Benim güzel İzmir'im

0 yorum
İlklerin şehri İzmir


Kurtuluş Savaşında düşmana İlk kurşunun atıldığı, Türkiyenin ilk Fuarı, Anadolunun ilk demiryolunun kurulduğu, İlk kadın tiyatrocu Afife Jale’nin ilk oyununu İzmir'de oynadığı ilklerin şehri İzmir.

Hal böyle olunca Türkiyenin ilk Kadın Müzesi‘de İzmir de açılmış, gelmesek olmaz, görmeden dönsek olmaz.

Müzede düzenlenen bir oda varki onlarla gurur duyuyoruz. Öncü Kadınlarımız …
ilk milletvekillerinden Benal Arıman, dünyadaki ilk kadın petrol mühendisi Halide Ural Türktan, dünyadaki ilk kadın askeri pilot Sabiha Gökçen, dünyanın ilk kadın yargıtay üyesi Melahat Ruacan gibi ilklere imza atan 50 kadınımız, fotoğrafları ve onların çok özel eşyaları ile sergileniyor.

Konak belediyesinin katkılarıyla kurulan Müzenin farklı konseptlerde hazırlanmış 13 odası var.
Geçici sergi salonu, video art, geçmişten günümüze kadınlar, antik dönemde Anadolu'da kadınlar, öncü kadınlar, koleksiyon eserler, kütüphane …

Müzeyi keyifle ve gururla geziyoruz ve bahçesinde Nasım Hikmet ile fotoğraf çektiriyoruz.
İzmir'e gönül vermiş ünlüler 

Gezimizin ikinci günü, Urla’da Necati Cumalı‘nın müze evini, Modern Yunan edebiyatının üstadlarından Yorgo Seferis’in artık butik otel olan evi’ni, Sığacık kale içini ve Teos park içinde Dionysos Tapınağını gezebilme şansımız oluyor.

Yorgo Seferis’in Residence, Yunan Devlet adamları, diplomatlar, yerli yabancı turist gurupları tarafından sıkça ziyaret edilmiş zira  butik otelin lobisinde  duvarlar tanıdık simaların fotoğrafları ile dolu.

Lobiden koridora, merdivenlerden odalara kadar her yerde antika eşyalar göz dolduruyor. Her birini hayranlıkla izliyoruz. Ahşap  aynalı dolaplar, pirinç karyolalar, kahve fincanları, vazolar, dantel örtüler daha neler neler…


Otelin arka bahçesinden çıkınca tam karşısındaki kazı çalışmaları devam eden Klazomenai Antik kenti içinde yer alan M.Ö. 6. yy  dan kalma Zeytinyağı  içliği ve deposunu geziyoruz. Adeta küçük bir zeytin yağı fabrikası günümüze kadar gelmiş.


Daha sonra Teos Antik kent sınırlarına doğru yola devam ediyoruz. Antik kent içindeki Dionysos
tapınağına ulaşana kadar yeşillikler arasından mis kokulu asırlık zeytin ağaçlarının serinliğinde yol alıyoruz. Yaşının 400 den fazla olduğunu tahmin ettiğimiz bir zeytin ağacını hayranlıkla incelerken duyduğumuz küçük çan sesleri az önceki sessizliğimizi bozarak yerini gülüşmelere bırakıyor. 

Çobanının peşi sıra giden koyun sürüsünü adeta bir geçit töreni gibi izliyoruz. Zorlu yollardan geçerek vardığımız antik tiyatro da okunan Nazım Hikmet şiirinin ardından İzmir'e dönüyoruz.





Şehrin güzelliklerini keşfe çıktık

Gezimizin son günü İzmir’in Müzelerini gezmeye devam ediyoruz. 1923 İktisat Kongresi  sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün karargah olarak kullandığı tarihi köşk yeniden revize edilerek 19 Mayıs 2015 de ziyarete açılmış.


