SIFIR

Üstü üç taşlı taç saplı üç tunç tası çaldıran mı çabuk çıldırır, yoksa iç içe yüz ton saç kaplı çanı kaldıran mı çabuk çıldırır?

İlk okumada zor oluyor değil mi? Evet bende de öyle oldu. ilk beş okumadan sonra kelimelerin anlamları ortaya çıktı, oturmaya başladı.

Sonraki okumalarda yavaş yavaş hız kazandım. Şimdi bir nefeste sonuna kadar hatasız okuyabiliyorum. Amaç daha da hızlanıp bu çümleyi bir nefeste birden çok kere okuyabilmek!

Bir günüm diğeriyle aynı olunca bugün günlerden ne? Hangi aydayım hangi mevsimdeyim ne önemi var? Her sabah aynı güne uyanıyorum nasılsa, önemli olan ne kadar hızlı olduğum !…

İşte hayatımız da aynen böyle. Hızlı, hemde herşeyi aynı anda yapabilme becerisini kazanarak daha da hızlanıyor. Zaman hızla akıyor oysa, birde biz onu daha da hızlandırmaya çalışıyoruz.

Bu hız tutkusu bir gün bizi öldürecek. İbre çıktı birkere 120’ye iner mi 50’ye?

Camdan bakarken herşeyi silik, soluk görüyorum, renksiz kokusuz. Biraz yavaşlasam hangi yolda olduğumu görebileceğim. Çevremdeki çiçeklerin kokusunu almak, renklerini seçebilmek, üzerindeki uğur böceğini, arıyı keşfetmek güzel olabilir.

Hızlanırken neleri ıskaladığımızı yada ezip geçtiğimizi farketmiyoruz bile. Amaç gerçekten de daha da hızlanıp bu cümleyi bir nefeste birden çok kere okuyabilmek mi dersiniz?  Ya sonra?

Hızlandık bir çok beceriyi kazanmak için. Bir yandan da hırslandık. Kim daha çok para kazanıyor. Kimin arabası evi, yazlığı yatı, katı, pırlantaları, hanı, hamamı, uçağı, jeti, şatosu var? Bizim neyimiz eksik?

Peki ya bu hız tutkusu içinde biz yükselirken yanımızdakiler, kalbizimin sesini dinleyerek, bizimle gülüp bizimle ağlayanlar mı?

Yoksa ilk tökezlemede sendelerken bir tekme savurup yerimize geçmeye çalışanlar mı? Yada arkamızdan gülecek olanlar mı?

Kendi değerlerimizi arttırmak için sahip olduğumuz eşyaları, parayı, mevkiyi hesaplar olduk. Gerçek değerleri unuttuk. Artık eminim, birbirimizin tabağında gözümüz var.

Hayatta yol alırken seçimler yaparız, kimi zaman doğru kimi zaman yanlış. Neye ve kime göre doğru veya yanlış orası tartışılır.

Yine de seçimlerimizi yaşarız.

Bize dağıtılan kartları değiştiremiyoruz, bu doğru. Ancak eli oynama şeklinin bizim seçimimiz olduğunu unutmamak gerek. İnsanlar problemlerin şikayeti için harcadığı enerjinin onda birini o problemi çözmeye harcarsa, işlerin ne kadar düzeldiğini görüp hayret edecekler. Şikayet etmek bir strateji olarak zaten işe yaramıyor. Herkesin sınırlı zamanı ve enerjisi var. Sızlanmakla geçen her saniye, insanı hedeften uzaklaştırırken mutsuz da ediyor.

Ben o taşlı, tunçlu, taslı olan cümleyi sakin sakin, her kelimeyi içime sindirerek de okuyabilirim. Tadını çıkararak, tıpkı hayatın her anından, büyük keyif aldığım, her sabah başka bir güne uyandığım gibi…

Güne bezgin, gergin veya kızgın mı başlayacaksın, yoksa mutlu mu? İşte o her sabah bunu hatırlatıyor insanlara. Yaşadıklarımızın aslında kendi seçimlerimiz olduğunu ve birbirlerini sevmeyi öğrenen insanların çoğaldığı toplumlarda savaşın , kavganın, tecavüzün olmayacağını.

Evet, bu çümleleri okurken - bir tek bunu değil aslında- kitabın başından sonuna içinde yaşayarak okudum SIFIR’ı.

Kendi iç yolculuğumda bana yeni bakış açıları kazandırdı.

Tunç Kılınç’ın kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı SIFIR, bir arayışın öyküsü, hayata dair bir yorum. Hız kesmek ve camdan dışarı seyretmek için bir fırsat…

Hayatı güzelleştirmek istiyorsan dünyanın en tehlikeli şeyini sevmeyi öğrenmelisin, insanı! Buna da kendini sevmekle başlayabilirsin.”

Sıfır hızda

Sevgiyle Kalın

Bu yazı Martı Dergisi'nde yayınlanmıştır 

0 yorum :