk yetiştirmenin kolay olduğunu sananlar tarafından ortaya atılmıştır. Bunlar “eş, dost, akrabalar, kariyerli kadınlar, maço eşler, light eşler ...vb.” Ne yazık ki bu kariyer sahibi ama kariyerlerini çocuk yetiştirmek alanında sürdüren kadınlarımızı anlayan tek kişi pedagoglardır.

Bu uzay çağına geldiğimizde kendine güvenen, çalışkan, paylaşmayı bilen, mutlu, özgüvenli çocukların yetişmesinin ne denli zor olduğunu bir tek pedagoglar anlayabiliyor. Birde istisnalar, çocuklarını tek başlarına büyütmek zorunda kalan babalar veya hem anne hem baba rolü oynayan anneler.

İnsanlar ikiye ayrılırlar Kadınlar ve Erkekler. Öncelikle biyolojik açıdan daha sonra psikolojik açıdan bu iki insanın birbirinden farklı ama birbirini tamamlayan yapıda olduklarını kabul etmekle her şeyi çözüme ulaştırabiliriz.

Hayat paylaşmaktan ibaret, sanırım hayatı sadece kariyer olarak gören kadınlar paylaşmanın güzelliğini, sorunların, sorumlulukların paylaştıkça azalacağını keşfedemedikleri için bunu yakalayan hem cinslerine ateş püskürüyorlar. Hayatı ıskalıyorlar. Aşk mı? Kariyer mi? sorularına maruz kalan kariyerli kadınlar bazı şeyleri eşini, işini, çocuğunu, dostunu aşkla sevmenin sevgiyi güçlendireceğini, sabrı artıracağını, özgüveni arttırdığını gözardı ediyorlar. Asıl olan SEVGİ dir. Önce kendinizi sonra etrafınızdakileri sevin, kin tutmadan, aldatmadan, öfkelenmeden, kıskanmadan, kıskandırmadan sevin. Sevdikçe bağışlamanın gücünü fark edeceksiniz.

Sevgiyle Kalın.
Hüma Oktay

www. kigem.com





0 yorum :