Atatürk’ün İzmir’e gelişlerinde kaldığı  bu köşkün alt katı, adım adım Kurtuluş Savaşı hazırlıklarının  anlatıldığı odalardan oluşuyor.  Toplantı masası etrafında Mustaf Kemal Atatürk, İsmet İnönü  ve silah arkadaşlarının harita başında yaptıkları toplantı balmumu heykellerle canlandırılmış.

Köşkün üst katlarında misafir odası, bekleme ve kabul odası, berber odası  ve  yatak odaları bulunuyor.


Sonraki durağımız  iki mahalleyi birbirine yakınlaştıran tarihi asansör.  1907’de işadamı Nesim  Levi tarafından İtalya ve Fransa’dan getirilen mühendislere yaptırılmış. Daha önce 155 basamakla çıkılan iki semt arasındaki  zor ulaşım asansörden sonra çözüme ulaşmış. 

Asansöre giden sokağa adını vermiş İzmir'e aşık müzisyen Dario Moreno ve  Enrico Macias ‘ın büstleri  yolun başında bizi karşılıyor.   

Dario Moreno’nın vasiyeti,
İzmir, tatlı ve  sevgili şehrim…
Birgün şayet senden uzakta ölürsem…
Beni sana getirsinler…
Fakat mezarıma götürürken “Öldü” demesinler.
“Uyuyor” desinler koynunda…
Tatlı İzmir’im…


Dudaklarımızda  Dario Maoreno şarkıları  yeni yerler keşfetmek üzere  ayrılıyoruz. Yeni gezilecek tarihi mekan  Latife Hanımın ve ailesinin yaşadığı Uşakizade Köşkü.


Uşakizade Sadık Bey tarafından İzmir Göztepe’de 1860 yılında yaptırılmış olan bu köşk yazlık ev olarak kullanılmış. Gazi Mustafa Kemal Paşa  1922 de İzmir’e geldiğinde  köşkü “Başkomutanlık Karargâhı” olarak kullanmış,  ayrıca 1923 de Latife Hanımla bu köşkte evlenmişler. 

Şimdi Müze olarak gezilen bu tarihi köşkün  bahçesinde İzmir Özel Türk Koleji bulunuyor.

Gün boyu gezimiz sırasında, Kemeraltı çarşısı, Saat Kulesi ve Karşıyaka görme şansını yakaladığımız, İzmir’in tarihi mekanlarından sadece bir kaçı. 

Bahçesinde ezan ve çocuk sesleri eksik olmayan Zübeyde Hanımın anıt mezarını ziyaret ederek uçağımıza yetişiyoruz. Kalbimiz Ege'de kalarak...



Devamını Oku »

Bir hayalin peşinden

0 yorum

Hikayeler vardır okuyanı heyecanlandırır, meraklandırır. Hikayeler vardır, merakın ötesinde peşinden sürükler,  izinden yollara düşürür.

Bir hikaye var ki, içinde gerçekleşmiş hayaller, umutlar, başarılar ve ödüller var.

Türkiye'nin ilk edebiyat konseptli oteli Gülşah Elikbank’ın hayallerinden gerçeğe dönüşmüş. Henüz çok yeni olmasına rağmen aldığı ödüllerle rüştünü ispatlamış.

Her ay bir yazar konuk ederken, bu sefer yazar Kitap İle Sohbet’i konuk ediyor.



Gülşah Elikbank ile hem kitabı Aşkın Gölgesinde’yi konuşuyoruz hemde iç dünyamızın kapılarını araladığımız samimi bir sohbet gerçekleştiriyoruz.  Hayatından, projelerinden ve yeni kitabından konuşuyoruz.

Sıcak samimi bir sohbet sonrası duvardaki kitap dolu raflar dikkatimi çekiyor. Bir kaçını alıp incelerken anlıyorumki çok özeller. Yazarından bizzat imzalı kitaplar…

Her oda bir yazar’ın anıları ile özene bezene hazırlanmış. Koridorlar edebiyat kokuyor. Odamıza girene kadar gözümüzün gördüğü herşeyi incelemeye, okumaya çalışıyoruz.

Duvarlarda, yazarların kendi el yazılarından notları, edebiyata damgasını vuran özlü sözleri, fotoğrafları, her biri ayrı ve ince düşünülmüş detaylar…



Yazmak üzerine konuşurken Gülşah Elikbank son romanı Düşüş’ten bir bölüm okuyor bizim için.

“Düşüşün 4 hali;

Aşka düşenler,

Gözden düşenler,

Düşen kentler,

Düşen diktatörler… “





Anı biriktirmek için yola çıkılır, dostluklar yanınıza kar kalır


Kitap İle Sohbet'in Edebiyat konseptli Mini Fuar Oteldeki son günü Şair Namık Kuyumcu’nun sesinden dinlediğimiz “Suç ve Zerre” şiiri ile başlıyor. Sohbetimize araştırmacı yazar Ahmet Güner eşlik ediyor. Bu keyifli sohbet gün boyu gezdiğimiz İzmir’in tarih kokan mekanlarında Ahmet Güner’in  anlatımlarıyla sürüyor.


Kitapların ve yazarların konuşulduğu, sohbeti bol, dostluk, kahkaha, tarih ve edebiyat dolu 3 günü bitiriyoruz. Dönerken ceplerimizde kelimeler, kalbimizde dostluklar, hafızamızın torunlara anlatılacaklar köşesinde anılar var.

Bir dahaki sefere yeni roman kahramanlarının peşinden gidene dek buluşmak üzere ayrılıyoruz.



Devamını Oku »

Veeee Alkış!

0 yorum

“Burası Anadolu; şimdiye kadar hiçbir sır uzun süre saklı kalmadı bu topraklarda!”

Çorum’da Hitit dönemine ait tarihi eser kaçakçılarının izinden giden Gazeteci Uyumsuz Defne Kaman’ın soluk soluğa okuyacağınız maceralarına yenileri eklenirken, Kutadgu Bilig Beyitlerinden oluşan şifrelerle macera devam ediyor.

Buket Uzuner’in tabiat dörtlemesinin ilki “Su” romanından sonra sıra “Toprak”ta idi. Sabırsızlıkla beklenen “Toprak” nihayet mayıs ayında okuyucuyla buluştu.

Yasemin Sungurla Kitap ile Sohbet 233. buluşmasını Buket Uzuner ile paylaştı. Sohbetimiz keyifle, neşe ile devam ederken Buket Uzuner tabiat dörtlemesinin üçünkü kitabında okuyucuyu süprizlerin beklediğini söyledi. Adeta ailemizden biri gibi olan “ ‘çetin ceviz’in dişil karşılığı sayılan ‘cadının teki’ ” Umay Nine ve Kam Defne’nin yeni romanda başına neler gelecek merakla bekliyoruz.

 
Keyifli bir sohbetin ardından, yazarımız Buket Uzuner’e TEMA Vakfı ormanından ağaç hediyemiz sırasında duygu dolu anlar yaşandı.

Buluşmamızı imza ile taçlandırdık. Bir elimizde kitaplarımız bir elimizde telefon-fotoğraf makinelerimiz ile uzun kuyruklar oluşturduk, neşeyle, keyifle…

Bize ve sevdiklerimize kötülük yapan akrabalarımızı affetmek ve sevmek zorunda değiliz. Hayır, bu yalan olur. Lakin onları inkar da edemeyiz. 
Çünkü iyi ve kötü vasıflarıyla kökümüz, toprak gibi bizi geçmişten geleceğe taşır. Yüzleşmek şarttır. Fakat ancak eskinin kötülüklerinden arınarak yeniyi inşaa ederiz.


Toprak’ı okurken dikkatimi çeken şeylerden biri içeriğindeki bilgi akışı yoğunluğu. Yazar, satır aralarına saklanmış detayları sıkmadan yormadan yudum yudum okuyucu ile paylaşmış. Yararlanılan kaynaklara bakılırsa uzun soluklu bir araştırma sonucu oluştuğu belli olan bu eser hem keyif ve merakla hemde altı çizilerek tane tane okunuyor. 

Keyifli okumalar dileğiyle, 
Sevgiyle Kalın


Kitabı satın almak isteyenler  buradan ulaşabilirler. 












Devamını Oku »

Üç Kare Üç Anı Kamboçya

0 yorum



12.Yüzyılda inşa edilen Angkor Wat Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.

Bu muazzam yapı tam bir mühendislik harikası … 

Bol yağışlı, kaygan, bataklık bir zeminde olmasına rağmen temelindeki çoklu havuz sistemi ile yağış mevsimine göre dengelenip yapının  yüzlerce yıldır ayakta kalmasını sağlanmış… 

Hem oraya gittiğinizde kendinizi Tomb Raider gibi hissediyorsunuz.  







Unesco Dünya Miras Listesinde olan bu tapınaklar şehri 12.yy da inşa edilmiş.

1800’lü yıllarda yoğun bitki örtüsünün  altından keşfedilen bu tapınaklardaki ağaçlar, antik yapılara hasar verdiğinden tarih bilimcilerin ağaçları kesmek istemesine karşın çevre bilimciler ağaçlara dokunulmasını istemiyorlar…

Ağaçlar Versus yapılar… Çok zor bir ikilem…







Böyle kahkahalarla güldüğüme bakmayın…
Bu anı fotoğraflandırmak istedik tek kare ve bulanık çekebildi eşim…

Sonraki karemiz şöyle devam etti. Boğayılanı bacağımdan dolanmaya başlayıp ben panik olunca…

Eşim elindeki fotoğraf makinesini fırlatıp yılanın bakıcısı kadın ile boğayılanından beni kurtarmaya çalıştılar.

Sanırım boğayılanına verilen uyuşturucunun etkisi geçmeye başlamıştı…

Devamını Oku »

Her derde deva nadide bir çiçek

0 yorum
Sıra sıra dizilmiş dükkanlardan sokağa taşan tezgahlar arasında yol almaya çalışan turistler, ısrarla lokum tattırmaya çalışan esnafa yakalanmadan geçmek için taş döşeli yolda akrobasi yaparak ilerlemeye çalışıyorlar.

Onların açtığı yoldan bende geçiyorum hızlı hızlı. Kalabalık bir arkadaş gurubu ile Safranbolu sokaklarındayız. Benden başka esnafın lokum ısrarından kaçan yok, hepsinin tadına bakıyorlar afiyetle.

Herşeyde safran var, safranlı çay, safranlı lokum, safranlı kolanya, safranlı vazalin… saymakla bitmiyor. Her derde deva nadide bir çiçek Safran.  Gıda, kimya, ilaç ve kozmetik alanlarında kullanılıyormuş. Türkiye’de sadece dört bölgede yetiştirilen safranın fiyatı altın fiyatıyla eşdeğer.

Yola devam, Köprülü Mehmet Paşa Camisinin avlusunda güneş saatiyle saatlerimize ayar çekip diğer kapıdan bir arka sokağa çıkıyoruz. Sanki zaman tünelinden geçtik. El sanatlarının sergilendiği minik dükkanlar sıralanmış. Deriden yapılma ayakkabılar (mest), çanta, telkırma masa örtüleri, para keseleri ve en güzeli de sokağın ortasında “Közde Türk Kahvesi” içebileceğiniz masa sandalyeler var. Tabiki de boş yer yok ve biz 13 kişiyiz, masalar 2 veya 4 kişilik. Hepimizin aynı anda yer bulması mümkün değil. Kahve kokusunu içimize çeke çeke tezgahları inceliyoruz, bir yer buluruz umuduyla.

Cinci Han İç Avlu
Her sokak yeni bir macera, Cinci Hamam’ın kapısını uzaktan görünce bağırıyorum “buldum buldum” diye. 1645 yılında yapılan Hamam hala kullanılıyor, dışarıdan fotoğraflıyoruz. Bir dahaki sefere vakit ayırmayı planlıyorum, peştamalimi ve kesemi getireceğim…

Bir arka sokağa geçince Cinci Han’ın kapısının önünde buluyoruz kendimizi. İçeriyi gezip kahvelerimizi ve nargileleri burada içiyoruz.

Cinci Han‘ın önü herdaim hınca hınç dolu, fotoğraf çekmek mümkün değil. Boş anını yakalamak için ertesi sabah 7.00 de gidiyoruz meraklı üç arkadaş ama nafile kapının önünde minibüs var bavulları yüklüyorlar, Japon Turist kafilesi Han’dan ayrılıyormuş. Bizim şaşkınlığımızı gören kapıdaki görevli 10 dakikaya araç gitmiş olur deyince bizde iç mekanı fotoğraflamak için avluya geçiyoruz.

Dikdörtgen planlı Han’ın üst katından avluyu fotoğraflıyoruz sabah güneşinin eşliğinde.
Cinci Han

Cinci Han, Safranbolu eşrafından Karabaşzade Hüseyin Efendi (Cinci Hoca) tarafından 1645 yılında yaptırılmış. Benim en çok dikkatimi çeken arazi eğimli ve güney cephesinden dere geçiyor bu kadar olumsuz şartlara rağmen yaklaşık 400 yıl öncesinin teknoloji ile tamamen insan gücüne dayalı olarak inşa edilmiş olması.

Sırf bu özelliğinden dolayı bu han Osmanlı’nın en gelişmiş han mimarisinin örneklerinden olma özelliğini taşıyor.

En son Han’ın kapısının da fotoğrafını çekip otelimize dönüyoruz.

Safranbolu konakları her biri ayrı güzel her birinin ayrı bir hikayesi var. Otelimizde eski bir konak hemen yakınında bulunan Kaymakamlar Konağı Müze olarak rehber eşliğinde geziliyor. Eski dönemin yaşamı mankenler aracılığı ile yeniden canlandırılmış. Kına gecesinde ve gelin olarak giyilen kıyafetler sergileniyor.

Bahçede masa sandalyeler var. Keyifle oturup birşeyler içilebilir. Biz sonunda közde kahvelerimizi burada içiyoruz keyifle.

Safranbolu küçük bir yer ancak gezilecek yer sayısı çok. Hıdırlık tepesinden panorama harika… Manifaturacılar, Demirciler ve Bakırcılar Çarşıları, içinde kaybolmak için güzel yerler.

Kale, Kent Tarih Müzesi, Eski Hükümet Konağı ve hemen yanı başındaki saat kulesi Safranbolu tarihine ışık tutan gezilebilecek yerlerden sadece bir kaçı…

“Cam Teras“  ile içindeki korkuyu yen


Gezimiz sırasında yakın çevreyi de görme şansımız oldu. Safranbolu’nun çılgın projesi diye anılan yaklaşık 10 km uzaklıktaki Tokatlı Kanyonun’nun 80m üzerine inşaa edilen cam teras, üzerinde durabilmek için cesaret isteyen bir yer. Adeta nefes kesiyor.

Turnikeden geçerek 30 ‘arlı guruplar halinde cam terasın üstüne çıkıp aşağıdaki manzaranın tadına varacağımızı düşünüyoruz. Kuyrukta beklerken çaylar içiliyor. Sıra bize geldiğinde keyifle terasa doğru yol alıyoruz. Cam’ın üzerine basarken altı görmeye çalışmak birinci hata, en uca giderek aşağıya bakmak ikinci hata, en uçta dururken cam sallanıyor galiba demek üçüncü hata …

300 kişilik planlanan cam seyir terasına neden turnike koyup 30’arlı gurup halinde girişe izin verdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum.

Manzara gerçekten çok güzel, karşıya baktığımda bulunduğum yüksekliği tam olarak algılayamadım. Herkes özçekim yapıyor keyifli.. Mesafeyi ayarlayamadık taaki aşağıya bakana kadar. Biraz ürkütücü olduğunu itiraf etmeliyim. Hele terasın üzerindeki 30 kişiden biri panik atak ise herkesi panikletebiliyor. Cam gerçekten sallanıyor mu? Bilinmez ama ben gördüğüm manzara karşısında büyülendim.

Cam terastan sonra aşağıya kanyonun yürüş parkuruna doğru yol aldık. Yürümek istemeyenler cam terasın bir üst bölümünde bulunan kafeteryada oturdular. Biz gençler daima genç kalanlar kanyonun yürüyüş parkurundan aşağıya doğru salındık. Tahta merdivenler patika yollar , neredeyse 10 adımda bir manzaranın tadına vararak arada çocukları kollayarak indik aşağıya, cam teras aşağıdan da güzel görünüyor.
Kanyonun sonuna doğru atlara binilen bir alan vardı, girişinde arabaya koşulmuş bir Eşek yanında yavrusu Sıpa. Hayvanları bu kadar yakından görmeyen çocuklar yavruyu sevmeye çalıştılar. Sevildiğini anlayan Sıpacık yere sırtüstü yattı ve ayaklarını kaldırdı, Ben at, eşek gibi hayvanların hep dört ayak üzerindeyken başını sırtını sevmişimdir. Hayatımda ilk kez bir sıpanın böyle kedi, köpek yavrusu gibi karnını sevdirdiğini gördüm. Çok sevimli bir yavruydu.

Kanyondan yukarı çıkmamız inmemize göre daha uzun sürdü tabiki. Yukarı çıkarken Sadrazam İzzet Mehmet Paşa’nın 1700’lü yılların ikinci yarısında yaptırdığı İncekaya Sukemerini görme şansımız oldu.

Gördüğünün arkasındaki görünen...

Bu keyifli gezinin ardından Yörük Köyünü ziyaret ettik. En eski 450 yıllık en yeni 90 yıllık konaklardan oluşuyor. Her sokak, her ev ayrı detay, ayrı güzel. Bizim gezdiğimiz Sipahioğlu Gezi evi 1750 yılında yapılmış içeride gezerken bize rehberleik eden kişi konağın sahiplerinden 8. kuşaktan. Evin her köşesi Bektaşi kültürünün özelliklerini yansıtıyor.

Yaşam alanlarından birinde odanın tavanında bulunan cam küreye gözüm takıldı ben onu avize sandım ve sonradan takılmış olabileceğini düşündüm. Tavandaki boyamaların çoğu çiçek ve meyve figürlerinden oluşuyor. Köşe oda, camların sırasınca sedirler yerleştirilmiş. Herkes içeri girince rehber anlatmaya başladı. Tavandaki cam küre, gün içinde topladığı güneş ışığı ile odayı aydınlatıyormuş, Gece ise yanan gaz lanbalarının ışığını yansıtarak odanın daha aydınlık olmasını sağlıyormuş. O andan itibaren “Gördüğünün arkasında görüneni öğren” dedim kendi kendime.

Duvardaki boyamalar 1878 yılında yapılmış, her bir çiçek, meyve, vazo figürünün hatta çiçeklerin sayısının bile bir anlamı varmış. Buğday başakları, nar, üzüm figürleri bolluk ve bereketin simgesi. Kavun, karpuz figürleri üremenin simgesiymiş.

Ocak kenar taşlarında hayat ağacı, çarkıfelek figürleri var, aile simgesi. Pancerelerin bol olması, yer döşeme tahtalarının geniş olması zenginliğin göstergesiymiş.

Yerdeki döşeme tahtalarının altına çamur, saman, yumurta akı ve keçi kılından yapılan bir harç konurmuş. Her evin altında bulunan ahırlardan koku yukarı çıkmasın ve tahtanın üstüne basınca da gıcırdamasın diye yapılan bir uygulama, en az 250- 300 yıl öncesinden bahsediliyor açıkçası hayran olmamak elde değil.

Hiçbir ev diğerinin manzarasını kapatmayacak şekilde yapılmış. Köyün kullandığı 300 yıl önce yapılmış çamaşırhane şimdilerde Safranbolu Kültür Derneği sergi alanı olarak kullanılıyor. Çamaşırhane o dönemde aynı zamanda kadınlar için hamam olarak da kullanılmış.

Çamaşırhanede orta bölümdeki daire biçimli taşlık 12 bölümden oluşuyor. Her bölüm arasındaki ince oluklar suyun diğer bölümdelerdeki suya karışmadan aşağı akmasını sağlıyor. 12 bölümün hepsi eşit ayrılmamış ve taşlığın bir tarafı yüksek bir tarafı alçak gibi. İlk baktığımda düzensiz gibi gözüksede “Gördüğünün arkasında görüneni öğren” i hatırlıyorum.

Uzun boylu bir insanın çamaşır yıkarken çok eğilmeden yıkayabilmesi için bir tarafın yüksek yapıldığını, ayrıca şişman insanların rahat çamaşır yıkaması için bölümlerin birbirinden farklı yapılmış olduğunu öğrenmek 300 yıl önce insana verilen değeri gösteriyor.

Hem keyifli, hemde yeni meraklara kapı aralayacak bir hafta sonuydu. Safranbolu sokaklarında kaçmayı başardığım safranlı lokuma tur otobüsünün içindeki ikramlarda yakalandım. Afiyet oldu.

Devamını Oku »

Kuşkucu Ol Ama Dinlemeyi De Bil..

0 yorum

“Kuşkucu ol çünkü duyduklarının çoğu doğru değil. İnsanların sembollerle konuştuklarını ve bu sembollerin hakikat olmadığını biliyorsunuz. Dinlemeyi öğrendiğinizde insanların kullandıkları sembollerin manasını, hikayelerini anlarsınız ve iletişim büyük ölçüde düzelir.”

Don Miguel Ruiz ‘in Dört Anlaşma”sından yıllar sonra oğlu Don Jose Ruiz ile birlikte yazdığı “Beş Anlaşma” bize önce kuşkucu olmayı ama aslında dinlemenin gerçek bir iletişim olduğunu anlatıyor. Sadece kendimiz olursak mutlu ve doyumlu bir hayata kavuşabiliriz. İlk dört anlaşmanın zorlukları beşinci anlaşmayı ister istemez sonraya erteliyor.

Kitabı okurken zaman zaman geri dönüşler yapıp okuduklarımı tekrar tekrar okudum. Yüreğimle dinleyip, yüreğimle anlamayı öğrendim. Rehber kitabım oldu benim.


Dört Anlaşma, hayatımdaki gereksiz, sinirbozucu binlerce anlaşmayı bozmanın yollarını gösterdi, Beşinci Anlaşma ise doğduğum zamandaki kadar saf olmanın gücünü ve özgür olmamı sağladı. Yaşam içindeki dengemizi sağlayan şey içimizdeki sevgidir aslında…

Sevgiyel kalın, daima…


Birinci Anlaşma : Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin

İkinci Anlaşma : Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Üçüncü Anlaşma : Varsayımda Bulunmayın

Dördüncü Anlaşma : Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Beşinci Anlaşam : Kuşku duyarak dinle

Kitabı satın almak isteyenler buradan ulaşabilirler




Devamını Oku »